Anette Inselberg ile Keyifli Bir Röportaj…

Merve Aydın Yazio: Anette Inselberg ile Keyifli Bir Röportaj

Birçoğumuz için “Bir kitap okudum, hayatım değişti” cümlesi belki abartılı ve klasikleşmiş bir ifade… Bir kitapla hayat değişir mi bilinmez ama bir kitap okuyarak, hayata bakış akışı değişen insan sayısı hiç de az değil.

Canın mı sıkkın? Olaylar üstüne mi geliyor? Kötülüklere mi maruz kalıyorsun? Moralin mi bozuk? İçin mi yanıyor? İşten mi atıldın?

Hayat yolunda hepsi başımıza gelebilecek şeyler. Önemli olan düştüysen ayağa kalkmak, korksan da yola devam etmek ve her şeyin değişeceğine, yoluna gireceğine inanmak… Nasıl mı? Meraklısını aydınlatması için sevgili Anette Inselberg’e sordum:

Sevgili Anette bize biraz kendinden bahseder misin?

Sevgili Anette bize biraz kendinden bahseder misin?
Tabii ki. Uzun yıllar finans sektöründe (hisse senedi bölümü) çalıştıktan sonra mutsuz olduğumu fark ettim. Çalıştığım kurum ve pozisyonum iyiydi, seviliyordum, arkadaşlık harikaydı. Fakat ben sürekli para konuşmaktan çok yorulmuştum. Boşluktaydım. Her şey anlamını yitirmişti. İşten ayrılmayı düşünüyordum fakat “sana da rahat battı” sözlerini duyunca biraz daha dişimi sıkıyordum.Sonunda mutsuzluk ve stresten dolayı sağlık (boyun, sırt, omuz ve bağırsak) sorunlarım başladı ve işten ayrılmak zorunda kaldım. İşten ayrılınca bir iki ay içinde sağlık sorunlarım kendiliğinden azalıp geçmeye başladı. Ve bu nasıl olur derken Louise Hay’in “Tüm Hastalıkların Zihinsel Sebepleri” kitabı ve arkasından Usui Reiki ile tanıştım. Ve bu benim hayatımın dönüm noktalarından biri oldu.Uzun yıllar neredeyse tatilsiz çalıştığım için sinirlerim çok yıpranmıştı. Ayrıca bıkkın, isteksiz ve mutsuzdum ve her şeyden uzaklaşma ihtiyacı içindeydim. Böylece gezmeye başladım. Önce Türkiye’yi gezdim. Uzun süre Rize’nin yaylalarında kaldım ve orada yeşilin tonlarına âşık oldum. Sisli ve yağmurlu günlerde yaktığımız sobanın çıtırtısında huzur buldum.Arkasından Ege’ye geçtim ve Bozcaada’da bisiklete bindim, güneşi batırdım. Arkasından Datça maceram başladı. Datça’da Knidia Çiftliği adlı bir çiftlikte kaldım. Orada bulduğum arkadaşlık beni tedavi etti.Ayrıca doğayla ilk tanışmam yine orada oldu diyebilirim. Orada uzun süre yaşadım. Badem topladım ve kırdım. Bağbozumu yaptım. Keçi boynuzu topladım ve pekmez yaptım. Kısaca ruhuma katkıda bulunacak birçok şey yaptım. Yani anlayacağınız doğayla iç içe oldum ve kendi hakkımda çok şey öğrendim.Oradan Fethiye’ye geçtim. Sanat kampında kaldım. Takı tasarım yapmaya ve ebru sanatına adım attım. Sonra ver elini Kaş, Alanya diyerek yolculuğum devam etti. Bu gezilerimde herkesten bir şey öğrendim, herkesten bir parça aldım ve herkeste bir parçamı bıraktım.Daha sonra yurt dışında Küba ve Arjantin’e gittim. Sokaklarda dans ettim. Sanki ne kadar uzağa gidersem kendi içimde de o kadar derine iniyordum. Tayland’a gittim fillere bindim. Endülüs’e gittim balkonlara astıkları çiçeklere hayran oldum. Fas’ta baharatlar ve kokularının dünyası beni büyüledi. Ve tüm bu gezilerin arkasından tüm bu birikimlerimi paylaşma ihtiyacı duydum ve bloğum ZAMAZİNGO’yu açtım. Her gün mesai yapar gibi bloğumda paylaşım yapmaya başladım. Bloğumda hem kendi makalelerimi hem de beğendiğim makaleleri, sözleri, filmleri, kitapları, karikatürleri paylaşmaya başladım. Ve bloğum çok beğenildi, günde 1.000.000 hit aldığım günler oldu. Bu arada tabii kişisel gelişim seminerlerine katılmaya ve bu alandaki kitapları okumaya tam gaz devam ediyordum. Arada birkaç değişik sektörde çalışma denemesi yaptım ama hiçbiri beni açmadı. Ee artık birikimler bitmeye başlamıştı ve bir şeyler yapmam gerekiyordu ama ne yapacağımı bir türlü bulamıyordum. Her denemem hüsranla sonuçlanıyordu.İşte böyle umutsuzlukla bilgisayarın başında oturduğum günlerden birinde içimden bir ses “kişisel gelişim alanında seminer versene” dedi. Olabilir mi acaba diye düşünürken ZAMAZİNGO bloğundan birçok okuyucumun ‘seninle tanışmak, seni dinlemek istiyoruz, seminer versene” diye attığı mesajlarından da etkisiyle bu benim de aklıma yattı ve denemek istedim. Hazırlık süreci geçirdikten sonra seminerler vermeye başladım. Ve bu seminerleri verirken pırıl pırıl, aydınlık birçok değerli insanla karşılaştım ve hepsiyle yol arkadaşlığı yapmaya başladım. Hep beraber kocaman bir aile olduk, birbirimizi değiştirdik, dönüştürdük ve destek olduk. Ve şu anda hayat yolumun beni buralara sürüklemesinden dolayı çok mutluyum.

İlk kitabın “Her şey Değişir” benim de favorim birçok kişiye de şifa oldu. Bize biraz bahseder misin? Ritüel nedir? Ne için ve ne zaman yapılmalı?

İlk kitabın “Her şey Değişir” benim de favorim birçok kişiye de şifa oldu. Bize biraz bahseder misin? Ritüel nedir? Ne için ve ne zaman yapılmalı?
Her Şey Değişir kitabı hepimize her şeyin değişebileceğini hatırlattı. Ne durumda olursak olalım, kaç yaşında olursak olalım, hangi başarısızlık, umutsuzluk, pişmanlık hikayesinden geçmiş olursak olalım her şeye yeniden başlayabileceğimizi hatırlattı.Tekrar ayağa kalkabileceğimizi, yeniden başlayabileceğimizi ve tekrar mutlu olabileceğimizi hatırlattı. Kendimize güvenmemiz gerektiğini, kendi kalbimize güvenmemiz gerektiğini, akışta ve teslimiyette olmamız gerektiğini hatırlattı. En önemlisi de kendi yolumuzda yürümemiz gerektiğini hatırlattı. Kitapta da bahsettiğim gibi her şey enerjidir. Ve moralsiz olduğumuzda enerjimiz düşer bu da bizi miskin ve umutsuz hale getirir. Hiçbir şey yapmak istemeyiz ve aşağı doğru giden bir enerji sarmalına takılabiliriz. İşte ritüeller bizi bu aşağı doğru giden enerji sarmalından kurtarıp enerjimizi tekrar yükseltmeye yarar. Harekete geçmemize olanak verir.Ritüeller her konuda yapılabilir. Bolluk, bereket, şans, iş, evlilik, çocuk, ev, araba, beklenen paraların gelmesi, davaların sonuçlanması vs… Ritüelleri özellikle harekete geçmeye ve motivasyona ihtiyacımız olduğunda, enerjimizi arttırmaya, dengelemeye ihtiyacımız olduğunda yapmak harikadır.

Tamam ritüeli yaptık, kendiliğinden olmasını mı bekleyeceğiz? Mesela kişi uzun zamandır işsiz ve iş arıyorum ritüelini yaptı. Oturup telefonun çalmasını mı bekleyecek?

Tamam ritüeli yaptık, kendiliğinden olmasını mı bekleyeceğiz? Mesela kişi uzun zamandır işsiz ve iş arıyorum ritüelini yaptı. Oturup telefonun çalmasını mı bekleyecek?
Sevgili Merve işte harika bir soru. Harika bir noktaya değindin. Benim uzun yıllar önce gittiğim eğitimde bir mottomuz vardı “evren hareketi alkışlar” diye, kendime de sık sık hatırlatırım. Tabii ki ritüeli yap, enerji alanını değiştir ama harekete de geç. Özgeçmişini hazırla, iş başvurusu sitelerine gönder, arkadaşlarına haber ver. Enerjini, niyetini ve çabanı birleştir. Burada ritüellerde birçok teknik kullanıyoruz: Bilinçaltı değişimi, dönüşümü, NLP teknikleri sadece bunlardan birkaçı.Ritüeli yaparken bilinçaltında iş bulamayacağına dair kodlamayı da dönüştürüyoruz ama senin de tabii ki gerekli adımları atman gerekiyor.

İnsanlar sence ritüel yapmayı neden bu kadar sevdi? Geçmişe gittiğimizde bu kadar yaygın değildi.

İnsanlar sence ritüel yapmayı neden bu kadar sevdi? Geçmişe gittiğimizde bu kadar yaygın değildi.
Ritüeller eğlenceli ve pratik. Ayrıca kökenleri şamanlığa kadar gidiyor. Yani ritüel kültürü bizim DNA’larımızda zaten kodlu. Eve dönmüş gibi olduk. Ama bu sefer “kuantum alan, bilinçaltı kodlama, NLP teknikleri, renkler, sesler, kokular, bitkiler, sayılar, elementeler, semboller gibi birçok tekniği sistemli olarak birleştirdim.

En çok ilgi gören konu ve en çok ilgi gören ritüelin hangisi?

En çok ilgi gören konu ve en çok ilgi gören ritüelin hangisi?
En çok ilgi gören konular nazar, iş, bolluk, bereket, aşk, evlilik ve çocuk…En çok ilgi gören ritüellerim “Her şey değişir” kitabından “Su tuz sirke, kırmızı ip, aloe vera  para bana koşuyor ritüelleri…“Gerçekten istiyor musun” kitabından ise 33 kere yaz, oldu kavanozu, bileğe yazılan 520 (bolluk), 938 (aşk) ve 777 (mucize), mucizevi cüzdan ritüeli, fil ritüeli…

Biraz da ‘’Gerçekten İstiyor Musun’’ kitabından bahseder misin?

Biraz da ‘’Gerçekten İstiyor Musun’’ kitabından bahseder misin?
‘Gerçekten İstiyor Musun’ bir pandemi kitabı… Pandemide moralimin çok bozuk olduğu günler oluyordu. Gerek çevreden gelen hastalık haberleri gerek basında okuduğumuz vefat haberleri falan. Ben de enerjimi arttırmak için her gün bir aktivite yapmaya başladım. Bir gün ritüel yaptım, bir gün film seyrettim, bir gün kitap okudum, bir gün oyun oynadım, bir gün kendimle yüzleştim ve bu bana çok iyi geldi. Dedim ki bir pandemi kitabı yapayım insanlar evde otururken kafaları dağılsın. Her güne yapacak bir şey bulsunlar. Ve kitap her yerin kapalı olduğu günlerde çıktı. Okuyuculara moral oldu…Kitapla ilgili en çok sorulan soru da buradaki ritüelleri illaki gününde mi yapmalıyız. Tabii ki hayır. Her ritüeli her istediğiniz zamana yapabilirsiniz. Her şeyin en doğrusu her zaman kalbiniz bilir…“Her şey değişir” kitabın gerçekten çok sattı, baskıları ben sayamadım artık. Peki senin ve kitabının bu kadar çok sevilmesinin nedenini ne olarak görüyorsun?Bunu ben de hep kendime sordum. Uzun yıllar birçok eğitime gitmem, bu alanda birçok kitap okumam ve film seyretmem bir bilgi birikimine yol açtı. Bu bilgi birikimini paylaşırken okuyucular benim içtenliğimi, samimiyetimi ve kalplere dokunabilmek için, mutluluğa vesile olabilmek için nasıl çabaladığımı, çırpındığımı hissettiler galiba…Ve tabii şansım da yaver gitti.

Peki kendin için “Tamam oldu artık” diyor musun?

Peki kendin için “Tamam oldu artık” diyor musun?
Mümkün değil. Her gün yapılacaklar listem uzayıp gidiyor. Katılacak seminerler, okunacak kitaplar, izlenecek filmler, dinlenecek söyleşiler, gezilecek yerler…Bu arada bir de ikinci üniversite olarak Auzef Sosyoloji bölümüne yazıldım. 3. Sınıftayım. Seminerler yoğun olduğundan bu sene pek parlak geçmedi. Bu sene derslere asılmayı planlıyorum. Anlayacağın zaman kısıtlı yapılacak ve öğrenecek şeyler çok… Beni bıraksalar 7/24 okur, film seyreder, gezer ve yazarım… Michelangelo’nun dediği benim de mottom aslında: “79 yaşındayım ve hala öğreniyorum…” Ne olursa olsun hep öğrenci olarak kal, hep kendini yenile, gelişmeye açık ol.Şu ara neler yapıyorsun? Hangi seminerleri veriyorsun, biraz içeriklerinden bahseder misin? Mesela en çok talep gören seminerin hangisi?Bu ara biraz seminerlere ağırlık verdim. Seminerler Zoom üzerinden olsa bile karşılıklı konuşmak (sesin enerjisini duymak), göz göze bakmak ve hep beraber arınmak, dönüşmek ve gelişmek inanılmaz bir mutluluk veriyor. Bu dönemde Amerikalı psikiyatrist Jean Adrienna ait sarkaç semineri ve iç benlikle konuş eğitimleri veriyorum. Her iki eğitimden de inanılmaz geri dönüşümler alıyorum. Ve yine Amerika’dan gelen Gary Douglas ve Dr. Dain Heer’e ait Access Bars bilinçaltı değişim ve dönüşüm eğitimi, yine Amerika’dan gelen Mariia Tsegelnyk’ya ait Metatron terapi eğitimi ve Vianna Stibal’a ait Theta Healing eğitimleri veriyorum. Ve tabii ki vazgeçilmezim Usui reiki eğitimleri… Hepsinin kendine özgü bir lezzeti, insanın ruhunda açtığı bir pencere var.

Yeni kitap projen var mı?

Hayır yok. ‘’Her şey değişir ‘’ kitabı 15 senelik birikimin sonucu olarak ortaya çıktı. Gerçekten İstiyor Musun moral vermek amaçlı bir pandemi kitabıydı. Yeni bir şey üretmek için kendimi beslemem gerekiyor. Şu an beslenme döngüsündeyim….

Son olarak eklemek istediğin bir şey var mı?

Hayata çözüm odaklı bakmak ve geçmişe takılı kalmamak çok önemli. Bazen seminerimdeki bir katılımcı yaşadığı olayı öyle bir anlatıyor ki ben olay 3 ay önce falan yaşadı diye düşünürken diyor ki olay 10 sene önce oldu…

Eee sen 10 sene o olayda takılmışsın. Olay bitmiş ama sendeki etkisi bitmemiş. Takılıp kalmışsın 10 seneni sürüklenerek geçirmişsin. Ne kadar yazık… O seneleri geri alma şansımız yok, mutluluğunu yaşamını dondurmuşsun…

O yüzden olaylardan dersini al, yasını tut ve sayfayı çevir. Bir tanecik hayatımız var. Ben bu yaşa nasıl geldim inan anlamadım. Ne kadar vaktim kaldı onu da ancak Allah bilir…

Bana düşenin, bize düşenin bize verilen bu hayat hediyesini en iyi şekilde değerlendirmek olduğunu düşünüyorum.

Hatalarından ders al ve yoluna devam et…

Kendine güven ve yoluna devam et…

Teslimiyete geç ve yoluna devam et…

Ne olduysa senin hayrına olduğunu anla ve yoluna devam et…

Hayat bir bumerang gibidir…

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Öfkelenince Niye Bağırırız ?

i283163839572440167._szw480h1280_[1]

Hintli bir ermiş öğrencileri ile gezinirken Ganj nehri kenarında birbirlerine öfke içinde bağıran bir aile görmüş. Öğrencilerine dönüp “insanlar neden birbirlerine öfke ile bağırırlar?” diye sormuş.
Öğrencilerine dönüp “insanlar neden birbirlerine öfke ile bağırırlar?” diye sormuş.
Öğrencilerden biri “çünkü sükûnetimizi kaybederiz” deyince ermiş “ama öfkelendiğimiz insan yanı başımızdayken neden bağırırız? O kişiye söylemek istediklerimizi daha alçak bir ses tonu ile de aktarabilecekken niye bağırırız?” diye tekrar sormuş.
Öğrencilerden ses çıkmayınca anlatmaya başlamış: “İki insan birbirine öfkelendiği zaman, kalpleri birbirinden uzaklaşır. Bu uzak mesafeden birbirlerinin kalplerine seslerini duyurabilmek için bağırmak zorunda kalırlar. Ne kadar çok öfkelenirlerse, arada açılan mesafeyi kapatabilmek için o kadar çok bağırmaları gerekir.”
“Peki, iki insan birbirini sevdiğinde ne olur? Birbirlerine bağırmak yerine sakince konuşurlar, çünkü kalpleri birbirine yakındır, arada mesafe ya yoktur ya da çok azdır.
Peki, iki insan birbirini daha da fazla severse ne olur?
Artık konuşmazlar, sadece fısıldaşırlar çünkü kalpleri birbirlerine daha da yakınlaşmıştır. Artık bir süre sonra konuşmalarına bile gerek kalmaz, sadece birbirlerine bakmaları yeterli olur. İşte birbirini gerçek anlamda seven iki insanın yakınlığı böyle bir şeydir.”
Daha sonra ermiş öğrencilerine bakarak şöyle devam etmiş: “Bu nedenle tartıştığınız zaman kalplerinizin arasına mesafe girmesine izin vermeyin. Aranıza mesafe koyacak sözcüklerden uzak durun. Aksi takdirde mesafenin arttığı öyle bir gün gelir ki, geriye dönüp birbirinize yakınlaşacak yolu bulamayabilirsiniz.
“Zerzevatçı bağırır, sarraf bağırmaz,
Eskici bağırır , antikacı bağırmaz,
Söyleyecek sözü, fikri değerli olan bağırmaz,
Bağıran düşünemez düşünmeyen kavga eder…”
Mevlâna

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

“Siz kavgayı, öfkeyi, nefreti, sevgiyi ve dostluğu nerelere yazardınız?”

 

 

Şiiri Hasan Pulur köşesinde yayımlamış.
Bir okuru göndermiş, yazanı belli değilmiş. Pulur, defalarca ve ısrarla yazarını bulmak için köşesinde çağrılar yaptıysa da, ne şair ortaya çıkmış nede bir bilen, tanıyan . Nerede ne zaman yayımlanmıştı? Bilen de gören de yoktu.
Şiir şöyle;
“Kavgayı ağacın yaprağına yaz,
Sonbahar gelsin, yapraklar kurusun diye.
Öfkeyi, bir bulutun üstüne yaz,
Yağmur yağsın, bulut yok olsun, diye.
Nefreti, karların üstüne yaz,
Güneş açsın, karlar erisin diye.
Ve dostluk ve sevgiyi, yeni doğmuş bebeklerin yüreğine yaz,
Onlar büyüsün, dünyayı sarsın diye.”
* * *
İzmir’li öğretmen Rahile Horzum, bu şiiri öğrencilerine değerlendirmeleri için ödev olarak verdi.
“Siz kavgayı, öfkeyi, nefreti, sevgiyi ve dostluğu nerelere yazardınız?”
41 öğrenciden gelen cevap kağıtlarından ikisini seçti.
CEREN :
“Kavgayı eski bir kağıda yazmak isterdim,
Çöp sanılıp atılsın diye.
Öfkeyi, bir mendile yazmak isterdim,
Kullanılıp atılsın diye.
Nefreti, sahildeki kuma yazmak isterdim,
Deniz dalgaları büyüyerek yok etsin diye.
Sevgi ve dostluğu, bir tohuma yazmak isterdim,
Büyüyüp dünyayı sarsın diye.”
* * *
MERVE dedi:
“Kavgayı, kömürün üstüne yazmak isterdim,
Kömür yansın, kavga kömürle yanıp yok olsun diye.
Öfkeyi, gecenin karanlığına yazmak isterdim,
Gün ışıyınca, karanlıkla birlikte öfke yok olsun diye.
Nefreti, toprağın üstüne yazmak isterdim,
Herkes toprağa bassın, nefret ezilsin diye.
Sevgiyi ve dostluğu çınar fidanına yazmak isterdim,
Asırlar boyu canlı ve güzel kalsın diye.”
* * *
Rahile öğretmen, öğrencilerinin kavga, dostluk, öfke ve sevgi hakkında ki düşüncelerini okuduktan sonra kendi defterine şu değerlendirme notunu düştü:
“Bence bu çocuklar böyle düşünüyorlarsa, hiçbir şey için geç değil…
Umudum ve dileğim, onların barış, dostluk ve sevgi dolu bir dünyada yaşamaları…”

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. 1 Comment »

PERDE AÇIK KALSIN

103977981_1591818404325722_6591129712265070340_o[1]
Yaşlı hanım hastamız “İstemiyorum. Perdelerin kapanmasını istemiyorum. Pencere bahçeye bakıyor, üstelik 4. kattayız. Kimsenin içeriyi göreceği yok. Lütfen perdeleri kapatmayın” diye söyleniyordu.
O gece yattığı koğuştaki diğer hastalar perdeleri kapattırmadığı için servis hemşiremizden yardım istemiş, hastamızı ikna edemeyen hemşiremiz de sorunu bana iletmişti. Odadaki diğer iki hasta pencere kenarında yatmakta olan hastamızın perdelerin kapanmaması yönündeki ısrarını anlamamış biraz da öfkelenmişti.
Odaya neden girdiğimi anlayan hastamız ağzımı açmadan “perdelerin kapanmasını istemiyorum, lütfen ısrar etmeyin” diyerek karşılamıştı beni.
İkna olacak gibi görünmüyordu.
Yatağının kenarına oturup sakinleştirmeye çalıştım. Odadaki diğer hastaların isteğini de ileri sürerek hiç olmazsa tül perdeyi çekmeye razı ettim. Pek içine sinmemişti ama oyunun kuralına göre oynanması gerektiğinin de farkındaydı.
Odada gerginlik sürüyordu. Yanlarında kalıp konuşturup sakinleştirmeyi düşündüm.
Hastamızın ziyarete gelen çocukları ve torunları olduğunu hatırlayıp, onları sordum. Özellikle torunlarından söz etmeye başlayınca yumuşadığını, yüzünün güldüğünü fark ettim. Oğlu ve kızının çok çalıştığından, kendi çocukları ile ilgilenmeye zaman kalmadığından yakındı.
– Evde herkes çalışıyor. Büyük torunum okuldan eve geldiğinde karşılayan kimse olmuyor. O kocaman evde tek başına ne bulursa onunla karnını doyurup televizyonun karşısına oturuyor. Garibimin önüne sıcak yemek koyup sırtını sıvazlayacak, saçını okşayacak biri bile yok yanında.
“Ama modern hayat hep böyle. Hayat hızlı ve herkes meşgul, ne yapacaksınız? Bütün büyük kentlerde bu sorunlar yaşanıyor sanırım” diye üsteledim. Omuzlarını silkti. Doğrulup yastığını düzeltti. Sonra yine o öfkeli gözlerle baktı.
– Modern hayatmış, sevsinler. İnsanı yalnız bırakan, başkalarından uzaklaştırıp içine kapanmasına yol açan modernliği ne yapayım? Herkes yalnız, çocuklar bile yalnız görmüyor musunuz? Kimse kimsenin derdini bilmiyor, bilse bile kulağının üstüne yatıp görmezden geliyor. Anlatmaya çalışsan yaşama telaşından kimsenin durup dinlediği de yok.
– Nasıl bir yalnızlık bu sözünü ettiğiniz?
Her ne kadar konu ilgimi çekse de gerçekte, hastamızı biraz daha konuşturup sakinleştirmeyi ve böylece odadaki gergin havanın bir ölçüde giderilmesini amaçlamıştım.
– Doktor bey oğlum, yıllar içinde azar azar öyle şeyleri yitirdi ki insanlar, evlerine kapandıkları yetmedi, şimdilerde kendilerine de kapanmalarını bekliyorlar.
Sonra çocukluğunu, insanların bahçeli konu komşunun birbirini görebildiği evlerde yaşadığı yılları anlattı. Konu odadaki diğer hastaların da ilgisini çekmiş, az önceki hırlaşmayı unutup hastamıza kulak kabartmışlar dı.
– Önce bahçeler otopark oldu. Apartman hayatı, modern yaşam dedik bahçenin çamurundan kurtulduk diye kandırdık kendimizi. Herkes evlerine çekildi. Kimse kimseyi görmez, duymaz oldu.
– Peki sonra?
– Sonra sıra balkonlara geldi. Balkonları kapatıp eve kattılar. İş yerleri de balkonsuz oldu. Dışarının tozundan kirinden kurtulduk diye kandırdık yine kendimizi. Konu komşuya, gökyüzüne, dünyaya açılan balkonlar da gitti elimizden. Yetmedi sıra pencerelere geldi. Tül perdeydi, güneşlikti, kalın perdeydi derken pencereler de örtüldü. Jalûzi, panjur stor derken pencereler kapandı. Onca para döktüğümüz perdelerimize bakıp “ne güzel oldu” diye avunduk. Güneş görmeyen, gün ışığı gibi yanan lambalarla aydınlatılan iş yerlerine, evlere kavuştuk. Her şey yavaş yavaş oldu. Modernleşiyoruz diye tüm bunları sineye çektik.
– Peki ya şimdi?
– Görmüyor musunuz? Herkes içine kapandı. Bahçesi balkonu olmayan pencereleri örtülü o çok modern evlerde dışarıyla tek bağlantısı televizyon olan insanlara dönüştük. Gerçi biraz daha okumuş olanların internet ve cep telefonları da var ama yalnızlık aynı yalnızlık. İnsanları içine kapatıp yalnızlaştırdılar. Şimdi sadece bakmaları istenen yöne, televizyona bakıp orada izledikleri dünya ile yetinmelerini orada yaşayıp tüketmelerini, sadece tüketmelerini bekliyorlar. Dedim ya modernlikmiş, sevsinler…
Odadaki hastalardan biri televizyonun sesini önce kıstı, sonra da kapattı. Diğer hastamız dayanamayıp “Durum bu kadar mı kötü?” diye sordu. Bizimki gülümsedi duvarda asılı olan manzara resmini gösterdi.
– Kimileri durumun farkında. Duvarlarına resimler asıp ara sıra da olsa başka yöne bakmayı, resimlerin içine dalıp hayaller kurmayı veya kitap okuyarak kendini avutmayı başarabiliyor. Ama ben çocuklar için, torunlarım için kaygılıyım. Hangi çocuk gökyüzündeki bulutlarla veya oyun oynadığı halının üstündeki desenlerle hayaller kurmamış, oyunlar oynamamıştır? Öyle bir kapandık ki hayata, şimdi ne o halılar var, ne de çocuklarımızın görebileceği gökyüzü. Varsa yoksa televizyon. Her şey hazır, hayaller bile. Hayal kurmayı bile çok görüyoruz, çocuklara.
Eliyle pencereyi gösterip “Bu yüzden istiyorum, penceremi. Hastane odasında bile olsa pencere örtülmesin, perdeler açık kalsın istiyorum. Gökyüzümü kaptırmayacağım bu yamyamlara” dedi.
Bu sözlerden sonra başucundan kitabını ve gözlüğünü aldı.
Odada az önceki gerginlikten eser kalmamıştı. İzin isteyip yanlarından ayrıldım. Ertesi sabah ve daha sonraki günlerde o odanın tüm perdelerinin açık olduğu dikkatimizden kaçmadı.
Üstelik hastamızın taburcu olmasına ve aradan geçen onca zamana karşın hiçbirimizin eli gitmedi o perdeleri kapatmaya.
***
Dr. Mehmet Uhri

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

“Tahsilin ne?”

images[7]

Moris Levi facebook sayfasından alıntıdır…

 

İngiltere’de birinci dünya savaşından önce ülkenin gençleri gönüllü orduya katılmaya başladılar. Adayları çeşitli yerlerde kurulan çadırlarda önce göstermelik bir sağlık muayenesinden geçiriyorlardı sonra da bir kaç sorunun sorulduğu bir görüşme ile birliklerine kaydediyorlardı.
Yine böyle bir kayıt sırasında, bir aday, doktorun sırtını yasak savar gibi dinlemesinden sonra çavuşun ve yazıcının önünde durdu.Önce ismini sordular sonra ikinci soru geldi; “Tahsilin ne?”
Aday gururla yanıt verdi; “Ben Londra’da King’s College da Liberal Arts doktorası yaptım”
Çavuş boş gözlerle adaya baktı. Adayın dediği hakkında en ufak bir fikri yoktu ama aptal gibi görünmek de istemiyordu. Yalnızca, “Ufuklarında Güneş Batmayan imparatorluğun” bekası için “Liberal” kelimesinin “komünist” gibi tehlikeli bir kelime olduğunu hatırlıyordu.
Ağzındaki sigaranın ucunu ısırarak ve küçümser gibi bakarak tekrar sordu; “Yani ? ”
Aday devam etti “Öncesinde Oxford üniversitesinde Linguistik dalında da master yapmıştım”
Sigaranın dumanından mı bilinmez çavuş gözlerini kıstı, derin bir nefes aldı ve; “Nedir o yaptığın, anlamadım ?” diye sordu .
“Dilbilim” dedi aday ve ilave etti “Karşılaştırmalı gramer konusunda 3 kitap yazdım, hatta birini Latince yazdım”
Çavuş irkildi sanki ipucunu yakalamıştı ; “Ne dedin, ne dedin? Yazdım mı dedin ?” diye sordu. Diyalogu başından beri ağzı açık şaşkın şaşkın dinlemekte olan yazıcıya döndü, önce “Yazıcı” diye bağırdı sonra kendi kendine; “bir araba lüzumsuz laf söylüyor züppe,” diye söylendi ve yüksek sesle;
“Oraya yaz oğlum; Aday okuma yazma bilir…Birlik çamaşırhanesi ! Sıradaki gelsin!”
—————-
Çavuşun saptamasına “dar” demeyin son derece doğru, aday okuma yazma biliyor … (çamaşır yıkamayı öğrenebilir)
Geniş bir bakış açısı insana nasıl kazandırılabilir? Anne ve babamızdan aldığımız kalıtsal özelliklerimiz mi, yoksa eğitim ve çevre mi bizi biz yapar?
Bu sorulara şöyle cevap verelim. Anne ve babalarımız doğduğumuz anda kalıtsal özellikleri ile piyanomuzu (Vücudumuzu, zihnimizi, karakterimizi ve yeteneklerimizi) bize verirler. Eğitim ve çevrenin de yönlendirmesi ile piyanoda ne çalacağımıza karar verecek, piyano çalmayı öğrenecek olan biziz. Öğrenmek için de beynimizi çalıştıracağız. Piyano istediği kadar iyi olsun ya da biz daha annemizin karnında bile Mahler dinleyelim kafa çalıştırmadan “tavşan kaç” bile çalamayız.
Tarih boyunca pek çok ülkede defalarca bebekken hayvanlar tarafından kaçırılmış ve ormanda senelerce kalmış vahşi çocuklar bulundu. Yaşamlarının ilk 7-8 yılını hayvan davranışlarını taklit ederek büyümüş bu çocuklara daha sonra kurtarıldıktan ve çevreleri değiştikten sonra insanlar içerisinde konuşmayı öğretemediler. Konuşmayı öğrenemedikleri gibi hemen hiç bir şey öğrenemiyorlardı. Çünkü diyalog kurma, çok boyutlu karmaşık düşünme, anlam biriktirme, bağdaştırma, kıyaslama yetilerini geliştirememişlerdi. Hayvanlar gibi içgüdülerine ve görerek öğrenmiş bulundukları davranış kalıplarına göre yaşamayı sürdürmek istiyorlardı. Çünkü insan gibi düşünemiyorlardı. Buddha demiş ki; “All that we are is the result of what we have thought” ( Biz sadece kendi düşüncelerimizin sonucuyuz) .
Bir şeylerin tutsağı / önyargılısı / kölesi olmaya alışmış bir insan bırakın vizyon sahibi olmayı asla kendi kendinin sahibi olamıyor.
Çocuklarımıza en başta düşünmeyi, beyinlerinin kapasitesini kullanmayı öğretmek zorundayız.
Adam doktora soru sorar;
– Bir insanın zihinsel saplantıları olduğuna nasıl karar veriyorsunuz ?
– Su dolu bir küveti boşaltmak için bir kaşığı, bir fincanı ve bir kovası olduğunu söylüyor ve ; “Nasıl boşaltmayı tercih ediyorsun?” diye soruyoruz .
Adam:
– Anladım. Kovayı tercih etmeli çünkü büyük.
– Hayır, der doktor, Kafasını özgür çalıştırabilen bir insan kendisine verilen referanslara takılmadan küvetin tıpasını çekmesi gerektiğini düşünür.
Peki çocuklarımıza düşünmeyi nasıl öğreteceğiz?
Çocuklara “çözümü düşün sen bul” diye sormadığımız ve önlerine kova, kaşık ve fincanı dayayıp birini seç dediğimiz (ve bunun adına da “eğitim” dediğimiz) sürece öğretemiyeceğiz. Çünkü aslında istediğimiz onların “vizyoner” değil “bizim gibi” olmaları.
Babam bende, kardeşimde, yeğenlerinde ve torunlarında bunu öykülerle yapmayı denemişti. Bugün geriye dönüp baktığımda öykülerin önemli özelliklerini fark ediyorum ve babamı minnetle anıyorum.
Çoğunlukla uydurduğu öyküler genellikle günlük yaşamla ilgili idi. Öykülerde yarattığı tiplemeler öyle olağanüstü filan değillerdi, hep günlük yaşamda karşılaştığımız tiplerdi. (Bir satıcı, bir garson, bir öğretmen, bir büyükanne vsr vsr hatta bir kısmı da tanıdığımız insanlar, çizgi roman kahramanları olurdu) Heyecan verici basit, teatral, detaylı tasvirler (renkli şapkalar, abartılı duruşlar, eğlenceli ifadeler) anlatarak kahramanlarını tanıtır, ilgimizi çeker, hayal kurmamızı tetiklerdi. Daha sonra öyküdeki insanları komik bir sorunun, bir çatışmanın, bir sıkıntının içine düşürürdü. İşte o an bir yerlerden öyküyü dinleyen çocuk (örneğin ben) birden öykünün içine girerdik ve soğukkanlı, zeki, doğru bir çözümü yaratırdık. Yani tıpayı çekmeyi dinleyici akıl etmiş olurdu. Çözüm hep kimsenin düşünemediği, kesinlikle adil ve zekice idi. Sonra da gururlu kahraman geldiği gibi çabuk öyküden çıkar boş çekişmeler ve çatışmalarla asla yıpranmazdı.
Çocuklarımızı, kalıpların dışında bir dünya olduğu gerçeğinin, özgürlüğün değerinin, çözüm üretmenin, adil ve faydalı olmanın, kendine güvenmenin, korkmadan sorunların üstüne gitmenin, insanları oldukları gibi kabul etmenin, bilginin ve bilgiyi kullanmanın, düşünmenin, hayal kurmanın öğretildiği öykülerle büyütmemizi öneriyorum. Bilmediklerinden ve ilk kez duyduklarından ne korksunlar ne de anlamadıklarını / bilmediklerini açıkça söylemekten çekinmesinler. Vizyon sahibi olan insanların değerlerini aşağılık duygusuna kapılmadan teslim etsinler. Ve en önemlisi öykülerle düşünmenin ve kavramanın olağanüstü büyüsünü öğrensinler.
————-
(Şelah Leha)

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

10 Maddede Maneki Neko: Çağıran Kedi

maneki-neko-3[1]

 

1)Çağıran Kedi
Maneki Neko Japon kültüründe Bolluk / Şans / Bereket Çağıran anlamlarına geliyor. Japoncası Maneki Neko, İngilizcesi ise Beckoning Cat‘tir.

2)Şans Tılsımı
Başta Japonya olmak üzere tüm dünyada uğurlu bir tılsım olduğuna inanılır.

3)Sembolik Özelliği
Japon kültüründe çok önemli bir yere sahiptir. Özellikle Japonya’da ticaretle uğraşanların dükkanlarında, para ve bereket çağırdığına inandıkları için ve hemen hemen her dükkanda yazar kasanın yanında görmeniz mümkündür.
4)Şanslı Renk Özellikleri
Genellikle altın, siyah, pembe, yeşil, kırmızı ve beyaz renklerdedirler.
Siyah Maneki Neko: Güven çağırmaktadır ve kötülükleri defeder.
Altın Maneki Neko: Zenginlik, Bolluk ve Parayı çağırmaktadır.
Pembe maneki Neko: Aşkı ve sevgiyi çağırır.
Yeşil Maneki Neko: Bilgelik ve sakinliği çağırmaktadır.
Beyaz Maneki Neko: Mutluluğu ve iyiliği çağırmaktadır.
Kırmızı Maneki Neko: Hastalıklara karşı sağlığı çağırmaktadır.
5)Pati Sallaması
Satın alınan objeler, bir mekanizmayla sürekli pati sallamaktadırlar. İsteğinize göre sağ ya da sol pati sallamasını seçebilirsiniz. Bunun da bir anlamı vardır.
Sağ patisini sallıyorsa para ve iyi talihi, sol patisini sallıyorsa müşteri ya da insanları davet ettiğine inanılmaktadır.

6)Maneki Neko’nun Hikayesi
Rivayete göre 17. yüzyılda yaşayan yoksul bir Japon rahibin Tama isimli bir kedisi varmış. Tapınağın da fakir olmasına rağmen keşişler yiyeceklerini kedileri ile paylaşırlarmış. Bir gün zengin bir adam (bazı kaynaklarda zengin bir Samuray olarak bahsedilmektedir) Tama’nın yaşadığı tapınağın yakınlarından geçerken yağmura yakalanmış ve ıslanmamak için bir ağacın altına sığınmış. O sırada ortaya çıkan Tama, zengin adama sol patisini kaldırıp bir şeyler anlatmaya çalışıyormuş.
Zengin adam, Tama’nın kendisini çağrıldığını düşünüp kediye doğru gitmiş. İşte o sıra ağaca bir yıldırım düşmüş. Adam eğer Tama olmasa o ağacın altında kalıp yıldırım çarpmasından dolayı ölecekmiş. Bunu fark eden zengin adam tapınağa yüklü bir bağış yapmış. Yine rivayete göre, Tama hala Goutokouji’deki tapınakta gömülüymüş.
7)Eski Geleneği Yıkan Bir Kedi
Japonya’da da erkeklik organı uzun yıllar bereket simgesi olarak kullanılmış. Ama Batı ahlakının da etkisi ile Japonya’da bereket simgeleri yerini hızla Maneki Neko’ya bırakmaya başlamıştır.
8)Üzerindeki Sembollerin Snlamları
Maneki Neko’nun boynunda bağlı olan aslında bir çan sembolü. Eski dönemlerde varlıklı insanlar evcil kedilerine değişik renkli bir boyunluk ve üzerine de çan asarlardı böylece sahipleri kedilerin yakasındaki renkten ve çan sesinden nerede olduklarını kolaylıkla görebilir ve duyabilirlerdi.
Elinde tuttuğu ise, bir ryo madeni parasıdır. Ryō, Meiji öncesi Japonya Shakkanhō sisteminde altın bir para birimiydi.
9)Gotokuji Tapınağı
Maneki Neko’nun doğum yeri olarak kabul edilen Tokyo’nun Setagaya semtinde bulunan Gotokuji tapınağı her yıl binlerce turisti ağırlamaktadır.
Bahçesinde yüzlerce Maneki Neko objesi olan tapınağa yolu düşenler için bir bilgi, giriş ücretsiz olup sabah 6’dan akşam 6’ya kadar ziyaret edilebilmektedir.
10)Japon Kısa Kuyruk Cinsi
Kedi türlerinden Japon kısa kuyruk (Japanese Bobtail) cinsi kedinin Maneki Neko’nun soyundan geldiğine inanılmaktadır.

kaynak:10ayn sitesi

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Günaydın mutlu sabahlar sayfamın inci taneleri

100093630_2629990717319964_8252063838539612160_n[1]

Nazım Hikmet’e bayram için bir ayakkabı almaya karar verirler.
O zamanlarda şimdiki gibi hazır ayakkabı satan bir mağaza yoktur.
Sadece ayakkabı yapan bir dükkan vardır. Oraya giderler.
Ayakkabıcı Nazım’ın ayağını bir kartonun üzerine koyar ve iyice basmasını söyler.
Daha sonra kurşun bir kalemle ayağının etrafını çizer.
Bu karton onun ayakkabı numarasıdır.
Günlerce bu ayakkabının hayalini kurar.
Babası ona ayakkabılarının siyah ve bağcıklı olacağını söyler.
Nazım’ın ayakkabıları bayramdan bir gün önce gelir.
Ayakkabılar babasının dediği gibi siyah ve bağcıklıdır.
O gün onları giymez.
Ayakkabılarını yatağının altına koyar ve arada çıkartıp onu inceler.
O gece onu uyku tutmaz.
Sabah evdekiler uyandığında Nazım’ı ayakkabı kutusu kucağında sandalyede otururken bulurlar.
Buradan sonrasını Nazım Hikmet’in ağzından dinlemek sizi daha çok etkileyecektir.
O halde Nazım nasıl anlatıyor ona bir bakalım.
“Ayakkabımı babam giydirdi.
Ayağıma olmamıştı ayakkabılarım.
Dardı ve canımı yakmıştı; ama bunu babama söylemedim.
O ‘Sıkıyor mu?’ diye sordukça ‘Hayır’ yanıtını veriyordum.
Dar, ayağımı acıtıyor.’ desem geri gidecekti ayakkabılarım ve ayakkabıcının hemen bir yeni ayakkabı yapması olanaksızdı.
O bayram sabahı canım yana yana yürüdüm.
Bir süre sonra acı dayanılmaz oldu.
Dişimi sıktım. Yürürken artık topallıyordum. Soranlara ‘Dizimi vurdum.’ dedim; ama ayakkabılarımın ayağımı sıktığını kimseye söylemedim.
Doğrusunu isterseniz yaşam da dar ayakkabıyla yürümektir.
Kimi zaman dar bir maaş, kimi zaman sevimsiz bir iş. Kimi zaman bir mekan dar ayakkabı olur bize, kimi zaman bir çevre.
Kimi zaman bir sokak, ya da bir şehir…
Kimi zaman dostluklar, arkadaşlıklar, beraberlikler bir dar ayakkabıya dönüşür.
Kimi zaman zamandır dar ayakkabı, geçmek bilmez.
Kimi zaman zenginlik, kimi zaman başınızı koyduğunuz yastık…
Canınız yanar.
Topallaya topallaya gidersiniz.
Sonradan öğrendim; yaşamın, dar ayakkabıyla yürüyebilme sanatı olduğunu.“
Günaydın mutlu sabahlar sayfamın inci taneleri
Bayramlar bayram tadında geçtiğinde kutlanır.
Herşey gönlümüzce olsun..

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

O sen miydin?

unnamed[1]

 

Adam 48 yıl önceki ilkokul öğretmenini parkta görünce, utanarak yanına yaklaşıp “hocam beni tanıdınız mı?” dedi.
İhtiyar öğretmen:
– Hayır tanımadım.
Adam:
– Hocam nasıl tanımazsınız!.. Ben ilkokul öğrenciniz M….a. Hocam sınıfımızda bir arkadaşın saati kaybolmuştu. Ben almıştım. Siz de “herkes kalksın ve ellerini tahtaya dayasın, arama yapacağım” demiştiniz. Ben utanmış ve çok korkmuştum. Sizin ve arkadaşlarımın yüzüne nasıl bakacağım diye soğuk terler döküyordum…
Sizden bir komut daha geldi.
“Şimdi herkes gözlerini kapatsın.”
Ortalarda bir yerdeydim. Aranma sırası bana gelmişti. Saati cebimden sessizce almış, devamla, aynı sessizik içinde son arkadaşa kadar aramayı sürdürmüştünüz. Sonra bizi yerimize oturtup bana ve hiç kimseye hiç bir şey söylemeden saati sahibine vermiştiniz.
Büyüdükçe içimde büyüttüm bu davranışınızı… Hocam ben şimdi 60 yaşındayım. Düşünüyorum da şu hayattaki en büyük dersi, o gün sizden almışım. Her aklıma gelişinde sarsıldım ve her aklıma gelişinde kendimi sizden kalan erdemin koruyucu gölgesinde hissettim.
“Utancı bilerek yaşamak korkunç…
Daha da korkuncu, bilerek yaşatmak.”
der Edip Cansever.
Hocam siz bana o utancı yaşatmadınız. Yaşasaydım unutur muydum, doğrusu bilmiyorum. Ama beni utandırmamanızı hiç unutmadım Hocam.
Şimdi hatırladınız mı beni?
İhtiyar öğretmen yan yana oturdukları bankta öğrencisine yaslanarak:
– O olayı ertesi gün unutmuştum ben. Şimdi sen anlatınca hatırladım
Sizlere “gözlerinizi kapatın” dediğimde ben de gözlerimi kapatmıştım. O yaştaki her çocuğun düşebileceği yanılgıya düşen öğrencime karşı içimde bir yargı oluşsun istememiştim.
O sen miydin?
Bilmiyordum, nasılsın?

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Gerçek şu ki hiçbirimiz kazanamayız, hepimiz birden kazanmadıkça…

misir-yetistirme[1]

Mısır yetiştiren bir çiftçi, her yıl en kaliteli mısır ödülünü alırmış. Çiftçi, ödül aldığı mısırların tohumlarını da ekmeleri için komşularına dağıtırmış.
Bunu öğrenen bir gazeteci röportaj yapmak için çiftliğe gelmiş. Gazeteci çiftçiye sormuş:
“Seninle her yıl aynı yarışmaya giren komşularına, kaliteli tohumlarından vermeyi nasıl göze alabiliyorsun?”
Çiftçi cevap vermiş: “Yoksa bilmiyor musun? Rüzgar, olgunlaşan mısırlardan polenleri alır ve tarla tarla dağıtır. Eğer komşularım kalitesiz mısır yetiştirirse çapraz tozlaşma sonucu her geçen yıl ürettiğim mısırın kalitesi düşer. Eğer kaliteli mısır yetiştirmek istiyorsam, komşularıma da kaliteli mısır yetiştirmeleri için yardım etmeliyim”.
Yaşamlarımız da böyledir. Hayatlarını anlamlı ve iyi bir şekilde yaşamak isteyenler başkalarının hayatlarını da zenginleştirmelidir. Bir yaşamın değeri dokunduğu hayatlarla ölçülür. Ve mutluluğu seçenler, başkalarının mutluluğa ulaşmasına yardım etmelidir. Birimizin refaha ulaşması, herkesin refaha ulaşmasına bağlıdır.
Buna kollektivitenin gücü diyebilirsin,
Buna başarının ilkesi diyebilirsin,
Buna hayat kanunu diyebilirsin.
Gerçek şu ki hiçbirimiz kazanamayız, hepimiz birden kazanmadıkça…
*Alıntı

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Çingenelerin Hıdırellez Duası:

95871675_267554574422079_4792042144841859072_n[1]
Bu yeni zamanda sevdiğim kim varsa,
kendim de dahil, sevebileceğim herkes de dahil…
Sağlığı iyi olsun.
Kalbi ritmini çalsın.
Yanakları kiraz pembesi,dudakları bal olsun. Teni sıcak kalsın, enerjisi dışına taşsın.
Ciğerlerinden nefes, midesinden gurultu, bacaklarından güç eksik olmasın.
Kanı bol olsun,
damarlarında dönüp dönüp dolaşsın.
Sevdikleriyle bir arada olsun. Kolu kollarına değsin,
gözü gözlerinin içine baksın.
Lafları birbiriyle başlasın.
Nesi varsa, bölüşecek biri olsun;.
nesi yoksa bulup getirecek biri olsun.
Bu birileri az ama öz olsun. Bazıları dünyada tek olsun. Sevgisinin tamamını harcasın…
Harcasın ki,ona büyük bir miras kalsın.
Sevmekten bıkıp usanmayacağı biri olsun.❤️Onun yeri ayrı olsun.
Onu soysun,başucuna koysun ama yalan uydurmasın.
O her şeyine her haline,tek tanık olsun.
Bir hareketiyle güldüren ,bir hareketiyle ağlatan olsun. Duyguların hepsi onda olsun.
Kalbi buna teslim olsun.
Bütün şarkılar onu anlatsın. Aşık olsun,sırılsıklam olsun. Kurumasın.
Yapmaktan bıkıp usanmayacağı bir işi olsun. Başarının gerçek adının bu olduğunu unutmasın.
İbadet eder gibi,bu keşfini her gün yeniden kutlar gibi,onu yapıp dursun.
Yaptıkça daha iyi yaptığını görsün.
Daha iyi yaptıkça bunu başkaları da görsün.
O başkalarının bunu gördüğünü,dış gözüyle görsün, iç gözüyle işine baksın.
Neşesi bol olsun…
Kendini mutlu etsin,
durduk yere neşelenmek nedir bilsin.
İçinde bir şey durup durup zıplasın.
Duydukları,gördükleri onu gıdıklasın,kahkaha attırsın. Gürültü çıkarsın.
Saçma şeyler söylesin. Çocuklukta en şımardığı zamana,sık sık gidip gelsin. Nereye gidip geldiği bilinmesin.
Değiştirmek istedikleri değişsin.
İçte ve dışta ,iyi günde ve kötü günde tadilat yapsın.
Eskilerini atsın,ruhunu havalandırsın.
Kapıda hep kamyonu dursun. Dilediği yere taşınsın. Kendinden taşınmak isterse, içindeki güç dışındaki sevgi ona yardımcı olsun. Bileği,bütün alışkanlıklarıyla,bağımlılıklarıyla güreşsin.
Bir şey ona sürpriz olsun. Günlerinden bir günü bir pakete sarılı olsun. Açılınca ,içinden hiç beklemediği güzel bir haber çıksın.
Bugün üç yüz altmış beşten herhangi biri olsun.
Öylesine bir pazartesi, arkaya
kavuşturduğu ellerinde ,unutulmaz bir salı saklasın.
Öyle tahmini mümkün olmayan bir şey olsun ki bu, hayatın zekasını anlatsın.
Bir hayali gerçek olsun.
Bir hayale gözünü yumsun. Peşinden koşup,onu
sobelesin.
Hayalini kendinden saklamasın.
Bir çizgi filmde olduğunu, her şeyin mümkün olduğunu unutmasın.
Bu duayı okusun.
Kendi sesiyle duysun.
Duası gerçek olsun.
Her kelimesine şükretsin.
Tek satırına nazar değmesin.
Amin AMİN AMİNNN

ALINTIDIR…

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

‘Kişisel Şifre’ analizinizi yapmanın ilk adımı, Doğum Tarihinizi bilmeniz

images (64)[1]

 

‘Kişisel Şifre’ analizinizi yapmanın ilk adımı, Doğum Tarihinizi bilmeniz ve bundan elde edilen 8 haneli bir sayılar zinciri elde etmenizdir.
Hesaplamanın temelinde ‘Fadik Sistem’ bulunmaktadır. Yani, herhangi karmaşık sayının, tek haneye ininceye kadar kendi arasında toplanmasına dayanmaktadır.
Böylece: 10, 1+0= 1 1990, 1+9+9+0 = 19 19, 1+9=10 10, 1+0=1 olmaktadır. (Daha hızlı bir hesaplama için karmaşık rakamlardaki ’9′ sayısını, ’0′ yani etkisiz eleman kabul edebilirsiniz. ’9′lar dahi ya da hariç hesaplama yaptığınızda sonucun aynı çıktığını görebilirsiniz.)
Bir örnek doğum tarihi alalım ve Kişisel Şifremizi oluşturan sayıları tespit edelim. Tüm sayılardan en az bir tane olacağı için ben 12 Mayıs 1964 tarihini almayı uygun buldum. 12 Mayıs 1964 = 12.05.1964 = 12 / 05 / 1964 3 5 2 1 4 8 7 6 (toplama işlemlerini kolayca ve hata oranını düşürerek yapmak, ileride detayları verilecek element, işletim sistemleri vs gibi detayları ilk bakışta görebilmek açısından yukarıdaki dizilimi önerebilirim, bununla beraber hesaplanan her yeni şifre yan yana da yazılabilir.)
İlk Hane (Kişilik-Görme Duyusu-Zihin-İnsanlar Sizi Nasıl Görüyor-İlk İzlenim): Doğum Günü tarihidir. Bu örneğimizde 12′dir. Rkamları tek haneye indirgememiz gerektiği için topluyoruz. 12 , 1+2 = 3
İkinci Hane (Sosyal Bilinçlilik-Duyma Duyusu-Duygu-SesTonu-Konuşma Biçimi):Doğum ayına bakılarak hesaplanır. Örneğimizde tek basamaklı bir sayı olan ’5′tir. (Ama, aralık ayı olsa idi, 12 yani 1+2=3 yapacak ve bu haneye bu bulduğumuz sayıyı yazacaktık.)
Üçüncü Hane (Küresel Bilinçlilik-Tatma Duyusu-Dürtünüz-İnançlar ve Dünyayı Algılamanız-Almak İstediğiniz Roller-Dünya Görüşünüz): Doğum Yılınızdır. Örneğimizde 1964′tür. Rakamları bir arada toplayıp, 1+9+6+4=20, ardından 20′yi 2 + 0 = 2şeklinde olacaktır. Ve 3.haneye yazın.
Dördüncü Hane (Yaşam Döngüsü-Koku Duyusu-İş Yapma Biçiminiz-Olaylara Yaklaşımınız-Bir şeylerden Nasıl Uzaklaştığınız) : Üst sıradaki 4.haneyi hesaplamak için ilk üç hanedeki rakamları topluyoruz. 3 + 5 + 2 = 10, tek haneye indirmek için 1 + 0 = 1 rakamını buluyoruz ve yazıyoruz.
Beşinci Hane (Ders hanesi-Dokunma Duyusu-Zihniniz-Öğrenmeniz Gereken Hayat Dersiniz-İnsanların Yaşamına nasıl Dokunuyorsunuz?-Sık Sık karşılaştığınız Önemli Sorunlar): Bu haneyi ‘Yaşam Döngüsü’ ve ‘Kişilik’ Hanesinde yer alan sayıları toplayarak bulabiliriz. Yani 1. hane + 4. Hane toplamı bize bu haneye ait şifreyi vermektedir. Örneğimizde, 3 + 1 = 4 ‘tür.
Altıncı Hane (İçsel Benlik-Ruh Duyusu-Duygularınız-Kendinizi Tanımlama Biçiminiz-Kendiniz Hakkında Ne Düşünüyorsunuz?- Olduğunu Düşündüğün Kişilik-İçsel Sesiniz): Bu ikinci sıradaki ilk hanedir. Hemen üzerindeki iki sayının toplanması ile bu hane elde edilir. Yani, ‘Kişilik Hanesi’ ile ‘Sosyal Bilinçlilik’ Haneleri toplanır ve İçsel Benlik Sayısı elde edilir. Örneğimizde bu sayılar 3 + 5 = 8′dir.
Yedinci Hane (İçsel Çocuk-sezgi Duyusu-Dürtünüz-Beklenmedik Durumlardaki Tavrınız-Güvenecek Hiçbir Şey Yoksa Güvendiğiniz Dürtünüz): Bu hane, ‘Sosyal Bilinçlilik’ ve ‘Küresel Bilinçlilik’ haneleri toplanarak bulunur. Yani, üst satırda yer alan 2. ve 3. haneler toplanarak elde edilir. Örneğimizde, 5 + 2 = 7′dir.
Sekizinci Hane (Ruh Duygusu-yaradılış Duyusu-Pratiklik-Canlanıp Harekete Geçmemizi Sağlayan Dürtü-Gerçek ve Doğal Kişiliğiniz-Varlığın Derinliğindeki Duyunuz): 3. satırdaki bu hane hemen üzerindeki 2 sayının toplanması ile elde edilir. Yani, ‘İçsel Benlik’ ve ‘İçsel Çocuk’ rakamları toplanarak bulunur. Örneğimizde bu sayılar, 8 + 7 = 15 dolayısı ile 1 + 5 = 6 olacaktır. Böylece Kişisel Şifrelerin hesaplanması tamamlanmış olur.
Dokuzuncu Hane (Kader Şifresi-Yaşam Duyusu-Varoluş Amacınız ve Göreviniz- Evren ile Uyum Sağlamak İçin Ne Yapmanız Gerekiyor?): Kader Şifresini, tüm bu sayıların tamamını yan yana yazıp toplayarak elde ederiz. Şöyle ki: 3 + 5 + 2 + 1 + 4 + 8 + 7 + 6 = 36, 3 + 6 = 9 olarak hesaplarız. ve ). Hanemizi yani Kader Şifremizi buluruz.
Kader Şifresi; 1 Yaratıcılık,Bağımsızlık, Özgünlük, ego, kendine düşkünlük. Bu insan doğal bir liderdir. Kendine yeterlidir ve hırslıdır. İş hayatında aşırılıklardan, Hükmedici davranmaktan ve acelecilikten kaçınmalıdır.
2 Sezgi, İş birlik anlayışı, Tasarım ve kavrama, Aşırı duyarlık, Bağımlılık. Bu insan sevgi dolu,barış yanlısı, eleştirici ve ideal ortaktır. Detaylara gömülmekten, Ve yalnız kalmaktan kaçınmalıdır.
3 Sanat Kabiliyeti, Sosyal kişilik, Dostluk meyli, Yüzeysellik,Ziyankarlık. Bu insan dışa dönüktür. Hayatı ve eğlenceyi sever. Yaratıcı ve duyarlıdır. Rutinden hoşlanmaz. Kendine disiplin uygulamayı öğrenmelidir.
4 Pratiklik, Uygulayıcılık, Güvenirlik, Bükülmezlik, Sağlamlık. Sıkı bir çalışandır. Her şeyin başarılmasını ister. İyi bir arkadaş ve candan olmayı öğrenmelidir. Güvenlik duygusunun aşırılığından sakınmalıdır.
5 Özgürlük, Uyum Kabiliyeti, Gezginlik, Değişkenlik, Erotizm meyli. Cesur, yürekli ve ikna edici bir kişiliktir. Güzel şeylerden ve bunlara sahip olmaktan hoşlanır. Can sıkıntısından fazla etkilenir. Bunun aşırılığından sakınmalıdır. Kolayca amacından sapması olasıdır.
6 Aşk, Sorumluluk, Anlayış, Her işe karışmak, Kıskançlık. Sıcak, koruyucu ve mutlu kişiliktir. Güvenilir ve sağlam yapıdır. Sevdiği insan için her türlü fedakarlığı yapar. Kendini aşırı kötümser hissetmekten ve başkaları tarafından istismar edilmiş duygusundan arınmalıdır.
7 Ruhsallık, Zihni analizcilik, Zeka, Eleştiricilik, Sır saklama ve baskıcılık. Derin bir düşünürdür. Ruhsal meyillidir. Eksantrik ve değişkendir. Soğuk ve mesafeli durmaktan kaçınmalıdır. Yalnızlıktan ve iyi şeylere sahip olamama duygusundan arınmalıdır.
8 Yöneticilik yetenekleri, Organizasyon yeteneği, Güçlülük, Maddi ve adil. Güçlü,kararlı ve sonca giden kişiliktir. Para ve maddi konularda başarılıdır. Amacının karşısında gördüğü insanlar için duygusuz davranma meylinden arınmalıdır.
9 Sanatkar yetenekleri, Hümanist, Romantik, Duygusallık, İsraf ve konfor . Sezgili, Duyarlı ve yaratıcı kişiliktir. Dünyaya kendini kanıtlamak için savaşır. Kötü alışkanlıklarından kurtulmak ve hayatın küçük detaylarından fazla etkilenmemek için çalışmalıdır.
11 Sezgi gücü, Ülkücülük, Keşif yeteneği, Duyarlık, Fanatik. Hayalci ve öngörülü kişiliktir. Sanatkardır. Bilinç üstü gelişmiştir. Çok gergin ve aşırı duyarlı olmaktan korunmalıdır.
22 Pratik bir idealist, Maddi alanda üstünlük,Çabuk zengin olabilen,Saldırgan. Amacına bağlı ve pratik kişiliktir. Global düşünce tarzına sahiptir. Çok erken dünyaya gelmiş olmak duygusundan ve geleceğe fazla düşkün olmaktan sakınmalıdır.

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

10 ALTIN ANAHTAR

89280203_646086909518277_2900264021963833344_n[1]
1- Nefes alın. Ne zaman sıkılırsanız, farkında olun ve nefes alın. Nefes ruhunuzun beden ile bağıdır. Bu bağlantınız hep yerinde olsun.
2- Su için. Vücudunuzda su yoksa ruhunuzun ikamet ettiği beden ne görevlerini ne de sizin arzularınızı gerçekleştirebilir.
3- Endişeye değil, neşeye odaklanın. Ancak neşe karşınızdaki kapalı kapıları açan anahtardır. İçinizden gelmiyorsa bile, gülün, kahkaha atın, frekansınızı değiştirin. İçinizden gelmese de radyonun kanalını değiştirin.
4- Yarının problemlerini bugünün enerjisi ile çözemezsiniz. Size bugün için gerekli tüm güç verildi. Ve yarın, yarın için gerekenler verilecek. Taşıyamayacağınız hiçbir yük size verilmez. Kendinize güvenin.
5- Kendi anne babamızı biz seçtik. Onlara gereken saygıyı gösterin. Ne olursa olsun. Kızsanız da, darılsanız da, üzülseniz de, saygı gösterin. Bazen saygı sevgiden de önemli olabilir.
6- Çocuklarınız size ait değiller. Onlara hak ettikleri gibi, bağımsız ve özgür varlıklar olarak gerekli sevgi ve saygıyı gösterin. Ve bilin ki onlar sizi seçti, sizin kendi anne babalarınızı seçtiğiniz gibi. Yaşamak için geldikleri bir yol. Onlar için bir şey yapmak istiyorsanız bu yolu yürümeleri için onlara destek olun.
7- Ruhunuzun ölümsüz olduğunun farkında olun. Hep vardınız ve hep var olacaksınız.
8- Sözleriniz ile her gün, her an neler yaratıyorsunuz? Kelimeleriniz ile kendinize mahvoldun diyerek, dizlerim bitti diyerek, bu iş beni hasta etti, diyerek gerçekleşecek kehanetler yaratmayın.
Güçlüsünüz, insansınız, inanırsanız başarırsınız.
9- Yapın. Yapmadıklarınıza pişmanlıklarınız her zaman daha çok olur. Yüreğinizin derinliklerine bir dilek olarak geliyorsa ve size neşe veriyorsa, durmayın yapın.
10- Bilmek istediklerinizi sorun. Soru varsa, cevap mutlaka gelecektir. Her zaman ilk gelen cevap en doğrusudur.
Moshe Abudaram

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. 1 Comment »

VERMEYİNCE MABUD, NEYLESİN SULTAN MAHMUT…

4e4efa90d91877efa49c4ae7c74c52d3[1]

Sultan Mahmut kılık kıyafetini değiştirip dolaşmaya başlamış. Dolaşırken bir kahvehaneye girmiş oturmuş. Herkes bir şeyler istiyor.
Tıkandı Baba, çay getir!..
Tıkandı Baba, kahve getir!..
Bu durum Sultan Mahmut’un dikkatini çekmiş.
– Hele baba anlat bakalım, nedir bu Tıkandı baba meselesi?
– Uzun mesele evlat, demiş Tıkandı baba.
– Anlat Baba anlat! Merak ettim deyip çekmiş sandalyeyi.
Tıkandı baba da peki deyip başlamış anlatmaya;
Bir gece rüyamda birçok insan gördüm, her birinin bir çeşmesi vardı ve hepsi de akıyordu. Benimki de akıyordu ama az akıyordu. “Benimki de onlarınki kadar aksın” diye içimden geçirdim. Bir çomak aldım ve oluğu açmaya çalıştım. Ben uğraşırken çomak kırıldı ve akan su damlamaya başladı.
Bu sefer içimden “Onlarınki kadar akmasa da olur, yeter ki eskisi kadar aksın” dedim ve uğraşırken oluk tamamen tıkandı ve hiç akmamaya başladı.Ben yine açmak için uğraşırken bir zat göründü ve: “Tıkandı Baba, tıkandı. Uğraşma artık”, dedi. O gün bu gün adım “Tıkandı Baba”ya çıktı ve hangi işe elimi attıysam olmadı. Şimdi de burada çaycılık yapıp geçinmeye çalışıyoruz.
Tıkandı Baba’nın anlattıkları Sultan Mahmut’un dikkatini çekmiş. Çayını içtikten sonra dışarı çıkmış ve adamlarına:
“Her gün bu adama bir tepsi baklava getireceksiniz. Her dilimin altında bir altın koyacaksınız ve bir ay boyunca buna devam edeceksiniz” demiş.
Sultan Mahmut’un adamları peki demişler ve ertesi akşam bir tepsi baklavayı getirmişler. Tıkandı Baba’ya baklavaları vermişler. Tıkandı Baba baklavayı almış, bakmış baklava nefis.
– “Uzun zamandır tatlı da yiyememiştik. Şöyle ağız tadıyla bir güzel yiyelim” diye içinden geçirmiş. Baklava tepsisini almış evin yolunu tutmuş. Yolda giderken “Ben en iyisi bu baklavayı satayım evin ihtiyaçlarını gidereyim” demiş ve işlek bir yol kenarına geçip başlamış bağırmaya.
Taze baklava, güzel baklava!
Bu esnada oradan geçen bir adam baklavaları beğenmiş. Üç aşağı beş yukarı anlaşmışlar ve Tıkandı Baba baklavayı satıp elde ettiği para ile evin ihtiyaçlarının bir kısmını karşılamış.
Müşteri baklavayı alıp evine gitmiş. Bir dilim baklava almış yerken ağzına bir şey gelmiş. Bir bakmış ki altın. Şaşırmış, diğer dilim, diğer dilim derken bir bakmış ki her dilimin altında altın var. Ertesi akşam adam acaba yine gelir mi diye aynı yere geçip başlamış beklemeye. Sultanın adamları ertesi akşam yine bir tepsi baklavayı getirmişler. Tıkandı Baba yine baklavayı satıp evin diğer ihtiyaçlarını karşılamak için aynı yere gitmiş.
Müşteri hiçbir şey olmamış gibi: “Baba baklavan güzeldi. Biraz indirim yaparsan her akşam senden alırım” demiş. Tıkandı Baba da “Peki” demiş ve anlaşmışlar. Tıkandı Baba’ya her akşam baklavalar gelmiş ve adam da her akşam Tıkandı Baba’dan baklavaları satın almış. Aradan bir ay geçince Sultan Mahmut:
“Bizim Tıkandı Baba’ya bir bakalım” deyip Tıkandı Baba’nın yanına gitmiş. Bu sefer padişah kıyafetleri ile içeri girmiş. Girmiş girmesine ama birde ne görsün bizim tıkandı baba eskisi gibi darmadağın. Sultan:
– “Tıkandı Baba sana baklavalar gelmedi mi?” demiş.
– Geldi sultanım!
– Peki ne yaptın sen o kadar baklavayı?
– Efendim satıp evin ihtiyaçlarını giderdim, sağ olasınız, duacınızım.
Sultan şöyle bir tebessüm etmiş.
“Anlaşıldı Tıkandı Baba anlaşıldı, hadi benimle gel” deyip almış ve devletin hazine odasına götürmüş.
“Baba şuradan küreği al ve hazinenin içine daldır küreğine ne kadar gelirse hepsi senindir” demiş. Tıkandı Baba o heyecanla küreği tersten hazinenin içine bir daldırıp çıkarmış ama bir tane altın küreğin ucunda, düştü düşecek. Sultan demiş;
“Baba senin buradan da nasibin yok. Sen bizim şu askerlerle beraber git onlar sana ne yapacağını anlatırlar” demiş ve askerlerden birini çağırmış.
“Alın bu adamı Üsküdar’ın en güzel yerine götürün ve bir tane taş beğensin. O taşı ne kadar uzağa atarsa o mesafe arasını ona verin” demiş.
Padişahın adamları ’peki’ deyip adamı alıp Üsküdar’a götürmüşler.
Baba hele şuradan bir taş beğen bakalım, demişler.
Baba, “niçin?” demiş. Askerler:
“Hele sen bir beğen bakalım” demişler. Baba şu yamuk, bu küçük, derken kocaman bir kayayı beğenip almış eline.
“Ne olacak şimdi” demiş.
“Baba sen bu taşı atacaksın ne kadar uzağa giderse o mesafe arasını padişahımız sana bağışladı” demiş.
Adam taşı kaldırmış tam atacakken taş elinden kayıp başına düşmüş. Adamcağız oracıkta ölmüş. Askerler bu durumu Padişah’a haber vermişler. İşte o zaman Sultan Mahmut o meşhur sözünü söylemiş

VERMEYİNCE MABUD, NEYLESİN SULTAN MAHMUT…

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Durumlar her zaman değişiyor, o halde ihtiyacın olan sabit bir hayat modeli değil, bakış açısıdır,

renkli-taraf1[1]

 

Yakın zamanlarda bir dükkân açmış olan bir adam, dükkânının tepesine “Burada Taze Balık Satılır” yazan büyük bir tabela astı.
Yanına bir arkadaşı geldi ve dedi ki “ Tabelada neden “Burada” yazıyor?” Adam “Burada” kelimesini tabeladan kaldır…dı.
Sonra başka bir arkadaşı geldi ve dedi ki “ “Satılır”? Tabii ki satılır. Bağış yapmıyorsun, öyle değil mi?” “Satılır” kelimesi tabeladan kalktı.
Üçüncüsü geldi ve dedi ki “ “Taze Balık”? Taze olmak zorunda. Bayat balığı senden kim alacak? “Taze” kelimesi çıkartıldı.
Dükkân sahibi boynunu eğdi. Tabelada şimdi sadece “Balık” kelimesi vardı ve dördüncü gelerek“ “Balık”? Bunu çıkartmak ne iyi olur! Zaten bir kilometre öteden kokusunu alabilirsin” dedi. Dükkân sahibi tabeladaki son kelimeyi de sildi.
Beşinci bir adam geldi ve dedi ki “Dükkânın tepesine boş bir tabela asmanın ne anlamı var?” Dükkân sahibi tabelayı çıkarttı.
Sahneye altıncı bir adam geldi ve dedi ki “ Bu kadar büyük bir dükkân açtın. “Burada Taze Balık Satılır” yazan bir tabela asamıyor musun?”
İnsanları dinlemeye devam edersen daha çok ve daha çok aklın karışacak; bu şekilde aklın karışmış duruma geldin. Senin karışıklığın bu: bir sürü insanı dinlemek ve hepsi farklı tavsiyelerde bulunuyorlar. Ve ben onların iyi niyetli olmadıklarını söylemiyorum; iyi niyetliler, ancak bilinçli değiller; öyle olsalar sana tavsiyede bulunmazlardı. Sana bir iç görü verirlerdi, tavsiye değil. Sana ne yapman, ne yapmaman gerektiğini söylemezlerdi. Senin daha uyanık hale gelmen için sana yardım ederlerdi ki, sen ne yapılması ve ne yapılmaması gerektiğini kendin görebilesin.
Gerçek arkadaş, sana tavsiyede bulunmayan, ancak daha tetikte olman, daha uyanık olman, hayatın içinde daha bilinçli olman için yardım edendir- hayatının problemlerinin, fırsatlarının, gizemlerinin içinde- sana kendi yolculuğuna çıkman için yardım edendir, deneyimlemen için, araştırman ve araman için, birçok hata yapman için seni cesaretlendirendir.
Çünkü hata yapmaya hazır olmayan, asla hiçbir şey öğrenmeyecektir.
Gerçek arkadaş, zekânı keskinleştirmen için yardım eder. Sabit tavsiyelerde bulunmaz, çünkü sabit tavsiye işe yaramaz. Bugün doğru olan, yarın doğru olmayabilir ve bir durumda doğru olan başka bir durumda yanlış olabilir. Durumlar her zaman değişiyor, o halde ihtiyacın olan sabit bir hayat modeli değil, bakış açısıdır, böylece nerede olursan ol, kendini hangi durumda bulursan bul, kendiliğinden nasıl davranacağını ve kendi varlığına nasıl dayanacağını bilirsin – OSHO

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »