9 KEHANET –

43384[1]

DOKUZ KEHANET, hayatı tanımlayan 9 anahtar ile açılan, gizemli bilgilerden oluşuyor. Peru yağmur ormanlarında bulunan elyazmalarında ortaya çıkan bu bilgilerden yola çıkarak hayatımzda hala meydana gelen olaylarla nasıl bağlantı kurabileceğimiz anlatılıyor… ve bu kitapta önümüzdeki yıllarda neler olacağı da şimdiden gösteriliyor. Bu kitabın yayınlanmasından sonra dünyanın geleceğinin tekrar gözden geçirilmesi gerektiği ortaya çıktı.
DOKUZ KEHANET, eski bilgilerin insanı ne derece etkilediğini, hayatta bulunmamızın nedenini berraklıkla algılayabilemeyeceğimizi de öğretiyor. Ayrıca öğretinin sağladığı yepyeni enerji ve iyimserlik, yarınlara çok daha sağlıklı adımlar atmamızı sağlayacak.

1. Bilgiler birbirini izler.Rastlantılara dikkat et, bu rastlantılar bize yaptığımız her şeyin altında daha başka şeylerin, ruhsal bir şeylerin yattığını duyumsatır. Rastlantıları ciddiye aldığımız zaman birinci bilgi oluşuyor.
2. İkinci bilgi, gerçeklerin farkındalığı üzerine kurulmuştur.Neden yaşıyorsun? bunu cevapla, dünya sadece ruhsal ve mistik anlamda çalışır. Maddesel olarak olanaklarla hayatta kalabileceğimize inandığımız için bunu sağlamak için, yerimizi sağlamlaştırıp, güvenliğimizi korumaya çalışırız ve tüm dikkatimizi evrenin kontrolüne odaklarız. Oysa şimdi ruhsal uyanış ve açıklığımız sayesinde gerçeklerin farkına varmaya başladık.
3. Bu bilgi, yaşama yepyeni bir bakış açısı getirmektedir. Fizik evreni TEK ve SAF bir ENERJİ olarak tanımlamakta ve bu enerjinin her nasılsa düşüncelerimize yanıt verdiğini söylemektedir.
4. Dördüncü bilgiye göre yaşamda enerji kısıntısı ancak daha yüksek bir kaynakla bağlantı kurduğumuz zaman tedavi edilebilir. Biz ona karşı açılabilirsek EVREN bütün gereksinimlerimizi sağlayabilir.
Enerjiyi önce besinlerden alırsın. Yiyeceklerden aldığın enerjiyi tümüyle özümseyebilmek için, önce yediklerini beğenmelisin. Lezzet bu işin anahtarıdır. Lezzetin tadına varmalısın.Yemekten önceki duanın sebebi de budur. Farkındalığı sağlar.Sadece yiyecek bulduğumuza şükretmek için dua etmeyiz, vücudun besindeki enerjiyi iyice özümsemesi için de dua ederiz.Yemek yemeyi bir deneyim haline dönüştürmek gerekir. Yemek yemek ilk adımdır, bu yolla kişisel enerjinizi arttırdıktan sonra, diğer nesnelerdeki enerjilere karşı daha duyarlı olabiliyorsun ve bundan sonra yemek yemeden bu enerjiyi özümsemeyi öğreniyorsun.
Çevremizdeki her şey enerjidir. Ne var ki; hepsinin türü değişiktir. İşte bu yüzden bazı yerler enerjiyi diğer yerlerden daha fazla artırır. Bu senin şeklinin uyumuna bağlıdır. Önce enerji alanlarını görmeye başlıyorsun, bunun için;
• Dikkatini çevreye yönelt.
• Enerji ile dolmaya başlayınca, çevrendekilerin nasıl göründüklerine bak.
• Bunu gördüğün her varlığı göz önüne getirerek yap.
• Eşsiz güzellikleri özümse.
• Bitkilerin ışımaya başladığını düşün.
• Ne kadar uzakta olursa olsun her şeyin yakınında olduğunu hisset, dokun, bağlantı kur.
• Nefes al ve enerjiyi içine çek. Bu noktada hissettiğin SEVGİ. Bunun için kendini zorlamaya gerek yok, o kendiliğinden ortaya çıkar.Sevginin içine girmesine izin ver. Nesnelerin (sadece nesnelerin değil aynı zamanda bunu insanlar içinde yapabilirsin) güzelliklerini, eşsizliklerini takdir edince enerji alıyorsun, hislerin sevgi düzeyine yükselince, gönüllü olarak enerjini geri veriyorsun. Bu mistik bir deneyimdir ve bunu kısacık bir ANda yakalayabilirsin. Bu herkesten ileriye sıçrayabilmek ve geleceğe göz atabilme durumudur. Bu durum ne yazık ki uzun süre korunamaz. Bilinci normal düzeyde olan bir insanla konuşmaya çabalayınca ya da halâ çatışmaların sürdüğü bir dünyada yaşamaya çalışınca, bu ileri durumdan sıyrılır ve tekrar kendi eski düzeyimize döneriz. Bundan kurtulabilmek için gördüklerimizi, hissettiklerimizi yeniden yeniden tekrar etmeliyiz. Böylece her seferinde biraz daha sonsuz bilince doğru ilerlemeye başlarız. Ancak bunu yaparken, enerji ile dolup yaşamayı bilinçli bir şekilde yapmalıyız.Çünkü rastlantıları sağlayan işte bu enerjidir ve rastlantılar sürekli bir temele dayanan, yeni bir düzeyi gerçekleştirmemize yardımcı olurlar.
5. Bu bilgi, insanların diğerlerini kontrol altına alıp, düşüncelerine hükmederek, enerjilerini çalmak eğilimi gösterdiklerini açıklar. Enerjimizin kesildiğini ve ondan yoksun kaldığımızı hissettiğimiz zaman hepimiz aynı şeyi yaparız. İnsanları ve durumları kontrol ederek enerjinin sana doğru akışını sağlamak için, dramalar yaratırsın. Dramalar şöyle sıralanır; acındırma, korkutucu, sorgulayıcı ve mesafeli. Mesafeli dramada, esrarengiz ve gizemli bir görünüm kazanıyorsun, kendi kendine ihtiyatlı davrandığını söylüyorsun, ama aslında bu dramanın içine başkasını çekip, sana ilgi göstermesini ümit ediyorsun. Ardından birisini bu dramanın içine çekince, açık davranmıyorsun ve gerçek duygularını anlamaları için karşındakileri zorluyorsun. Onlar senin gerçek duygularını anlamaya çabalarken, fazlasıyla ilgi gösterip, tüm enerjilerini sana yolluyorlar. Nedenli esrarengiz davranıp, nedenli ilgilerini çekersen, daha fazla enerji alırsın. Şayet kendimize dikkatle bakıp enerjiyi yönlendirmek için neler yaptığımızı keşfetmezsek, hiçbir ilerleme olmaz.
Sorgulayıcı dramadan enerji kazanan bütün insanların amacı ise, sorularıyla eşeleyip deşeleyip, diğerlerinin yaşantılarındaki yanlışları ortaya çıkarıp eleştirmektir. Bu dramayı hazırladıktan sonra, diğerlerinin yaşantılarını her açıdan eleştirirler. Eğer istedikleri kişiyi bu dramanın içine çekebilirlerse, hazırladıkları strateji başarıya ulaşır.Diğerleri ise birden bire sorgucunun karşısında kendilerini suçlu hissederler ve sorgucunun dikkatini çekecek hatalar yapmamak için, sorgucunun yaptıkları ve düşündükleri ile ilgilenmeye başlarlar. Sorgucu bu fiziksel saygı sayesinde gereksinim duyduğu enerjiyi sağlar.
Şayet biri sizi sözle yada fizik gücüyle tehdit edecek olursa, başınıza kötü bir iş geleceği korkusuna kapılır, ona zorla ilgi gösterip enerjinizi verirsiniz.Sizi korkutan kişi tarafından, saldırgan türden dramanın içine çekilirsiniz.Bu dramanın adı korkutucu dramadır.
Diğer yandan eğer birisi başına gelen bütün kötülüklerden sizi sorumlu tutar ve ona yardım etmediğiniz takdirde bu kötülüklerin başına gelmeye devam edeceğini söylerse, o zaman bu insan, acındırma draması ile enerjinizi çekiyor demektir. Burada dikkat edilmesi gereken konu dramaların karşı dramaları yarattığıdır.Örneğin mesafeli insanlar sorgucu insanları yaratıyorlar aynı şekilde sorgucu da insanları mesafeli yapıyor. Korkutucu da acındırma durumunu yaratıyor.
6. Geçmişi berraklaştırmak, bireysel yollarla çocukluğumuzda öğrendiklerimizi kontrol etmekle başlar.Dramaların farkında ol. Bunlardan bir kez kurtulduğunda, kendini daha yüksek seviyedeki evrimsel kimliğinde bulursun. Gözünü açıp gerçek kimliği bulmak gerekir.İnsanlar kendi tarihsel durumları içine doğarlar ve hayatta destekleyecek bir nesne bulurlar. Başka bir amacın peşinde koşan diğer bir insanla birlikteliği oluştururlar. Bu beraberlikten çocuklar doğar ve rastlantıların önderliğinde, bu iki durumu birleştirip daha yüksek sentezlere varırlar.Burada önemli olan, enerji ile her doluşta hayatı daha ileriye götürecek bir rastlantı meydana gelir ve bu düzeydeki enerji içselleştirilir. Böylece daha yüksek titreşimlerde varlık sürdürülür. İnsanlar evrimlerine böyle devam ediyorlar. Şimdiki süreçte bunun hızlandırılması gerçekleşecek. Bir kez hayatın ne olduğunu anlamak bu noktada önemli.
NOT: sık sık durup gerekli enerjini tekrar toplamayı sakın unutma. Her zaman enerji dolu ol ve sevgi konumunda kal. Bir kez sevgi konumunu elde ettin mi, hiç bir şey ve hiçbir kimse sendeki enerjiyi çekip alamaz. Aslında, senden taşan enerjinin yarattığı akıntı aynı oranda enerjiyi senin içine çeker. Enerjin asla tükenmez. Ancak enerjinin tükenmemesi için, hep onun işlevlerinin bilincinde olmalısın. Bu özellikle insanlarla karşılıklı etkileşim içindeyken çok önemlidir.
7. Yedinci bilgi de, nesnelerin dikkatimizi çekişinden, belirli düşüncelerin, bize rehberlik etme maksadıyla aklımıza gelişinden sözedilir.Yedinci bilgi, düşlerden söz eder, düşlerle kendi hayat öykümüzü kıyaslamamızı söyler. Yedinci bilgi bizim gerçekleştirdiklerimizden daha çok düşüncelerimiz olduğunu söyler. Bunları fark etmemiz için iyi bir gözlemci olmamız gerekmektedir. Aklımıza bir düşünce geldiği zaman NEDEN diye sormalıyız. Şimdi neden bu düşünce özellikle aklıma takıldı?Yaşam sorunumla bunun ne ilgisi var? Gözlemci durumuna geçince her şeyi kontrol etme gereksiniminden de kurtuluruz ve bu bizi evrimin akışının içine sokar. Bu noktada olumsuz düşünceler aklımıza gelince ne olur sorusu sorulabilir. Kötü bir şey olacağından korkmak, sevdiğimiz birisinin acı çekmesi ya da çok istediğimiz bir şeyi elde edememek gibi sorunlar aklımıza takılırsa ne olur?Yedinci bilgi, korku imajları belirir belirmez engellenmelidir, ardından da aklımıza iyi düşünceler getirmeliyiz der.Kısa süre sonra, olumsuz görüntüler hemen hemen hiç belirmezler. Seziler hep olumlu konularda olmalıdır, eğer olumlu imajlardan sonra olumsuz imajlar belirirse, bunları kesinlikle ciddiye almak gereklidir. Buna göre örneğin eğer aklına kamyon kazası geçireceğin gelmişse ve biri seni kamyonla bir yere götürmeyi teklif ederse reddetmelisin.
8. Sekizinci bilgi diğerleriyle kurulacak ilişkilerde enerjiyi kullanmanın yolunu gösteriyor.Enerjiyi nasıl yansıtacağını ve başkalarına bağımlılıktan kaçınmak gerektiğini söylüyor.Özellikle çocuklarla kurulan ilişkilerde, onların hatalarını sürekli düzeltmenin, onların enerjilerini tüketmek olduğu belirtiliyor. Çünkü bu durum onlarda kontrol dramaları yaratıyor. Sekizinci bilgi bize, gelişmeye başladığımız ilk andan itibaren, otomatik olarak karşı cins enerjisi almaya başladığımızı hatırlatır. Bu doğal olarak evrenin enerjisinden gelir. Ancak burada dikkatli olmamız gerekir, çünkü bir başkası gelip bu enerjiyi doğrudan bize vermeye kalkınca, biz hemen gerçek kaynakla bağımızı kesiveririz ve sonra gerileme başlar.
Bu noktada AŞKtan söz etmeliyiz. Aşk olduğunda, iki kişi bilinçsiz olarak enerjilerini birbirlerine verirler ve mutluluk ve neşe inanılmaz derecede artar, titreşimler yükselir. Ne yazık ki, insanlar kısa sürede birbirlerinden gelen bu enerjiye bağlanırlar ve evrenden sağladıkları enerjiyi keserler, oysa iki kişinin birbirine verecek yeterli enerjisi yoktur. Bir süre sonra birbirlerine enerji vermeye son verip, diğerinin enerjisini elde etmeye çalışırlar ve çocukluk dramalarının içine düşerler.Ve sonuçta ilişki giderek yozlaşır ve güç mücadelesine dönüşür. Aslında bu durumdan tam olarak kurtulmayı öğreninceye kadar alfabedeki C harfi gibiyizdir. Karşı cinsten kolay etkileniriz, onun yarım kalmış dairesi gelip bizimkiyle birleşir.Birbirimize enerji akıtmaya başlarız, gerçekte ise kendi dışında diğer yarısını arayan bir başka insanla birleşmiş oluruz. Karşıt cinsten birine bağımlı olmamızın nedeni, karşıt cinsin enerjisini elde etmek istememizdir. Halbuki, içimizdeki kaynaktan aldığımız mistik enerjinin hem erkek hem de dişi yönü vardır. Zamanla onun dışarı vurmasını sağlarız ama evrime ilk başladığımız sıralar çok temkinli davranırız. Bütünleşme işlevi zaman alır. Eğer olgunlaşmadan eril yada dişil enerjimiz için, insan kaynağı ile bağlantı kurarsak, evrensel kaynağın akışını durdururuz. Önce daireyi kendimiz bütünlemeliyiz.Evren ile bağlantımızı sağlamlaştırmalıyız. Bu zaman alır ancak bunu sağladıktan sonra yüksek ilişkiler kurabiliriz. Böylece bütünleşmiş bir insanla romantik ilişki kurduğumuzda süper-insanı yaratırız. Ama bu bizim bireysel gelişimimiz engellemez. Bu deneyime ilk başlarken, karşılıklı bağımlılık ilişkisinin ilk günlerinde duyulan iyilik ve keyfin tadını, tek başına olduğun zaman çıkarmalısın. Onu içine almalısın.Bundan sonra gelişmeye başlarsın ve kendine uygun romantik ilişkiler sana ulaşır.
Gerçek enerji yansıtmasında bağımlılık ve bağımlı olma eğilimi yoktur. Çünkü insanların ikisi de gelecek mesajları beklemektedirler. Eğer konuştuğumuz, mesaj alıp verdiğimiz kişilerin dramalarına yanıt vermezsek, onların dramaları bozulur böylece bizde mesajı görebilme şansını yakalarız.Bunu yapabilmek içinde karşıdakinin oynadığı dramayı tanımlamamız gerekir. Bütün dramalar enerjiyi elegeçirmek için stratejiler uygularlar, dramayı tanımlayıp söylediğimiz anda bu oyun bozulur.
Unutmamamız gereken hayatta yolumuza çıkan herkesin bize bir mesajının olduğudur.Yoksa başka yola saparlar ya da bizden önce ya da bizden sonra o yoldan geçmeyi tercih ederler. Özellikle sorunumuz olduğunda, yanıtları bize verecek insanlarla karşılaşırız. Karşılaştığımız her insanın bize bir mesajı vardır. Tesadüfi rastlantılar yoktur. Ama bu rastlantılara nasıl yanıt verdiğimizi, bize iletilen mesajları algılayabilme derecemiz belirler.Yolumuza çıkan biriyle o an yaptığımız sohbet o anki sorularımıza yanıt vermeyebilir ama bu yaptığımız sohbetin bir mesaj taşımadığı anlamına gelmez.
9. Dokuzuncu bilgi der ki; enerji düzeyimiz arttıkça vücudumuzdaki atomların titreşimlerinin düzeyi de artar. Kısaca ruhumuzu arındırıp hafifleriz.

sevgi ve ışıkla…
*Kaynak: 9 KEHANET (James Redfield, 2006, Altın Kitaplar)

Ruh Hastası Kadın Yoktur…

12794794_10154061813834665_8422516482655792615_o[1]

Karikatür kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Istanbul semtlerinin isimleri nereden geliyor ?

istanbul1[1]

Aksaray: Fatih’in sadrazamı İshak Paşa, İç Anadolu Bölgesi’ndeki Aksaray’ı ele geçirdikten sonra orada yaşayan bölge insanlarını bugünkü Aksaray semtinin bulunduğu yere gönderir. Aksaraylılar da semte adlarını verirler.

Ahırkapı: Marmara Denizi’nin kıyısında yer alan yedi ahır kapısından birisi olan bu semte, Padişah atlarının bulunduğu has ahırın yanında yer aldığı için Ahırkapı ismi verildi.

Bağlarbaşı: Semt, en ünlü bağ ve bahçelerin bir dönem burada yer almasından dolayı bu adla anılıyor.

Bebek: Semtin isminin nereden geldiği konusunda iki rivayet bulunuyor. Bunlardan ilki, Fatih Sultan Mehmet’in bölgeyi koruması için gönderdiği bölükbaşının Bebek lakaplı olması. Diğeri ise padişahın semtteki bahçesinde gezerken yılan görüp korkan şehzadesine bebek demesi ve bundan sonra bahçesinin bebek bahçesi olarak anılması.

Beşiktaş: İlk görüş, semtin ismini Barbaros Hayrettin Paşa’nın gemilerini bağlamak için diktirdiği beş taştan aldığı yönünde. Diğeri ise bir papazın burada yaptığı kiliseye Kudüs’ten getirdiği beşik taşını koyduğu ve ismin buradan geldiği yönünde.

Beyazıt: Sultan II. Beyazıt’ın buraya kendi ismiyle anılacak bir külliye yaptırmasından sonra semt, Beyazıt olarak anılmaya başladı.

Beyoğlu: Semtin isminin nerden geldiği konusunda çeşitli rivayetler bulunuyor. Bunlardan ilkine göre, İslamiyet’i kabul edip burada oturmaya başlayan Pontus Prensinden adını alıyor semt. Diğerine göreyse, ‘Bey Oğlu’ diye anılan Venedik Prensinin burada oturmasından geliyor semtin adı. Son bir rivayet de, burada oturan Venedik elçisine, yazışmalarda, “Beyoğlu” diye hitap edilmesinden semtin bu adla anıldığını söylüyor.

Bakırköy: Bizanslıların ‘Makri Hori’ dedikleri semt, 14. yüzyılda Osmanlıların eline geçince ‘Makriköy’ adını aldı. 1925’te ulusal sınırlar içindeki yabancı kökenli adların değiştirilmesi sırasında Atatürk’ün isteğiyle semt Bakırköy adını aldı.

Bostancı: Semt, adını eskiden her türlü meyve ve sebzenin yetiştirildiği bostanlardan biri olmasından alıyor.

Çemberlitaş: Bizans’ın en önemli meydanlarından Constantinus Forumu’nun bulunduğu yerdeki büyük sütunlardan birisi olan Çemberlitaş, semte adını verdi.

Çengelköy: Eskiden gemi çapaları bu köyde yapıldığı için isminin buradan geldiği tahmin ediliyor.

Eminönü: Osmanlı döneminde çarşıdaki esnafı denetleme yetkisi ‘Emin’lere aitti. Semt, adını burada bulunan ‘Gümrük Eminliği’nden alıyor.

Feriköy: Semt adını Sultan Abdülmecit ve Abdülaziz dönemlerinde yaşayan Madam Feri’den alıyor. Bölgede bulunan geniş topraklar padişah tarafından Madam Feri’nin eşine bağışlanmıştı. Ama eşi ölünce semt onun ismiyle anılmaya başlandı.

Galata: Gala, Rumca da “süt” anlamına geliyor. Bir rivayete göre Galata’nın adı semtteki süthanelere gönderme yapılarak türetildi. Başka bir görüşe göre ise İtalyanca ‘denize inen yol’ anlamına gelen ‘galata’ kelimesi düşünülerek bu isim verildi.

Okmeydanı: Fetih Ordusu kuşatmanın bir kısmını burada kurulan karargâhta geçirmiş. Semtin ismi de böylelikle Okmeydanı olarak kalmış.

Şişli: Şiş yapımıyla uğraşan ve Şişçiler diye anılan bir ailenin burada bir konağı olduğu ve ‘Şişçilerin Konağı’nın zamanla değişikliğe uğrayarak ‘Şişlilerin Konağı’ hâline gelmesiyle semtin adının Şişli olarak kaldığı anlatılıyor.

Şaşkınbakkal: Henüz yerleşimin olmadığı dönemlerde yaz günleri denizden yararlanmak için bölgeye gelenlere bir bakkal dükkanı açıldığını görenler, burada iş yapılmayacağını düşünerek bakkala “şaşkın bakkal” yakıştırması yaptılar. Bundan sonra da semt Şaşkınbakkal olarak anılmaya başlandı.

Sütlüce: Bugün Sütlüce semtinin olduğu yerde Süt Menbat isimli bir Rum köyü vardı. Köyün bir köşesindeki bakır bir kadın heykelinin memelerinden su akar; bu suyun, kadınların sütünü çoğalttığına inanılırdı. Bundan dolayı semt, Sütlüce olarak anılır oldu.

Tahtakale: Sözlük anlamı ‘kale altı’ olan Taht-el-kale’nin bozulmasıyla Tahtakale’ye dönüşen semtin, Mercan ya da Beyazıt dolaylarındaki eski sur benzeri yapının aşağı kotunda yer aldığı için bu ismi aldığı tahmin ediliyor.

Taksim: Osmanlı zamanında sucuların; suyu, halka taksim ettikleri yer, Taksim olarak anılmaya başlandı.

Teşvikiye: Sultan Abdülmecit’in bir mahalle kurulması için teşvikte bulunduğu semtin adı Teşvikiye olarak kaldı. Bu durumu, Harbiye Karakolu ile Rumeli ve Valikonağı Caddelerinin kesiştiği kavşakta bulunan iki taş belgeleliyor.

Unkapanı: Bazı satış yerlerinde Arapça’da ‘Kabban’ adını taşıyan büyük teraziler bulunduğundan, buraları Kapan adını taşırdı. Sahiline buğday ve arpa yüklü gemiler demirlediğinden, semt bu adı aldı.

Üsküdar: Bizans devrinde, Skutari denilen asker kışlaları, şehrin bu yakasında yer aldığı için semt Skutarion diye anılıyordu. Bu isim zamanla Üsküdar’a dönüştü.

alıntı

Ortaya Karışık kategorisinde yayınlandı. 1 Comment »

ÇOK BASİT BİR SAĞLIK UYARISI…

297291_423125481086905_433933942_n[1]

Mümkünse, her sabah veya akşam, günde bir kez olabilir, sert bir zemin üzerinde çıplak sağ ve sol ayak üzerinde, GÖZLERİNİZ KESİN TAM KAPALI her iki kolunuz yanlara T şeklinde açık, yaklaşık 30 sn.’de 100’e kadar, tek ayak üzerinden “sesli” sayarak DENGE’de durma eğitimine vücudunuzu ve beyninizi mutlaka ACİL alıştırınız.

İlk bir hafta sayamamanız çok normal. İlk bir haftadan sonra, 100’e kadar sayarak bu eğitime vücudunuzu alıştırırsanız, ileride kesinlikle ALZHAIMER konusunda sorun yaşamazsınız.

