Öfkelenince Niye Bağırırız ?

i283163839572440167._szw480h1280_[1]

Hintli bir ermiş öğrencileri ile gezinirken Ganj nehri kenarında birbirlerine öfke içinde bağıran bir aile görmüş. Öğrencilerine dönüp “insanlar neden birbirlerine öfke ile bağırırlar?” diye sormuş.
Öğrencilerine dönüp “insanlar neden birbirlerine öfke ile bağırırlar?” diye sormuş.
Öğrencilerden biri “çünkü sükûnetimizi kaybederiz” deyince ermiş “ama öfkelendiğimiz insan yanı başımızdayken neden bağırırız? O kişiye söylemek istediklerimizi daha alçak bir ses tonu ile de aktarabilecekken niye bağırırız?” diye tekrar sormuş.
Öğrencilerden ses çıkmayınca anlatmaya başlamış: “İki insan birbirine öfkelendiği zaman, kalpleri birbirinden uzaklaşır. Bu uzak mesafeden birbirlerinin kalplerine seslerini duyurabilmek için bağırmak zorunda kalırlar. Ne kadar çok öfkelenirlerse, arada açılan mesafeyi kapatabilmek için o kadar çok bağırmaları gerekir.”
“Peki, iki insan birbirini sevdiğinde ne olur? Birbirlerine bağırmak yerine sakince konuşurlar, çünkü kalpleri birbirine yakındır, arada mesafe ya yoktur ya da çok azdır.
Peki, iki insan birbirini daha da fazla severse ne olur?
Artık konuşmazlar, sadece fısıldaşırlar çünkü kalpleri birbirlerine daha da yakınlaşmıştır. Artık bir süre sonra konuşmalarına bile gerek kalmaz, sadece birbirlerine bakmaları yeterli olur. İşte birbirini gerçek anlamda seven iki insanın yakınlığı böyle bir şeydir.”
Daha sonra ermiş öğrencilerine bakarak şöyle devam etmiş: “Bu nedenle tartıştığınız zaman kalplerinizin arasına mesafe girmesine izin vermeyin. Aranıza mesafe koyacak sözcüklerden uzak durun. Aksi takdirde mesafenin arttığı öyle bir gün gelir ki, geriye dönüp birbirinize yakınlaşacak yolu bulamayabilirsiniz.
“Zerzevatçı bağırır, sarraf bağırmaz,
Eskici bağırır , antikacı bağırmaz,
Söyleyecek sözü, fikri değerli olan bağırmaz,
Bağıran düşünemez düşünmeyen kavga eder…”
Mevlâna

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Sonsuzluğun Altında

116550125_297471154693201_7366077451554281255_n[1]
Soğuk bir kış günü kar yağarken doğmuşum. Yani bir kış çocuğuyum ama ilkbahar ve yaz ayları her zaman favorim olmuştur (evet biliyorum her mevsim güzel ve her mevsimin bize hediyeleri var 😊).
Özellikle yaz aylarında gece yıldızlara bakmak beni her zaman büyülemiştir. İnsan yıldızların altında yatarken bu sonsuz dünyada ne kadar sonlu bir hayata sahip olduğunu bir hatırlıyor bir unutuyor. Günlük meselelerimizin bizi sıkan kalıplarından kaçıp kurtulmak için bir fırsat sunuyor. Ve de her şeyin değiştiğini, hareket ettiğini bir kere daha hatırlatıyor. İnanmazsanız gökyüzünü biraz gözlemleyin derim.
Gökyüzüne bir bakıyorum ay var saatler sonra bakıyorum ay yok…
Gökyüzüne bakıyorum Mars yok saatler sonra bakıyorum Mars var…
Gökyüzüne bakıyorum Venüs yok saatler sonra bakıyorum Venüs var…
O zaman diyorum ki “şimdi olan sonra olmayabilir, şimdi olmayan sonra olabilir”. Her hal geçici. Sanırım önemli olan hayattaki o mutsuzluk depremi anında bunu hatırlayabilme becerisinde. Dünya başına göçtüğünde ayağa kalkabilme becerisinde…
Ya kutup yıldızı Polaris’e ne demeli. Yön tayini için hepimizin güvendiği Polaris. Hepimizin hayatta güvendiği bir şey olur ya işte Polaris de onun gibi. Biliyorsun ki o her gece orada ve sana yol gösterecek. İşte senin hayatında tutunduğun her neyse sanıyorsun ki o hep orada olacak. İşte sana hayatının depremini yaşatacak olan da tam bu tutunduğun düşünce. Şimdi sıkı dur sana inanılmaz bir bilgi vereceğim: Bundan tam 13.000 yıl sonra yeni kutup yıldızı Vega olacak. Yani o güvendiğin Polaris’e karlar yağacak 😊.
İşte ne zaman ki hayatında bir işe, bir adama, bir yere, bir arabaya, bir eve, bir fikre sıkı sıkıya tutunuyorsun ya bil ki gün gelecek o çatı çatırdayacak ve sen kendi kendinle kalacaksın. O yüzden sana şimdiden tavsiyem yatırımını kutup yıldızına yapacağına kendine yap. O zaman kutup yıldızın değiştiğinde ayakta kalma şansın olur.
Sakın beni yanlış anlama. Bu hayat verilmiş en büyük hediye. Ve tabii ki yaşadığın anın tadını çıkarmak senin en büyük hakkın ve sorumluluğun. Mars varken de yokken de, Venüs varken de yokken de. Hatta kutup yıldızın Polaris’ken bile hayatın tadını çıkar. Onları sev (işini, aşkını, evini, arabanı…) hem de çok sev ama bağımlı olma.
Yani sev ama bağımlı olma…
Yani bağlı ol ama bağımlı olma…
Yani duyarlı ol, özen göster ama bağımlı olma…
Bil ki her şey değişecek…
Ama her değişiklik de içinde yeni güzellikler barındıracak…
Bu gökyüzü metaforlu yazıyı yaklaşan yıldız yağmurlarını onurlandırarak bitirmenin zamanı geldi. Haydi gözlerini kapat ve üç tane dilek dile ve üç tane yıldızın kaydığını hayal et…
Sonsuzluğun altında kendine güven ve her şeyin senin hayrına dönüştüğüne idrak et…
Kutup yıldızın Vega olsun 😊

Anette İnselber-2020 Ağustos

Çalakalem Yazılarım... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Kahuna Dolunay Ritüeli


Bu dolunayda hem geçmişin üzerimizde bıraktığı ağırlıkları dönüştüreceğiz hem de muhteşem etkileri olan kahuna sembolüyle dileklerimize enerji vereceğiz.
Bu ritüeli her dolunay da ve bu dolunay için 2 -10 ağustos tarihleri arasında yapabilirsiniz.

Ritüel Malzemeleri
Beyaz karton
3 adet mor mum
Pirinç
Kibrit
Kırmızı yazan kalem
Bir tutam adaçayı ve adaçayını yakmak için altlık
Sevdiğiniz bir takı
Ritüelin Yapılışı
Gündüzden ritüel malzemelerini hazırlıyorsunuz ve akşam dokuzdan sonra ritüel alanına geliyorsunuz. Önce adaçayını ve sonra mumları yakıp şu sözleri söylüyorsunuz ‘’ selam olsun dolunaya, selam olsun kahunaya selam olsun tüm evrene üzerimdeki, bedenimdeki, ruhumdaki ve zihnimdeki şimdiye kadar birikmiş tüm acıların ve kırgınlıkların dönüşmesine niyet ediyorum niyet ediyorum niyet ediyorum’’ diyerek ada çayını söndürüyorsunuz.
Arkasından kırmızı kalemle sol elinize kahuna sembolünü çizip sevdiğiniz takıyı sol avucunuzun içine alıp yumruk yapıp kalbinizin üzerine götürüp şu sözleri söylüyorsunuz’’ selam olsun dolunaya, selam olsun evrene, selam olsun kahunaya ve yayılan tüm güzel enerjilere içimden geçirdiğim üç adet dileğim önce Allah sonra da bu ritüel vesilesiyle hayatımı taçlandırmasını seçiyorum ve öyle de olduğunu biliyorum.’’ Diyerek takınızı takıp mumları söndürüyorsunuz ve yedi gün boyunca hiç çıkarmıyorsunuz ve başkalarına dokundurtmuyorsunuz.
Not 1: Beyaz kartonu ve mumları başka ritüelde kullanmak üzere saklıyorsunuz.
Not 2: Elinizdeki sembolün kendiliğinden silinmesini bekliyorsunuz
Not 3: Pirinçlere ilave yapıp pilav yapıp ev halkı yiyorsunuz. (imkanınız varsa komşulara da verebilirsiniz
Not 4: Takıyı daha sonra sudan geçirip tekrar kullanabilirsiniz.

Şifa olsun,
Anette İnselberg

Çalakalem Yazılarım... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »