İki küçük kurbağa zıplamaya bayılıyormuş. Bir gün yine zıplarken yanlışlıkla büyük bir süt kovasının içine düşmüşler.
Kurbağalardan biri: Olamaz diye bağırmış. Bu kova çok yüksek. Buradan dışarı zıplayamayız!
Hayır, kurtulmanın mutlaka bir yolu vardır, demiş.
Birinci kurbağa bir süre çırpınmış. Dışarı çıkamayınca ümidi kesmiş. Çırpınmayı bırakmış. Çok geçmeden sütün içinde boğulmuş.
İkinci kurbağa ise ümitsiz değilmiş. Çırpınmış çırpınmış, çırpınmış… Asla vazgeçmemiş. Gücünün son sınırına kadar uğraşmış.
Fakat en sonunda kollarındaki güç tükenmiş. Artık kollarını hareket ettiremiyormuş. Eyvah, demiş. Şimdi ne yapacağım!
Tam bu sırada sütün içinde bir tereyağı topunun oluştuğunu fark etmiş. Aman Allah’ım, diye sevinmiş. Ben çırpınırken, sütün bir kısmı tereyağı olmuş.
Neşe içinde tereyağının üstüne zıplamış. Başını kaldırıp yukarı bakmış. İşte şimdi zıplamak çok kolay, demiş.
Bir sıçrayışta kovadan dışarı çıkmış. Çok şükür, kurtuldum, diye derin bir nefes almış.
Zıplaya zıplaya göle gitmiş. Sütün içinden kurtulduğu için çok mutluymuş. Göldeki kurbağalara olanları anlatmış.
Kurbağalar: Aferin sana. Keşke arkadaşın da senin gibi çırpınsaydı. Şimdi o da burada olurdu demişler.
Bal, badem ve ceviz vücudumuz için mucizvi bir üçlüdür. Yardımcı mineraller, vitaminler, eser elementler ve temel protein açısından son derece zengin bir tatlıdır.
Bal, Badem, Ceviz ile Yorgunluk ve Anemi ile Mücadele
Badem 100 gr başına 1.15 mg bakır içerir. Anemi ve yorgunlukla başa çıkmak için her gün 5 veya 7 badem yemenizi öneririz. Bal magnezyum, demir ve bakır açısından zengindir. Tüm bu öğeler kırmızı kan hücrelerini arttırır. Ceviz, zayıflık ve baş ağrısının iyileşmesinde yardımcıdır. Bu nedenle bu üç altın değerindeki besinin bir arada yenmesi vücudumuzda inanılmaz etkilere yol açıyor.
Yüksek Kolesterol İçin Bal, Ceviz ve Badem Yiyin.
Bal bugüne kadar her hastalığın devası olmuştur. Besin maddelerince zengin bir diyet uygulamak, birçok hastalığı engeller. Bu şekilde kolesterol, yüksek tansiyon ve şeker hastalığını önlemiş ve hayatımızdan çıkartmış oluruz.
Bal, Badem, Ceviz Sayesinde Enerjinizi Koruyun.
Kalp günlük olarak enerji alması gereken organdır. Ancak çoğu zaman yüksek şekerli tatlılar ve içecekler vücudumuz için boş enerjidir. Yüksek şekerli gıdalar kan şekerini birden çıkararak ani şeker yükselmesine ve kandaki kolesterolün artmasına sebep olur. Yüksek şekerli gıdalar ani kan şekeri çıkmasına sebep olduğu gibi ani kan şekeri düşüşüne de sebep olmaktadır. Ani kan şekeri düşmesi yemek yeme ihtiyacını doğurmaktadır. Bu da bizim vücudumuzun için oldukça zararlıdır.
Badem, Ceviz ve Balı Nasıl Yemeli ?
Bu üç malzemeyi karıştırıp kavanozda muhafaza edebilir ve günlük olarak sabahları yiyebilirsiniz.
Balın Faydaları
•Zekayı açar.
•Ilık suyla şerbet yapılıp içilirse kuvvetli bir müshil olur. 7 dk’da kana karışır.
•Soğuk su ile şerbet yapılıp içirse ishali keser.
•Kanı temizler ve kan dolaşımını kolaylaştırır.
•Kalp çarpıntısına iyi gelir.
•Mideye iyi gelir, hazmı kolaylaştırır, karın ağrılarına iyi gelir.
•Göz ağrılarına iyi gelir. Parmağınızı iyice temizledikten sonra göz kapaklarınıza sürmeniz yeterlidir.
•Kansızlık çekenler için önemli bir kan yapıcı gıdadır.
•Sarılık hastası olanların 15-20 gün boyunca sabah-akşam bal yemesi iyi gelir.
•Kemik hastalıklarına iyi gelir.
•Damar sertliğini yok eder.
•Bal, Sinirlere ve uykusuzluğa iyi gelir.
•Bol su ile sulandırılıp yenilirse , şerit denilen barsak solucanlarını ve bazı kurtları yok eder.
•Ilık beze sürülüp boğaza sarılır ise boğaz ağrılarına çok iyi gelir.
•Bir miktar balı biraz elma sirkesi ile karıştırıp gargara yaparsanız ağız kokusunu yok eder.
•Mide ve barsaktaki yaralara çok iyi gelir. Bunun için ayda 4 kg balın düzenli olarak yenmesi ve bir kaç ay devam edilmesi gereklidir.
•Sırt ve boyun ağrıları olan yerlere bal sürülürse ve üzerine toz karabiber ekerlerse iyi gelir.
•Kaynatılmış ada çayına biraz sirke, biraz da bal eklenip gargara yapılırsa boğaz ağrılarına ve bademciklere iyi gelir.
•1kg bal, 1 kg tereyağı ve bir miktar kurumuş frenk muşmulası yaprağı karıştırılıp sabah akşam birer tatlı kaşığı yenirse nefes darlığı ve bronşiti tedavi eder.
•Bal, taze polen ve propolis karışımı mide ve barsak hastalıkları için çok iyi bir ilaçtır.
Bademin benzersiz faydaları şunlar;
•Göğüs hastalıkları ve öksürüğü iyileştirir, sinirleri güçlendirir.
•Zihinsel ve bedensel yorgunlukları üzerinizden alır ve sizi dinlendirir.
•Gebe bayanların sütünü çoğaltır, anne karnındaki bebeklerin gelişimlerinde büyük etkisi vardır.
•İdrar yolları ve cinsel organ iltihaplarını temizler, böbrekleri mikroplardan arındırır.
•Badem yapı olarak kullanılırsa hazımsızlığı giderir.
•Balgam söktürücü ve yumuşatıcıdır. Doğal bir sakinleştirici olan badem, evimizden hiç eksik olmaması gerek ürünlerden bazılarıdır.
•Burun kuruluğu sorunu yaşayan kişiler, badem yağı kullanarak bu sorundan kısa sürede kurtulabilirler. Badem yağı buruna damlatılarak burun kuruluğunu en aza indirir. Düzenli kullanımlarda ise tedavi yerine geçebilir.
•Badem yağı aynı zamanda müshil etkisi gösterir.
•Dudak çatlaması sorunlarına karşın badem yağı kullanılabilir. Dudaklarınıza badem yağı sürebilirsiniz.
•Bademler, yüksek oranda A vitaminine sahiptirler.
•Badem kolesterolü en aza indirir ve kalp krizi riskini azaltır. Her gün bir avuç badem yemenin hiçbir sakıncası yoktur.
•Kan şekerinin düzeyini olması gereken yere getirir.
•Badem cinsel gücü artırır.
•Zihinsel ve bedensel yorgunlukların giderilmesinde yardımcı olur.
Cevizin Yararları
•Cevizdeki yüksek orandaki omega-3 yağ asitleri kalp hastalıklarını, inmeyi, diyabeti, yüksek kan basıncını ve klinik depresyonu azaltıyor.
•Ceviz tüketimi kandaki kolesterol seviyesini düşürüyor, kalp atışlarında düzensizliği önlüyor.
•Cevizdeki fitosteroller, kalın bağırsak, göğüs ve prostat kanseri gibi kanser türlerinden korunma sağlıyor, bağışıklık sistemini güçlendiriyor.
•Ceviz, damarlarda daha az pıhtılaşma özelliği olan kan tipinin üretimine ve iyi kolesterol oranının kötü kolesterol oranına göre artmasına yardım ediyor, kolesterolün damarları tıkama aşamasında önemli bir adım olan şişme ve kızarıklığı azaltabiliyor.
•Cevizdeki l-arginin kan damarlarının iç tarafının pürüzsüz ve düzgün olmasını sağlayarak kan-damar sisteminin rahatlamasını sağlıyor.
•Cevizdeki yağ asitlerinin kalp hastalıklarını önleme etkileri var.
•Beyne benzeyen ceviz, kavrama ve anlamayı geliştiriyor. Asya’da ceviz hala beyin gıdası olarak kabul ediliyor, bu ülkelerde öğrenciler, sınavlardan önce ceviz yiyerek notlarını yükseltebileceklerine inanıyor.
•Omega-3 yağ oranı düşük çocuklarda daha yüksek hiperaktif olma özelliği, daha fazla öğrenim ve davranış bozuklukları, daha fazla huysuzluk ve uyku düzensizlikleri gözlemleniyor. Ceviz, bu sorunları önleyen omega-3 bakımından çok zengin.
•Cevizdeki yağ profili, fitosteroller ve magnezyum, safra taşı oluşumunun önüne geçiyor.
•Cevizdeki melatonin, beyin bezesi tarafından salgılanan melatoninin insan vücudunun kullanıma hazır formunu içeriyor.
•Melatonin, gece çalışan ve zaman farkından dolayı uyku düzensizliği çeken kişilerde uyuma rahatsızlıklarını ortadan kaldırabiliyor.
•Cevizin, antioksidan özelliği dolayısıyla kardiyovasküler ve sinir sistemine zarar veren parkinson ve alzheimer gibi çok kuvvetli hastalıkların gelişimini erteleyebileceği veya azaltabileceği ileri sürülüyor.
•Ceviz, antioksidan savunmada önemli olan birtakım enzimlerde zorunlu kofaktörler olarak görev yapan manganez ve Bakır içeriyor
kaynak: sağlık haberleri
Gribal enfeksiyon soğuk havalarda herkesi etkisi altına alıyor. Hepimizin bildiği gibi grib’in en büyük ilacı C vitaminidir, ve Limon en büyük C Vitamini deposudur. Sizde gribal enfeksiyondan kurtulmak için aşağıdaki yolları deneyebilirsiniz.
Bütün hastalıklarda olduğu gibi hangi ilacı nerede ve ne zaman kullanacağımızı bilirsek hastalık tedavi süreci ve şekline göre sizi daha az etkileyebiliyor. Peki grip vucuttan en kısa sürede nasıl atılır? Bilinegeldiği üzere limon en çok C vitamini içeren adeta C vitamini deposu bir nimet.Uzmanı olduğu hastalıklarda kendine has C vitamini gerektiren hastalıklar.
Evet hepimizin de bildiği gibi grip olan herkes limona sarılır veya başaka türlü basit yöntemler…
Ancak kullanılan limon yanlış kullanıldığında pek etki etmez diyemeyiz ama sonuç ve tedavi süreci uzar.
Buna bir örnekleme getirecek olursak tıpkı çaya atılan şekerin veya başka maddelerin çayın yararlı fonksiyonlarını değiştirmesi gibi.Çay kalbe kuvvet verir ve bedene kuvvet verir o kadar faydalıdır ki çay,içerisine atılan maddeler sonucu çaydaki fayda sağlayan özellikler etkisini kaybeder.
Tıpkı bu örneklemede olduğu gibi limonu da bilinçli kullanmamız gerekiyor.
Nasıl 10 dakikada grip bedenimizi terk eder?
Ayak Üstlerinizi Ve Topuklarınızı Limonla Ovarak
Ayak üstlerininizi ve ayak topuklarınızı limon ile on dakika masaj yaparcasına ovuşturursanız çok büyük tesir göreceksiniz.Bunun nedeni ise limonun ayak üstlerinden ve topuklardan emiliminin daha hızlı olmasıdır.Ayak ve topuklar emilimin en hızlı olduğu yerlerdendir.Bu şekilde uyguladığınız limon masajı sebebiyle grip vucudunuzu hemen terk etmeye başlayacaktır.
Karabiber Tuz Ve Limon Suyu Üçlüsüyle Yaptığınız Karışımla
Karabiber, tuz ve limon suyunu karıştırdığınızda grip sizden korkmaya başladı bile…
Bir yemek kaşığı oranında limon suyunun içerisine tuz ve karabiber ekip içtiğinizde en etkili grip ilacını almış olacaksınız.Bu yöntemi uyguladığınız takdirde, uygulamaya başladığınız andan itibaren grip ölmeye başlayacaktır.Bedeniniz bu şekilde gripten arınmış olacaktır.
Burun Tıkanıklığınız Var İse Limon Uygulaması Yapın
Burun tıkanıklığınız var ise pamuk yardımıyla limon suyunu pamuğa batırarak burun deliklerinize uygulayın, birazdan burnunuz açılacaktır. Rahat nefes almanın hiç de zor olmadığını da göreceksiniz.
Limon suyu ile karıştıracağınız içme suyunu gargara için kullanın ve ağzınızdaki ve ağız yolundaki mikropların ölmesine yardımcı olun.İki yemek kaşığı oranında limonu yarım su bardağı su ile birleştirin etkisi harika olacaktır.
Limon o kadar kıymetli bir şifa kaynağı ki gün geçtikçe yeni yeni fayları gün ışığına çıkmaktadır.En sevdiğimiz özelliği ise insan bedeninde bağışıklığı çok önemli derecede güçlendirmesi.Bunun yanı sıra ise bedenin bağışıklığı güçlü oldukça vucudun da ne kadar zinde kaldığının bilinmesi gerekmektedir.
Limon her fırsatta tüketilmesi gereken bir enerji ve hastalıklara karşı ise bir direnç kaynağıdır.
Tansiyon hastaları ve kan hastalarının olumlu ve olumsuz etkilerini araştırıp bilip bu şekilde limon tüketmeleri gerekmektedir.Limon tansiyon düşürmekle birlikte kanın hareketini hızlandırarak incelmesini de sağlar.Bundan ötürü hasta kimseler bu etkileri göz önünde bulundurarak hareket etmelidirler. Normal insanlar rahat bir şekilde limondan istifade edebilirler.
kaynak: sağlık haberleri
Bağırsak parazitleri için birçok farklı isim var. Kökbacaklılar, tenya, parazit ve kurt olarak da bilinirler. Bağırsak parazitlerinden nasıl kurtulacağınızı merak ediyor musunuz? O zaman yazımızı okuyun.
Bağırsak parazitlerine dair gerçekler
Bağırsakları işgal eden parazitler gruplar halinde koloni olarak içimizde yaşar. İçimizdeki gıdalarla beslenip birçok probleme neden olurlar. Bağırsak parazitleri bazen mikroskobik bazen de birkaç santimetre uzunluğunda olabilirler.
En bilinen parazit türleri: protozoa ve amoebas isimli genellikle içme suyundan vücuda giren, kriptosporidyum adlı kişinin savunma mekanizması düşük olduğunda görülen, ve giardia lamblia isimli besinde, suda ve dışkıda olan türlerdir.
Ankilostom (kandan beslenen), kamçı kurdu (bağırsak duvarına zarar veren), yuvarlak kurt (30 metreye kadar uzayabilen ve ince bağırsakta yaşayan), kıl kurdu (genelde çocuklara görülen), tenya (pişmemiş ette veya iyi pişmemiş domuz etinden geçen) parazit türleri gözle görülebilen türlerdir.
tenya
Hangi durumlar bağırsak parazitlerine neden olur?
•Bağışıklık sisteminin zayıflaması
•Çok fazla fast food tüketmek
•Yüksek tansiyon
•Depresyon
•Stres
•Gıda güvenliği konusunda bilgi eksikliği
•Bozulmuş çiğ gıdalar
•Yemekten önce elleri yıkamamak
•Tuvalet kullanımından sonra elleri yıkamamak
•Besin değeri düşük gıdalar yemek
•Virüslü alanlarda yalınayak dolaşmakparazitler
Hangi semptomlar bağırsak kurtlarıyla ilişkilendirilebilir?
•Anemi
•Genel solgunluk
•Baş ağrısı
•Yorgunluk
•Kilo kaybı
•Şiddetli öksürük
•Diş gıcırdatma
•Ateş
•Iştah kaybı
•Gözü açık uyuma
•Kusma
•Uykusuzluk
•Kalça veya anüsün kaşınması
•Asabi veya şiddetli davranış
Bağırsak kurtları nasıl önlenir?
Kişisel hijyene önem gösterin
Mutlaka dışarıdan geldiğinizde, tuvaletten çıktığınızda, parayla temas ettiğinizde, yemek yapmadan önce ve bez değiştirmeden önce ellerinizi yıkayın.
Sağlıklı beslenin
Bu yolla bağışıklık sisteminiz güçlü olacağından parazitlere yakalanmaktan kaçınmış olacaksınız. Daha çok A ve C vitamin tükenin.
Kaynamış su için
İçtiğiniz suyun güvenliğinden emin değilseniz, mesela seyahat halindeyken, suyu kaynatmak iyi bir fikir olabilir. Eğer yapamıyorsanız, dışarıdan şişe su tüketin, suyun rengine ve tadına dikkat edin.
Yiyecekleri yıkayın
Özellikle meyve ve sebze gibi çiğ yiyecekleri yıkamadan tüketmeyin. Etin de tamamıyla piştiğinden emin olmadan yemeyin.sebzeli kadin mutfakta
Bağırsak parazitleri için doğal ev yapımı tarifler
Bağırsak parazitiniz varsa bu parazitlerden boyut ve sayı olarak iyice çoğalmadan en kısa sürede kurtulmalısınız (çok hızlı üreyebilirler). Detoks diyetiyle bunlardan kurtulun.
Eğer parazit sahibi yetişkin bir bireyse kahvaltı öncesi ve gün ortasında iki veya üç gün boyunca ananas ve sarımsak tüketmeli. Bunun yanında günde iki litre içine limon dilimi ilave edilmiş su da tüketmeli. Ayrıca gün boyu içine maydanoz koyulmuş bol su da tüketilebilir.omlet
Bu yolla parazitler iyice zayıflar ve vücuttan atılması kolaylaşır. Unutmayın ki parazit sorununuz varsa gün boyu evde olmanız sürekli ishal olacağınızdan tavsiye edilir. Bu durumu günde kaynattığınız iki bardak pirinç suyunu içerek azaltabilirsiniz.
Birkaç gün bu detoksu uyguladıktan sonra beş gün boyunca sağlıklı bir diyete girin. Un, rafine şeker, süt ve kızarmış yiyecekler tüketmeyin. Bol su içmeye devam edin ve çiğ sebzeler tüketin.
Eğer paraziti olan bir çocuk ise, mideleri boşken taze sarımsak yedirin. Ezip limonla karıştırabilirsiniz. Bir hafta boyunca sadece sebze ve meyveyle beslediğiniz çocuğunuza bu tedaviyi bir hafta boyunca uygulayın.
Bağırsak parazitleri için diğer tedavi yöntemleri
1. Tarif
Gerekenler:
•Üç diş sarımsak
•Bir bardak sıcak su
Yapılışı:
Soyulmuş ve doğranmış sarımsağı sıcak suya ilave edin ve bir gece dinlendirin. Sabah mideniz boşken için.
2. Tarif
Gerekenler:
•Yarım çay kaşığı kekik
•Yarım çay kaşığı kantoron otu kökü
•Yarım çay kaşığı
•Acı papatya
•Yarım bardan su
Yapılışı:
Bitkilerle beraber suyu 10 dakika kaynatın. Altını kısın ve 10 dakika daha bekleyin. Boş mideyle için. Çocuklar için peş peşe on gün, yetişkinler için 20 gün boyunca tüketin.papatya
3. Tarif
Gerekenler:
•Bir avuç nane şekeri ya da nane
•Bir litre su
•İki diş sarımsak
•Çeyrek bardak süt
Yapılışı:
Naneyi ya da nane şekerini suda kaynatın. Sarımsakları ve sütü ekleyin. Soğumasını bekleyin ve arkasından hemen tüketin. Bu tarif kahvaltıdan önce tüketilmelidir.süt
4. Tarif
Gerekenler:
•2 yemek kaşığı kabak çekirdeği
•Yarım bardak ılık su
Yapılışı:
İki bileşeni de karıştırın ve aç karna için.
5. Tarif
Gerekenler:
•Çeyrek bardak süt
•4 adet kabak çekirdeği
Yapılışı:
Çekirdekleri ezin ve ılık sütle karıştırın. Haftada bir kere kahvaltıdan önce için.
6. Tarif
Gerekenler:
•Çeyrek bardak portakal suyu
•2 yemek kaşığı papaya suyu
•2 yemek kaşığı zeytinyağı
Yapılışı:
Tüm bileşenleri karıştırın ve sabahları için. Parazitlerden kurtulmanızı sağlayacaktır.
7. Tarifzeytin yağı
Gerekenler:
•2 bardak sızma zeytinyağı
•Bir parça kuru pelin otu
Yapılışı:
İki bileşeni on gün boyunca kapalı ve ışıksız bir kapta bekletin, hazır olduğunda her gün aç karna iki çay kaşığı için.
kaynak: sağlığa bir adım
Daha güzel bir figür ve kilo vermek için karın bölgesi en zor bölgedir, çünkü en çok yağ burada birikir ve mide sıvı biriktirip şişerek en belirgin bölge olur.
Karın bölgesindeki yağlardan kurtulmak kolay bir iş değildir ama imkansız da değildir. Sağlıklı bir diyet, biraz fiziksel egzersiz ve belli başlı tariflerle karın bölgesindeki yağlarla başa çıkabilirsiniz ve istediğiniz görünüme kavuşabilirsiniz.
Karın bölgenizi inceltmek için öneriler
•Karın bölgenizdeki yağlardan kurtulmak ve karnınızı inceltmek için yağ tüketiminden kaçınmalısınız ve biriken yağları eritmeye odaklanmalısınız. Eğer günlük yağ alımını azaltmazsanız ne yaparsanız yapın sonuç alamazsınız.
•Eğer abur cuburu çok seviyorsanız ve sık sık tüketiyorsanız, vücuda yağ alımının yanı sıra zarar verdiğinizi de bilmelisiniz ve ayrıca uzun vadede ciddi sağlık sorunları yaşayabilirsiniz. Abur cubur yemeyi tamamen bırakın.
•Az yağlı proteinler tüketin, yağsız et, soya ve baklagiller tüketin.
•Aşırı süt ürünü, şekerli içecekler ve işlenmiş yiyeceklerden kaçının.
•Gıda hassasiyeti yaşıyorsanız, hangilerinin sizi etkilediğini bulun ve tüketmekten kaçının. Gıda hassasiyeti mide şişkinliğine yol açıp karın bölgesini etkileyebilir.
•Günlük gazlı ve şekerli içecek ihtiyacınızı suyla değiştirin. Su içmek vücudu nemli tutmak ve vücuttan toksinleri atmak için en iyi yoldur. Yeterince isterseniz bu alışkanlığı edinmeniz kolay olacak.
•Karın bölgesine odaklı egzersizlere konsantre olun. Karın egzersizleri, bacak kaldırma vb. Ayrıca kardiyovasküler egzersizleri de arttırmalısınız, bunlar da yağları eritmek için önemlidir.
•Stresten kaçının, çünkü stres kortizol hormonu üretimini arttırır; böylece kişi daha fazla yemek ister. Bu da obezite ve özellik karın bölgesinde kilo alımına yol açar.
•Karın bölgenizi değiştirmek için duruşunuzu düzeltin. Şu egzersizi yapın: Ayna önünde durun ve uygun duruşu bulun. Karın bölgenizdeki değişimi hemen fark ettiniz mi? Bu şekil karnı düzeltmek ve daha iyi bir duruş için anahtar.
Yağları yakmak ve karnınızı inceltmek için tarifler
egzersiz
Bu güçlü tarif iyi bir diyete ve egzersize eşlik eder, bunlar da bölgesel yağları azaltmak için ana amacımıza hizmet eder. Üç ana malzemesi var: Karaturp, limon kabuğu ve bal.
Bu malzemeler yağlara karşı savaşta birebirdir, metabolizmayı güçlendirir, vücuttan toksin atılımını sağlar, birikmiş sıvıların atılımına yardımcı olur ve bunlara ek olarak beyin işlevlerini, hafızayı, duymayı ve görmeyi olumlu olarak etkiler.
Malzemeler
•125 gram karaturp
•3 limon
•3 yemek kaşığı bal
Yapılışı
Bunları karıştırmadan önce karaturbu ve limonu iyice yıkayın ve dezenfekte edin. Çünkü her yerlerini kullanacaksınız. Mikroorganizmaların tamamen temizlenmesi için ikisini de içinde eşit miktarda su ve sirke olan bir kaba atın.
Malzemeleri dezenfekte ettikten sonra karaturbu mikserden geçirin. Limonları kabuklarıyla kesin ve onları da miksere atın. Son olarak 3 kaşık balı ekleyin ve her şey iyice karışana kadar karıştırın.
Bu karışımdan günde yemekle beraber iki kez bir yemek kaşığı yiyin. Bunu cam şişeye koyup buzdolabınızda saklayın. 3 haftada bu tarife ek olarak egzersiz ve iyi bir diyet ile sonuçları fark edeceksiniz.
Saygı çerçevesinde duygu ve görüşlerimizi belirtmek önemlidir, ancak etrafımızdaki insanların nasıl tepki vereceğini takıntı haline getirmeyin.
Bastırılan Duyguların Tehlikeleri
“Çok yutkunan, nihayetinde boğulur.” Bu deyişi muhtemelen duymuşsunuzdur. Diğer tüm özlü sözler gibi bu da eski bir sözdür ve bize atalarımızı, bilmemiz gereken evrensel doğruları hatırlatır.
Her gün nelerle karşı karşıya geliyorsunuz? Başkalarını gücendirmemek için ne kadar çok duygu ve düşüncenizi kendinize saklamak zorunda kalıyorsunuz? Dikkatli olun, çünkü nihayetinde asıl kendinize zarar veriyorsunuz. Aşağıda bastırdığınız duyguların bazı tehlikelerini size açıklayacağız.
1. Sessizlik onaylamak gibi görünebilir ama her şeyin bir sınırı var
Sessizlik bilgeliktir, buna şüphe yok, ve sessiz kalmak her zaman aptalca bir şey söylemekten daha iyidir. Yersiz bir yorum yapmadan ya da uygunsuz bir şey söylemeden önce, çenemizi kapatmak ve zekamızı göstermek düşünmeden konuşmaktan elbette iyidir.
Ancak sessiz kalmak ve görüşlerinizi savunmak arasında bir denge olmalı:
•Duygu ve düşüncelerinizi kendinize saklamak aslında karşınızdakinin sizi nasıl kırdığını ya da sınırı aştığını anlamasını engeller. Kimse müneccim değil, siz kırıldığınızı ya da üzüldüğünüzü söylemezseniz onlar da bunu anlayamayacaklar.
•Bazen sessiz kalmak bilgece bir harekettir, diğer türlü bilgece kelimeler seçmek zorunda kalırsınız. Ne zaman konuşup, ne zaman susmanız gerektiğini bilmek geliştirebilmesi mümkün olan bir yetenektir. Bu tamamen sessiz kalmak ya da aklınıza gelen her şeyi söylemek demek değil, aşırılık her zaman kötüdür. Dengeyi koruyun ama unutmayın ki duygularınızı saklamak sadece size zarar verir. Bu başkalarının size ait alanı işgal etmelerine, çizgiyi aşmalarına, siz sessiz kaldığınızda sizin yerinize karar vermelerine izin verir. Sonunda, diğerleri tarafından oynatılan bir kukladan farkınız kalmaz.
2. İçinize atmak psikosomatik hastalıklara neden olur
acı
Beynin ve vücudun derinlemesine bağlı olması size şaşırtmamalı. Öyle ki uzmanlara göre insan nüfusunun %40’ı psikosomatik hastalıklardan muzdarip.
Gerginlik sindirim sisteminizi etkileyerek ishal, çarpıntı ve baş ağrılarına neden olur. Yüksek stres altında kalmak uçukların tetikleyici unsurudur. Duygu ve düşüncelerinizi umursamamak, vücudunuzda yüksek seviyede endişe ve kaygıya neden olur. Bu da yüzünüzde çeşitli cilt rahatsızlıklarına sebep olur.
Ailenizi ya da arkadaşlarınızı incitmemek adına söylemediğiniz şeyleri aklınıza getirin. Yardım ettiklerini düşünerek bazı eylemlerde bulunuyorlar, ama gerçekte aslında sadece sizin daha kötü hissetmenize sebep oluyorlar. Neden onlara gerçeği söylemiyorsunuz? Partnerlerimizi de düşünüyoruz, onları incitmemeye gayret ediyoruz; onlar bizi defalarca incittiği halde. Ama sessiz kalmayı biz seçiyoruz.
Tüm bunlar eninde sonunda psikosomatik hastalıklarla sonuçlanabilir; migren, tansiyon ve kronik yorgunluk gibi…
3. Açık konuşmak: duygusal rahatlamanın anahtarı
konuşmak
Kendinizi ifade etmekten korkmamalısınız, hatta başkalarının kendini ifade etmesinden daha az korkun. Bu aslında yemek yemek, nefes almak ve uyumaktan farksız. Duygusal iletişim hem kendimizle hem de başkalarıyla inşa edeceğimiz ilişkiler için gerekli.
İşte karşınızda takip edebileceğiniz birkaç ipucu;
•Her şeyin bir sınırı olduğunu unutmayın. Duygu ve düşüncelerinizle ilgili açık konuşmadığınızda, saygın bir şekilde hareket ediyor olmayacaksınız, aksine özgüveninizi ve hayatınızın kontrolünü kaybedeceksiniz. En başta şunu hatırlayın, ne düşündüğünüzü ve hissettiğinizi belirtmek sizin hakkınız.
•Kişinin düşündüğünü söylemesi kimseyi incitmez. Bu kendinizi savunmanız ve başkalarına nasıl hissettiğinizi göstermek demektir.
•İnsanlar ne tepki verecek diye düşünmeyin, buna takıntılı olmayın. Nasıl anlaşılacağınız konusunda endişe ediyorsanız, muhtemel tepkilere kendinizi hazırlayabilirsiniz. Bir örnek verirsek; mesela her hafta sonu ailenizin yanınıza gelmesinden rahatsızsınız ve sevgilinizle özel hayatınız kısıtlanıyor. Ailenize artık daha az sıklıkla gelin demeye karar verdiniz. Nasıl bir tepki vereceklerini tahmin ediyorsunuz? Eğer güceneceklerini düşünüyorsanız, onlara aslında üzülecekleri bir şey olmadığını açıklayan bir konuşma düşünün. Eğer incineceklerini düşünüyorsanız onlara bu şekilde hissetmemeleri gerektiğini söylemeye de hazır olun.
•Bunu bilgece uygulayın ve kendinize önem verin.
kaynak: sağlığa bir adım
Kadın mısın? Kartal Mı? Turuncu Duvar Kağıdı mı?
Kadını Seçenler: Kadın kimliğinizi kabul etmekte zaman zaman sıkıntı yaşıyorsunuz. Size dayatılan rollerde kaybolup gidebiliyorsunuz. Hem eş, hem anne, hem iyi arkadaş kalıplarının içinde kaybolmuşsunuz. Unutmayın siz kendinize değer vermezseniz kimse vermez. Aynanın karşısına geçip dişi kimliğimle barışıyorum ve ben değerliyim deyin…
Kartal Mı?: Tuttuğunu koparan, başarılı ve bu hayatta istediğini elde eden bir insansınız. Sizi bu yüzden tebrik ediyorum…. Nerede bi fırsat var hemen görüyor ve o yana doğru yöneliyorsunuz. Böylece insanın hayatını yaratabileceğinin en güzel örneğini sunmuş oluyorsunuz . İyi ki varsınız…
Turuncu Duvar Kağıdı: Ön planda olmayı sevmiyorsunuz, ama başarıların altında hep sizin dinginliğiniz, sakinliğiniz olayları ele alış şekliniz yani gizli yöneticiliğiniz var. Ruhunuz çok gelişmiş, övgü alma peşinde değil, nasıl daha iyiye giderim, nasıl Allaha layık bir kul olurum yolunda ilerliyorsunuz. Çok şanslı bir dönem iyi değerlendirin…
Sağlıcakla,
Anette İnselberg
Herkes iyi insanları sever ve çoğumuz hayatlarımızı iyi birer insan olarak yaşamaya çalışırız. O zaman neden dünya yüzünde her zaman iyi olan insan sayısı bu kadar azdır? Ne kadar gayret ederseniz edin öyle günler, öyle zayıflık anları vardır ki kötü olmak insana iyi olmaktan kolay gelir. İster otoyolda hızlı araba sürmek, ister sınavda kopya çekmek ya da ofisten bir kutu kalem araklamak… Hepimizin gurur duyamacağımız hareketleri vardır.
Gerçekten iyi bir insan olmanın yolu kişiliğimizdeki kötü yanları kabullenmek ve omzumuzdaki şeytan kulağımıza fısıldarken azize gibi davranmamak ve mükemmel olmadığımızı bilmektir. Hepimiz zaman zaman baştan çıkarız. Ama şimdiki senaryoda yakalanabilirsiniz.
1. Şehir dışında bir yürüyüşte nefis çileklerle dolu bir tarlaya geldiniz. Mideniz guruldamaya başladı ve etrafta kimsecikler yok. Siz ve bedava öğle yemeği arasında sadece bir çit var. Çitin yüksekliği ne kadar?
2. Bahçeye girdiniz çilekleri yemeye başladınız. Kaç tane yediniz?
3. Birden çileklerini çalmakta olduğunuz çiftçi ortaya çıktı ve size bağırmaya başladı. Kendinizi savunmak için neler söylediniz?
4. Tüm olan biteni bir kenara bırakıp söyleyin, çileklerin tadı nasıldı? Ve çilek çalma maceranız sona erdikten sonra kendinizi nasıl hissettiniz?
Yanıt:
Çilekler (baştan çıkarıcı kırmızılıkta ve sulu) cinsel arzu ve çekiciliğin sembolüdür. Bu senaryo için verdiğiniz cevaplar sizin yasak ilişkiye vereceğiniz tepkileri gösterecektir,
1. Çilek bahçesinin etrafındaki çitin yüksekliği sizin kendinizi kontrol yeteneğinizin ve cinsel dürtülerinize göstereceğiniz direncin derecesini gösterir. Çit ne kadar yüksekse sizinde savunmanız o kadar güçlüdür. Tamamen kapalı bir çit düşünenlerin takdire şayan bir sınırları var. Çileklerin sadece çıtalar arası diz yüksekliğinde iple çevrili olduğunu söyleyenleriniz aşk alevleri arasında cayır cayır yanma riski taşırlar.
2. Çaldığınız çilek sayısı aşık olduğunuz (ya da arzuladığınız) inandığınız kişi sayısını gösterir. Eğer bir tane yedikten sonra durduğunuzu söylediyseniz aşk hayatında sadık birisiniz. İki haneli sayılarla cevap verenlerinizin ciddi olarak libidolarını frenlemeyi düşünmelidirler. Kimse o tempoda uzun süre yaşayamaz.
3. Çiftçiye söylediğiniz sözler yasak bir ilişki sırasında yakalanırsanız söyleyeceklerinize eştir. Sizin özürünüz neydi?
“Özür dilerim. Söz veriyorum bir daha yapmayacağım.” Kimi zaman itiraf etmek ve iyi davranmaya söz vermek paçanızı kurtarmak için en iyi yoldur.
“Çok güzellerdi. Elimden bir şey gelmedi.” Aslında elinizden bir şeyler geldi; başkasının çileklerini yediniz! Ama dürüstlük en iyi davranış şeklidir.
“Çilekler harikaydı! Birkaç tane daha yiyebilir miyim?” Çiftçilerin av tüfekleri vardır. Eşlerin boşanma avukatları. Neyse ki sözlerinizi değiştirmek için hala şansınız var.
4. Maceranız ve çileklerin tadını açıklayıcı sözleriniz geçmiş ilişkiniz hakkında düşündüklerinize eştir.
“Aslında göründükleri kadar lezzetli değillerdi. Bütün bunlara değmezmiş.” Çoğu yasak ilişki için doğru sözler. Bu da bir tecrübe oldu diye düşünün ve geçmişte bırakın.
“Çok tatlıydı! Sulu ve Lezzetli! Daha önce hiç böyle bir şey tatmamıştım.” Sizin aşka aşık olduğunuzu söyleyip konuyu kapatalım.
“Çilekler fazla güzel değildi ama tüm olay eğlenceliydi.” İstatiksel bir bakış açısıyla siz suç tekrarlamada yüksek risk grubuna dahilsiniz.
kaynak-leblebi tozu
On bir çocuklu bir ailenin on birinci çocuğu olarak Mersin Silifke’de dünyaya gelen Doğan Cüceloğlu, çok sayıda kişisel gelişim kitabı ile günlük hayatımızdaki davranışlara ışık tutan bir iletişim psikolojisi uzmanıdır. Doğan Cüceloğlu’nun kitaplarını ve bu kitaplardan bize ışık tutacak alıntıları derledik.
1. İnsan İnsana
“İnsan İnsana benim ilk kitabım. İnsan ilişkilerinin trenin rayında gittiği gibi düz bir yolda gitmediğini kendi evliliğimde yaşadım. İnsan ilişkileriyle ilgili çocukluğumda gördüğüm ve öğrendiğimin ötesinde yeni bilgilere ve tutumlara gereksinmem olduğunu anladım. Araştırdım, okudum, düşündüm ve uyguladım. Öğrendiklerimi bu kitapta paylaştım. İletişim alanına ilk adım atanlara önerilecek bir kitap. Bu kitapta çizgi ustası Erdoğan Bozok’un çizimlerinden ve mizah ustası Aziz Nesin’in öykülerinden yararlandım.”
doğan cüceloğlu
“Günlük yaşamı dolduran birçok ilişki vardır, kimiyle ticari ilişkiler kurulur, kimiyle yüzeysel konularda laflanır, bazı kimselerle de dertler, sevinç, kaygı ve özlemler paylaşılır. İç dünyamızı açabileceğimiz dost kimseler azdır. Görüşülen, konuşulan bir çok insana olduğu gibi değil, onların bizi görmek istediği biçimde görünmek isteriz. Başka bir deyişle sosyal maskeler takarız. Çünkü onlar tarafından kabul edilmek, beğenilmek isteriz. Kendi benliğini değerli gören, kendine güveni yüksek olan kimselerin, başkaları tarafından beğenilmeye gereksinimi daha az, kendi benliğini değersiz gören, kendine güveni olmayan kişilerin ise daha çoktur. Bizi değerlendirme durumunda olan öğretmen, patron, müfettiş gibi kimselerle konuşurken onların beğenisini kazanmaya daha bir özen gösterir, maskelerimizi daha sık kullanırız. Kişi yalnız başkalarınca mı beğenilmek ister? Hayır, kişi kendi tarafından da beğenilmek, onaylanmak ister. Bu nedenle de hoş olmayan, can sıkıcı, akılsızca bazı davranışlarını, kendine ve başkalarına akla yatkın gösterebilmek için giderim, tepki oluşturma, yansıtma ve özdeşim gibi birçok psikolojik savunma mekanizmaları kullanır. Bu tür psikolojik savunma mekanizmaları sayesinde öyle bir algılama çerçevesi oluşturur ki, bu çerçeve içinde davranışları aptalca olmaktan çıkar; akla yatkın, anlamlı davranışlar görünümüne bürünür.”
2. İçimizdeki Çocuk
İnsan İnsana ile İçimizdeki Çocuk birbirlerini tamamlayıcı niteliktedir. İnsan İnsana kapsamlı olarak kişiler arası ilişkilerden ve bu ilişkilerin ortaya çıkardığı sorunlardan söz etmekte, çocuğun içinde büyümüş olduğu ailedeki ilişkilerin türlerinin çocuğun gelişimini nasıl etkilediğini konu etmektedir. Kitap, kişinin içindeki iç çocukla iç ana-baba arasındaki ilişkileri ayrıntılı olarak inceler. Doğan Cüceloğlu şöyle diyor: “Bu kitabı okuyan kişi, iç dünyasının dinamiğini, içinde konuşan seslerin sahibinin kimler olduğunu, bu seslerin niçin birbiriyle uyuşmayan mesajlar verdiğini, niçin karamsar, pısırık, saldırgan, savunucu, mükemmeliyetçi, ya da aşırı eleştirici olduğunu öğrenerek kendinin ve çevresindekilerin davranışlarını anlayabilecek bir aşamaya gelecektir. Kişinin öğretmen, idareci, iş adamı, subay ve sosyal mevkisi ve aldığı sorumluluğa göre, bu aşamaya gelmenin hem birey için hem de o bireyden etkilenen kişiler için önemli sonuçları vardır. Benim gözümde bu kitabın en önemli yararı, kişinin kendini anlayarak daha doyurucu bir kişisel yaşama yönelmesine olanak sağlamasıdır.”
“Hepimizin içinde bir çocuk ve bir (ya da birkaç) ana-baba vardır. İçimizdeki çocuk ve içimizdeki ana-babanın ilişkileri değişik yapılar gösterir. En sık gözlenen ilişki, içimizdeki ana-babanın iç çocuğu ezmesi, utandırması, yargılaması ve sürekli denetlemesidir. Üniversitede çalışan arkadaşım B.E’nin ilişkisi bu türdür. Bu tür ilişki sağlıksızdır. Bu tür sağlıksız aile içi ilişkiler, çevremizde sık sık gördüğümüz sağlıksız insan tiplerinin büyüdükleri ortamları oluştururlar. Bu insanlardan bazıları küskündür, neşesi yoktur. Hiçbir şeyden zevk alamaz. Yaşamın coşkulu bir yanını göremez, yaşamak onun için bir yüktür. Bazıları gergindir, her an kaygılı ve tedirgindir. Çevremizde sık sık pısırık insanlar görürüz, kendisi haklı olsa dahi ne sözleriyle, ne de davranışlarıyla haklarını savunamaz. Yobaz ya da bağnaz olarak tanınan insanlar da sağlıksız aile ortamının ürünleridir. Bağnaz belirli bir düşünce ya da inanç sistemine körü körüne bağlanır, cahil yobaz olduğu gibi, aydın yobaz da vardır.”
3. Mış Gibi Yetişkinler, Yetişkin Çocuklar
Çocuk yetiştirirken yapılan yanlışları, uygulanması gereken doğruları, hemen herkesin karşılaşabileceği yapıda bir aile olan Hatice Hanım’ın ailesi üzerinden, Yakup Bey’le söyleşi yaparak anlatıyor yazar. Yaşı büyümüş ama aklı ve kalbi çocuk kalmışların, kendi çocuklarına nasıl zarar verdiklerinin farklı örneklerini, Türk toplumunun içinden seçtiği olay ve durumlar çerçevesinde anlatıyor hoca. Anlaşamayan, sürekli didişen, birbirini yargılayan yetişkinler arasında büyümek zorunda kalan çocukların, hüzün, kızgınlık hatta suçluluk duyguları içinde yaşamaya mahkum olmalarının sonuçlarını anlatıyor.
doğan cüceloğlu
“Sizce benim iç dünyam dengeli mi Yakup Bey?” diye sordum. Böyle bir soruyu hiç beklemiyor olmalıydı ki önce hayret etti, daha sonra gülmeye başladı. “Bilgisayar satın alma örneğinde dengeli gözüküyor. İç çocuk bireycidir; yani sadece kendini düşünür. Sadece kendinizi düşünseniz bilgisayarı alır mıydınız?” “Sanırım alırdım. Ama başka gereksinmelerim var ve bunlar başka sorumluluklar yüklüyor. Tüm paramı bilgisayara ayıramayacağımın farkındayım.”
Yakup Bey gözlerini açarak, “Şimdi iç ana-babanız konuşuyor,” dedi. “Sorumlulukların bilincinde olan odur. İçinizdeki çocuk hayalcidir.” Bir süre sustu ve “Timur Bey hayaller,” dedi, yeniden bir süre sustu, düşündü ve konuşmasına devam etti; “Hayal kurmanın yaşamımızda bizim sandığımızdan çok daha önemli bir yeri vardır. İnsanlığın tüm yenilikleri iç çocuğun hayalleriyle başlar. İç ana-baba bu hayalleri gerçekçi bir zemin üzerinde değerlendirir. Hayalcilik iç çocuğun, gerçekçilik iç ana-babanın özelliğidir. Beraberce sağlıklı bir davranış ortaya çıkar.” Hayallerin önemi üstünde durmak istiyordu; ona bu konuda fırsat vermek için, “Yani insanlık tüm gelişimini iç çocuğuna mı borçlu?” diye gülümseyerek sordum. Önce ne dediğimi pek anlayamadı; daha sonra şaka yapıyorum sanarak gülümsedi. Bir süre sonra gözlerini kısarak beni süzdü ve,
“Bravo,” dedi. “İnsanlığın iç çocuğuna ne kadar borçlu olduğunu ben pek düşünmemiştim. Evet, bütün gelişmeler bir hayalle başlar. Ve hayal kuran, iç çocuğumuzdan başkası değil!”
4. Savaşçı
Kafasına hayata dair birçok soru takılan sınıf öğretmeni Arif Bey, Doğan Cüceloğlu’nu buluyor ve hayat üzerine, hayatın içindeki savaşa dair sohbet etmeye başlıyorlar. Hayatın anlamını anlamak üzerine, daha coşkulu bir yaşam için nasıl bir savaş gerektiğine dair bu sohbet okuru bir hayat bilgisi dersine sokuyor.
“Savaşçı ortama getirdiği bilincin derecesinden yüzde yüz sorumluluk almasını bilir. Niyetinin saflığı içinde kendini yüzde yüz ilgilendiği konuya verir. İlgilenmiyorsa, mış gibi ilgilenmez. Dürüsttür. Arif Bey söylediklerimi hafif hafif başını sallayarak dinliyordu. Cümlemi bitirince anladığını belli eden bir yüz ifadesiyle bana baktı. Bir süre sonra, sormak istediği bir soru olduğunu yine yüzünden anlamıştım.
-Savaşçı bir ortama girdiği zaman kendi niyetinden, niyetinin saflığından emindir. Tamam, bunu kabul ediyorum. Ama, anladığım kadarıyla savaşçı da bizim gibi bir toplum içinde yaşıyor ve onun da tanıdıkları, bildikleri, ailesi, dostları var. Kendi istediğini bilmesi yeter mi? Çevresindekilerin istediklerini de hesaba katmak zorunda değil mi?
-Aslında bu bizi daha önce konuştuğumuz hapishane konusuna, ait olma birey olma dengesi ve yaşam dansı farkındalıklarına geri götürüyor. Savaşçı evet’ini ve hayır’ını keşfetmiş biridir. Bu evet ve hayır dengesi içine kişinin yakınları, dostları, ailesi, çevresi girer. Yani savaşçı ortama getirdiği bilinçte bütün dinamikler üzerinde düşünüp karar vermiştir. Savaşçı şunun farkındadır: Hayır demesini bilemeyen kişi güçsüz kişidir. Hayır demesini bilmeyen kişinin evet’inin de anlamı yoktur. Kendi yaşamlarının liderliğine soyunmuş kişiler, hayır ve evet kelimelerinin tam eksiksiz tüm birer cümle olduğunu bilirler. Hayır ve evet’leriyle savaşçı hem kendinin hem de ilişki içinde olduğu insanların sınırlarına saygılıdır. Hayır demesini bilemeyen kişi güçsüz kişidir. Hayır demesini bilmeyen kişinin evet’inin de anlamı yoktur.”
5. İletişim Donanımları
Doğan Cüceloğlu bu kitabıyla ilgili şöyle diyor: “Keşkesiz bir yaşam için kim olduğunu ve ne istediğini bilmek yetmez; varoluşunu yaşamayı ve paylaşmayı da bilmek gerekir. Bir düşünün: Pişmanlıklarınızın çoğunun insan ilişkilerinden kaynaklandığını görürsünüz. Bu kitapta, ailede, işyerinde ve toplumda sağlıklı insan ilişkilerine önem veren, keşkesiz bir yaşam isteyen insanlar için yazdım; yaşamınızın sonunda, “Keşke kendi hayatımı yaşayabilseydim!” dememeniz için!”
doğan cüceloğlu
“Yüz ifadesinin, beden duruşunun, sesin, bakışın anlamı vardır. Konuşmayan, birbirinin yüzüne bakmayan insanlar birbirlerine ne gibi mesajlar göndermiş olabilirler? Bu iki insan birbirinin yüzüne bakmamak ve birbirlerine bir şey söylememekle birçok anlam ifade etmiş olabilir. Örneğin, aşağıdaki şu mesajlar ve benzerleri, deniz kıyısında birbirini gören ve selamlaşmayan insanlar için geçerli olabilir: “Sen benim için selam verilecek değerde bir insan değilsin.” “Ben tanımadığım kadınla/erkekle konuşacak tip değilim; benden uzak dur.” “Sabah güneşini görmek üzere sahile çıkmışsınız; selam vererek sizin iç dünyanızdaki sükuneti bozmamaya özen gösteriyorum.” “Konuşmak için canım gidiyor, ama birileri görür de laf eder diye korktuğum için yüzünüze dahi bakmaya cesaret edemiyorum.” Demek ki, iki kimse birbirine hiçbir şey söylemediği ve birbirinin yüzüne bakmadığı halde, ikisi arasında anlam alışverişi vardır. Başka bir örnek daha alalım. Farz edelim bir otobüs garında tek boş olan sandalyeye oturdunuz. Sandalyeye otururken diğer sandalyede oturan kişilere selam verebilirsiniz veya vermeyebilirsiniz. Etraftakilere selam verseniz de iletişim içindesiniz, vermeseniz de! Selam verirseniz, ‘Sizi insan yerine koyuyorum’ , ‘Selam verilmeye değer insanlar olarak görüyorum’ anlamını ifade etmiş olursunuz. Selam vermemeniz de zıt anlamlar ifade eder. Yaşamın dokusunu insan ilişkileri oluşturur. İnsanlar, çoğunlukla birbirlerini adam yerine koyuyor, değer veriyorlarsa o toplumda insanlar daha az stresli, daha güler yüzlü olurlar. Birbirlerini adam yerine koymayan, değer vermeyen insanların çoğunlukta olduğu toplumlarda ise stres yüksektir. Asansöre bindiğinizde birbirinize sözünüzle veya gözünüzle selam veriyor musunuz? “Günaydın, merhaba, iyi günler,” gibi sözlerin sık sık söylendiği ortamlar uygar ortamlardır. Asansöre binip birbirlerinin yüzüne bakıp hiçbir şey söylemeyen insanların bulunduğu ortamlarda da iletişim vardır; bunlar, ‘Adam yerine koymaya değmezsin’, ‘Umurumda değilsin,’ türünden mesajlardır. Ne var ki, bu tür mesajlar, uygar toplumlardaki insanların birbirlerine verecekleri mesajlar değildir. Geleneksel kültür içinde selamlaşma, selam vermek ve selam almak, toplumsal yaşamın önemli bir parçasıydı. Kahveye giren biri, “Selamünaleyküm,” dediği zaman kahvedeki herkes ona, “Aleykümselam!” diye karşılık verirdi. Selam vermek sünnet, verilen selamı almak farz olarak düşünülürdü. Selamlaşmak, cemaat yaşamının önemli bir parçasıydı.”
6. İçimizdeki Biz
“İçimizdeki Biz, yaşamımızdaki dayanışma gerçeğinin temelidir. Bu gerçeği yaşayan insanlar birbirlerine güven duyarlar. Aile yaşamı, komşuluk ilişkileri, ekonomik ve politik yaşam bu güven üstüne kurulur. Böyle bir toplumda trafik ışığında motoru stop eden arabanın sürücüsüne yardım eli uzanır; çocukların ve toprağın geleceğine sahip çıkılır. Evlerin içi kadar sokakların ve kentlerin temizliğine de önem verilir. Dayanışma bilincinin olmadığı yerde, sen-ben anlayışı hakimdir. Evrendeki dayanışma gerçeğinin fark edilmesi biz bilincinin temelini oluşturur. Bu kitapta, sen-ben anlayışı üzerine kurulmuş aile ve iş yaşamının sorunlarını irdeliyor ve çözümün biz bilincinde yattığının kanıtlarını veriyorum.”
“İnsanoğlu ilk doğduğunda tümüyle bağımlıdır, bir başkası yardım etmezse yaşamını sürdüremez. Yedirilmesi, giydirilmesi, bakılması ve gözetilmesi gerekir. Çocuk büyümeye başlarken yavaş yavaş bağımlı olmaktan kurtulmaya başlar ve bağımsız olmanın derecelerini yavaş yavaş ilerletmeye başlar. Yemek yerken kaşığı kendi tutmak ister, emekleme devresinde merdiven basamaklarını kendisi çıkmak ister. Yürümeye başlar başlamaz elinin tutulmasını istemez kendi yürümek ister.
Büyüdükçe çocuğun bağımsızlık gereksinimi kuvvetlenir, kendi sınırlarını ve gücünü keşfetme çabası içine girer. Anne babasının yapma dediklerini yapma isteği kuvvetlenmeye başlar. Kendi yaşamının kaptanı olmak ister. Bu istek 13, 14, 15, 16 yaşlarında doruğa ulaşır. Birçok ana-baba çocuklarının kendi yaşamının kaptanı olma isteğini anlamaz. Ya da anlamak istemez ve bu yaşlarda çocuklarıyla büyük çatışmalar içine girerler. “Ne kadar uysal çocuktu, şimdi ne oldu bilmem? Kötü arkadaşları var onların etkisi altında kalıyor. Hiç söz dinlemez oldu” türünden şikayetleri bu yaşlardaki çocukların ana babalardan sık sık duymak mümkündür. Çocuk bir olgunlaşma süreci içindedir. Bu süreç onu sen anlayışından, ben nlayışına” ve oradan da biz bilincine doğru götürecektir. Ana-baba bu sürecin bilincinde olursa çocuğun davranışlarını anlayış içinde karşılar ve sürecin tamamlanması için ona yardımcı olurlar.”
7. Mış Gibi Yaşamlar
Doğan Cüceloğlu, Mış Gibi Yaşamlar’ı bir sohbet biçiminde yazmış. Doğan Bey’le Arif Bey’in sohbeti… Köşe yazarlarından da alıntılara da yer vermiş. Mış gibi yaşamı, düşüncelerinin arkasındaki niyetin farkında olmayan, sözü, gözü, davranışı birbirine uymayan insanların yaşamı olarak açıklıyor Doğan Cüceloğlu.
doğan cüceloğlu
“Öyle insanlar var ki, düşüncelerinin arkasındaki niyetin farkında değiller; sözü, gözü, eli başka telden çalar. Bu insanların yaşamına ‘mış gibi yaşam’ diyorum. Çevrenize bir bakın, aklı, düşüncesi çocuğuna yardım etmekle dolu olduğu halde asık yüzlü, kırıcı sözlü, ilgisiz gözlü anne ve babalar; öğretmen olduğunu söyleyen ama hiç kitap okumayan insanlar göreceksiniz.
Mış gibi yaşam, insanların bu anlayışla oluşturduğu ya da işlettiği kurumlar yoluyla tüm topluma yayılıyor: Vatandaşa yardım etmek için oluşan bürokrasi, köstek olmak konusunda uzmanlaşıyor; güven duymamız için oluşturulan kurumlar güvensizliğin kaynağı haline geliyor; adaleti sağlamak için yapılan yasalar adaletsizliğin düzenini sürdürüyor. Kimimizin körleşip fark etmediği, kimimizin kanıksayıp artık yadırgamadığı mış gibi bir yaşam yaşıyoruz. Sanki kaderimiz olmuş, kuşaktan kuşağa sürüp gidiyor. Yaşıyormuş gibi görünüp de aslında yaşamamak… Ve yaşamadığının farkında bile olmamak…”
8. Bir Kadın Bir Ses
Kitapta Toroslar’ın bir köyünde doğan Saniye’nin zorluklar, engeller, imkansızlıklar ve acılarla dolu öyküsü anlatılıyor. Saniye, erkek gibi bir kız olup babasının gözüne girerek okula gitmeyi başarmıştı; ama tüm mücadelesine rağmen kocasının iç dünyasına girmeyi, onun can yoldaşı olmayı başaramamış. Otuz yılı aşkın evliliğinde kendi adını kocasının ağzından bir kez bile duymayan Saniye, “Acaba ben gerçekten de yok muyum?” kuşkusuna kapılır. Tüm duygularını ve özlemlerini şiire döker. Doğan Cüceloğlu şöyle diyor: “Saniye Çelik’le konuşmamı sanki rahmetli annem benden istedi. Dinlediğimde, Saniye’nin acıları, yalnızlığı, içinin burukluğu annem Zehra’nın yaşamını anımsattı.”
“Kendimden aldığım her yanıt beni acıya boğuyordu. Bu ülkede kadın olmak, dört duvarlı damda mahkum olmaktı, baskı altında olmaktı. Ve namus uğrunaydı bu mahkumiyet. Maalesef bazı kadınlarda paraya, pula, servete, lüks bir yaşama, kendiliğinden teslimiyet vardır. Bence bunun adı kendinden vazgeçmekti. Ben kendimden vazgeçmedim! Mutsuzluğumun, haksızlığa uğradığımın bilincindeydim. Her zaman baş kaldırdım, çoğu zaman acımasızca ezildi başım. Bir savaşın içindeydim, bunu biliyordum. Var gücümle savaştım ama olmadı, hiçbir şey düzelmedi! Yenik düşen yine ben oldum ama hiç değilse savaştım da yenildim. Daha önce de söylediğim gibi, işim bittikten sonra, bir odaya çekildim ve ortaya Türkiyeli Kadın şiiri çıktı.”
9. Başarıya Götüren Aile
“Bu kitap, çocuğunun başarılı olması için, “Çok çalış oğlum/kızım,” demenin ya da tüm maddi olanaklarını seferber etmenin ötesinde bir şeyler yapmak isteyen ana-babalara yol göstermek amacıyla yazıldı. Her ana-baba, okul başarısı için çocuğuna yardımcı olmak ister. Ama öğrenme sürecinin bilimsel temellerini kavramadan atılacak her adım, iyi niyetli de olsa, çocuğu engelleyebilir. Başarıya Götüren Aile, sınav döneminde çocuklarına destek olmak için doğru ve etkili yöntemler arayan tüm ana-babalara kılavuzluk edecek.”
doğan cüceloğlu
“İçinizdeki kaygı ve öfke bir süre sonra bir yön bularak kendini ifade etmek ister. Nihat Bey komşu toplantılarında, arkadaşlarıyla yaptığı sohbetlerde, bozuk düzenden, eğitimin yetersizliğinde, iyi yönetilemediğimizden söz eder, ama bunlar onu tatmin etmez, bu sözlerle içindekileri tam olarak boşaltmış olmaz. Bu durumda birçok ana-baba gibi Nihat Bey de güç hiyerarşisi içinde güçlüden güçsüze doğru farkına varmadan bir eziyet etme ve bunaltma mekanizması başlatır ve tüm aile bundan nasibini alır. İş stresinin üstüne bu kaygı ve öfke, evde hiç de hoş olmayan bir ortam yaratır. Nihat Bey oğlu Timuçin’in, arkadaşlarıyla birlikte olmasına burnundan soluyarak tepki gösterir. Eğer ailede gerçekleri algılamada sorunlar varsa, “Çalışırsa yapar” kanaati gittikçe baskınlaşır ve sınavdaki başarısızlığın nedeninin çocuğun yeterince çalışmaması olduğu düşünülür.”
10. Korku Kültürü – Niçin Mış Gibi Yaşıyoruz
Doğan Cüceloğlu, Korku Kültürü’nde oğlu Timur ve öğretmen Arif’le bir Türkiye yolculuğuna çıkar. Bu yolculukta, “Niçin mış gibi yaşıyor ve bunu sürdürüyoruz?” sorusuna yanıt arar ve mış gibiliğe neden olan durumları irdeler. “Savaşçı adlı kitabımı, gönlünü öğretmenliğe vermiş biriyle söyleşerek oluşturdum. Bu kişi erdem yolcusu olduğundan da, ona Arif adını verdim. Gerçek olmayan ve yaşamımda özel bir yeri olan Arif Bey’e Okurer soyadını uygun gördüm. Bunun nedeni de, yaşamıma yön veren sevgili öğretmenim Cahit Bey’in soyadı olmasıdır. Timur, oğlumdur, gerçek biri. İki yaşından beri Amerika’da yaşıyor ve ben Amerikalı eşimden ayrılıp Türkiye’ye dönünce, dört yıl benden, babasından ayrı kaldı.”
“Korku kültürü için davranışı denetlemek, sevgi ve güven kültürü için ise insanı geliştirmek hedeftir. Gelişmiş insan kendi davranışını içine sindirmiş olduğu doğrularla yönetir. Vicdan dediğimiz pusulası kendi içinde zamanla gelişir. Korku kültürü içinde yetişmiş olan etrafta korktuğu bir güç yoksa her türlü yalanı söyleyebilir, adiliği yapabilir. Vicdan dediğimiz insanı insan yapan en önemli kaynak, pusula, onlar küçücükken ana-babaları tarafından tahrip edilip yok edilmiş, gelişmesine fırsat verilmemiştir. Hiçbir ana-baba bilerek çocuğunu korku kültürü içinde büyütmek ve ömür boyu onu pusulasından mahrum etmek istemez. Çocukluğunuza baktığınız zaman kendinizi hangi ortamda büyümüş olarak görüyorsunuz? Bunu farkında olmak çok önemli ilk adımdır. Birçok ana-baba bilmeden, farkında olmadan, kendileri nasıl büyütülmüşse, çocuklarını da öyle korku kültürü içinde büyütürler. Bence bu konu bizim toplumun en önemli konusudur.”
11. İnsanı Ararken Damdan Düşen Psikolog
Gazeteci Canan Dila’nın Doğan Cüceloğlu’nun çocukluğundan bugüne yaşam yolculuğunu bir söyleşi şeklinde yazarak ortaya çıkmış bir kitap.
doğan cüceloğlu
“En güçlü anılarımdan bir tanesidir… İlkokul birde… Öğretmenim, daha önce de ablamı okutmuş olan, rahmetli Muazzez Aktolga’ydı. İlkokul birinci sınıfın dördüncü ya da beşinci ayıydı; öğretmenim yanıma gelip, “Yavrum ayakkabıların çok yırtık, sana baban yeni bir ayakkabı alsın,” dedi. İyi de babama nasıl söyleyeceğim? Evdeki bütün konuşmalar, “Dükkan battı batacak”… Hatta yemekte kaşığımı çok doldurmaya bile korkardım babam azarlayacak diye… Okul çıkışı dükkana gittim. Ağabeyim orada ama babam da dükkanda. Dükkana yakın bir duvarın arkasına gizlenip ara ara başımı çıkarıp bakıyorum babam hala orada mı diye. Ağabeyimi tek yakalamaya çalışıyorum ki söyleyeyim. Kunduracı (Kunduracı İbrahim) görmüş beni, gitmiş söylemiş, “Sizin oğlan yarım saattir bakıp duruyor,” diye. Ağabeyim geldi, beni saklandığım yerden alıp dükkana götürdü. Babam, “Niye orada saklanıp bizi gözlüyorsun?” der demez ağlayarak ayakkabıyı söyledim. Babamın gözleri doldu (…), “Tamam” dedi. (Sessizlik …) (…) Ne zaman bir ayakkabı alınacak olsa ayakkabıcıya gidip de daha ilk ayakkabıyı ayağıma giydirip “İyi oldu mu?” dediklerinde (…), “Olmadı” dersem alınmaz diye korkumdan… sesimi çıkaramazdım. Her giydiğim ayakkabı mutlaka olurdu (!). Ve tabii sürekli vururdu giydiğim ayakkabılar. Hala sıkıntı basar yeni bir ayakkabı giydiğimde. Sürekli yokluk, sürekli sıkıntı… Ağabeylerimin eskilerini giyerdim.”
12. Öğretmen Olmak, Bir Cana Dokunmak
“Bu kitabı değerli dostum Prof. İrfan Erdoğan ile birlikte yazdık. Kendisiyle son beş yılda Final Okulları’nın eğitim danışmanlığını yaparken sık sık sohbet etmek ve birlikte konferans ve seminerler verme imkanımız oldu. Kitap onun ve benim eğitim konusuna bakışımızı bir sohbetler zinciri çerçevesinde ele alıyor. Bu sohbetler İstanbul’un ve Türkiye’nin değişik yörelerinde yer aldı. Bu kitabın oluşumu süresince ben eğitimle ilgili düşünme, araştırma ve paylaşma fırsatları buldum ve zenginleştim. Kitap öğretmenlere yönelik, ama ele alınıp tartışılan kavramlar kendini eğitici durumda bulan ana-babalar ve yöneticiler için de yararlı olabilir.”
“Eğitim genellikle davranış değiştirme süreci olarak tanımlanır. Bunun dışında eğitimle ilgili farklı tanımlamalar da vardır. Örneğin Durkheim, eğitimi yetişmiş kuşağın birikimlerini yetişmekte olan kuşağa yöntemli bir şekilde aktarması olarak tanımlar. Eğitimi yetişmekte olan neslin uyum kabiliyeti kazanması olarak tanımlayanlar da vardır. Bazı otoritelerce ise eğitim yaşama hazırlık değil, yaşamın ta kendisidir. Bunlar eğitimle ilgili yapılmış belli başlı tanımlardır. Ancak müsaadeniz olursa ben kendi tanımımı yapmak istiyorum. Bence eğitim bir cümledir. Ne demek istediğimi daha açık bir şekilde ifade edebilmem için cümlenin ne olduğunu söylemeliyim önce. Bir cümle özne, nesne, zarf yüklem ve tümleçten oluşur. Eğitimde tıpkı cümle gibi, öznesi, nesnesi, tümleci yüklemi olan bir yapı veya sistemdir. Yani eğitim belli unsurlardan oluşan ve bütünlüğü olan kompozisyondur. Ve bu bütünlüğün idareciler, öğretmenler,ebeveynler, öğrenciler, geçmiş, bugün, gelecek, okul, aile, toplum, ders kitapları, programlar ve teknolojik araç gereçler gibi unsurları vardır. Bence eğitim işte budur. Yani bir cümle gibi birbirleriyle ilişkili öğelerden oluşan bir sistemdir.”
Kaynak
Cumhuriyet Kitap, Sayı 143, Doğan Cüceloğlu Röportaj,-leblebitozu
Çakralar bedenimizde bulunan enerji merkezleridir. Çakra kelimesi tekerlek, çark anlamına gelir. 7 ana çakramız vardır ve her bir çakra v…ücudumuzda pleksus adı verilen sinir ağları merkezlerinin üzerinde yer alır. Bu enerji merkezleri ruhsal, fiziksel ve mental yönlerimizi dengede tutmaktan sorumludurlar.
Bu enerjisel sistem her insanda aynıdır. Farklı olan bu sistemi nasıl ve hangi kalitede kullandığımızdır.
Her bir çakra bir gezegen tarafından yönetilir. Çakralar kendi yönetici gezegeninin doğasını ve özelliklerini taşır. Doğum anımıza göre çıkarılan astroloji haritamız doğduğumuz anda gezegenlerin konumlarını ve birbirleriyle etkileşimlerini gösterir. Astroloji haritamız bize ruhsal,fiziksel ve mental yönlerimizi tarif ederken, 10 gezegenin bizi nasıl şekillendirdiğini, çakralarımızı ve tüm enerjisel bedenimizi de nasıl etkilediğini görmemizi sağlar. Bu dünyada ilk nefesimizi aldığımız an varlığımızın hücresel düzeyine damgalanmış ve bizim bir parçamız olmuştur. Tüm insanlıkta bizimle birlikte o anı yaşamış ve bir sonraki an gelmiş, hayat akmaya devam etmiştir. Ancak doğum anımızda ki o bağlantıyla biz o anı yavaşlatır tüm hayatımıza yayar ve tüm insanlık için ‘o an’ı arındırma dengeleme sorumluluğunu üstleniriz. Hayatımız süresince kendi doğum anımızı kusursuzlaştırma gücüne sadece kendimiz sahibiz. Kendimizi tanıdıkça ve dengeledikçe yaşamımızın evrensel bir bütünlük kazandığını hissetmeye başlarız.
İçimizdeki 7 çakra tüm gezegen sisteminin bir yansıması gibidir. Bir anlamda insan kozmosu yansıtan bir mikrokozmostur. Dolayısıyla güneş sistemindeki enerjilerle simgelenen evrensel enerjiler bizim içimizde de mevcuttur. Şimdi gezegenler ve çakralar arasındaki bağlantıyı inceleyelim.
1. çakramız omurganın bitiminde yer alan Muladhara’dır. Kök çakra olarak da bilinen bu merkezin yönetici gezegeni Koç burcunu yöneten Mars’tır.
Muladhara çakranın içimizde barındırdığı ruhsal nitelikler saflık, masumiyet, çocuksu saf neşe, bilgelik, doğru yön hissi, yeryüzü ve yaşamla güçlü bağlantıdır. Eğer bu çakramız güçlü ise bu bize hareketlerimizde bilgelik ve kararlılık, yaşamımızda doğru yönü bulma, doğru seçimleri yapma gücü verir. Mars gezegeni burçlar kuşağında cana yakın ve dostça tutumlu fiziksel gücü ve hareketi simgeler. Marsın enerjisi yoğun, doğal ve bazen içgüdüseldir. Olumlu Mars enerjisiyle eylemlerimiz spontan olduğu kadar, fiziksel bir dinamizm ve cesaret taşır. Bu enerjiyle her günü bir çocuğun coşkusuyla hayatı keşfetmek istercesine yaşarız.
Astrolojide Mars gezegeni kişinin cinsel gücünü yönetir. Kötü etkilenmiş Mars kişiyi aşırılıklara götürür. Aynı şekilde Muladhara çakrada cinsel organları yönetir ve bu çakranın tüm aşırılıklardan, masumiyete aykırı her şeyden dolayı hassasiyeti zedelenir.1. çakramız güçlendikçe içimizdeki saflığı hisseder, ona uygun yaşamak isteriz.
2. çakramız Svadistan çakra ise kasık bölgemizde yer alır.Bu merkez Merkür tarafından yönetilir. Merkür’ün burçları ise İkizler ve Başak’tır. Svadistan çakranın en önemli işlevi , karındaki yağ hücrelerini parçalayarak, beyindeki beyaz ve gri hücreleri yenilenmesi için gerekli olan enerjiyi sağlamak ve düşünce kapasitemizi beslemektir. Bu çakra içimizde estetik, sanatsal, bilimsel ve her alanda yaratıcılığımızı destekler. Kolay kavrama, hayatımızdaki problemlere yaratıcı çözümler geliştirme ve zeka bu çakradan yönetilir. Merkür de astrolojide zekayı, aklı ve yaratıcılığı simgeler.
Saf bilgi, Yüce Bilinç’ten içimize bu çakrayla akar.Merkür de ruh, madde ve akıl arasında bir köprü görevi görür; güzel sanatları ve bilimi yönetir. Astroloji haritanızda güçlü bir Merkür enerjisi en karmaşık düşünceleri, en anlaşılmaz kavramları birleştirebilir.
Merkür etkisi altındaki kişiler sürekli bir zihinsel hareket halindedir. Bu da sinirli çabuk parlayan ve sabırsız bir mizaç yaratabilir. 2. çakramızın enerjisini çok kullandığımızda da sonuç aynıdır. Denge de çalışan bir Svadistan çakra kişinin saf bir dikkatle sağlıklı kararlar alabilmesini sağlar.
3. çakra Nabhi, karın bölgemizde yer alır. Bu çakra içimizde tatminkarlığı, dengeyi, ahlaklığı olmayı, cömertliği ve evrimleşme gücünü temsil eder. Yöneten gezegen Yay burcunun gezegeni olan Jüpiter’dir. Burçlar kuşağında Jüpiter soylu, cömert, yardımsever ve erdemli bir yapıya sahiptir. Jüpiter bereketi verir, iyi kötü ne varsa çoğaltır. İyi şans gezegenidir. Maddi refahımız bu gezegen tarafından yönetilir. Aynı şekilde 3. çakramız dengedeyse manevi olduğu kadar maddi hayatımızda bereketli olur. Sahip olduklarımızla tatminkarızdır ve yeri gelince son derece cömert olabiliriz. 3. çakra iki kapılı bir ev gibidir. Bir kapıdan ne kadar bolluk girerse, diğer kapıdan o kadar yayılır ve bu çevrim sürer. Evrensel güç ihtiyacımız olan her şeyi sağlar ve biz daha fazlasını istemeyiz.
Kötü çalışan bir Jüpiter enerjisi dengesiz, kararsız bir kişiliği belirler. Kişi tüm düşüncelerinde yobazlığa varan bir fanatizme ve aşırılığa kaçabilir. Borca girebilir, gelişigüzel her şeyi ödünç alabilir. Lükse düşkündür.
Jüpiter hak, adalet ve dürüstlüğü, din ve felsefeyi yönetir. Kişiyi doğuştan ahlaklı, erdemli ve dürüst yapabilir. Nabhi çakramız da bu kalitelerin barınağıdır. Bu çakra geliştikçe adalet duygumuzu ve yüksek insani erdemlerimizi hayatımıza geçiririz. Ruhani olarak evrimleşme daha iyi bir insan olma arayışında oluruz.
4. çakra Kalp çakramızdır. Saf sevgiyi, şefkati, ebeveynlik kalitelerini, özgüveni ve bağımsızlığı verir. En önemlisi ruhumuz kalbimizdedir ve ruh sevgiden ibarettir. Yönetici gezegeni sevgiyi, güzelliği ve sanatı simgeleyen Boğa ve Terazi burçlarını yöneten Venüs gezegenidir.
İyi çalışan Venüs enerjisi bulunduğu her ortamda uyum ve güzellik yaratır. İnsanlara memnuniyet verir. Astroloji haritasında güçlü bir Venüs kişiye kayda değer bir güzellik verir. Bu kişinin iç dünyasından yansıyan bir güzelliktir, tavırlara, davranışlara yansır. İncelik, sevimlilik , insanlarda iyi duygular uyandırabilme ve insanları dönüştürebilmemizi sağlar. Kalp çakra açıldıkça saf ruh olduğumuzu daha çok hissederiz. Kalbimizde uyanan saf sevginin enerjisi kendiliğinden çevremize yayılır, çevremizdeki insanlarında içinde bu iyi duyguları uyandırır.
5. çakra Vişhuddi‘dir. Boğazımızda bulunan bu merkez bütünün bir parçası olduğumuzu hissetmemizi sağlar. Evrenle , tabiatla, diğer insanlarla birlik duygusunu bu çakramız açık olunca yaşarız. Yönetici gezegeni Satürn’dür. Oğlak ve Kova burçları Satürn tarafından yönetilir. Haritamızdaki gerilimli Satürn açıları hayatta kendimizi yalnız hissetmemize sebep olur. Satürn sert bir öğretmen gibidir. Astroloji haritamızda Satürn hangi konumdaysa bize hayatımızın o alanıyla ilgili sınavlar verir ve zayıf noktalarımızı geliştirmemizi sağlar. İnsanın karakterinde henüz tamamlanmamış eksiklikleri ortaya çıkarır. Kimi zaman kısıtlar, atılımları boşa çıkarır, engeller yaratır. Bunu verdiği dersi öğrenmemiz için yapar. Biz dersi öğrenip sınırlarımızı bilince bu kez Satürn bize hayatımızda istikrar, sağlamlık ve bağımsızlık verir.
5. çakra içimizde ayırt ediciliği yönetir. Satürn bizi sınarken doğruyu ve yanlışı ayırt ediciliğimizi kullanarak anlamamız bu çakrayla mümkündür. Ayrıca bu merkez bize şahit konumu verir. Hayatı, tüm trajedilerine ve zorluklarına rağmen bir oyun olarak görme ve bu öğrenme oyununda, rolümüzü yaşarken bundan neşe duymamızı sağlar. Tüm dünya, tüm evren ve gezegenler bu oyunda rol alıyor ve oyunu sahneliyor.
Kötü çalışan bir Satürn ve 5. çakra hayatın iyi taraflarını göremeyen karamsar ve kendine acıyan bir kişilik yaratır.
6. çakra alın bölgesinde yer alan Agnya çakradır. Yöneten gezegen Aslan burcunun gezegeni olan Güneş’tir. Agnya çakra içinde ego ve şartlanmalarımızı barındırır. Güneş ise astrolojik haritamızda bulunduğu burcun enerjisine göre kişiliğimizi ve benlik duygumuzu oluşturur. Anahtar kelime ‘Ben’dir. Güneşimizin bulunduğu burç ana burcumuzdur ve ruhun dünyaya gelişinde bulunduğu gelişme basamağını ve bu yaşam süresince öğrenmesi gereken dersleri belirler. Kimlik duygumuzu oluşturur. Her birimiz kendimizi başkalarından ayıran değişik kimliklere sahibizdir. Ailemiz, eğitimimiz, seçtiğimiz arkadaşlar, dünya görüşümüz , tuttuğumuz takım…vb. Ancak hepsi egomuzun yarattığı kimliklerdir.
Agnya çakra açıldıkça ego ve şartlanmalarımız varlığımıza hükmedememeye başlar. Kendi içimizde daha derin bir kimlik olan ruhumuzu algılarız. Saf ruh olduğumuz gerçeğini ve alçak gönüllülüğü içimize oturtmaya başlarız. Haritada baskın bir güneş enerjisi kişiyi kendini beğenmiş; egoist ve kibirli yapabilir. 6. çakrayı tıkayan da kişiyi diğer insanlardan özel olduğunu düşündürten bu kibirdir.
Bunun yanı sıra herkesin içindeki saf ruhu algıladıkça, affedicilik içimizde bir güneş gibi doğar
7. çakra Sahasrara başımızın üzerinde bebekken yumuşak olan bıngıldak bölgededir. Yönetici gezegeni, Yengeç burcunu da yöneten Ay’dır. Sahasrara çakra tüm çakraların üzerindedir ve tüm çakraların başın üzerindeki birleşiminden oluşur. Ay duyguları, içgüdüleri ve zihnimizi yönetir. 7. çakranın açılması hem kendi içimizdeki enerji merkezlerinin bütünleşmesini, hem de kozmik enerjiyle güçlü bir şekilde bütünleşmemizi sağlar. Bu bütünleşme kişiyi bilinç ötesine taşır. Ay astrolojide kişiliğimizin bilinçsiz yönünü, bir anlamda bilincimizin ötesini anlatır. Bu bilinç ötesi hep var olmuş ve var olacak olan, evreni saran Ezeli Güç’tür.
Sahasrara çakra bizim kişisel bilincimizden ezeli gücün bilincine doğru açılan bir kapıdır.
Doğum anında kuvvetli bir ay kişiyi duyarlı, empatik, sezgisel, yaratıcı, fedakar ve ruhani yaradılışlı yapar. Ay içimizde verimliliği, dişiliği, gelişmiş annelik duygularını simgeler. Ay’ın baskın olduğu bir haritamız varsa kişilik değişkendir. Çünkü Ay burçlar kuşağını en hızlı dolaşan gök cismidir.Yansıttığı enerji sürekli bir değişim ve akış içindedir. Ay aynı zamanda yüksek uyum yeteneği de bahşeder. Aynı şekilde evrende de sürekli bir değişim ve akış mevcuttur. 7.çakramız açık olduğunda ve evrensel enerjiyle bağlantı sağlandığında, kendi varlığımızı bu büyük Akış ’la uyum içerisinde, okyanusa karışmış bir damla gibi
Alıntı
Sevgili Allah’ım, bana yaşattığın tüm güzellikler için sana şükürler olsun!! Her şeyin iyisi senden gelir!
Beni hayatım boyunca iyilerle, iyiliklerle karşılaştır. İyiliklerine vesile olmayı ve bu iyilikleri yaşamayı nasip et! Ve zaten öyle olduğu için şükürler olsun! Ben artık koşulsuz akıştayım!
Karşıma çıkan herkes, hayatımdan çıkan herkes, gönlüme giren herkes için sana minnettarım!
Doğru zamanlardaki buluşmalar, ayrılıklar için şükürler olsun! Ben bedenimi seviyorum, enerjim tam olarak ışığa odaklı! Kendim için “çok şükür” diyebilmenin mutluluğunu, şimdiki gibi, her daim nasip et! Evrendeki güzellikleri anlayabilme, hayatımda tutabilme, koruyabilme ve arttırma gücünü ver! Bu gücüm için şükürler olsun!
Zamanımı, hayatımı ışığınla doldur! Bu mükemmel enerjin için şükürler olsun! Beni ve sevdiklerimi koru! Sevdiklerimin varlığı, sağlığı için şükürler olsun! Onların mutluluklarını yaşamayı, paylaşmayı nasip et! Tüm mutluluklar için şükürler olsun!
Dengeli, içten ilişkiler nasip et, mutluluğumla mutlu olabilecek yüce gönüllü insanlar hayatımda var olsun! Var olanlar için şükürler olsun!
Hayatımdaki değerlerimi sen arttır, sen koru. Bana eşlik eden her şey için şükürler olsun!
Bilirim ki, en doğru zamanda her dileğim kolayca ve hayırlısıyla yaşanır! Duası kabul kullarından olduğum için şükürler olsun!
Sen çok şükür diyebilmeyi herkese nasip et! Ve öyle de oldu!
Işık Sarsın Sizi🙏Sevgiler…Zişan:))
Iguassu şelalerinden sonra akşam yemekli Rafa-İnn şova gitmek için hazırlanmaya başladık. Pınar yorgun olduğundan gelmedi ama ben aman bir şey kaçmasın içgüdüsüyle sürünerek otobüse binmeyi başardım.
Yemekte yanımda Demet, karşımda Bahire Hanım çok keyifli sohbetler yaptık. Hele Demet’le bir zamanlar aynı iş yerinde çalıştığımızı keşfedince sohbet hayli derinleşti ve kafalar inanılmaz uydu. Günün açlığıyla yavaş yavaş açık büfeye doğru yollandık. Ben hemen rehberimizin önerdiği “kupin” etine doğru yöneldim. Aman Allah’ım o ne lezzet, Demet’in oğlu Arda’da etçi olduğundan karşılıklı bir ziyafet yaptık diyebiliriz. İçecek olarak bu yöreye özgü “guarana”yı denedim ve bayıldım, İstanbul’a dönene kadar da elimden hiç bırakmadım. Dondurmayla da güzel bir kapanış yaptıktan sonra gösteriyi tabi ki Kıvanç farkıyla ön masadan izledik.
Bütün Latin Amerika ülkelerinin yerel kıyafetleriyle dansçılar sırayla sahneye çıkıp performanslarını sergilediler ve ben bu şova ve bu renkli kıyafetlere bayıldım. Çıkışta yerli bir çiftin sattığı nefis el emeği bilekliklerden alıp otobüse bindik (sonradan daha çok almadığıma çok pişman oldum).
Ve ertesi gün kısa bir Paraguay turu yapıp (bir sonraki yazının konusu) yağmur altındaki Iguassu’dan (valla kıl payı kurtulduk yoksa macuco safari olacaktı mococo safari) Rio De Janeiro’ya uçtuk. Ve gece otelimize yerleşip bir güzel uyuduk.
Not: Burasıyla ilgili kısa bir anımı anlatıp yazıma devam edeceğim: Vakti zamanında babam annemle evlenmek için yapmadığını bırakmamış, hatta evlenirsek seni Rio De Janeiro’ya gezmeye götüreceğim diye bir vaatte bile bulunmuş. Tabii ki annemle evlenince hiçbir yere götürmemiş ve bu bizim ailede bir efsane olarak kalmış. Ne zaman babamı kızdırmak istesem “hani annemi Rio De Janeiro’ya götürecektin” diye ortaya bir çapan atarım ve arkadan gümbürtü başlar. Lafı uzatmayayım annemin görmediği bu ailemizdeki ‘’efsane’’ şehri görmeyi çok uzun zamandır bekliyordum.
Sabah erkenden çok dakik olan turumuz saatinde başladı ve şehri tanımaya başladık. İlk önce tepelerden oluşan bu şehrin ‘’Sugar Loaf ‘’ tepesine iki teleferik aktarmasıyla ulaştık ve şehrin tepeden görünümünün tadını çıkardık. Stadyumu, katedrali (mimarisi çok etkileyici), kütüphaneyi gezdik ve sıra Corcovado tepesine çıkarak şehrin imzası olan 33 metre boyundaki Hz. İsa heykelini görmeye geldi.
Tepeye çıkınca Hz. İsa heykelinin önünde, arkasında, tek olarak, grup olarak bir dolu fotoğraf çektirdik. Arkasından da şehre başka bir açıdan bakmanın tadını çıkardık. Ve o manzarada yöreye özgü enpanada börek (dana etlisinden yedik, var ya enfesti) ve meyve kokteylimizi içip keyif yaptık.
Turumuz bitince otelimizin de bulunduğu Copacabana plajının önündeki pazar yerinde Pınar’la gezinmeye başladık. Plaj elbisesi, magnet aldık, mayolara baktık, karnaval öncesi haftada olduğumuz için yoldan geçen kostümlü insanları seyrettik ve akşam “samba şov” için hazırlanmak üzere otelimize döndük.
Akşam önce bir et lokantasına gittik ama etler nasıl geliyor anlatamam, arka arkaya, arka arkaya. Biz garsonların hızına yetişemiyoruz. Bir de etleri döner gibi getiriyorlar önünüzde dilim dilim kesiyorlar. Normalde masada bir yeşil bir de kırmızı kart olurmuş ve kırmızı kartı koyduğunda servis bitiyormuş. Ama bizim masada o kartlardan yoktu, biz de elimizle artık yeter yeter diye işaret ettik.
Sonra “samba şov”da en ön masada yerimizi aldık. Sahneye çok şeker bir zenci çıktı ve hepimize sambanın temel hareketlerini öğretti. Şov bitince o kostümlü ve güzel popolu Rio’lu kadınlarla sahneye çıkıp performansımızı sergiledik ve inanılmaz eğlendik.
Ertesi günü yörenin en ünlü mücevher mağazını gezmeye gittik, gözlerimiz bayram etti. Arkasından Sinan abi, Özden, Bahire hanım, Pınar, Kıvanç ve ben yemeğe gittik, inanılmaz eğlendik, güldük ve arkasından plaja geçtik. Rehberimiz artık buralı gibi olduğundan o sıcakta koşuya çıktı (Rio De Janeiro halkı o sıcak iklimde sürekli yarı çıplak gezdiğinden görüntüsüne dikkat etmek zorunda ve gün içinde mütemadiyen koşup, yürüyorlar) Pınar’la ben ise beyaz tenli olduğumuzdan şezlongun altında gölgelenmeye başladık. Özden’in neşeli sohbetiyle güldük eğlendik bol foto çektirdik.
Plajda bu arada durum şu: Önümüzden karides ızgaracı, dondurmacı, kangacı (bizim peştamal), bikinici – evet yanlış okumadınız bikinici – geçip duruyor. Bikinici tam bir görsel şölen, hatta bikiniyi denemek isterseniz havlularla sizi örtüp kabin bile oluşturuyor (inanılmaz teknik çalışıyorlar). Size buranın yerli kokteylini durmadan satmaya çalışıyorlar, bir eğlencedir gidiyor.
Tabi buranın deniziyle şaka olmaz. Dalgalar çok büyük, o yüzden denizin içinde duruyorsun dalgalar seni dövüyor ve denize girmiş oluyorsun. Bir de plaja çanta, pasaport, fazla para falan getirmiyorsunuz yoksa anında gider. Sadece kullanacağınız dondurmalık para o kadar. Bu konuda inanılmaz usta oldukları konusunda rehberimizi bizleri defalarca uyardı. Koşusu bitip güneşlenmeye başlayınca baktım lastik ayakkabılarının üstüne bacaklarını falan koyuyor. “Hım Anette” dedim “dikkatli olmalı”. Biz de (Özden, Pınar ve ben) plajda yürüyüş yaparken tüm eşyalarımızı Bahire Hanıma teslim etmeyi görev bildik. Sinan abi bitmez enerjisi ve esprileriyle bizi kıkır kıkır güldürüp tonlarca fotomuzu ve videomuzu çekti. İnanılmaz eğlendik.
Akşam sıra deniz ürünlerini yemeğe geldi ve “ölmeden önce görmeniz gereken bin yer” listesine girmiş Mario lokantasında rehberimiz bize yer ayırdı. Cümbür cemaat oraya gittik. “Allahım allahım” ne kadar bol ve çeşitli deniz ürünleri yediğimizi anlatamam. Deniz kestanesinden jumbo karidese, çeşit çeşit balıktan ıstakoza inanılmaz bir lezzet deneyimiydi. Ayrıca lokantanın dekorasyonu sizlere şenlik. Çok ama çok acayip, burada yazmıyorum ki gidenlere sürpriz olsun. Sahibi derseniz bu dekorasyona uygun bir şekilde çatlak ama çok sevimli bir çatlak. Neyse güle oynaya, tıka basa yiye içe yemeği bitirip sahil boyu otele doğru yürüyüşe geçtik. Ve otele varınca lobide kısa bir internet sörfünden sonra herkes odalarına dağıldı.
Ertesi gün ben odada balkondan sahil manzarasını izleyip pineklerken, Pınar kafasına koyduğu gibi bisiklet kiralayıp çok güzel bir gezi yaptı. Sonra fotolarını benimle paylaştı, gerçekten enerjisini çok takdir ettim. Arkasından Pınar’la son gün alışverişini biraz abartıp, tropikal meyve sularımızı içtikten sonra otelimize dönüp grupla buluştuk ve Rio De Janeiro’dan ayrılma zamanı geldi.
Ben bu şehri çok sevdim sizlere de tavsiye ederim.
Sağlıcakla,
Anette İnselberg
Brezilya-Arjantin Şubat 2016 Gezisi Bölüm 2
resme bir bakın. Gözünüze resmin en çok hangi kısmı takıldı veya bu resimde dikkatinizi en çok çeken şey ne? Aklınızda tutun. Yorumlar aşağıda!
YORUMLAR:
(Yukarıdan aşağıya doğru yorumlanmıştır)
Altı ayrı parçaya bölünmüş lale: Bu aralar duygularınızla değil, mantığınızla hareket ediyorsunuz. Yeni kararlar alma aşamasındasınız bu iş ya da aşk hayatınızla ilgi olabilir. Eğer lalenin içinde var olan karışık çizgilere gözünüz takıldıysa ve onların ne olduğunu anlamaya çalıştıysanız; kafanız karışık ve yoğunlaştığınız bir konuyu sürekli düşünüyorsunuz.
Lalenin altı ayrı parçadan oluştuğunu fark ettiyseniz; sizinde kafanız tıpkı lale gibi bölünmüş ve her biri ayrı bir şey düşünüyor. Üstünüze yıkılan sorumluluk çok ve bazen altından kalka bilir miyim diye düşünüyorsunuz.
Lalenin etrafına açılan iki dal: Düşüncelerin yoğunlaştığı ve kendinizi yalnız hissettiğiniz bir dönemdesiniz. Hangi anlamda olursa olsun çok sevdiğiniz biri ile konuşmak size iyi gelecektir. Zaten güvendiğiniz birinden akıl almaya ihtiyacınız olduğunun farkındasınız. Eğer dallara dolanmış sarmaşığı fark ettiyseniz; hayata olan kırılganlığınız azalmış ve bir yerler yeniden hayata tutunmaya çalışıyorsunuzdur.
Resmin ortasında bulunan çiçek ve etrafındakiler: Bu sizin duygusal anlamda yüreğinizin dolu olduğunu (doludizgin aşkı yaşadığınızı) gösterir. Yani aşk kapıyı ya çaldı ya da çalacak.
Etraftaki diğer çizgilere ve salyangoza benzeyen şekle takıldıysanız; karşıdaki insana kendinizi rahat ifade edemediğiniz için canınız yanıyor ve bu kendi iç dünyanıza kapanmanıza neden oluyor.
Ben büyük çiçeğin üzerindeki, iki ince dalı gördüm diyorsanız; iki insan arasında karar veremiyorsunuz, ama birine duyduğunuz aşkın diğerine duyduğunuz aşktan çok daha fazla olduğunun farkındasınız.
Bir dalla uzatılan elma: Hayatta çok çalışıp az kazandığınızı artık ektiklerinizin biçme zamanının geldiğini düşünüyorsunuz. Bu elma sizin hayatınızda verimi ifade ediyor çok çalışıp birçok şeyi ihmal ettiğinizi de.
İki işle aynı anda uğraşıyorsunuz ve çalışmaktan zevk alıyorsunuz, emeğinizin karşılığını almak sizi mutlu ediyor.
Resmin sonunda var olan hayat kökleri: Siz de eğer burayı görenlerdenseniz; hayatta kopamayacağınız tek yer aileniz. Çünkü onlarla iyi diyalog kurabildiğiniz bir çocukluk geçirdiniz.
Onlar sizin için çok değerli ve ailenin bütün sorunu sizin sorununuz. O kadar ki kendinize dahi vakit ayıramıyorsunuz.
Yazar: Zühre Meryem Kaya
Kaynak: kahve molası