Huzurlu ve Kaliteli yaşamanız, “en az 100 yaşınıza kadar, her konuda birlikte sağlıklı yaşlanabilmemiz dileğiyle…”

ÖZEL NOT: Lütfen, olabildiğince fazla, özel dostlarınızla bu çok basit bilgiyi paylaşıp, kendilerini bilgilendiriniz…
Şu an olmasa bile, yıllar sonra özel dostlarınızın dualarını sürekli alırsınız… TEŞEKKÜRLER…

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. 1 Comment »

Öfke, Açgözlülük, Hırs ve Acıyı; Sevgiye, Barışa, Huzura ve Şifaya Dönüştürme Meditasyonu….

10423658_909169182529398_5921671797233160745_n[1]

Öfke, Açgözlülük, Hırs ve Acıyı; Sevgiye, Barışa, Huzura ve Şifaya Dönüştürme Meditasyonu…. (BARIŞ MEDİTASYONU)
Bu meditasyonu yapmaya karar verdiğiniz için teşekkür ederim. Şimdi ülkemizdeki öfke, açgözlülük, hırs ve acıları sevgiye,barışa, huzura ve şifaya dönüştürme meditasyonu yapacağız. Öncelikle bu dönüşümü yapmak için gözünüzde bir ev canlandırın. Nasıl bir evde bu dönüşümü gerçekleştireceğinizi bulduktan sonra çalışmaya geçebilirsiniz…
Çalışmayı oturarak, ya da yatarak yapabilirsiniz, mum ve tütsü yakıp yakmamak tamamen size kalmış.
Aynı şekilde sakinleştirici bir müzik açmak veya açmamak da size bağlı…
Bütün bu hazırlıkları bitirdikten sonra yatağa yatın, ya da iskemlenize oturun ve gözlerinizi kapatın.
Ve burnunuzdan nefis alıp nefes vermeye başlayın.
Nefes alın, nefes verin. Nefes alın verin. Nefes alın nefes verin bırakın düşünceler gelip geçsin. Onlara takılmayın. Nefes alıp vermeye devam edin.
Şimdi nefes alırken ülkemizdeki öfkeyi az önce yarattığınız eve doldurun, doldurun, doldurun ve onu dönüştürerek sevgi olarak dışarı verin. Bunu üç kez yapın…
Şimdi nefes alırken ülkemizdeki hırsı az önce yarattığınız eve doldurun ve onu dönüştürerek barış olarak dışarı verin. Bunu üç kez yapın…
Şimdi nefes alırken ülkemizdeki açgözlülüğü az önce yarattığınız eve doldurun ve onu dönüştürerek huzur olarak dışarı verin. Bunu üç kez yapın…
Şimdi nefes alırken ülkemizdeki tüm acıları az önce yarattığınız eve doldurun ve onu dönüştürerek şifa olarak dışarı verin. Bunu üç kez kez yapın…
Beş kez burnunuzdan nefes alın verin.
Ve şimdi bunları söyleyerek burnunuzdan nefes alıp vermeye devam edin: Allah’ım ülkemize sevgiyi, barışı, huzuru ve şifayı getirmek için bizlere yardım et. Bu çalışmamıza yardımcı ol. Bizi sevginle KUCAKLA. SENİ ÇOK SEVİYORUZ….
Şimdi nefes alırken ülkemize yaydığımız sevgiyi, barışı, huzuru, şifayı içimize alıyoruz tüm hücrelerimizde tüm organlarımızda ezdiriyoruz ve dışarıya çoğaltarak veriyoruz. Bunu 3 kez yap.
Burnundan nefes alıp vermeye devam et.
Ve son olarak üç kez şu cümleyi söyle : BİZLERİN VE BÜTÜNÜN HAYRINA OLSUN…

Ve hazır olduğunda gözlerini YAVAŞ YAVAŞ aç…

Sağlıcakla,
Anette İnselberg
Not: Lütfen bunu mümkün olduğu kadar yapalım…Biz 17 mart 2016 Reiki Festivalinde toplu enerjiyle yaptık ve inanılmaz etkisinde kaldık…

Çalakalem Yazılarım... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »