Malzemeler:
İç Pilav için Malzemeler:
Yapılışı:
Hayatın anlamı nedir?
Uzun yıllardır sorarım bu soruyu kendime… Nedir hayatın anlamı? Bazen cevabını bulurum. Bazen bulamam. Bazen beğenirim verdiğim cevabı. Bazen beğenmem… Son zamanlarda bir karara vardım. Son kararım mıdır bilemem ama şimdilik kararım ‘Kendini geliştirmek’.
İşte bu düşüncelerle gittim çiftliğe. Çiftlikte zeytin toplama mevsimi… Sabahtan akşama tarlada zeytin topluyoruz. Akşamları hep beraber yemek yiyoruz. Yemekte ekipten biri demesin mi… Arkadaşlar sizce hayatın anlamı nedir? Yaklaşık 15 kişiyiz. Kalabalığız. Herkes fikrini söylemeye başlıyor. Soruyu soranın cevabı hazır. Arkadaşlar dedi… Bence hayatın anlamı ‘toplamak’… Zeytin topluyoruz, anı topluyoruz, arkadaş topluyoruz, hep birşeyler topluyoruz. Tamam mantıklı konuşuyor ama ikna olmuyorum.
Zeytinle ilgili her türlü bilgiyi araştırmaya başlıyorum.Ve karşıma zeytin ağacı efsanesi çıkıyor. Efsaneye göre M.Ö. 17. yüzyılda bugünkü ‘Atina ‘kuruluyor. Fakat şehre isim bulmak gerekiyor. Tanrıların babası Zeus yeni kurulacak olan şehre isim koymak için tanrılar meclisini topluyor. Bu şehre en değerli hediyeyi getiren tanrının ismini bu şehre vereceğini söylüyor. Deniz tanrısı Poseidon denizden savaşta çok işe yarayacağına inandığı bir at çıkarıyor.
Bilim tanrısı Athene aşıladığı bir yabani zeytin ağacını şehre getirip, armağan ediyor. Bu ağaç meyve verecek, insanlar da bunu yiyecek. Bu meyveden çıkarılan yağ karanlık geceleri aydınlatacak, aynı zamanda yemeklik yağ olarak mutfakların baş tacı olacak. Bu ağaç yarışı kazanarak Akropolise dikilir, şehre ise bilim tanrısı Athene’nin adı verilir. Eski Yunan’da zeytin ağacı kutsal olup salonları süslermiş. Zeytin ağacını kesen veya zarar veren mahkeme önüne çıkarılır ve ölüme mahkum edilirmiş.
Bu efsaneyi bilmeden bile zeytinler hepimizi büyülüyor. Tarlaya zeytin toplamaya öyle istekle gidiyoruz ki… Anlatılamaz bir heyecan hepimizi sarıyor. Başlıyoruz şevkle çalışmaya…
Zeytin toplamak için belirli aşamalar var. Önce zeytin ağacının dibine düşenleri toplamak gerekiyor. Buna dip zeytini tolamak diyoruz. Ayrı çuvallanıyor. Bazen ikili topluyoruz. Bazen ağacın her tarafından girişiyoruz toplamaya. Bazen de yanyana sıra oluyoruz, yol boyu topluyoruz. İşte dip zeytini toplarken manzaralar;
Zeytin toplama dönemi yaklaşık bir ay sürüyor. Ekip sürekli değişiyor… dönüşüyor… Ama benim kafama en çok zeytinler kazınıyor. Hem de kucak dolusu zeytinler kazınıyor…
Burada öğretmen yok, öğrenci yok, lider yok, yol gösterici yok, efendi yok, kurtarıcı yok.
Kendiniz için öğretmensiniz ve öğrencisiniz ; efendi, yol gösterici, lider sizsiniz.
SİZ HER ŞEYSİNİZ !
Ve anlamak , değişimdir!
Jiddu Krishnamurti
Hintli bir yaşlı usta, çırağının her şeyden sürekli şikayet etmesinden bıkmıştı. Bir gün çırağını tuz almaya gönderdi. Yaşamındaki her şeyden mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona, bir avuç tuzu, bir bardak suya atıp içmesini söyledi. Çırak, yaşlı adamın söylediğini yaptı ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladı.
“Tadı nasıl?” diye soran yaşlı adama öfkeyle “Acı” diye yanıt verdi.
Usta gülümseyerek çırağını kolundan tuttu ve dışarı çıkardı. Sessizce az ilerideki gölün kıyısına götürdü ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp, gölden su içmesini söyledi. Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken aynı soruyu sordu:
“Tadı nasıl?”
“Ferahlatıcı” diye yanıt verdi genç çırak.
“Tuzun tadını aldın mı?” diye soran yaşlı adamı, “Hayır” diye yanıtladı çırağı.
Bunun üzerine yaşlı adam, suyun yanına diz çökmüş olan çırağının yanına oturdu ve şöyle dedi:
“Yaşamdaki acılar tuz gibidir, ne azdır, ne de çok. Acının miktarı hep aynıdır. Ancak bu acının acılığı, neyin içine konulduğuna bağlıdır. Acın olduğunda yapman gereken tek şey, acı veren şeyle ilgili duygularını genişletmektir. Onun için sen de artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış.”
1 kg patates
5-6 dilim kaşar peyniri
2 çorba kaşığı sıvı yağ
1 avuç galeta unu
1 tutam pul biber
1 tutam tuz
1 tutam karabiber
Patatesler soyulur. Daire şeklinde doğranır. Teflon tavaya yağ konur. Patateslerin yarısı sıkı sıkı dizilir. Tuz, karabiber ve pul biber serpilir. Biraz galeta unu serpilir. Üzerine kaşar dilimleri yerleştirilir. Biraz daha galeta unu serpilir. Kalan patatesler dizilir. Tuz serpilir. Tavanın kapağı kapatılır. Orta ateşte yaklaşık 15 dakika piştikten sonra bir yüzü kızarmış olmalıdır. Diğer yüzü bir kapak yardımıyla çevrilir. 15 dakika daha pişirildikten sonra servis tabağına kaydırılır
kadınların, doğdukları andan itibaren, tatminkarlığın ev kadını olmakta, aşkta, evlilikte, çocuk sahibi olmakta ve kendinden feragat etmekte yattığını kabul etmeye mecbur omalarını olası kıldı. Kadınlar hakim soyut düşünce biçimlerinin dışında tutuldular; bağımlı olacak şekilde eğitildiler. Öylesine bütünüyle erkeklerin onlar için düşünmesi gerektiğine inancına göre yetiştirildiler ki sonunda düşünmeyi bıraktılar.
Avustralya’da, bir spor salonunun camında bir reklam; zayıf ve bronz tenli bir kadın, hemen yanında şu yazıyor:
“Bu yaz, denizkızı mı olmak istersiniz, yoksa bir balina mı?
Afişteki mankenin fiziksel özelliklerinden çok uzak olan orta yaşlı bir kadın, spor salonunun reklamına sesli bir cevap veriyor:
İlgilenenlere duyurulur,
Balinaları arkadaşları asla yalnız bırakmazlar, yunuslar, deniz aslanları, meraklı insanlar..
Aktif bir cinsel yaşamları vardır, hamile kalır, sevimli bebek balinalar doğururlar.
Denizde yüzer, oynarlar. Polinezya adalarının mercan kayalıkları gibi muhteşem yerleri görme şansına sahiptirler.
Balinalar harika şarkı söylerler, CD’leri bile vardır.
Bazı insanlar dışında, onlara zarar vermek isteyecek tek bir varlık yoktur. Dünyada herkesin sevdiği, koruduğu ve hayran kaldığı şahane hayvanlardır.
Denizkızı?
Öncelikle, denizkızı diye birşey yoktur.
Var olsalardı da kimlik karmaşası sebebiyle psikolog kapılarında sıra oluştururlardı. Balık mısın? İnsan mı?
Cinsel hayatları yoktur. Yanlarına yaklaşan erkekleri öldürüyorlar, nasıl olabilir ki? hem, iyice bir bakın, gerekli donanım nerede??
E, sonuç olarak çocukları da olmaz.
Zaten balık kokan bir kadını kim ister ki?
Sonuç?
Ben balina olmayı tercih ederim.
Medya sadece zayıf insanların güzel olduğunu savunuyor ama ben çocuklarımla dondurma yemeyi, beni heyecanlandıran adamla güzel bir akşam yemeğinde sohbet etmeyi, arkadaşlarımla çikolata paylaşmayı çok seviyorum.
Zamanla kilo alıyoruz; çünkü, kafamıza o kadar çok bilgi yüklüyoruz ki yer kalmıyor ve bedenimizin diğer bölümlerine yerleşmeye başlıyor. Yani, biz kilolu değiliz, inanılmaz kültürlü, eğitimli ve mutluyuz.
Bugünden itibaren, aynaya bakıp da kalçamı gördüğümde, şunu düşüneceğim:
“Allah’ım ne kadar da akıllıyım!”
4 parça kuzu incik ortadan 2ye kırılmış bunları 4-5saat kaynatacağız. ilk kaynatırken ilk 1/2 saat üstünden kevgirini alacağız kalan sürede kapak kapalı kısık ateşte hatta makbulu 9 saat ama ben dayanamıyorum artı çok gaz parası geliyor:))
neyse kevgir alındıktan sonra bir miktar taze biberiye ve kişniş ardından hindistan cevizi tohumu rendesi,sonra sırasıyla ama 10ar dk ara ile taze nane,2,3 dilim pırasa, kereviz sapının yaprakları bir tutam,varsa dağ kekiği(Yoksa Anette’e söyle getirir gelirken) bir
bütün soğan defne yaprağı sona doğru karabiber taze çekilmiş
bu güruh kaynarkene…
cimrilik etme iyi cins mümkünse cabarnet ya da boğazkere al aç bir yarım saat dinlensin…
5saatin sonunda servise hazır iken mürdüm eriklerini kaynar suda 15dk beklet kabuklarını soy çekirdeğini çıkar…koy kenara…
şarabın sosu için bir soğanı çok ince ama gerçekten uyduruk yapma çok ince kıy…Zeytin yağı (tabi sızma) 3-4 yemek kaşığı ile hafiften karamelize et…derken şaraptan 3 su bardağı tencereye dök…içine biraz 1 tatlı kaşığı şeker ve 1 yemek kaşığı nar ekşisi dök…ve kaynamaya başlayınca içiner 1 yemek kaşığı tereyağ(tereyağı doktorların dediği gibi zaralı değildir.gerçekten ev yapımı tereyağı ayçiçek yağından çok daha yaralıdır…plastiğe yakın atomları yol en azından…ayrıca yanmadığı müddetçe kokusu sütü andırır ki benim pilavlarımın bembeyaz ve enfez ve tane tane olması sebebi zeytinyağı ve tereyağını kullanmamdır) evet şarabın çektirmesini yapıyoruz şimdi bu arada kalan şişeden şarap demlenmeye başlamışız hafiften arka fonda dostların gülüşmeleri ve latin ezgileri…ya da 60lar Ajda Pekkan:) Kimler geldi kimler geçti çalmakta…biri ortaya bir laf atmış memlekt kurtarılıyor…:)
baktın alkol kokusu gitmiş iste o anda soğandan gelen kekremsi kokuya şaraptan gelen baharat ve meyva kokuları ve tereyağından gelen enfes vanilya süt kokusu…işte tamamdır…şimdi karar ver sosu koyultacaksan nişasta az biraz kullansan olur ama ben biraz etin emeceği daha sulu sosları severim dersen eyvallah…
bak işte karar ver…
bu işin zevki var kuralı yok:)
veee sos kıvama gelince erikleri bırak içine 5 dk ısıyı ve tadı alsın…
eee artık tabağı düzenle…
bir yudum al şaraptan…önce bir parça et, kenarına 2-3 erik ve üzerine sos gezdir tabağın kenarına bbiberiye kişniş ve defne yaprakları koy ki kokuları sevişsin lezzetin yatağında:)
ben bunun yanında merlot içerim şahsen…param varsa…yoksa artık bakkalda ne varsa…ama yemeğe asla ucuz şarap kullanmam:)
merlot içeceksen çok rica ediyorum buzdolabına koyma kışsa balkon kafidir:)ama kırmızı şarap oda sıcaklığında içilir diye kalkıp odada da bırakma Fransa da oda sıcaklığı 22-24 derece bizdeki gibi adam 30 derece kalorifer yakmıyor kaldıki adamların oda dediği yer mahzenleri zaten daha bile soğuk…neyse işte bak zevkine göre ama mutlaka 1 saat önce merlot açılır…
afiyet olsun:)
not: reçete tamamen bana aittir.her hakkı mahfuz değildir tepe tepe kullanın ama gözünüzü seveyim güzellikle ve severek yapın yoksa ne yapsan nafile konuşmaz seninle demez ki sana ye beni diye:))
Yaşadım Ulan Dibine Kadar
Can Yücel*