‘’Sen yine de affa sarıl, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir.’’
Araf Suresi:199
…
Affetmenin ne olduğunu öğrenmek için ‘’affetmenin ne olmadığını’’ bilmek gerekir diye düşünüyorum. Affetmek bize zulüm edenin zulmüne göz yummak değildir. Bir kaçış yolu da değildir. Yapılan yanlışa tekrardan davetiye çıkarmak da değildir. Kendinizi korumayacağınız anlamına da gelmez…
Aile içinde yaşanan çatışmalar ve haksızlıklar sizi üzmüş olabilir, çalıştınız iş yerinizdeki arkadaşınızın yaptığı yanlış olabilir, en yakın arkadaşınız size ihanet etmiş olabilir. Sevdiğiniz adam ya da kadın sizi saçma sapan bir nedenle terk etmiş olabilir. Bu üzüntüleri aylar ve yıllar boyu devam ettirmek hissi çok can sıkıcı değil mi ? Nefret ettiğiniz bu insanlara bu şekilde güç verip,hayatınızı yaşanmaz hale getirdiğinizin farkında mısınız!..
Affedilmeye gönül bağlamış bir insanı, affedicilikten uzak düşünme imkanı yoktur. O bağışlanmayı sevdiği gibi, bağışlamayı da sever. Hatalarının iç aleminde tutuşturduğu ızdırap ateşinden kurtulmayı, cennette ki affın Kevser şarabından kana kana içmede olduğunu bilen birisinin, affetmemesi mümkün müdür?
Hele affedilmenin yolunun, affetmeden geçtiği bilinirse… Affedenler affa mazhar olur. Bağışlamasını bilmeyen bağışlanmaz. İnsanlara karşı hoşgörünün yolunu tıkayanlar insanlığını yitirmiş canavarlardır. Bir kere olsun, kendi günahının muhasebesiyle iki büklüm olmamış bu hoyratlar, hiçbir zaman affedicilikteki yüce zevki idrak edemeyeceklerdir…
Size affetmek ile ilgili güzel bir hikâye anlatayım ki konumuz zihnimizde iyice pekişsin:
– Bilge Dede bir gün derste öğrencilerine bir teklifte bulunur:
– Evlatlarım bir yaşam deneyimine katılmak ister misiniz?
– Talebeler, sevdikleri Bilge Dedelerinin bu teklifini olumlu karşılarlar.
– O zaman der Bilge Dede
– Bundan sonra ne dersem yapacağınıza söz verin.
– Talebeler bunu da yaparlar.
– Şimdi yarınki ödevlerinize hazır olun. Yarın hepiniz birer torba ve beşer kilo patates getireceksiniz!
– Talebeler bu işten pek bir şey anlamamışlardır. Ama ertesi sabah hepsinin sıralarının üzerinde patatesler ve torbalar hazırdır.
– Kendisine meraklı gözlerle bakan talebelerine şöyle der Bilge Dede:
– Şimdi bugüne dek affetmeyi düşünmediğiniz her kişi için bir patates alın, o kişinin ismini patatesin üzerine yazıp torba koyun.
– Bazı öğrenciler üçer beşer tane patates koyarken bazılarının torbası neredeyse ağzına kadar dolmuştur.
– Bilge Dede, kendisine, peki şimdi ne olacak? Der gibi bakan talebelerine ikinci açıklamasını yapar:
– Bir hafta boyunca nereye giderseniz gidin, bu torbaları yanınızda taşıyacaksınız. Yattığınız yatakta, bindiniz araçta, okuldayken sıranızın üstünde hep yanınızda olacaktır.
– Aradan bir hafta geçtikten sonra Bilge Dede sınıfa girer girmez, denileni yapmış olan talebeler hemen şikayete başlarlar:
– Hocam, bu kadar ağır torbayı her yerde taşımak çok zor.
– Hocam, patatesler kokmaya başladı. Vallahi insanlar tuhaf bakıyorlar bize artık. Hem sıkıldık hem yorulduk…
– Bilge Dede gülümseyerek talebelerine şu dersi verir:
– Görüyorsunuz ki evlatlarım affetmeyerek asıl kendimizi cezalandırıyoruz. Kendimizi de ruhumuzu da ağır yükler taşımaya mahkum ediyoruz. Affetmeyi karşımızdaki insana bir iyilik olarak düşünüyoruz. Halbuki affetmek en başta kendimize yaptığımız en büyük iyiliktir…
Kim seni üzdüyse bir düşün, seni üzen kişinin kimliği asıl olan değil, gerçek olan senin bir zanna kapılıp olaydan yanlış algılamalar ve çıkarımlarda bulunmandır, neticesindeyse bir evhama kapılıp gelip geçici duyguların histerisiyle cehenneme çevirdiğin hayatındır… Olayların görünen yüzünden ziyade, arkasındaki gerçekliği gör artık. Bir de bakacaksın ki sensin o. O zaman anlarsın neden birbirinizden farkınız olmadığını. Sevin birbirinizi, eksikliklerinizle, kusurlarınızla sevin… Yok birbirinizden farkınız. Özünüz aynı, ne bir eksik ne bir fazla. Görün artık bu gerçeği!
Bir düşün! insanoğlu kendisine ne kadar kızabilir. Başkasının sana yaptığına o kadar kız. Onun için dua et, sevgi gönder. O zaman hem kendini, hem de onu bağışlarsın. Kızgınlığını büyütürsen içinde, öyle büyük bir ateş topu olur ki hem seni yakar hem çevreni, bu durumda kalbinde ne sevgi duyabilirsin, ne de sevgi alabilirsin. Olduğun yerde mıh gibi saplanır kalırsın. Öyle bir kısır döngünün içine girersin ki aynı olayın etrafında döner durursun. Olayın adı değişse de içeriği hep aynı kalır…
Affetmek, intikam almaktan çok daha güçlüdür. Affetmek hem büyüklüktür, hem bir erdemdir. Peygamber efendimiz Hz Muhammed (sav): Kendisine, ailesine ve ashabına, Mekkeli müşriklerin zulüm etmesine rağmen onları affetmiştir… Öyle ki yapılan bu güzel davranış, Mekke’deki bütün müşrik insanların kalbini İslamiyet’e meylettirmiştir. Ayrıca Sahabeler de kendi mallarını zorla el
koyan zalim Kureyş’lilerden onları geri alma talebinde bulunmamışlar ve eşsiz bir hamiyetperverlik örneği göstermişlerdir. Evet, bu ne ulvi bir cenaplık ve ne büyük bir merhamettir değil mi dostlar!
Affetmek Cenabı Hakk’ın bir vasfıdır, ismidir. Kul kulu affettiği zaman, Yüce Allah’da kulunu affeder… Şura Suresi 40’ıncı ayeti kerimesinde Cenabı Mevla şöyle buyurur: ‘’Bir kötülüğün cezası yine onun gibi bir kötülüktür, ama kim affeder, bağışlarsa onun mükafatı Allah’a aittir. Şüphesiz ki Allah, zalimleri sevmez.’’
İnsan suç işlerse cezalandırılır ve cezalandırmada şefkat dahil, hiçbir yüce duygu, fermanı yüksek yerden çıkan bu hükmün infazına engel olamaz. Ne var ki kin ve nefretlerimizin mahkum ettiği kimseleri taşlamağa dair bir hüküm bulunduğunu iddia etmek de imkansızdır. İşin doğrusu şu ki; biz, benliğimiz içindeki putu,bir Hz.İbrahim cesaretiyle kırmadıktan sonra, ne nefsimiz adına, ne de başkaları adına hiçbir zaman isabetli karar vermeye muktedir olamayacağız…
Af, insanoğluyla gün yüzüne çıkmış ve onunla kemale ermiştir. Bu itibarla yeryüzünün en yüce eylemine ve en geniş affediciliğine şahit oluruz…
Kin ve nefret ise, kötü ruhların, insanlar arasına saçtığı cehennem tohumlarıdır. Yeryüzünü cehenneme çeviren bu kin ve nefret körükleyicilerine mukabil, binbir bunalım içinde, itile kakıla hep meçhullere sevk edilen insanımızın imdadına, affedicilikle koşmalıyız. Arkada bıraktığımız şu bir iki asır, af bilmezlerin, hoşgörü bilmezlerin kusmuklarıyla en kirli ve en sevimsiz hale getirildi. Gelecek de bu nasipsizlerin yeryüzüne hükmedeceğini düşündükçe, insanın bu negatif duruma ürpermemesi mümkün değil…
Onun içindir ki, bugünkü nesillerin kendi evlat ve torunlarına en büyük hediyesi “affetmesini” öğretmek olacaktır. En kaba davranışlar, en iç bulandırıcı olaylar karşısında dahi affetmesini öğretmek gerek… Ne var ki, ruhu hırçınlaşmış, vicdanı acı çektirmekten zevk alan insan azmanlarının, affedilmesini düşünmek de, af müessesesine karşı bir hürmetsizlik olacaktır. Evet, onları affetmek, hem elimizden gelmez, hem de insanlığa karşı bir saygısızlık ve zulümdür. Böyle bir saygısızlığı makul görecek ve gösterecek kimse de biz bilmiyoruz…
Belli bir geçmişiyle, düşmanlık telkinleri altında yetişen bir nesil, içine itildiği karanlık dünyalarda hep arenaların dehşet ve vahşetini seyretti. Ufkunun ağardığı anda, öten horozların nağmelerinde dahi, o, hep kan ve irin görüyordu. Böylesine, sesi kan, soluğu kan, düşünüşü kan, gülüşü kan bir topluluktan ne öğrenebilirdi. Ona verilen şeylerle, kalbinin binbir hafakan içinde arzuladığı şeyler, tamamen birbirine zıt şeylerdi. Yılların ihmali ve yanlış telkinleri altında ikinci bir fıtrat kazanmış bu nesli, bir sel ve tufan halini aldığını an ve an anlayabilseydik! Heyhat! Nerede o basiret…
Affın ve hoşgörünün, yaralarımızın büyük bir kısmını saracağına inanıyoruz. Elverir ki bu semavi güç, affın ve adaletin dilinden anlayanların elinde olsun. Yoksa şu zamana kadar, tedavi deyip de sürdürdüğümüz yanlış teşebbüsler, karşımıza pek çok komplikasyonlar çıkaracak ve bizi şaşkına çevirecektir…
Neticede affedebilme süreci, geçmişten gelen olumsuz duygu yükünden kurtulup, özgürleşebilmektir. Yaşanan olayları hatırlamak ama olayın duygu deposunu boşaltmaktır. Affetme sürecinde kişi kendi acılarının farkındadır ancak affedeceği kişinin acılarının ve onun da bir kurban olduğunun farkında değildir. Bu nedenle kişi şunu net bir şekilde anlamalıdır, affedeceği kişiler de o an içindeki anlayışları, farkındalıkları ve bilgi kapasiteleriyle yapabildiklerinin en iyisini yapmaya çalışmışlardır.
Affetmek, kişiyi kırana karşı hangi cezayı verirse versin, bunun ona yetmeyeceğinin farkındalığıdır. Bu farkındalık, geçmişte takılı kalmak yerine, yaşam yolculuğunda yeni deneyimlere açık hale gelebilmek için kişiye yol gösterecektir. Böylece, kişi öfke ve intikam duygularına yatırım yapmaktan vazgeçecek, pozitif duyguları içinde çoğaltma yolunda adımlar atmaya başlayabilecektir. Çünkü kişi neye yatırım yaparsa içinde o çoğalacaktır. Unutmayalım ki Affetmek, hayatı zenginleştirici ve özgürleştirici önemli bir yatırımıdır…
Sevgili dostlar siz bu hassas dengeyi gözeterek af ve merhamet yolunu tercih edebilirsiniz. Sizi ilgilendiren konularda affederseniz, büyük bir erdemlilik yapmış olursunuz. Hatta bu konuda yanılsanız bile…
Selam ve Muhabbet ile kalmanız dileğimle
SufiCan



![11043001_648392911955371_7992361695829935746_n[1]](https://anetteinselberg.com/wp-content/uploads/2015/03/11043001_648392911955371_7992361695829935746_n1.jpg?w=404&h=264)






Yorum bırakın