1 . Hayatlarını BEN merkezci olarak yaşarlar..
Tolerans , esneklik , sevgi ,saygı , paylaşım , yaratım , empati , sabır yoktur ;aşka yer vermezler..
Kabadırlar.…
Kırıp dökerler..
Gösterişte inançlılardır..
Güvenmezler
Adına da : Biz de böyle derler..
Hep bir bahaneleri vardır böyle olmalarının
2. Alınması gereken dersleri öğrenmiş , yolunda ki herşeye farkındalıkla , uyumla , sevgiyle yaklaşırlar
Gelene de , gidene de kabul buyururlar..
Daha ılımlı , daha uyumlu daha umutlulardır..
Dikkatli ve özenlilerdir..
Bahaneleri yoktur..
O yüzden dibe vurdum diyenlere dikkat edin..
1.Özelliğe yatkın olanları yasamınızdan uzaklastırın
Size zarar verirler…
Berna Aysu
Tüm Bağımlılıklar, kişinin kendini nasıl seveceğini bilemeden ve korkulardan ve kendini yeteri kadar tanımaması, kendinden kaçmasından kaynaklanır.
Nefes kişilerin kendi içine dönmelerini, kendilerini daha iyi tanımalarını, farkındalık, kendini sevmeyi sağlar.
Güçlü ve derin bağlantılı bir nefesiniz varsa, herhangi bir şeye bağlı kalamazsınız. Kendi özünüz ve Allah ile bağınız güçlenir. Kendinize olan sevginiz artığı için ve kendi değerinizi daha çok bildiğiniz için kimseye veya bir nesneye ( alkol, sigara vs..) bağlanma ihtiyacı duymazsınız.
Bu yüzden bağımlı insanların düzenli nefes almaları çok önemlidir. Alırken uzun ve geniş, verirken nefeslerini hiç tutmadan kendiliğinden vermeleri. Nefesleri tutarak vermeleri, bağımlılıklarına tutunduklarını gösterir. Nefes akışa gırdıgınde bağımlılıklarından kendiliğinden bittiğini göreceklerdir.
Bağımlı kişiliklere söylediğimiz olumlumalar
“ Kendimi seviyorum ve onaylıyorum. Kendimden zevk alıyorum. Kendi değerimi biliyorum. Bütün korkularımı bırakıyorum”
kaynak: gülin Sarıyiğit
Yüksek tansiyon hastalarını dinlediğimizde geçmişte affedemedikleri kişiler ve olaylar olduğunu anlarız. Geçmişin bütün yükünü omuzlarında taşıyor gibilerdir.
Geçmişi tutunurlar. Sürekli geçmişten bahsedip yasadıkları olayda ne kadar haklı olduklarını ispatlamaya çalışırlar. Hâlbuki affetmemek kendimize zarar vermekten başka işe yaramaz. Karşındakinin yaşadıklarımızdan hiçbir haberi yokken biz içimizdeki öfke kızgınlık nefret enerjisini büyütürüz. Gerginliğimiz omuzlarımızda sertlik ağrı şeklinde kendini gösterir.
Affetmek cennete açılan kapıdır. Bızı özgürleştirir. Hayatımıza huzur, neşe, doyum duyguları hayatımıza sağlar.
Tansiyon hastalarının nefesine baktığımızda limitli nefes aldığını gözlemleriz. Geçmişteki olaylara, duygulara takılı kaldıkları için nefesini tutarlar. Nefes almak için beklerler. Bu da kalplerini yeni birine açmadan önce bekledikleri anlamına gelir. Geçmişteki şartlanmalarına göre davranırlar.
Seanslarda amacımız nefesini hemen bıraktırıp, peşinden hemen tam kapasite nefes almalarını sağlamaktır.
Nefes seanslarında tansiyon hastalarına söylediğimiz olumlamalar
“ Geçmişi bırakıyorum. Geçmiş anılarımı tutunmuyorum. Kendimi ve başkalarını affediyorum. Her şey olması gerektiği gibi oldu. Olanı olduğu gibi kabul ediyorum. Geçmişten özgürleşip, barış, huzur ve sevginin içindeyim ”
kaynak: gülin sarıyiğit
Asıl eksiklik, eksik olduğumuzu düşünmekti.
Asıl eksiklik, çareyi başkasında aramaktı. Hayatın matematiği farklı;
iki yarımı toplayınca bir etmiyor.
İnsan tek başına mutsuzsa başka biriyle de
mutlu olamıyor.
Önce yalnızdık.
9 ay boyunca karanlık bir yerde dışarı çıkmayı bekledik ve
dünyaya ağlayarak
geldik.
Pişman gibiydik. Ya da mecburen gelmiş gibi.
Biraz büyüdükten sonra, kendimizi bildiğimiz anda, içimizi kemiren,
kalbimizi
kurcalayan o tuhaf duyguyu hissettik: Bir yerde bir eksik var dedik.
Korktuk.
‘Bunun sebebi ne?’ diye sorduk kendimize. Cevabı yapıştırdık:
‘Demek ki sahip olmadığımız bir şeyler var.
O yüzden eksiklik hissediyoruz’. Peki, neye sahip olmamız gerekiyor?
Çocukken ‘yaşımız küçük’ diye düşündük.
Her istediğimizi yapamıyoruz.
Kurallar, yasaklar var. Büyüyünce her şey yoluna girecek.
Büyüdükçe bir şey değişmedi.
Yine huzursuzduk. İçimizden bir ses aynı sözcükleri fısıldıyordu:
‘Bir eksik var. Kafamız karıştı.
Nasıl kurtulacağız bu iğrenç duygudan?
Nasıl geçecek bu?
Aklımıza yeni cevaplar geldi: Okulu bitirince geçecek.
İşe girince geçecek.
Para kazanınca geçecek. Tatile gidince geçecek.
Okulu bitirdik. Diploma aldık.
İşe girdik. Kartvizit aldık. Çalıştık. Para kazandık. Taşındık.
Araba aldık.
Çalıştık. Eve yeni eşyalar aldık.
Tatile gittik. Dans ettik. Terfi ettik.
Kartviziti değiştirdik.
Daha çok çalıştık. Daha çok para kazandık. Çalıştık. Çalıştık.
Geçmedi.’Bir yerde bir eksik var’ hissi, hala orada duruyordu.
Bu sefer de ‘Sevgilimiz olunca geçecek’ dedik.
‘Yalnızlığımız sona erince bui lletten kurtulacağız.
‘Beklemeye başladık.
Derken, biri çıktı karşımıza aşık olduk.
Ve anında başka biri olduk.
Daha güçlü, daha güzel, daha akıllı biri.
Hesap cüzdanları, kartvizitler,
hatta ilaçlar bile böyle hissetmemizi sağlamamıştı.
Sevgilimizin gözlerinde, daha önce bize verilmemiş
kadar büyük sevgi ve hayranlık gördük.
Sevgilimizin gözlerinde Tanrı’ yı gördük.
Işığı gördük.’Tünelin ucundaki ışık b u olmalı’ diye düşündük ‘kurtulduk’.
Sonra bir gün, daha dün bize deli gibi aşık olan insan çekip gidiverdi.
Ya da artık eskisi gibi sevmediğini söyledi.
Ya da başka birine aşık olduğunu söyledi.
Ya da daha kötüsü, başka birine aşık oldu ama söylemedi.
Telefonu açmamasından, elimizi tutmamasından, sevişmemesine bahane bulmak
zorunda kalmamak için biz uyuduktan sonra yatağa gelmesinden anladık, bir
terslik olduğunu.
Belki de sevmekten vazgeçen veya terk eden sevgilimiz değildi, bizdik.
Fark etmez. Sonuçta aşk bitti.
Şimdi her yer bomboş. Şimdi tekrar yalnızız. Başladığımız yere döndük.
Yıllarca uğraştık, eksiğin ne olduğunu bulamadık. Halbuki her şeyi denedik, her
yere baktık.
Öyle mi? Bakmadığımız bir yer kaldı.
İçimize bakmadık.
Eksik parçayı dışarıda aradık ama içimizde saklı olabileceğini akıl etmedik.
Birilerini sevdik, birileri bizi sevsin diye uğraştık ama kendimizi sevmedik.
Şaşıracak bir şey yok, tabii ki sevmedik.
Kendimizi sevsek bu kadar koşturur muyduk?
Canımız yanmasın diye duvarların ardına saklanır mıydık?
Kendimizi boş sanıp doldurmaya uğraşır mıydık?
Terk edilmekten korkar mıydık?
Asıl eksiklik, eksik olduğumuzu düşünmekti.
Asıl eksiklik, çareyi başkasında aramaktı.
Hayatın matematiği farklı; iki yarımı toplayınca bir etmiyor.
İnsan tek başına mutsuzsa başka biriyle de mutlu olamıyor.
‘Herkes beni sevsin’ diye uğraşınca kimse gerçekten sevmiyor,
herkes sevgisine şart koyuyor, sınır koyuyor.
Oysa ‘kendime duyduğum sevgi bana yeter’ diye düşününce,
kendimizi olduğumuz gibi kabullenince yarım tamamlanıyor.
Her şey bir oluyor. İşte o zaman perde aralanıyor.
Acı diniyor.
İşte o zaman başka `bir`i bir araya gelerek, hesabın kitabın,
korkunun kaygının hüküm sürdüğü sahte bir sevgi yerine,
gerçek bir sevgi yaratılabiliyor …..
Can Dündar