Enerji…

52774239_395527121257763_3530501016103419904_n[1]

Kas Testiyle Sorduğunuz Sorulara Cevap Bulabilirsiniz…

anette inselberg kas testi

 

Hayatta bazen yol ayrımlarına geliriz ve ne yapmamız gerektiğini bilemeyiz?
Bu çalışmayla sorduğumuz tüm sorulara cevap bulabiliriz…
Başka şehre taşınmalı mı, o işe girmeli mi, bu seminere gitmeli mi gibi…

Böyle durumlarda kullandığım ve çok işime yarayan basit bir çalışmayı sizinle paylaşmak istiyorum
1) Ayağa kalkın ayaklarınızı birleştirin ve burnunuzdan üç kez nefes alıp ağzınızdan verin
2)Gökyüzünden yeşil bir ışığın kalbinize aktığını hayal edin
3)Sorunuza iyice konsantre olun ve vücudunuzu gevşek bırakın
4)Sorunuzu sesli bir şekilde sorun (İlişkiye devam etmem benim için iyi mi gibi?)
5)Soruyu sorduktan sonra vücudunuzun öne doğru gitmeye çalışıyorsa cevap olumludur
6)Soruyu sorduktan sonra vücudunuz geriye doğru gitmeye çalışıyorsa sorunuzun cevabı olumsuzdur
7)Gökyüzünden gelen yeşil ışığın kesildiğini hayal edin
8) Burnunuzdan üç kez nefes alıp ağzınızdan verin ve çalışmayı bitirin…
9)Yeni soru sormak için en az bir saat bekleyin…
Benim çok faydasını gördüğüm bu çalışmanın size de fayda getirmesini ve güzel cevaplar almanızı dilerim…
Sağlıcakla,
Anette İnselberg
Not: Bu uygulamanın temeli kas testine (kinesiyoloji) dayanmaktadır.Kinesiyoloji ilk olarak 1964 yılında Dr. Goodheart keşfetmiştir. Doğruyu söylediğimizde kaslarımızın güçlü, yalan-yanlış söylediğimizde zayıf tepki verdiğini, enerji bedenimizle bilinçaltımız arasında kuvvetli bir bağ olduğunu farketmiştir.
Farklı uygulama şekilleri olsa da, kendinize, telefonda başka bir kişiye, veya yanınızki birine kolayca uygulayabileceğiniz bir yöntemden bahsetmek istiyorum.
Bu teknikte kişi ayakta durmalıdır. Beden olumlu bir cevapta öne doğru eğilir.
Olumsuz bir cevapta arkaya doğru eğilir, eğilmelidir. Eğer beden hiç eğilmezse kişinin bedeni muhtemelen susuz kalmıştır. Kişi su içerek tekrar evet-hayırlara doğru cevap alıncaya kadar denemeli, ardından merak ettiği soruyu sormalıdır.
Önce bir deneme yapmak isterseniz adınız neyse onu söyleyin diyelim ki ”adınız Alev”…
”Benim adım Alev mi” deyin ve bedeninizin ne tarafa eğildiğine bakın. Bu sizin evetinizdir.
”Sonra da benim adım Mehmet” mi deyin ve bedeninizin ne tarafa doğru gittiğine bakın bu da sizin hayır yönünüzdür…

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Tüm Ağrılarınızı Parmaklarınıza Uyguladığınız Bir Dakikalık Masajla Rahatlatabilirsiniz…

anette inselberg şifa mudra masaj

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Baktığın… Gördüğün…

52651136_436351800518090_1513840843578933248_n[1]

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Dip…

52840122_1136732863166671_8763655157150908416_n[1]

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Hey Dikkatliyim Diye Geçinenler 3 Saniyede Deveyi Bulun Bakalım…

53023819_331807597469002_6726038791217217536_n[1]

Ortaya Karışık kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Kim Haklı…

52666790_782401868803955_302130986265608192_n[1]

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Evveldi, çok evvel….

ANETTE İNSELBERG ESKİ
Yan yanayken saate bakmanın ayıp olduğu zamanlardı.
Karşılıklı oturdun mu masaya, bir gözlere bir de uzaklara bakılırdı, eski yad edilirken.
Ellerde telefonlar yoktu.
Çocuktuk.
Büyükler, eski günleri konuşurken uyuyakalmak diye bir şey vardı.
Sevmeler sessiz ve sebepsizdi.
Ne gösterişe gelir, ne nedenlere sığardı.
Her şeyden önce samimiyet gelirdi.
Sevda sırdı, Söylenmezdi.
Sevilenin adına türküler yakılır ama onun ardından kimseye yakınılmazdı.
Eşyalar pahası ile değil, hatırası ile kıymetlenirdi.
İnsanlar aldıkları ile değil,
verdikleriyle değer ifade ederdi.
Sahi utanmak diye bir şey vardı.
Yüzsüzlük, profesyonellik adı altında prim yapmıyordu.
Dert çekmenin bile bir adabı vardı.
Gönlün yükü, gözlerden anlaşılırdı.
Gönülden geçen ile dilden dökülenin arası böylesine uzak, böylesine hoyrat değildi.
Evveldi. Güzeldi…
Biz bu içimizdeki uçurumları ve kalpler arasındaki mesafeleri sonradan icat ettik.
Henüz yenilmemiştik kendimize.
Mutluluklar fotoğraf karelerinden ibaret değildi.
Mutlu edilmek isteği hastalıklı bir hal almamıştı.
Eşyalar değil, insanlar ağırlanırdı evlerde ve kalplerde.
Henüz bu kadar yalnız değildik.
Başkalarınca beğenilmek her şeyden önemli değildi.
Evveldi… Güzeldi… Alıntı. …….
Teşekkürler

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

KAZARA KİMSEYLE TANIŞMIYORUZ. 5 ÇEŞİT KOZMİK BAĞLANTI…

anette inselberg tesadüf

Evren, ve yolları gizemli, kaotik ve karmaşıktır, ama her nasılsa her şey doğru yerde gibi görünüyor.
Tesadüf diye bir şey olmadığını söyleyen pek çok gerçek var. En basit şeyler bile, daha büyük bir plan bağlamında ortaya çıkar ve daha büyük bir amaca hizmet eder. Ve bunların hepsi, evrenin sihrini kullanır.

Hayat pürüzsüz değildir. Hepimizin iniş ve çıkışlarımız var, bazı yollardan geçiyoruz, bazıları diğerlerinden daha zor ve yaşamın tüm ayrıntıları, en önemsiz deneyimleri bile, anlam ve değer ile ağır. Ve Evren yolculuğumuzda bize eşlik ediyor.
Tüm yaşamımız boyunca, farklı amaçlara hizmet eden insanlarla karşılaşırız, bize birşeyler öğretirler ya da hiçbir iz bırakmadan hayatımızdan ayrılırlar. Bazıları sonsuza kadar yanımızda kalmak zorunda kalır, bazıları değildir, ama kısacası her tür insanla tanışmamızın bir sebebi var.
Hayatınızda karşılaşacağınız 5 tür kozmik bağlantı vardır:
1.Bizi uyandırmak isterler
Hayatlarımıza giren ve çok sayıda değişiklik getiren bazı insanlar var. Doğrudan ya da dolaylı olarak, varlığını hatırlatarak uyanmamızı isterler, eğer hayatımızda bazı değişiklikler yapmazsak ilerleyemeyiz. Ve Evren uyanmamız için başka yollar arar.
Bu insanlar, gizli kaldığın halde, keşfedilmemiş kalan gizli potansiyelini uyandırır.
2.Bize hatırlatanlar
Bazı insanlar hayatlarımızda sadece hedeflerimizi hatırlatmak için dururlar. Evrenin bize böyle bir şey vermesinin nedeni, yaşamdaki yolumuza odaklanmamıza yardımcı olabilir.
Bu insanlar bize kim olduğumuzu ve gerçekten ne istediğimizi hatırlatır.
3.Büyümemize yardımcı olanlar.
İnsan olarak büyümemize yardım eden insanlar var. Bize eşlik ediyorlar ve hayatımızdaki yolculuğumuzda bize rehberlik ediyorlar. Bazen bizi incitebilir veya zorlu bir maceraya sürükleyebilirler ve bu sayede bize kaybettiğimiz zamanı gösterirler. Kendi başımıza öğrenemeyeceğimiz şeyleri öğrenmemize yardımcı olurlar.
Bu insanlar büyümemiz için bizi cezbeder.
4.Bizim için yer tutanlar.
Bazı insanlar hayatımızda kısa ve önemsiz bir şekilde bulunurlar, muhtemelen onları hatırlamıyoruz bile. Bunlar metroda, caddede, bir kahvehanede tanıştığınız, daha az bağlantı kurduğumuz, daha fazla bağlantı kuramadığımız insanlardır. Amaçları sadece bizim için yer tutmaktır.
Bunlar, yolculuğunuzda sizi destekleyen yoldaşlar, ruhunuzun hayranlarının bir türü, içinizdeki iyiliği neşelendirmek için varlar!

5.Kalanlar.
Birkaç kişi, sonsuza kadar bizimle kalamayacak kadar ileriye götürecek Nadir ve bulması zor olan bizim için en değerli insanlardır. Onlar bizim yakın dostlarımız, ailemiz, kendi ruh grubumuzun tüm üyeleri ve hatta belki de ruh eşimizdir.
Bu insanlar, sizinle aynı veya en azından benzer bir görevi sürdüren ortaklardır.
Zamanı geldiğinde, Evren bizim için bir kişi gönderecektir. Varlığı bizi hoş ve güvenli hissettirir. Yapmanız gereken tek şey, onları beklerken sabırlı olmaktır, çünkü er ya da geç geleceklerdir. Ve onları bulduktan sonra sonsuza dek kalacaklardır.
Onlar sizin İkiz Aleviniz ve ruhlarınızdaki manyetik güç sizi birbirine doğru yönlendirecektir. Yapmanız gereken tek şey kalbinizi takip etmektir!
Kaynak: spritüeller

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

AYNA ÇALIŞMASI

anette inselberg ayna çalışması
Bir kişiye kızdığımız ya da bir olaya üzüldüğümüz zaman, burada kendi içimize dönüp aramamız gereken üç şey vardır.1. Bu olay, negatif bir bilinçaltı kaydımı değiştirmem gerektiğini mi haber veriyor?
2. Bu olay ya da kişi, hangi korkumun düğmesine basıyor?
3. Bu kişi bana aynalık mı yapıyor?
….Birinin bize aynalık yapması ne demektir?
Birinin bize aynalık yapması demek, bize kabul etmediğimiz ve kimse fark etmesin diye büyük bir gayretle kendimizden bile sakladığımız yönlerimizi göstermesi demektir. Hayatımızda bu işle görevli kişiler genellikle çocuklarımızdır. Çocuğu olanlar, çocuklarındaki beğenmedikleri davranışları kendileri nerede, ne zaman ve ne şekilde yaptıklarını bularak kendilerini önemli ölçüde değiştirebilirler.
Birine bir sıfat söylüyorsanız, örneğin kıskanç diyorsanız, siz nerede, ne zaman ve nasıl kıskançlık yaptığınızı bulup bu huyunuzu ya değiştirir ya da kıskançlık yapan kişileri de, kendiniz gibi kabul edersiniz.

Bir arkadaşım ayna çalışması yaparken dolandırıcılara çok kızdığını, fakat kimseyi dolandırmadığını ısrarla iddia ediyordu. Halbuki bir saat önce birlikte yemek yerken bize şöyle bir olay anlatmıştı:
Birbirlerine çok benzeyen ikiz kızlarından birisi hastalanmış. Hasta olanın gidip bir resmi dairede imza atması gerekiyormuş. Arkadaşım da hasta olanı evden çıkarmamak için, sağlıklı olan ikizini götürüp onun adına imza attırmış.
Ne kadar masum bir dolandırıcılık örneği! Dolandırıcılığın iyisi kötüsü olmaz. Herkesin yaptığı şeyi yapmak için nedenleri vardır. Herhalde arkadaşım bunu bulduktan sonra dolandırıcılara o kadar da kızmıyordur, ya da masum dolandırıcılıklar yapmıyordur. Her şey insanlar içindir ve bütün insanlar sevgiyi ve kabul edilmeyi hak eder.
Ayna çalışması ruhsal temizlik için çok önemli bir çalışmadır. Sadece bu çalışmayla bile hepimizin her şey olduğumuzu, aslında ne kadar aynı ve bir olduğumuzu anlayabiliriz.
Elinize bir kağıt kalem alın. Bütün yakınlarınızın ve birlikte çok vakit geçirdiğiniz kişilerin ismini alt alta yazın. Anne, baba, eş, çocuk, kardeş, çok sık görüştüğünüz yakın dostlar. Şimdi de her bir ismin yanın onların beğenmediğiniz yönlerini yazın. Sonra da bunları bir bir nerede, ne zaman ve nasıl yaptığınızı bulun. Bulamazsanız gözlerinizi kapatıp medite hale geçin, birkaç kez derin nefes aldıktan sonra cevabı alacağınıza inanarak içinize sorun. Mutlaka bir görüntü ya da his alıp nerede böyle olduğunuzu bulacaksınız. Bulamıyorsanız, inanmıyorsunuz demektir. Çünkü bugüne kadar benim hiç bulamadığım olmadı. Kimin hakkında ne dediysem, kendimde buldum.
“Niye etrafımda bu tip insan dolu?” diye soruyorsanız. Biliniz ki o tip insan sizsiniz ama bunu kabul etmiyor, içinizde bir yerlerde böyle olduğunuz için kızıyor ve değilmiş gibi davranıyorsunuz. Sizinle aynı enerjide olan insanları etrafınıza çekersiniz. Siz onlara, onlar size aynalık yaparsınız. Siz enerjinizi çözdüğünüz zaman, ya hayatınızdan çıkacaklar ya da size karşı davranışları değişecektir. Onlar değişmeyecekler, diğer kişilere yine eskisi gibi davranacaklar, ama size karşı davranışları değişecektir. Siz enerjilerinizi değiştirdiğiniz zaman karşınızdaki kişilerin size karşı olan davranışlarını da değiştirmiş olursunuz. Sizden giden mesaj değiştiğinde, karşıdan yansıyıp size dönen mesaj da değişmiştir.

Ayna çalışmasını sevmediğim günlerde, bunun iki sebebi vardı:
1. Ayna çalışması o kadar aydınlatıcıdır ki, egonuz sizi bu çalışmadan kaçırmak ister.
2. Hiç kimse kendi karanlık yüzünü kabul etmek kolay değildir. Biz kolayca başkalarını karalayabiliriz ama iş kendimize gelince, hep aynı tür davranışlarımız için makul bir açıklamamız vardır. “Ben onun gibi yapmıyorum ki! Belki de hayatımda bir kere yapmışımdır.” Sonuçta siz aynı durumu niye ve kaç kere yapmış olursanız olun, yaptınız ve başka kişilere de yapma hakkını verin. Onların sebepleri de kendilerine göre makul.

Herkese eşimin beni aldattığını söylemem kolaydır.
Peki ben niçin bu aldatan kişiyle yaşıyorum, niçin deneyim yapmak için onu seçtim? Çünkü aynı enerjilere sahibiz. O halde ben kimi aldatıyorum? Kendimi?
Bir kadın bunca aldatılır da hissetmez mi? Bu mümkün değildir. Ama ben gerçekten hiç hissetmemiştim. Benim kocam asla böyle bir şey yapmazdı. Evlenmeden önce pazarlık yapmıştım ya. Yapacak olsa söyler ve giderdi. Ben her zaman kendimi bu düşüncelerle kandırdım. Çünkü hissetmek hiç işime gelmezdi. Bu evliliğin sonu demek olurdu ki, benim için hayatta daha korkunç bir şey yoktu. Ben nasıl kaybetme korkusuyla kendimi aldatıyorsam, o da esir olma korkusuyla beni aldatıyordu. Suçlanma korkusuyla suratıma bakamıyor, bana soğuk davranıyor ve bu da benim değersizlik korkuma basıyordu. Ne anlaşma!

Peki ben niye bu kadar bencil bir insanla yaşıyorum?
En az onun kadar bencil olduğumu anlamak için.
Bu inançla geçmişime baktığımda hayat boyu çevremdeki insanları benim istediğim şekilde olmaları için sinsice yönlendirdiğimi ve olaylar benim kontrolümden çıkarsa da öfke krizine girdiğimi farkettim. Öfke bencilliktendir. Eşimin hayatımdaki rollerinden biri benim içimde sakladığım bencilliği ortaya çıkarmaktı ve bunu da başarıyla yaptı. Gittiğinde o kadar kontrolden çıktım ki, artık bencilliğimi gizleyemedim. Çevremde benim istediğim gibi davranmayan herkesten nefret ettim.
Artı bencillik yapmam sebep olan korkularım yok, dolayısıyla bencillik kelimesi lûgatımda yok. Eski eşimde bana hiç bencil görünmüyor. Kimse bu özelliği ile dikkatimi çekmiyor.
Affetme meditasyonlarını yaparken eşimden daha zor affettiğim biri vardı. Adının geçmesi midemi bulandırmaya yetiyordu. Bana kaypak, kişiliksiz, nabza göre şerbet veren, iki yüzlü, hesapçı, yalancı, yılan gibi görünen biri. Bu kişinin bana yaptığı aynalıklara bakar mısınız? Kabul edilebilir gibi değil. Ayna çalışması sevmediğimden, bu sıfatların kendimdeki yerini bulmadığımdan tabii ki onu bir türlü affedemiyordum. Bunların hepsini nerelerde, nasıl yaptığımı bulduğumda pes ettim. Gerçekten bizim olmadığımız bir şey yok, biz her şey olduk. Şimdi o kişinin de varlığına şükrediyorum.
Eğer çevrenizde yalancı insanlar varsa ve sizi bu huyları ile rahatsız ediyorlarsa, ya “Yalancı benim” demeyi öğreneceksiniz ya da onlara kızıp köpürerek çevrenizde kendinize çektiğiniz yalancı insanların sayısını artıracaksınız. Siz yalancı olduğunuzu kabul ederseniz, ya yalan söylemekten vazgeçeceksiniz (beyaz yalan bile olsa) ki size de yalan söylenilmesin, ya da yalan söyleyen insanlara kızmaktan vazgeçeceksiniz. Çünkü onlar da aynı sizin gibi bir takım korkuları yüzünden yalan söylüyorlar.

Eğer peşin peşin her şey olduğunuzu kabul ederseniz ayna çalışması kolaylaşır ve hatta zevkli hale gelir. Belki de sadece ben bu kadar kötüyüm, ne dersiniz?
Kaynak: Hilal Dilek -İçimdeki Yolculuk-I kitabından

Kişilikli olmak…

anette inselberg kişilik

Onun Sesi Kocaman Bir Orkestra: Urna Chahar-Tugchi

anette inselberg Urna-Chahar[1]

 

Çin’in iç Moğolistan özerk bölgesi. Yüksek otlar ile donanmış yaylalarda bir çoban aile hayatı. O geçmişten gelerek köklerine kazınan bu özgün serin sesleri kolay kolay bırakmak istememekte.
Bu yazıda Moğol şarkıcı Urna Chahar-Tugchi’yi anlatmak istiyorum sizlere.

‘’Onun sesinde rüzgârın ıslığını duyarsınız, taşların sertliğini, kayaların soğukluğunu ve güneşin parıldamasını hissedersiniz, bazen sesi bir şelale gibi gürül gürül akar, sonrasında adeta kelebeğin kanatları kadar ince haliyle seslenmeye koyulur’’
Dünyaca bilinen eleştirmenlerin ve tabi dinleyicilerin ‘Urna’nın sesi kocaman bir orkestradır’ demesinin nedeni işte budur, o her zaman orkestrasıyla dinleyiciye ulaşır.


Henüz küçük bir çocukken annesi ve büyükannesinden yüzlerce Moğol şarkısı öğrenen Urna Chahar-Tugchi, Çin’in özerk bir bölgesi olan İç Moğolistan’da, Ordos ilinin Grassland yani otlar diyarı olarak adlandırılan bölgesinde doğmuş. Çoban bir ailenin çocuğudur.
Şarkı söylemenin ve dinlemenin özel bir değerinin olduğu bir ortamda geçer çocukluğu. Çünkü binlerce yılın kuşaktan kuşağa aktarılarak ve zenginleştirilerek gelen söyleme alışkanlıklarını, kendi sesine katmanın başka bir yolu yok.
Şangay konservatuarında dört yıl boyunca aralıksız olarak, bir çeşit santura benzeyen Çin geleneksel çalgısı olan ‘Yangqin’ eğitimi alır Urna. Konservatuarda çalgı bölümünde eğitim almış olmasına rağmen yine de sesiyle ön plana çıkmaya başlar: Yanggin ise şarkı söylemenin peşi sıra gelmektedir. En önemli sahne özelliği şairimsi sesi ve yorumu diyebiliriz.
İşte Urna insanları bu yapısıyla etkiledi.
Neredeyse bütün müzik eleştirmenleri ses yapısından övgüyle söz eder. Etkili Pianissimo pasajlardan başlar Urna Chahar-Tungchi’nin tarzı, yoğun ve melodili Moğol şan stiline doğru kolayca evrilir, dönüşür. Asaletini hafifçe koruyarak yükselir ve işte 4 oktava kadar çıkmıştır. Doğaçlamada ise melodik düşünceleri sonsuza kadar yükseltecek, çoğaltacak kadar başarılıdır. Her ne kadar profesyonel kalıplarda, düzenli ve eğitimli sese sahipse de yine de şarkılarını doğal ve kendine has bir üslupla söylemekte.
Sahnedeki görüntüsü müzikal kalitesini tamamlıyor. Etkileyici karizması ile seyircilere elini uzatıp hiç umulmadık bir anda transı anımsatan bir yakınlıkta konsantre oluşturabiliyor.
Bugün, işaret ettiğim ve belki de dinlemekte olduğunuz şarkıların yer aldığı albümün kayıt süreci ünlü Alman plak şirketlerinden olan “Network Medien” tarafından itina ile hazırlanmış. İtalyan saksofon ustası Luigi Cingue’nin yanı sıra Amilal adlı projesinde Zoltan Lantos ve İranlı perküsyon üstadı Keyyam ve Djamshid Chemirani Urna’ya eşlik etmiş örneğin. Dahası var; özellikle Moğolistan’ın gizemli sesleri’ portresi için birçok ödül sahibi olan Polonyalı Kroke Band ile birlikte kayıtlar alınmış.
Urna Chahar-Tungchi’nin söyleme tarzını -her ne kadar müziğinin dinsel bir yönü bulunmasa da- dini seremoninin insana verdiği hissiyata benzetenler olmakta. Kendisi bu durum için; gösterilerden sonra kendimi yeni doğmuş gibi hissediyorum, belki de şarkıları hayatta edindiğim deneyimler üzerine biriktirdiğim enerjim ile yorumladığımdandır demekte.
Burada bir Rus eleştirmeninin basında yer alan iddialı bir kritiğinden söz etmem gerekiyor. Eleştirmen, Urna Chahar-Tugchi ve Tuva’lı ünlü sanatçı Sayınhöö Namtchylak’ı Asya’nın divaları olarak tanımlamakta. Her iki sanatçıyı onaylamak gerek ama bir eklenti daha yaparak, Gong Linna’yı da bu övgülü Asya divalarına dahil etmeliyiz. Bugün dinlediğiniz Urna Chahar-Tugchi’den sonra bir başka yazıda Çinli Gong Linna ve Avusturya’da yaşayan Tuva’lı Sainkho Namtscylak’ın sesini anlatmak/duyurmak istiyorum size. Şimdi Urna ve şarkılarına geri dönelim.
Almanya’da ‘Global Ruth‘ en iyi uluslararası sanatçı ödülünü aldıktan sonra dünya müziğinin en iyi temsilcilerinden biri olarak görülmeye başlandığını bu paragraftaki sözlerimize ekleyelim.
Almanya’nın büyük gazetelerinden Frankfurter Algemeine Zeitung’dan Urna Chahar-Tungchi’nin sesi ve tarzı üzerine okuduğum bir yorumu paylaşmak istiyorum sizlerle ‘Bu sanatçıyı sevmek için birçok neden var’ diyerek konuya giren gazete, ‘’O bir başkadır, Budist felsefesinin getirdiği bir karizması, doğal geleneksel bilinci ve duruşu, Orta Asya’daki kökenleri ve melodilerin sürrealliği anımsatan kapsamı’’ diyerek sanatçının derinliğini vurgular.
Urna bizi harikalar diyarına ve rüya aleminde bir geziye götürüyormuş gibi. Olağanüstü geniş ve kapsamlı sesi büyülüyor. 4 oktav bir ses. En üst tonlardan, en sıcak ve buğulu pianissimo pasajlara kadar her rengi bulabilirsiniz. Hem de hiç zorlanmadan.
2008 yılında Urna Chahar, Das Lied von den zwei Pferden adlı filmin çekimlerine başladı. İzleyenleriniz oldukça başarılı bir film olduğunu hatırlayacaktır. Filmin dokusu sadece seslerden oluşmuyor, görsel zenginlikler içe dokunur esasta. ‘Başka ne isteyebiliriz ki bir filmden’ sorusunu sormamıza neden olan da budur işte. Orada, onun içinde kalıyor ve bir daha hiç çıkmak istemiyoruz. Burası bizim olsun, benim olsun demeden, ben buranın olayım, buradan bir parçayım, dedirten sahneler ile yapılmış. İzleyin.
Tüm her şeyin yanı sıra Urna Chahar-Tungchi memleketi Ordos’ ta var olan kültür yaşamı ile de ilgilenmekte. Örneğin şarkılarının kayıtları için sık sık memleketine gider. Avrupa’da ise okullarda ve kültür derneklerinde yaptığı Ordos’ta müzik ve kültür yaşamı üzerine sunumlarıyla Avrupa’ya Moğol bozkırlarını yaşatıyor. Gelenekselliği ön plana aldığı çalışmaları müziğine ve metinlerine yansımakta Urna’nın. Özellikle Moğol dilindeki şiirlerle ve sonsuz gökyüzünü anımsatan Moğol melodileriyle ilgilenir.
İşte bu sır dolu seslerin sahibi şarkıcı, derin ve gizemli şarkılarıyla size seslenmekte. Yitirmeden duymalısınız onun sesini.
Bu yazımda size Urna Chahar-Tungchi’yi anlatmaya çabaladım. Bu bir radyo programı olsaydı adını ‘Göksel sesler’ koyardım. Bu yazının bir adı yok tabi. Bir tadı varsa da ne mutlu diyorum. Umarım amacına ulaşmış ya da ulaşmaktadır.

Kaynak: akılfikir.net

Bir Şarkıcıyla Bir Memurun Hikayesi

anette inselberg şarkıcıyla memurun hikayesi

 
Aydın’da tren istasyonunda işçi olarak çalışan babası bir kaza sonucu vefat etti. Sonra da evleri bir yangında kül oldu. Anne, çocuğunu alıp iş bulma ümidiyle İzmir’e taşındı. Ama nafile… Anne, parasızlıktan oğlunu yetimhaneye bırakmak zorunda kaldı.
Çocuğun babası ölmüş, annesi de bırakıp gitmişti. Okuldan arta kalan vakitlerinde kah hırdavatçıda kah elektrikçide çıraklık yaptı, Fransızca öğrenmeye çalıştı. Gitar dersleri aldı.
Askerliğini Akhisar Orduevinde müzisyen olarak görev yaptı. Tezkereden sonra İzmir Kordon’daki Marmara Gazinosu’na girdi. Şarkı söyleyip, gitar çalarak para kazanıyordu artık.
İzmir’den sonra İstanbul’da çeşitli gazinolarda boy gösterdi. Ankara’dan davet aldı. Maltepe’deki Bomonti Gazinosu’nda çalıp söyleyecekti.
Henüz tanınan bir şarkı değildi, az kazanıyordu. “En ucuz yer neresi?” diye sordu, “Hergele Meydanı’na git” dediler. Gitti şarkıcı, kötü bir pansiyonda, tek göz oda buldu. Fakat bir oda arkadaşıyla kalmak zorundaydı. Bu, kirayı bölüşecekleri için iyiydi, fakat kim olduğunu bilmediği bir adamla kalacağı için de endişeliydi.
Sabaha kadar Bomonti’de çalıp söylüyor, gün ağarınca pansiyona gidip yatıyordu. Oda arkadaşı tam tersi saatlerde kullanıyordu odayı. Adam memurdu, sabahın köründe işe gidiyor, gece gelip yatıyordu. Biri memur, diğeri müzisyen… Aylarca birlikte kaldılar ama bir türlü denk gelip tanışamadılar. Birbirlerini göremiyorlardı çünkü. Sonunda bir gün denk geldiler, konuştular, sevdiler birbirlerini; tesadüf o ki, ikisi de yıllar içinde Türk sanat hayatına damgasını vurdular. Memur, bir gün Bomonti’de dinlemişti şarkıcıyı ve büyülenmişti “Yurt dışına gidersen sesinin kıymetini bilirler, imkânın varsa git!” demişti.
Şarkıcı Ankara’dan sonra İstanbul Maksim’de çıkmaya başladı. Ünleniyordu yavaş yavaş. Patron 20 lira maaş veriyordu o zaman, şarkıcı ise maaşının 30 lira olmasını istiyordu. Velhasıl anlaşamadılar. Şarkıcının aklına pansiyondaki memurun sözleri geldi, şansını denemek için Fransa’ya gitti. Paris’te Jezabel şarkısıyla dikkatleri üzerine çekti, Monte Carlo’da ses müsabakasında birinci oldu. Şöhretin kapıları açılıyordu artık. Fecri Ebcioğlu onun için şarkılar yazdı. Yetimhanede kalırken öğrendiği o Fransızcasıyla, Fransızlara Fransızca şarkılar söyledi, tüm dünya bizim yetimhanede büyüyen şarkıcıyı tanıyordu. Vatana, millete, İzmir’e, e haliyle Atatürk’e aşıktı. Bir gün Charles Anzavour Türkler hakkında ileri geri konuştu, dayanamadı bizimki, yumruk atıp karakolluk oldu.
Fransa’da 15 yıl içinde 32 film çevirdi, Brigitte Bardot ile birçok filmde başrol oynadı, Bardot’nun en yakın arkadaşlarından biri oldu. Yetimhanede okurken kendisini geliştiren bu kişi bir başarının örneği olarak karşımıza çıktı. Yazar Tolga Aydoğan olarak paylaştığım bu kişilerin kaderi Ankara’daki bir pansiyon odasında kesişmişti. Vefatları da aynı şekilde gerçekleşti; şarkıcı İstanbul Yeşilköy Havalimanında beyin kanaması geçirerek hayatını kaybetti, memur ise çukura düşüp beyin kanaması geçirerek… Kim miydi bu kişiler? Şarkıcının adı İzmir’le özdeşleşmiş olan Dario Moreno’ydu. Peki ya pansiyondaki oda arkadaşı? O yıllar PTT’de memur olarak görev yapan Şair Orhan Veli’den başkası değildi. Evet, tesadüfi bir şekilde bu iki ünlü sima Ankara’da Hergele Meydanı’nda aylar boyu aynı odada arkadaşlık yapmışlardı.
Yazar Tolga Aydoğan

Duygu ırmağını izlemek

anette inselberg duygu akışını izlemek

 

“Duygularımız tüm düşünce ve eylemlerimizin şekillendirilmesinde çok önemli bir rol oynar. İçimizde bir duygular ırmağı vardır ve bu ırmağın her bir damlası farklı bir histir ve her bir his var olmak için tüm diğer duygu damlalarına ihtiyaç duyar. Onu gözlemlemek, bu ırmağın kenarında oturup yüzeye çıkan her bir duyguyu ayırt etmek, ortaya çıkışını, akışını ve kayboluşunu fark etmek demektir. Farkındalık dolu gözlem “ikilik ötesi- teklik-bütünlük” prensibine dayanır: duygularımız bizden ayrı değildir ne de bizim dışımızda bir şeylerden kaynaklanırlar.

Duygularımız bizdir ve o an için biz o duyguyuzdur. Gözlemlerken biz ne o duyguda boğulur, ne ondan dehşete kapılır ne de onu reddederiz. Bir duyguya hem bağlanıp sarılmamak, hem de onu reddetmek tavrı, onun gitmesine izin verme tavrıdır ve bu da meditasyon pratiğinin önemli bir parçasıdır.

Eğer hoş olmayan duygularımızla özenle ve şiddet içermeyen bir biçimde yüzleşirsek, onları sağlıklı ve bizleri besleme kapasitesine sahip türden enerjilere dönüştürebiliriz. Farkındalık dolu gözlem çalışmasıyla hoş olmayan duygularımız kendi içimize doğru ve toplum hakkında iç-görü ve anlayış sunarak bizler için çok şeyi aydınlatabilirler.

” Thich Nhat Hanh Our feelings play a very important part in directing all of our thoughts and actions. In us, there is a river of feelings, in which every drop of water is a different feeling, and each feeling relies on all the others for its existence. To observe it, we just sit on the bank of the river and identify each feeling as it surfaces, flows by, and disappears. Mindful observation is based on the principle of “non-duality”: our feeling is not separate from us or caused merely by something outside us; our feeling is us, and for the moment we are that feeling. We are neither drowned in nor terrorized by the feeling, nor do we reject it. Our attitude of not clinging to or rejecting our feelings is the attitude of letting go, an important part of meditation practice. If we face our unpleasant feelings with care, affection, and nonviolence, we can transform them into the kind of energy that is healthy and has the capacity to nourish us. By the work of mindful observation, our unpleasant feelings can illuminate so much for us, offering us insight andand understanding into ourselves and society. –Thich Nhat Hanh–
Bunu paylaş:

Yaşlı şifacıdan ruha:

anette inselberg şifacı

 

 

Yaşlı şifacıdan ruha:
Ağrıyan sırtın değil yaran,
Ağrıyan gözlerin değil adaletsizlik,
Ağrıyan başın değil senin düşüncelerin.
Boğazın değil kızgınlıkla söyleyemediğin ve
ifade edemediklerin.
Miden değil ağrıyan ruhunun hazmedemedikleri.
Karaciğerin değil ağrıyan o kızgınlık.
Ağrıyan kalbin değil sadece sevgi.
Ve en güçlü ilaç sevginin kendisidir.
Ada Luz Marquez
The old healer to the soul:
It’s not your back that hurts, but the burden.
It’s not your eyes that hurt, but injustice.
It’s not your head that hurts, it’s your thoughts.
Not the throat, but what you don’t express or say with anger.
Not the stomach hurts, but what the soul does not digest.
It’s not the liver that hurts, it’s the anger.
It’s not your heart that hurts, but love.
And it is love itself that contains the most powerful medicine.
Author: Ada Luz Marquez

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »