En uzun yolculuk, beynimizden yüreğimize yaptığımız yolculuk.

95072561_10159085626194879_4862870072563073024_n[1]

 

Marie, 1930 yılında alkolik bir annenin evlilik dışı çocuğu olarak
dünyaya gelir. Annesi ona bakamayınca 5 yaşında olan Marie’yi
yurda verir. Ardından bir çift onu evlatlık edinir. Marie’nin kaderi ne
yazık ki yine yüzüne gülmez, çünkü onu evlatlık edinen çift sadist
çıkar. Bu İtalyan asıllı çift küçük kızı evin mahzenine kapayıp
sistematik biçimde işkence eder. Dışarıdan bakıldığında normal ve
çok saygın göründükleri için, bunu yıllarca rahatlıkla gizleyebilirler ve
Marie adeta cehennemden geçer.
Marie Rose 17 yaşında depresyondan felç geçirir. Halüsinasyonlar
da gördüğü için doktorlar ona şizofren teşhisi koyar ve onu akıl
hastanesine yerleştirirler. Marie hayatının 17 yılını orada geçirir ve
çok zor yıllar yaşar. Umutsuzluk ve çaresizlik içinde kıvranır durur.
Yemek yemez, yerinden kımıldamaz ve sıkça intihar etmeyi düşünür.
Otuz dört yaşına geldiğinde doktorlar Marie’nin durumunu yeniden
değerlendirir. Onun şizofren olmadığına, ağır depresyon geçirdiğine ve panik atak yaşadığına karar verirler. Arkadaşlarının ve kendisini seven bir kaç sağlık görevlisinin yardımıyla Marie hastaneden çıkar.
O artık hür ve yaşamını nasıl sürdüreceğine dair kendisi karar verme aşamasındadır. Terk edilmiş, işkence ve tacize uğramış, otuz dört yılı ziyan olmuş bir kişi olarak hiçte kolay olmayacaktı, ama o yılmadı ve kızgın, öfkeli, umutsuz olmak yerine sıfırdan başlamayı tercih etti.
Yetkililer “Aklı dengesi yerinde değil, okuması imkansız” dedikleri
halde Marie, Salem State Üniversitesine Psikiyatri bölümüne girer ve mezun olur. Bu ara kanser hastalığına yakalanır ve mücadelesini kazanır. Kendisi gibi akıl hastanesinden çıkmış ve iyileşmiş Joe ile evlenir. Kocası maalesef altı sene sonra ölür ve Marie kendini işine verir. Uzun yıllar doktor olarak çalıştıktan sonra Harvard Üniversitesi’nde mastır yapar. Psikiyatrik hastalarla çalışır,
konferanslar verir. Biyografisi yazılır ve hayatı film olur (Nobody’s
Child). Bir çok ödüle layık görülür.
Elli sekiz yaşındayken, ‘vay be’ dedirtecek bir şey yapar: On yedi yılını geçirdiği Masachusetts Danver Devlet Hastanesine yönetici olarak atanır.
Verdiği bir basın toplantısında şunları söyler: “Eğer affetmeyi
öğrenmeseydim, bir damla bile gelişemezdim. Yaşamım ziyan
edilmiş bir yaşam olurdu. Ve bugün bu hastaneye yönetici olarak
dönemezdim.”
Marie Rose Balter’in yeni görevini haber yapan bir Ajans, onun zafer açıklamasını da şöyle yapar: “En uzun yolculuk, beynimizden
yüreğimize yaptığımız yolculuk. Affetmek bu yolculuğun en kestirme yolu. Affetmeyi gerektiren her yara, içinde önemli bir dersi barındırır.
Dersi görebilmek için yarayı yeniden deşerek yüzleşmek zorunda
kalsak bile…”

Yaşamak Güzel Şey…

94623471_10157690674754094_6574681948977889280_n[1]

Yaşamak Güzel Şey 🙂

Şiir kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

“Abracadabra Ritüeli”

Hayatımıza bolluk, bereket katmak ve dileklerimizi gerçekleştirmek için ne zaman arzu ederseniz yapabileceğiniz harika bir ritüeli sizlerle paylaşmak istiyorum…

abracadabra

Malzemeler:

1 Mor Karton (Bez, Kumaş, Havlu, Kağıt da olabilir)
1 Mor Mum (tercihen tealight) ve Altlığı
10 Adet Karanfil (Baharat)
3 Adet Kırmızı Kurdele/Fiyonk/Şerit
Üçgen Şeklinde Kesilmiş Karton
1 Bardak Su
1 Adet Siyah Yazan Kalem/Tükenmez
Küçük Bir Kese
“Abracadabra Ritüeli”
Ne zaman isterseniz (gün veya saat önemli değil) ritüel alanını resimdeki gibi hazırlayıp mor mumu yakarak ritüele başlayın. Yukarıdan aşağıya inen mor bir ışıkla bedeninizin, zihninizin, ruhunuzun arındığını ve temizlendiğini hayal edin. Tüm endişe, sıkıntı, üzüntü, pişmanlık ve acıların üzerinizden akıp gittiğini düşünün. Artık pırıl pırıl oldunuz. Boşalan yerlere koşulsuz saf sevgiyi, umudu, neşeyi yerleştirin.
Su dolu bardağı sol elinize alın ve suya “abracadabra, acracadabra, abracadabra” dedikten sonra olmasını istediğiniz dilekleri söyleyin. “Hayatıma dileklerimin, bolluğun, bereketin, sağlığın, şefkatin girmesini seçiyorum, seçiyorum, seçiyorum” deyin ve üç kere daha “abracadabra” diyerek ses enerjisini de yükleyip bardaktaki suyu için.
Üzerine “ACRACADABRA” yazdığınız kırmızı fiyonklardan birini bileğinize bağlayın ve üç gün çıkartmayın, ikincisini cüzdanınıza koyun ve üç gün orada tutun, sonuncusunu da karanfillerle beraber bir keseye koyup üç gün boyunca yastığınızın altında bekletin. Daha sonra mumu söndürerek ritüeli bitirin.

1) Üç günün sonunda tüm malzemeleri tekrar kullanmak üzere saklayabilirsiniz
2) Mumu ve kartonu da tekrar kullanmak üzere saklayabilirsiniz
3) Ritüeli istediğiniz gün ve saatte yapabilrsiniz

Anette İnselberg

Çalakalem Yazılarım... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Venüs 28 Nisan’da en parlak hale gelecek!

5ea6805fadcdeb12c007f30e[1]

 

Venüs 28 Nisan’da en parlak hale gelecek!

Son zamanlarda birbiri ardına yaşanan gök olayları arasında Süper Ay’dan sonra yeni bir olay daha yakın bir zamanda yaşanacak. 28 Nisan Salı günü gökyüzünde Ay’dan sonra en parlak cisim olan Venüs, ışıldayacak ve kendi çapında en parlak haline bürünecek.
Dünya’ya benzerliği ile bilinen ve ikiz gezegen olarak da isimlendirilen Venüs, aynı ay gibi kendine ulaşan Güneş ışınlarını yansıtıyor. Bu sayede Ay’dan sonra en parlak gökcismi konumunda.
Venüs, geçtiğimiz pazar günü 26 Nisan tarihinde Ay’ın yanında görülmeye başladı. Bir süre boyunca Ay ile çok yakın olan ve rahat bir şekilde görülen Venüs yarın yani 28 Nisan tarihinde bugüne kadarki en parlak görüntüsüne kavuşacak.

Venüs 28 Nisan’da Jüpiter’den dokuz kat ve en parlak yıldız olan Sirius’tan ise 20 kat daha parlak olacak. Venüs mayıs ayına kadar en parlak görüntüsünde kalacak.

Kaynak: milliyet

Genel, Ortaya Karışık kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Acaba Bugün…

94597271_1326816020845512_6013939144890253312_n[1]

Durum tam olarak bu 🙂

Karikatür kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

‘Kişisel Şifre’ analizinizi yapmanın ilk adımı, Doğum Tarihinizi bilmeniz

images (64)[1]

 

‘Kişisel Şifre’ analizinizi yapmanın ilk adımı, Doğum Tarihinizi bilmeniz ve bundan elde edilen 8 haneli bir sayılar zinciri elde etmenizdir.
Hesaplamanın temelinde ‘Fadik Sistem’ bulunmaktadır. Yani, herhangi karmaşık sayının, tek haneye ininceye kadar kendi arasında toplanmasına dayanmaktadır.
Böylece: 10, 1+0= 1 1990, 1+9+9+0 = 19 19, 1+9=10 10, 1+0=1 olmaktadır. (Daha hızlı bir hesaplama için karmaşık rakamlardaki ’9′ sayısını, ’0′ yani etkisiz eleman kabul edebilirsiniz. ’9′lar dahi ya da hariç hesaplama yaptığınızda sonucun aynı çıktığını görebilirsiniz.)
Bir örnek doğum tarihi alalım ve Kişisel Şifremizi oluşturan sayıları tespit edelim. Tüm sayılardan en az bir tane olacağı için ben 12 Mayıs 1964 tarihini almayı uygun buldum. 12 Mayıs 1964 = 12.05.1964 = 12 / 05 / 1964 3 5 2 1 4 8 7 6 (toplama işlemlerini kolayca ve hata oranını düşürerek yapmak, ileride detayları verilecek element, işletim sistemleri vs gibi detayları ilk bakışta görebilmek açısından yukarıdaki dizilimi önerebilirim, bununla beraber hesaplanan her yeni şifre yan yana da yazılabilir.)
İlk Hane (Kişilik-Görme Duyusu-Zihin-İnsanlar Sizi Nasıl Görüyor-İlk İzlenim): Doğum Günü tarihidir. Bu örneğimizde 12′dir. Rkamları tek haneye indirgememiz gerektiği için topluyoruz. 12 , 1+2 = 3
İkinci Hane (Sosyal Bilinçlilik-Duyma Duyusu-Duygu-SesTonu-Konuşma Biçimi):Doğum ayına bakılarak hesaplanır. Örneğimizde tek basamaklı bir sayı olan ’5′tir. (Ama, aralık ayı olsa idi, 12 yani 1+2=3 yapacak ve bu haneye bu bulduğumuz sayıyı yazacaktık.)
Üçüncü Hane (Küresel Bilinçlilik-Tatma Duyusu-Dürtünüz-İnançlar ve Dünyayı Algılamanız-Almak İstediğiniz Roller-Dünya Görüşünüz): Doğum Yılınızdır. Örneğimizde 1964′tür. Rakamları bir arada toplayıp, 1+9+6+4=20, ardından 20′yi 2 + 0 = 2şeklinde olacaktır. Ve 3.haneye yazın.
Dördüncü Hane (Yaşam Döngüsü-Koku Duyusu-İş Yapma Biçiminiz-Olaylara Yaklaşımınız-Bir şeylerden Nasıl Uzaklaştığınız) : Üst sıradaki 4.haneyi hesaplamak için ilk üç hanedeki rakamları topluyoruz. 3 + 5 + 2 = 10, tek haneye indirmek için 1 + 0 = 1 rakamını buluyoruz ve yazıyoruz.
Beşinci Hane (Ders hanesi-Dokunma Duyusu-Zihniniz-Öğrenmeniz Gereken Hayat Dersiniz-İnsanların Yaşamına nasıl Dokunuyorsunuz?-Sık Sık karşılaştığınız Önemli Sorunlar): Bu haneyi ‘Yaşam Döngüsü’ ve ‘Kişilik’ Hanesinde yer alan sayıları toplayarak bulabiliriz. Yani 1. hane + 4. Hane toplamı bize bu haneye ait şifreyi vermektedir. Örneğimizde, 3 + 1 = 4 ‘tür.
Altıncı Hane (İçsel Benlik-Ruh Duyusu-Duygularınız-Kendinizi Tanımlama Biçiminiz-Kendiniz Hakkında Ne Düşünüyorsunuz?- Olduğunu Düşündüğün Kişilik-İçsel Sesiniz): Bu ikinci sıradaki ilk hanedir. Hemen üzerindeki iki sayının toplanması ile bu hane elde edilir. Yani, ‘Kişilik Hanesi’ ile ‘Sosyal Bilinçlilik’ Haneleri toplanır ve İçsel Benlik Sayısı elde edilir. Örneğimizde bu sayılar 3 + 5 = 8′dir.
Yedinci Hane (İçsel Çocuk-sezgi Duyusu-Dürtünüz-Beklenmedik Durumlardaki Tavrınız-Güvenecek Hiçbir Şey Yoksa Güvendiğiniz Dürtünüz): Bu hane, ‘Sosyal Bilinçlilik’ ve ‘Küresel Bilinçlilik’ haneleri toplanarak bulunur. Yani, üst satırda yer alan 2. ve 3. haneler toplanarak elde edilir. Örneğimizde, 5 + 2 = 7′dir.
Sekizinci Hane (Ruh Duygusu-yaradılış Duyusu-Pratiklik-Canlanıp Harekete Geçmemizi Sağlayan Dürtü-Gerçek ve Doğal Kişiliğiniz-Varlığın Derinliğindeki Duyunuz): 3. satırdaki bu hane hemen üzerindeki 2 sayının toplanması ile elde edilir. Yani, ‘İçsel Benlik’ ve ‘İçsel Çocuk’ rakamları toplanarak bulunur. Örneğimizde bu sayılar, 8 + 7 = 15 dolayısı ile 1 + 5 = 6 olacaktır. Böylece Kişisel Şifrelerin hesaplanması tamamlanmış olur.
Dokuzuncu Hane (Kader Şifresi-Yaşam Duyusu-Varoluş Amacınız ve Göreviniz- Evren ile Uyum Sağlamak İçin Ne Yapmanız Gerekiyor?): Kader Şifresini, tüm bu sayıların tamamını yan yana yazıp toplayarak elde ederiz. Şöyle ki: 3 + 5 + 2 + 1 + 4 + 8 + 7 + 6 = 36, 3 + 6 = 9 olarak hesaplarız. ve ). Hanemizi yani Kader Şifremizi buluruz.
Kader Şifresi; 1 Yaratıcılık,Bağımsızlık, Özgünlük, ego, kendine düşkünlük. Bu insan doğal bir liderdir. Kendine yeterlidir ve hırslıdır. İş hayatında aşırılıklardan, Hükmedici davranmaktan ve acelecilikten kaçınmalıdır.
2 Sezgi, İş birlik anlayışı, Tasarım ve kavrama, Aşırı duyarlık, Bağımlılık. Bu insan sevgi dolu,barış yanlısı, eleştirici ve ideal ortaktır. Detaylara gömülmekten, Ve yalnız kalmaktan kaçınmalıdır.
3 Sanat Kabiliyeti, Sosyal kişilik, Dostluk meyli, Yüzeysellik,Ziyankarlık. Bu insan dışa dönüktür. Hayatı ve eğlenceyi sever. Yaratıcı ve duyarlıdır. Rutinden hoşlanmaz. Kendine disiplin uygulamayı öğrenmelidir.
4 Pratiklik, Uygulayıcılık, Güvenirlik, Bükülmezlik, Sağlamlık. Sıkı bir çalışandır. Her şeyin başarılmasını ister. İyi bir arkadaş ve candan olmayı öğrenmelidir. Güvenlik duygusunun aşırılığından sakınmalıdır.
5 Özgürlük, Uyum Kabiliyeti, Gezginlik, Değişkenlik, Erotizm meyli. Cesur, yürekli ve ikna edici bir kişiliktir. Güzel şeylerden ve bunlara sahip olmaktan hoşlanır. Can sıkıntısından fazla etkilenir. Bunun aşırılığından sakınmalıdır. Kolayca amacından sapması olasıdır.
6 Aşk, Sorumluluk, Anlayış, Her işe karışmak, Kıskançlık. Sıcak, koruyucu ve mutlu kişiliktir. Güvenilir ve sağlam yapıdır. Sevdiği insan için her türlü fedakarlığı yapar. Kendini aşırı kötümser hissetmekten ve başkaları tarafından istismar edilmiş duygusundan arınmalıdır.
7 Ruhsallık, Zihni analizcilik, Zeka, Eleştiricilik, Sır saklama ve baskıcılık. Derin bir düşünürdür. Ruhsal meyillidir. Eksantrik ve değişkendir. Soğuk ve mesafeli durmaktan kaçınmalıdır. Yalnızlıktan ve iyi şeylere sahip olamama duygusundan arınmalıdır.
8 Yöneticilik yetenekleri, Organizasyon yeteneği, Güçlülük, Maddi ve adil. Güçlü,kararlı ve sonca giden kişiliktir. Para ve maddi konularda başarılıdır. Amacının karşısında gördüğü insanlar için duygusuz davranma meylinden arınmalıdır.
9 Sanatkar yetenekleri, Hümanist, Romantik, Duygusallık, İsraf ve konfor . Sezgili, Duyarlı ve yaratıcı kişiliktir. Dünyaya kendini kanıtlamak için savaşır. Kötü alışkanlıklarından kurtulmak ve hayatın küçük detaylarından fazla etkilenmemek için çalışmalıdır.
11 Sezgi gücü, Ülkücülük, Keşif yeteneği, Duyarlık, Fanatik. Hayalci ve öngörülü kişiliktir. Sanatkardır. Bilinç üstü gelişmiştir. Çok gergin ve aşırı duyarlı olmaktan korunmalıdır.
22 Pratik bir idealist, Maddi alanda üstünlük,Çabuk zengin olabilen,Saldırgan. Amacına bağlı ve pratik kişiliktir. Global düşünce tarzına sahiptir. Çok erken dünyaya gelmiş olmak duygusundan ve geleceğe fazla düşkün olmaktan sakınmalıdır.

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Fil şeklinde çikolata arıyorum! Sizde de mi yok?”

1200px-Chocolate_Elephant_(8307189953)[1]

Bu yazı için Moris Leviye teşekkür ederim…

İstanbul’da bu günlerde (Hristiyanların Paskalya bayramı zamanları) bazı semtlerdeki pastanelerin vitrinlerine çiçek sepeti, hayvan, meyve hatta çocuk şekillerinde çikolatalar konulur.
İşte böyle bir pastaneye garip, hımbıl bir adam hızlı adımlarla girmiş, çikolataların sergilendiği vitrine hızlı bir göz attıktan sonra kasada oturan pastane sahibine dönerek azarlar gibi sert bir sesle; “Fil şeklinde çikolata arıyorum! Sizde de mi yok?” diye sormuş.
Pastane sahibi öfkenin nedenini anlamamış derin bir nefes almış, içinden “Müşteri her zaman haklıdır” diye kendi kendine söylenmiş ve yumuşak neşeli bir sesle; “Efendim hoş geldiniz. Sincap ve tavşan şeklinde çikolatamız var, ya da isterseniz çiçek sepeti şeklinde hem de üç değişik boyda çikolata çeşidimiz var” demiş.
Adam elleri paltosunun ceplerinde, hayal kırıklığı ile başını öne eğip iki yana sallamış ve dudaklarını bükerek “Yok…Ben fil şeklinde çikolata arıyorum” demiş. Pastane sahibi “Fil şeklinde kalıbımız yok, başka pastanelerde de bulabileceğinizi hiç sanmıyorum, size tavşan şeklinde çikolata verelim” deyince de kapıya doğru dönerek üzgün bir sesle “Hayır olamaz… Ben ne yapıp edip fil şeklinde çikolata bulmalıyım!” diye söylenmiş.
Pastane sahibi artık kendini tutamayıp alaycı bir bakış atıp, gülerek “İsterseniz ve bedelini öderseniz fil kalıbı yaptırırız” diye kapıya yönelen adamın arkasından bağırmış. İşte o zaman adam heyecanla dönmüş ve coşku ile “Gerçekten yapar mısınız bunu? Ben fil şeklinde çikolata istiyorum!” demiş. Dükkan sahibi karşısındakinin ciddi olduğunu görünce hemen kağıt kalem çıkarmış ve “Bilesiniz ki ucuza çıkmaz.” deyip hesap yapmaya koyulmuş. Müşteri ise hesabı beklerken kendi kendine sürekli “Ben fil şeklinde çikolata istiyorum!” diyormuş. Tabi her deyişinde pastaneci de hesap yapar gibi yaparken kafasındaki fiyatı yükseltiyormuş. Sonunda pastaneci heyecanını gizleyerek “Fil şeklindeki çikolatanız size …. liraya mal olur” demiş ve karşısındakinin vaz geçeceğinden de korkarak “Çikolatanızı çok güzel ambalajlarız götüreceğiniz yerde sükse yaparsınız” diye ballandırmış. Ama zaten adamda vaz geçecek göz yokmuş ki; “Tamam yapın. Ben fil şeklinde çikolata istiyorum!” demiş, pastane sahibi şaşkın “Peki yaparız ancak bunun bedelini önceden ödemeniz gerekir.” deyince de cebinden bir tomar para çıkarmış ve hemen çikolatanın bedelini ödeyip; “Ne zaman geleyim? Ben fil şeklinde çikolata istiyorum!” diye sormuş. Pastane sahibi “haftaya bugün gelin” demiş. Bir yandan da daha fazla para istemediği için kendi kendine kızıyormuş.
Öbür hafta adam pastane açılır açılmaz heyecanlı adımlarla yine eli ceplerinde pastaneye girmiş ve “Fil şeklinde çikolata geldi mi? Ben fil şeklinde çikolata istiyorum!” diye sormuş. Pastaneci hemen tezgahın arkasına dönmüş ve bir gün önce özene bezene yaldızlı kağıtlarla renkli kordelelerle bir sanat eseri niteliğinde hazırlanmış çikolata paketini adama uzatmış. “Buyruuun! İşte fil şeklinde çikolatanız.” diye de kıkırdamış. Adam paketi kaparcasına pastane sahibinin elinden almış, elleri ayaklarına dolaşarak paketi hoyratça yırtmış, fil şeklindeki çikolataya hızla bir bakmış ve sonra filin hortumunu kırıp ağzına tıkıştırıp şapur şupur çiğnemeye başlamış. Bir yandan da şaşkınlıkla gözlerini fal taşı gibi açmış olan pastane sahibine dönerek ağzı dolu dolu; “Azizim ben hep fil şeklinde çikolata istiyorum! Fil şeklindeki çikolataya bayılırım!” demiş.
——————-
Takıntı!
Kimilerini rezil ve bedbaht eder, kimilerine de eninde sonunda fil şeklinde çikolatayı yedirtir çünkü George Bernard Shaw demiş ki “The reasonable man adapts himself to the world; the unreasonable one persists in trying to adapt the world to himself. Therefore all progress depends on the unreasonable man.” (Makul / mantıklı insan kendini dünyanın gidişine uydurur; mantıksız olan ise dünyayı kendine göre değiştirmeye çalışır. Bu yüzden bütün gelişme / ilerlemeler, mantıksız insanlar tarafından yapılır)
Tarih boyunca pek çok insan kafasına koyduğunu yaptı ve bunun için epey bedel ödedi. Kimi sağlığından oldu, kimi çok azap çekti ama sonunda da istediği gibi -fil şeklinde çikolata -yaptırdı. İyi ki de böyle insanlar arasında faydalı olanlar oldu ve varlar.
İsveç Karolinska Enstitüsü’nün 2014 de yayınlanan bir raporuna göre, dans, edebiyat, fotoğrafçılık vsr gibi yaratıcı dallarda çalışmış olan (ve çalışan) çok başarılı, özgün düşünceli insanların arasında kendisinde ve/veya aile geçmişinde şizofreni gibi zihin hastalıkları bipolar bozukluk ve otizm olanların oranı küçümsenmeyecek boyuttadır.
Bugün olduğu gibi geçmişte de böyleydi ve bugünkü dünyamızın genellikle estetik ve düşünsel büyüsünü kısmen bu tip insanlara borçluyuz.
Size hemen yaşadıkları dönemlerde bir miktar deli olarak nitelendirilen, üretken ama yapıtları ve fikirleri olağanüstü başarılı, evrensel, zaman dışı bir kaç ismi sayayım; Vincent Van Gogh, Ludwig Van Beethoven, Michelangelo, Michael Jackson, Nietzsche, Newton, Leo Tolstoy, Charlie Chaplin, Tesla, Freddie Mercury,…. (Yerli isimleri tartışma açmamak için yazmadım)
Yalnız sanatçılar, mucitler ve düşünürler değil tabi devlet adamları arasında da böyleleri vardır. N.Carolina’da Duke Üniversitesi Psikiatri Merkezi’nin 2006 yılında yaptığı bir araştırmanın sonuçlarını açıklayan Profesör Marvin Swartz’a göre, 1776-1974 yılları arasındaki 37 ABD başkanından (Washington-Jefferson-Lincoln-Roosevelt gibi en önemlileri dahil) 18 i en az bir akıl hastalığından muzdaripti.
Psikolojik psikiatrik problemler, hatta çılgınlık, büyük düşünür Desiderius Erasmus’a göre hiç de kötü bir şey değil. “Çılgınlığa övgü” isminde bir başyapıtı var.
Kitabın başında Bernard Shaw gibi o da şunları yazmış; “Bazı insanlar hayaller dünyasında yaşarlar, bazıları da sadece gerçeklerle ilgilenir. Birileri de vardır hayalleri gerçek kılarlar….Onlar söyleyemediklerimizi söyler, gösteremediğimizi gösterirler.” İşte bu üçüncü olağanüstü insanları “çılgınlar” diye adlandırdığı belli. Kitabın özeti sayılabilecek harika bir cümleyi paylaşayım; “İnsanlar var güçleriyle sizi ıslıklarken, siz kendinizi alkışlarsanız, zararı nedir? İşte kendinizi alkışlamanızı sağlayan bilgeliğinizin ismi “çılgınlık”tır . İnsanlar çılgınlık yapmanın utanç verici olduğuna inanıyor; ama deli olarak nitelendirilmek korkusu ile aklınıza geleni yapmamak çok daha büyük bir sıkıntıdır. Başınıza taş düşerse bu sahiden kötüdür; ama utanç, şerefsizlik, ayıp ya da hakaret, ancak siz aldırırsanız kötüdürler.”
Asimov demiş ki; “Man’s greatest asset is the unsettled mind.” (İnsanın en büyük varlığı huzursuz zihnidir) Aslında hepimiz azıcık takıntılıyız. Hatta bir kısmımız da bir miktar deliyiz. * En azından gel-gitlerimiz var.
Siz bu yazıyı okuyunca isyan edip “Ben öyle değilim!” diyebilirsiniz. Bunun için şükür edin ama etrafınızda böyle birileri var ise -çok zor biliyorum ama- değerlerini bilin.
————–
(Tazria-Metsora)

Evde Kal Türkiyem: Bölüm 5 – Olumsuz Duyguları Dönüştür Meditasyonu & “Baharda Coşkuyla Kapıları Aç” Ritüeli…

Belki bizlerin de görevi yaşadığımız sallantılı, hızı değişen, ürkütücü dünyada, kendi müziğimizi yapabilecek cesarete kavuşabilmektir…

--1830798[1]

Yirmi yıl önce; 18 Kasım 1995 günü keman sanatçısı Itzhak Perlman; Newyork’ta Lincoln Center’daki Avery Fisher Solonu’nda bir konser vermek üzere sahneye çıkıyordu…
Herhangi bir Perlman konserinde bulunduysanız, bilirsiniz ki onun için sahneye çıkmak “hiç de küçümsenmeyecek bir başarıydı…”
***
Çocukluk yıllarında çocuk felcine yakalanmıştı Perlman…
İki bacağında da destekleyici ateller vardı…
Ancak koltuk değneğinin yardımıyla yürüyebiliyordu…
***
Onu sahnede, her defasında sadece bir adımı, zorlanarak ve kıvranarak atabildiğini görmek, hafızalarda unutulmayan hüzün veren bir görüntüydü…
Ağrılar içinde ama ihtişamla yürürdü sandalyesine erişinceye kadar Perlman…
***
Sonra yerine oturur, yavaşça koltuk değneklerini yere koyar, bacaklarındaki atellerin klipslerini açar, bir ayağını geriye iter, ötekini öne uzatırdı…
Daha sonra eğilerek kemanını alır, çenesinin altına koyar, orkestra şefine başıyla işaret eder ve çalmaya başlardı…
***
O zamana kadar izleyiciler Perlman’ın bu değişmez ritüeline alışmışlardı…
Sahnenin bir ucundan sandalyesine doğru ilerlerken, sessizce oturur beklerdiler…
Bacaklarındaki klipsleri açarken, salonda inanılmaz bir sessizlik olurdu…
Seyirciler Perlman çalmaya hazır olana kadar çıt çıkarmadan saygıyla beklerlerdi…
*****
SALONDA PATLAYAN KURŞUN SESİNE BENZER SES…
Ancak o konserde daha baştan bir şeyler ters gitmeye başladı…
Perlman ilk birkaç satırı çalmıştı ki; kemanının tellerinden bir tanesi koptu…
Telin kopma sesini duymak mümkündü…
Salonun bir uçtan bir ucunu tabancadan fırlayan kurşun sesi gibi sarıvermişti ses…
***
Sesin ne anlama geldiğini anlamamak imkansızdı…
Akabinde ne yapmak gerektiğini bilmemenin imkansız olduğu gibi…
O gece konserde bulunan seyirciler kendi kendilerine şöyle düşündüler;
-“Anlamıştık ki Perlman’ın yeniden ayağa kalkması, bacaklarındaki atelleri bir daha takması, koltuk değneklerini alması, zorlana zorlana sahne arkasına gitmesi veya yeni bir keman bulması ya da yeni bir tel takması zorunludur…”
***
Ancak Perlman öyle yapmadı…
Onun yerine bir dakika kadar bekledi…
Gözlerini kapadı ve sonra şefe yeniden başlaması için işaret verdi…
*****
ÜÇ TELLİ KEMANI ÇALMAYA KALKMAK…
Orkestra başladı ve o kaldığı yerden bir teli kopmuş kemanıyla devam etti…
Kemanında sadece üç tel vardı…
Bu kez daha evvel hiç görülmemiş bir tutku, güç ve saflıkla çalıyordu!..
Elbette herkes biliyordu ki, senfonik bir eseri sadece üç telle çalmak imkansızdır…
Bunu ben bilirdim, sen bilirdin, herkes bilirdi…
Ama o gece Itzhak Perlman bu gerçeği bilmeyi reddedecekti…
***
Onu; üç telli kemanıyla; parçayı kafasında modüle ederken, değiştirirken ve yeniden bestelerken görebiliyordunuz…
Bir noktada, neredeyse yeniden tonlamışcasına sesler çıkartıyordu kemanın üç teli…
Daha önce hiç vermedikleri sesleri vermelerini sağlamaya çalışıyordu…
*****
KONSERİN SONU…
Bitirdiğinde salonu olağanüstü bir sessizlik kapladı…
Akabinde seyirciler ayağa kalktılar ve tezahürata başladılar…
Oditoryumun her yanından inanılmaz bir alkış patlıyordu…
Herkes ayaktaydı ve bağırıyor, ıslık çalıyor, alkışlıyor ve yaptığını ne kadar takdir ettiğini, beğendiğini anlatacak her hareketi yapmaya çalışıyordu…
***
Perlman gülümsedi; yüzünden akan terleri sildi…
Kemanını kaldırarak bizi susturdu…
Böbürlenerek değil, ancak sessiz, güçlü, dingin bir tonla şöyle dedi;
*****
“BAZEN SANATÇININ MİSYONU…”
-“Bilirsiniz bazen sanatçının misyonudur, elinde kalan aletlerle ne kadar daha müzik yapabileceğini keşfetmek…”
***
Tüm yaşamını bir kemanın dört teli ile müzik yapmak üzerine kuran Perlman, o gece yaşadığı bir talihsizliği, alışkanlığını bir kenara atacak bir cesarete çevirmiş; kemanın sadece üç teliyle müzik yapmaya o anda karar vererek, herkese unutulmaz bir gece yaşatmıştı…
***
Belki bizlerin de görevi yaşadığımız sallantılı, hızı değişen, ürkütücü dünyada, kendi müziğimizi yapabilecek cesarete kavuşabilmektir…
Tıpkı Perlman gibi…
Önce elimizde olan her şeyle…
Daha sonra bu imkansız olduğunda elimizde kalanlarla…
(Rabbi Wayne Dosick)

Yeni Ayda Kapılarımızı Coşkuyla Aç Ritüeli…

Çalakalem Yazılarım... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

“Tarih boyunca atalarımıza son derece zarar vermiş olan büyük salgınlara neden olan o korkunç hastalıklar neden yok?” diye merak ettim …

93618547_267641620912079_5499455719855882240_n[1]

Bu güzel yazı için Moris Leviye Teşekkürlerimle…

“Tarih boyunca atalarımıza son derece zarar vermiş olan büyük salgınlara neden olan o korkunç hastalıklar neden yok?” diye merak ettim …
Veba-Kolera-Çiçek-Çocuk felci- Kuduz hastalıkları gibi tarihte yüz milyonlarca insanın ölümüne yol açmış bu hastalıklardan bugün korkmuyoruz. Çünkü aşıları var. Bu aşıları aşağıda isimleri yazılı insanlar geliştirmişler, hepsini minnetle anıyorum.
Birincisi, Osmanlı’da ve Çin’de ilkel bir şekilde aşı geliştirildiğini öğrenip bugünkü çiçek aşısını bulan İngiliz cerrah Edward Jenner (1749 – 1823),
İkincisi hepimizin bildiği kuduz aşısının mucidi Fransız biyolog Louis Pasteur (1822 – 1895)
Üçüncüsü veba ve kolera aşılarını bulan Ukraynalı bakteriyolog Sir Waldemar Mordechai Wolff Haffkine (1860 – 1930)
Dördüncüsü çocuk felci aşısını bulan Amerikalı bakteriyolog Jonas Edward Salk (1914 – 1995)
Gördüğünüz gibi bu dört bilim adamı da ayrı dönemlerde ayrı ülkelerde yaşamışlar. Ayrı kültürlerde yetişmişler ve dini inançları da farklı. Kimi ülkesinden hiç çıkmamış, kimi Afrika’da ve Hindistan’da epey zaman çalışmışlar ama hepsi de inanılmaz fedakar ve faydalı insanlarmış. Değerlerinin ne denli birbirlerininkine benzediklerini görmek beni şaşırttı. Sözlerini ve fikirlerini okudum sanki dört ayrı kişi değil tek bir kişi gibi düşünmüşler. Asıl garip olanın da birer bilim adamı olarak, pozitivizmin bütün entelektüel çevrelerde baskın olarak kendini hissettirdiği dönemlerde bu kadar inançlı olmaları. Şimdi size her birinin ağzından çıkanları alt alta yukarıdaki sıra ile dört paragrafta yazacağım;
İnsanların bana teşekkür etmemeleri beni şaşırtmıyor; fakat hemcinslerime yararlı olabilmemi sağlayan Tanrı’ya minnettar olmaları gerektiğini anlamamalarına şaşırıyorum.
Doğayı ne kadar fazla incelesem yaratıcının eserleri beni o kadar daha fazla büyülüyor. Bilim beni Tanrı’ya yaklaştırıyor. Azıcık bilim, insanı Tanrıdan uzaklaştırıyor ama daha fazla bilim insanı ona yaklaştırıyor.
Dünyadaki yolculuğumuz çok kısa. Nerede olduğumuzu anlamadan yaşamımızın sonuna geliyoruz ve içimizdeki ses bize soruyor “Yapman gereken işi yaptın mı?” Bu soruya “Evet” diye cevap verebilenlere, görevlerini tamamladıklarını düşünenlere ne mutlu.
“Bu aşının patentini niye almadınız?” diye soruyorlar. Onlara şu yanıtı veriyorum; “Beyler, bayanlar aşının patenti yok! Patent bütün insanların. Güneşin patenti mi var? En büyük sorumluluğumuz iyi birer “ata” olabilmektir.”
Tekrar ediyorum, yukarıdaki dört paragrafı dört ayrı zamanda dört ayrı ülkede dört ayrı inançtan dört ayrı bilim adamı söylemiş.
———-
Bugün bir alışkanlığımı yıktım ve aniden hafta içinde Cuma günü gelmeden bir yazı yazma isteği yakaladım. Malum, Coronavirus salgını yüzünden evdeyiz ve yapacak bir şey yok. Çok şükür ki araştırmak okumak ve yazmak gibi bir alışkanlığım var da saatleri dolduruyorum.
Sakın belli bir inanç katmanını vurgulamaya çalıştığım sanılmasın. Yukarıdaki bütünlüğü fark etmek beni çok şaşırttı, ilgimi çekti ve paylaştım, o kadar.
———–
İlgilenenler için;
I am not surprised that men are not thankful to me;but I wonder that they are not grateful to God for the good which he has made me the instrument of conveying to my fellow-creatures.
Edward Jenner
Plus j’étudie la nature et plus je suis émerveillé par les travaux de Notre Créateur. La science me ramène plus proche de Dieu. Un peu de science vous éloigne de Dieu. Beaucoup vous y ramène
Louis Pasteur
The journey we make here upon the earth is so short. Before we know where we are,we are at the end, and called upon to answer an inner voice: ‘Have you finished the work you had to do?’ Happy are they who can think, yes, they have finished their work.
Waldemar Mordechai Wolff Haffkine
“Who owns the patent on this vaccine?’ ‘Well, the people, I would say. There is no patent! Could you patent the sun? Our greatest responsiblity is to be good ancestors.”
Jonas Edward Salk

Bu güzel yazı için Moris Leviye teşekkürlerimle…

Nasıl hissedip davranacağıma başkalarının karar vermesine izin vermem…

93647468_280998729563195_3833191958730244096_n[1]

Bir iş adamı arkadaşıyla yürürken her zaman gazetesini aldığı bayide durur. Adama “Günaydın ” der güleryüzle. Satıcı ekşi bir suratla ve gayet kaba bir şekilde gazeteyi uzatır. İş adamı gülümseyerek, teşekkür eder, giderken de “iyi günler” diler. Arkadaşı şahit olduğu bu kabalıktan şaşkın “Bu satıcı hep böyle kaba mı davranır?” Diye sorar. “Evet ne yazık ki öyle” diye yanıtlar iş adamı. Arkadaşı “Peki sen hep böyle nazik ve kibar mı davranıyorsun bu adama?” Diye üsteler. “Evet” der iş adamı. “Peki o sana böyle kötü davranırken sen niye ona ısrarla iyi davranıyorsun?” Diye merak eder arkadaşı. İş adamı gülümseyerek ” Onun tavrının benim tavrımı etkilemesine izin veremem. Onun gibi davransaydım benim davranışımı o belirlemiş olurdu. Günümü ona öfkelenerek berbat etmeye hiç niyetim yok. O mutsuz olmayı seçiyorsa, bunu değiştirmeyi de yine sadece kendisi seçebilir. Ama bir şey kesin. Nasıl hissedip davranacağıma başkalarının karar vermesine izin vermem.”

Evde Kal TÜRKİYEM: Bölüm 4 – Huzur Meditasyonu & Para Bana Koşuyor Ritüeli…

İbn-i Sina Bir Deney Yapar…

92327009_891473001313061_7265400702644518912_n[1]

İki kuzuyu iki ayrı kafese koyar. Kuzular aynı yaşta, aynı kiloda, aynı cinstir ve aynı yemlerle beslenir. Tüm şartlar eşittir.

Ancak, yan kafeste de bir kurt vardır ve kurdu sadece kuzulardan biri görebilmektedir.

Aylar sonra kurdu gören kuzu huzursuz, zayıf ve çelimsiz olduğundan ölür. Kurt kuzuya hiç bir şey yapmamasına rağmen, kuzu yaşadığı korku ve stres yüzünden ölmüştür.

Kurdu görmeyen diğer kuzu ise oldukça huzurlu olduğundan besili ve kiloludur.

Bu deneyde İbn-i Sina, zihinsel etkisini, sağlık ve bünye üzerindeki olumlu ve olumsuz etkisini deneyimlemiştir.

Gereksiz korku, endişe, kayıp, stresin insan bünyesine verdiği zararı hiçbir şey veremez.

Bu salgın günlerinde en çok uzak durmanız gereken şeydir korku, endişe , kaygı, stres, panik. Kendiniz ve çevrenizin sağlığı için…

“Her Şey Değişir” Kitap Tanıtımı…