İnsan Enerji Alanı ve DNA: Genlerinizi Nasıl Seçersiniz

dna-274x300[1]

 

Her insanın vücudu etrafında bir enerji alanı vardır. Bazıları buna “aura”, “parlak enerji alanı” ya da sadece “insanın enerji alanı” der. Bu makalenin amacı sadece insanın enerji alanının varlığını ispatlamak değil, aynı zamanda DNA’mızın işlevini, DNA ve birleşik alan arasındaki etkileşimi ve de insan enerji alanının bu ilişkideki etkisini araştırmaktır.

Nihayetinde, eğer bilim doğruysa, bu sağlık, iyileşme ve muhtemelen de insan evrimi için ilk adımdır.

Eğer evrenin gizemlerini çözmek istiyorsanız, enerji, frekans ve titreşim bakımından ele alınız.”

– Nikola Tesla

İnsan Enerji Alanı ve DNA- Sağlığın Kaynağı

Batı dünyasında doktorlar neredeyse 10 yıl eğitim alıyorlar ve bu süre içinde insan biyolojisi, anatomisi ve fizyolojisinde uzmanlaşırlar. Hastalıkları anlamada ve teşhis etmede ustalaşıyorlar. Ama yine de çoğu vakada reçeteleri nedir: İlaç ve ameliyat.

Hastalığın ruhsal ve enerjik bir kaynağı vardır. Enerji alanınızı temizlemezseniz, alanınız bozulur, durağanlaşır ve karışır. Son derecede dengesiz olur ve zihninizde, ruhunuzda ve nihayetinde de bedenlerinizde hastalığa neden olan düşük enerji titreşimleriyle yüklenir. Ama neden?

Bunun olmasının nedeni, DNA’mızın esas işlevlerinden birinin enerji alıp yaymak olmasıdır. Bu, “Çöp DNA”nın (ki insan genomunun %95’ini oluşturmaktadır ve aslında işlevinin ne olduğu tam olarak anlaşılmadan önce çöp dna denmekteydi) en temel işlevlerinden biri olarak gösterilmektedir. Şimdilerde ise artık biyolojimizin ve DNA’mızın  önemli bir parçası olarak gösterilmeye başlanmıştır.

Bruce Lipton, DNA’daki yeni keşiflerden birinin epigenetik kontrol olduğunu söylüyor. Epigenetik kontrol, “genetik üzerinde” kontrol demektir. Yani yeni DNA anlayışına göre, DNA’mızın kodladığı genler çevrenin yansıması olarak görülmektedir. Esas itibariyle, daimi bir adaptasyon sürecindeyiz. Bu demektir ki, çevremizle sürekli ve hatta spontan bir evrim potansiyeline sahibiz.

Daha belirgin bir biçimde, çevremizin yapısını saptamak için DNA’mızın tepki verdiği şey nedir? DNA’mızın gözleri ya da kulakları yoktur. Olan biteni göremez ya da duyamaz. Ama bunların yerine enerjiyi “okuyarak” çevreyi(ortamı) saptar. Çevreden enerjik sinyaller alır, bilgiyle iletişim kurar; birleşik alandaki şifrelenmişi kodlar, okur. Sonra da DNA, içinde bulunduğumuz ortama uygun genleri kodlar ya da aktive eder.

Peki insan enerji alanı negatif enerjilerle kirlendiğinde DNA’ya ne olur sizce? Bunu cevaplayabilmek için suyu incelemeliyiz.

Bilinç ve Su

Son birkaç yıldır Japon Dr. Masaru Emoto suyla ilgili gerçekten devrimsel bir çalışmakta yürütüyor. Su yapısı üzerinde insan düşüncelerini, duygularını ve yönlendirilmiş niyetlerini araştırıyor. 204-61(Konuyla ilgili olarak Dr Masaru Emoto’nun “Sudaki Gizli Mesajlar” kitabı var. Gerçekten aydınlatıcı bir kitap)

Testlerinde suya belirgin düşünceler yolluyor (ya da başkalarından bunu yapmasını istiyor) ve bu suyu aniden donduruyor. Böylelikle kristalleşmiş şekli inceleyebiliyor. Suya yönlendirilen enerji, düşünce, duygu ile donma sonucunda kristalleşen su arasındaki ilişkiyi test ediyor.

Şaşırtıcıdır ki, Dr Emoto, pozitif duygular, enerjiler ve kelimelerin suya yönlendirilmesiyle birlikte kristallerin çok güzel ve son derece ahenk içinde olduğunu gördü. Ama negatif, öfkeli ve nefret dolu duygu ve düşüncelerin yönlendirilmesiyle, su kristallerinde ahenkli yapının olmadığını, geometrik yapının şekilsiz olduğunu gördü. Hiç ahenk yoktu.

Bu çalışma iki şeyi ispatlamaktadır: 1. Düşünce ve duygularımız gerçekliği doğrudan etkiler. 2. Bu tür enerji önemlidir.

Su kristallerinde olan şey şudur: bir bireyin belirli şeyleri düşünmesi, konuşması ya da hissetmesiyle birlikte, enerjisi insan enerji alanıyla salınıma geçer. Böylelikle uzaydaki geometrik yapılar bu enerjiye göre yeniden şekillenir.

Sonra enerjimizin frekansı uzayda yayılır ve alanı bizim enerjimize göre yeniden yeniden yapılandırır. Bu da su molekülleri etrafındaki alanı –uzayı-yeniden şekillendirir; çünkü atomlar % 99.9999 boş uzaydırlar. Sonra su aniden dondurulduğunda, insan düşünce, duygu ve niyetleriyle oluşturulan geometrik bir şekilde donduğu görülür.

Şekillerde gördüğümüz gibi, sevgi, nezaket, neşe ve şükrandan oluşan en yüce duygular alan içinde son derece ahenkli yapılar oluşturur. Bu yüzden kristaller mükemmel, son derece güzel ve uyumludurlar ve biz gözlemledikçe bu duyguları bizim içimizde de yankılanır.

Diğer taraftan negatif duygular, alanın doğal yapısını bozuyor görünüyorlar; alanı uyumsuz bir şekilde titreşir. Sonucunda da çirkin, kusurlu, ahenksiz ve esasında hastalık yayan kristaller oluştururlar. Su kristallerinin hasta görünmesi mümkünse, bunlar o kristallerdir işte.

Algı

Eğer vücudumuzun %75’i su ise, genlerimiz de enerjiyi okuyup yorumlayabilen biyo-salınım yapan kristalli yapılarsa; bizler %99.999 uzaydan oluşuyorsak; o zaman insan enerji alanındaki enerjiler DNA’mızı ve dahası sağlığımızı nasıl etkiliyorlar?

Daha da önce de söylediğim gibi en son ve modern genetik bilimi epigenetik kontrol ile çalışıyor; yani kodlanmış DNA’mız ve genlerimiz çevrenin enerjisi tarafından belirlenir. Peki çevremizi ne belirler?

En büyük etki dışarda olan biten değil, bizim olup biteni nasıl algıladığımızdır. Başka bir deyişle, çevremizle ilgili doğru olduğuna inandığımız, düşündüğümüz ve hissettiğimiz şeyler çevremizi nasıl algıladığımızı belirler. Dünyanın negatif olduğunu düşünürsek, bizim için negatif olacaktır. Ama bunun tam tersi de doğrudur. Eğer sevgi, mutluluk ve iç huzuru içinde yaşarsak, o takdirde çevremizi de aynı algılarız ve böylece de kendimize çektiğimiz şeyler çok daha farklı olur.

İnsan enerji alanı DNA’mızı direk olarak bilgilendirir ve kodlanmış genlerden, sağlığımızdan, bedenimizde oluşabilecek herhangi bir hastalıktan doğrudan sorumludur. Zekamız, hafızamız ve hatta iyileşme yeteneğimiz de doğrudan etkilenir. Hayatımızdaki tüm unsurlar bilincimizin niteliği tarafından belirlenir.

Fantom DNA Etkisi DNA (1)

DNA’mız birleşik alan ve bilinçle etkileşime girdiğinde ne olduğunu anlamamıza yardımcı olan başka önemli bir kanıt da Fantom DNA Etkisi olarak bilinir. DNA’yı minik bir kuvarz kap içine koyup,  üstüne yumuşak bir lazer tutan Dr. Peter Gariaev tarafından keşfedildi. Sonra tek bir fotonu bile saptayabilecek kadar hassas bir araç ile DNA’yı gözlemledi. DNA’nın bir sünger gibi hareket ettiğini, fotonları emerek vida şeklinde bir spiral içine sakladığını gördü.

 Deneylerini bitirdikten sonra kuvarz şişeyi çıkardı ve içinde DNA’ları bıraktı. Ama laboratuvarına geri döndüğünde çok şaşırdı çünkü sanki DNA hala ordaymış gibi makinalar vida şeklindeki spiral içinde ışık fotonlarını algılıyorlardı. Ama doktor aslında DNA’yı makinadan çıkarmıştı. Bu spiral bir 30 gün daha gözlemlenebildi.

( Kaynak: “The Source of Investigations” David Wilcock. Sayfa 160-163)

 Peki bu ne demek?

İnanıyorum ki yakın zamanda kanıtlara dayanan bu saptamaları güvenli bir şekilde yapabileceğiz:

-Uzay boşluğunun, birleşik alanın yapısı aslında bilgiyi, enerjiyi, ışığı muhafaza eder; ki aslında gerçekte bunların hepsi de aynı şeylerdir.

-Bu ayrıca şu anlama da gelir: DNA molekülü ve yapısı uzay-zaman yapısı ile rezone olmaktadır. Yani DNA’nın yapısı, bir şekilde, enerji yüklenmesiyle birlikte alanın kendisiyle etkileşime geçmesine uyumludur. Bu deneyde enerji hafif bir lazer idi. DNA molekülünün yeni ortamına alışabilmesi için gerekli kodlarla yanıt veren alanın kendisi olabilir mi?

-Bu süreç şunu gösterir: Bir dereceye kadar DNA molekülü biyolojik bir bilgisayar çipi gibidir; bizim biyolojimiz ile birleşik alan arasında bir ara yüzdür. Yani DNA’nın çok ilginç işlevlerinden bir tanesi de ışığı ( ki aslında bilgidir) muhafaza etmektir. Bu yapı uzay-zaman dokusunda gayet güçlü bir enerjik iz bırakır. Hatta belki o kadar ki, DNA’nın enerji depolama süreci, birleşik alan içinde zaten var olan bir enerji yapısını harekete geçirmiştir.

dna-3-Bu kanıt aynı zamanda şunu da doğrular: Enerji/bilgi/ ışık depolayan DNA’mız arasında devam eden bir iletişim söz konusudur. Ama DNA’mız sadece alanı bilgilendirip insan enerji alanı üzerinde bir enerji izi bırakmakla kalmıyor, ayrıca bu alan da DNA’mızı geri dönüt olarak bilgilendiriyor.

Enerji odaklı evrimle alakalı sürekli artan bilgiye göre, tüm kodlar, izler ve bilgi direk olarak yaradılışın ortaya çıktığı enerji alanında muhafaza edilebilir; özellikle de ışığın içinde.

Bizler gençken ya da enerji alanlarımız temizken, kirlenmemişken, enerjimiz bu durumda evrenle rezone olur. Bu da bilincimiz ve evrensel bilinç arasında, DNA’mız ile alan arasında tıkanıklığı olmayan bir iletişime sebep olur. Bu iletişim bozulmazsa bizler zihinsel, ruhsal ve fiziksel sağlığın ta kendisi oluruz.

Eğer duygularımız negatif ve ahenksiz ise, o zaman alan ve DNA’mız arasındaki iletişim bozulur. Bu da tüm kanıtların gösterdiği üzere hastalıkların kaynağıdır.

Niyet alanı, bilinçli farkındalık, enerji, evrensel akıl..Uzayın sonsuz enerji yoğunluğunu her ne isimle çağırırsanız çağırır, şurası bir gerçektir ki, etrafımızdaki uzay enerjisi sonsuzdur. Başka bir deyişle, bu sevgidir. Çünkü adını koyabildiğimiz en büyük enerji budur.

Masaru Emoto’nun çalışması gösteriyor ki, kişinin enerjisi ne kadar pozitif, sevgi dolu ve müşfik ise, su kristallerindeki uyum derecesi o kadar fazladır. %75’i su olan vücudumuza bu pozitif enerjilerin neler yapabileceğini, bu kadar uyumlu enerjinin DNA’mız üzerindeki etkilerini bir düşünün. Bu enerji ile, kaynağımız ile, dolayısıyla da üst benliğimiz ile uyum içinde olduğumuzda, tüm negatifliği ve içimizdeki enerji bozulmasını temizleyen, akıl, beden ve ruh sağlığını gösteren enerjiyi içimizde muhafaza etmiş oluruz

Her şey enerjidir. Sahip olmayı istediğiniz gerçekliğin frekansına uyumlandığınızda, bu gerçekliği yaşamaktan başka bir şey gelmez elinizden. Başka yolu yoktur. Bu felsefe değil, fiziktir.”Albert Einstein

Çeviren : Sıdıka ÖZEMRE
http://truththeory.com/2014/04/05/the-human-energy-field-and-dna-how-you-choose-your-genes/

İLGİLİ
http://okyanusum.com/makale/su-mucizesi-2/

Meditasyon yapan genç kalıyor.

Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı’ndan Doktor Sara Lazar tarafından yapılan ve yıllık Amerikan Nöroloji Konferansı’nda sunulan araştırma, Tibetli rahiplerin yanı sıra batılılar tarafından da yaygın olarak yapılan meditasyonun, tıbbi yararlarını gözler önüne serdi.

Araştırmada, her gün 20 ila 60 dakika meditasyon yapan 20 kişi ile hiç meditasyon yapmayan 15 kişinin beyinlerini, manyetik rezonans (MR) ile karşılaştırdığını anlatan Amerikalı doktor, beyinde dikkati ve duyguları yöneten bölgelerin, meditasyon yapanlarda, yapmayanlara oranla daha kalın olduğunu söyledi.

Sara Lazar, bu bölgelerden biri olan ve yaşlılıkta incelen korteksin, meditasyon yapan yaşlı kişilerde bile, yapmayanlara nazaran daha kalın olduğunun belirlendiğini vurguladı.

Lazar, ”Araştırmamızın sonuçları; meditasyon, yoga ve diğer zihinsel egzersizlerin, yetişkinlerde bilişsel yetileri, duyguları ve kendini iyi hissetmeyi sağlayan korteksin bazı bölgelerini çalıştırabildiğini ortaya koydu” dedi.

Kentucky Üniversitesi’nden Bruce O’Hara tarafından yapılan araştırma ise meditasyonun, ”iyi bir uyku gibi konsantrasyonu arttırdığını” ortaya koydu.

Meditasyon yapanların, ruhlarının canlılığını sürekli olarak muhafaza edebildiği, kötü duygu ve düşüncelerden uzaklaşmayı becerebildikleri biliniyor. Uzakdoğu öğretisi olan meditasyonun çeşitli yöntemleri bulunuyor. Tüm dünyada gün geçtikçe popüler olan meditasyon, yoga ve reiki gibi teknikler, Türkiye’de de gittikçe daha çok ilgi görüyor.

Meditasyon Eğitmenlerinin açıklamasına göre ;

“Erken yaşlanma”, yaşadığımız stresle orantılı oluşur. Strese girdiğimiz her seferde vücudumuz fizyolojik olarak bir sürü tepki verir.

Kalp atışları hızlanır, kalbe daha fazla kan pompalanır, terleme başlar, böbreküstü bezleri adrenalin ve kortizol salgılamaya başlar, pankreas daha fazla glükoz ve daha az insülin salgılar ve daha az büyüme hormonu (DHEA – Anti-aging hormonu) salgılanır.

Oysa biz düzenli meditasyon sayesinde bedenimizin verdiği bu tepkileri telafi eden ve fizyolojik değerlerin normale döndüğü “dingin farkındalık” durumunda oluruz. Dolayısıyla stresle baş edebilir ve erken yaşlanmanın önüne engel koyarak, büyüme ve seks hormonlarımızın düzenli olarak salgılanmasını sağlamış oluruz.

Meditasyon Uzmanı Vesile Baruh da transandantal meditasyonun, insanı kalp ve akciğer hastalıklarına karşı koruduğunu söyledi.Baruh, bu meditasyon türünün yararlarının bilimsel olarak kanıtlandığını ifade ederek, “Transandantal meditasyonun yararları son 35 yılda, 30 ülkede, 200 üniversitede yapılan 600′den fazla araştırma ile bilimsel olarak kanıtlanmıştır” dedi.

Maharishi Maseh Yogi’nin transandantal meditasyon tekniğini ABD’de uygulayan 2 bin kişi üzerinde 5 yıl süreyle yapılan araştırmalar ve deneylerin sonuçlarına göre, bu meditasyon tekniğinin kalp ve akciğer hastalıklarına karşı koruyucu olduğunun belirlendiğini anlatan Baruh,

“Araştırma sonuçlarına göre, transandantal meditasyonu 5 yıl süreyle uygulayanlarda kalp, akciğer hastalıkları, sinir sistemi bozuklukları, bağırsak rahatsızlıkları, enfeksiyonlar, kemik-kas rahatsızlıkları önemli ölçüde azalmaktadır” dedi.

Son kırk yılda kırktan fazla ülkede yapılan araştırmalar, meditasyonun fizyolojik, psikolojik ve sosyal yararlarını vurguluyorlar.

Örneğin araştırmalardan birisi, meditasyonun yaşlanma sürecini yavaşlatmaktaki etkisine değiniyor ve 5 yıl ve daha fazla meditasyon yapanların kronolojik yaşlarından 12 yaş daha genç kaldıklarını gösteriyor.

Diğer bir araştırma da meditasyonun gözler kapalı olarak dinlenmekten çok daha derin bir rahatlama sağladığını ortaya koyuyor. Diğer bir araştırmaya göre meditasyon yapan uykusuzluk hastalarının yüzde yüzü uykularında gelişme rapor ettiler ve bunların yüzde doksan biri uyku ilacı kullanmayı azalttı veya bıraktı.

Başka araştırmalar da meditasyonun iş tatminini ve verimliliği arttırdığını, hatta sigara içmeyi bırakmaya da yardımcı olduğunu gösteriyor!

Türkiye’de meditasyonun yararları son birkaç yıldır daha iyi bilinmeye başlandı. Artık daha fazla doktor, psikolog ve gazeteci meditasyon uygulamasının yaşamı zenginleştiren yararlarından bahsediyor.

Yılın En Güzel Gök Olaylarından Biri Yaklaşıyor…Kaçırmayın!


20 Mart 2015 Cuma günü “Güneş Tutulması” var
Yerel hava koşulları uygun olduğu takdirde, Türkiye’nin her yerinden bu tutulma izlenebilecek.
İzmirli okurlarımız Prof. Dr. Serdar Evren’le birlikte gözlem yapma fırsatını kaçırmasın. İzmir Büyükşehir Belediyesi, Tarihi Havagazı Fabrikası’nda 20 Mart Cuma günü saat 10:00-13:00 arası yapılacak gözlem etkinliğinde, güneş filtreli teleskoplarla gözlem, söyleşiler, bilgi posterleri ve basit deneylerle tutulmayı Prof. Dr. Serdar Evren sizlere canlı olarak aktaracak.
İzmir için tutulma 10:48’de başlayacak ve 12:55’de bitecek. Tutulma ortası, yani Güneş’in en fazla kapanacağı an 11:51. Güneş’in yaklaşık % 40’ı kapanacak. Onun için bir gözlem etkinliğine dahil olup güneş filtreleri takılmış teleskoplarla gözlem yapmayı tercih ediniz. Aksi takdirde tutulmayı fark edemezsiniz.
Eğer bulunduğunuz şehirde bir etkinliğe katılamazsanız ve çıplak gözle, çok çok kısa süreli bakacaksanız, koyu bir röntgen filmi veya koyu bir isli camla görme şansınız var. Ama bu bakış bir-iki saniyeden fazla olmamalı. Yoksa gözünüz büyük hasar görür.
Tutulma aslında Norveç’in açıklarındaki adalarda Tam Tutulma olarak gözlenecek. Avrupa’nın güneyine doğru indikçe tutulma, parçalı tutulmaya dönüşecek. Bu yüzden ülkemizden de ancak % 40’ı kapanacak şekilde gözlenebilecek.
Konuya ilişkin ayrıntılı tutulma haritası ve açıklayıcı bilgi dosyası için: http://astronomy.ege.edu.tr/~sevren/guncel/guncel.htm
www.facebook.com/tutulmaavcilari.eclipsehunters

Göbek yağlarını eritmek için öneriler

AA9yG3D[1]

 

Göbek yağlarından kurtulmak daha sağlıklı görünmek için birkaç tavsiyemiz olacak.

1. Şekerden vazgeçin

Yemeklere, içeceklere sonradan eklenen şekeri göbek yağlarınıza eklenen yeni bir parça gibi düşünebilirsiniz. Vücudumuzun sebze ve meyvelerin içerdiği şeker dışında şekere ihtiyacı yok. Pasta, kek, bisküvi, pastane işleri, çayı, kahveyi şekerli içmek, şekerli gazlı içecekler, şekerli meyve suları ve daha pek çok ürünün içerdiği şeker tamamen boş kalori ve daha fazla yağlanmanıza neden oluyor

2. Ambalajlı içecekler içmeyin!

Marketlerde gördüğümüz ve genellikle etiketlerinde “%100 Doğal” yazan meyve suları sonradan eklemiş şeker içerir. Kola ve diğer gazlı içeceklerin ne kadar şekerli olduğunu zaten hepimiz biliyoruz!

3. Daha çok protein tüketin

Konu kilo vermek olunca protein en önemli besin öğesidir. Bunun başlıca nedenleri tokluk hissini %60 oranında uzatarak günde ortalama 441 kalori daha az alınmasını sağlaması ve metabolizmayı hızlandırarak günde 80-100 kalori daha fazla yakılmasını sağlamasıdır. Göbek yağlarını eritmek istiyorsanız karbonhidrat ağırlıklı beslenme yerine daha çok protein içeren bir beslenme programına geçmek atacağınız en önemli adım olacaktır.

4. Karbonhidratı azaltın

Tükettiğiniz gıdalardan aldığınız karbonhidratı kontrol altında tutabilirseniz çok daha kolay kilo verirsiniz. Karbonhidratın azalmasıyla birlikte iştahınız da azalır ve daha az kalori alırsınız. Bu konuda yapılan araştırmalarda diyet yaparken yağı azaltmak yerine karbonhidratı azaltanların 2-3 kat daha fazla kilo kaybettikleri sonucu elde edilmiştir

5. Daha çok besin lifi tüketin!

Bir araştırmaya göre 1 gün içerisinde 14 gram daha fazla besin lifi (3 orta boy kabuklu elma) alarak hiç diyet yapmadan 4 ayda 2 kilo verebilirsiniz. Bir diğer araştırmaya göreyse her gün 10 gram daha fazla besin lifi almak göbek bölgesindeki yağlarda %3.7 oranında azalma sağlıyor.

6. Daha çok hareket edin

Sadece karın bölgesini hedefleyen egzersizler yerine vücut genelindeki kasları çalıştıran egzersizleri seçin. Sadece mekik çekerek göbek yağlarını eritemeyeceğinizi, göbek ve diğer bölgelerde bulunan yağların eşit oranda yakıldığını, egzersizle bölgesel zayıflama diye bir şey olmadığını unutmayın.

7. Ne yediğinizi ve ne kadar yediğinizi not alın

Günün koşuşturması içinde bazen ne yediğimizi unutuyoruz ve akşam eve gelip kalori hesabı yapmaya çalıştığımızda bazı atıştırmalıklar tamamen aklımızdan çıkabiliyor. Bunu önlemek için bir diyet defteri tutmak en iyi çözüm.

8. Aldığınız gıdaların etiketlerini okuyun

Bazen bunu yapmak biraz zor olabilir çünkü bazı ürünlerin etiketinde bulunan içindekiler ve besin öğeleri bölümü “normal” bir gözle okunamayacak küçük oluyor.. Ürünün kalori değerlerini okurken dikkatli olun çünkü ambalajda yer alan kalori miktarı genellikle o ürünün 100 gramının içerdiği enerjiyi gösterir.

9. Salatalarınızda sirke kullanın

Sirkenin kilo vermeye etkisi üzerine Japonya’da yapılan bir araştırmaya göre günde 1-2 yemek kaşığı sirke tüketmek vücudun yağ oranını düşürüyor Sirke aynı zamanda yemeklerden sonra yaşanan kan şekeri dalgalanmalarının da önüne geçerek tokluk hissini uzatıyor.

10. Uykunuzu düzenleyin

Wake Forest Üniversitesi Tıp Fakültesi tarafından yapılan bir çalışmaya göre günde 6 saatten az ve 8 saatten fazla yada düzensiz uyuyanların bel bölgesinde ve iç organları çevresinde yağlanma oranı düzenli olarak uyuyanlara göre daha fazla.

kaynak: msn

 

Ayçekirdeği kolesterolü düşürüyor

Sağlıklı bir atıştırmalık arıyorsanız, açlığınızı giderirken aynı zamanda size zengin besin içeriği sağlayacak ve kolesterol düşürücü etkisi olan ayçekirdeğini yiyebilirsiniz
Çünkü ayçekirdeğinin içeriğinde fitosteroller bulunuyor.

Fitosteroller kimyasal yapısı kolesterole çok benzeyen ve beslenme düzeninde yeterli miktarda alındığında, kan kolesterolü düzeyini azalttığına, bağışıklığı güçlendirdiğine ve belirli kanser türleri riskini azalttığına inanılan, bitkilerde bulunan bileşiklerdir.

Fitosterollerin yararlı etkileri o kadar güçlüdür ki, yağlı tohumlardan çıkarılarak, kolesterol düşürücü “gıdalar” olarak pazarlanan “tereyağı” muadili ürünler gibi işlenmiş gıdalara eklenir. Ama toprak ananın kabuklu yemişleri ve tohumları doğal olarak bu kadar zengin fitosterol –ve kalp koruyucu lif, mineral ve sağlıklı yağ- kaynağıyken, neden taklit “tereyağı” ile yetinelim ki?

Journal of Agricultural and Food Chemistry’de yayımlanan bir araştırmada, araştırmacılar Amerika Birleşik Devletleri’nde yaygın olarak tüketilen kabuklu yemişler ve tohumlarda ne kadar fitosterol bulunduğunu gösterdi.

Atıştırmalık olarak tüketilen kabuklu yemişler ve tohumların arasında, ayçekirdeği ve şamfıstığının fitosteroller açısından en zengin olduğu görülürken (270-289 mg/100 g), bunları kabak çekirdeği izliyordu (265 mg/100 g).

Ayçekirdeği alırken nelere dikkat etmeli?
Türkiye’deki ayçekirdekleri genellikle kabuklu şekilde, hem açık hem de paketli olarak satılır. Açık kuruyemişler bölümünden alabileceğiniz tüm diğer ürünlerde olduğu gibi, ayçekirdeği kaplarının kapalı ve marketin devir hızının iyi olduğundan, yani çekirdeklerin azami tazelikte olduğundan emin olmalısınız.

Kabuklu çekirdek satın alırken, rengi sarımsı olanları almaktan kaçının, çünkü bunlar büyük olasılıkla bayattır. Ayrıca ayçekirdeğini açık olarak alıyorsanız, hala taze ve bozulmamış olduğundan emin olmak için koklayın.

Ayçekirdeğinin yağ içeriği yüksek olduğu ve bozulmaya meyilli olduğu için, buzdolabında hava geçirmez kaplarda saklanmalıdır. Dondurucuda saklanması da mümkündür, çünkü düşük sıcaklık dokusunu ya da tadını büyük ölçüde etkilemeyecektir.

Borç sıkıntısından kurtulmak için dua

borç sıkıntısı için dua

Aşağıdaki esma’yı okumaya devam kimselerin rızkını Allah Teala genişletir.Ruhani ve cismani olarak ferahlatır.Eğer borçlu bir kimse bu esmayı okumaya devam ederse,Allah’ın izniyle borcunu öder.

“Ya mennânü zül ıhsâni kad amme küllel  helaiki mennüh”

KIRKLI YAŞLARDAN SONRAKİ FARKINDALIKLARIM *

Bazı şeyler için artık sabrım yok;
ukala biri haline geldiğim için değil,
aksine hayatımda artık beni mutsuz eden
ya da üzen şeyler ile
vaktimi daha fazla kaybetmek istemediğim
bir noktaya ulaştığım için…

Laf sokmalara, haddinden fazla eleştirilere
ve hangi türden olursa olsun
talep ve beklentilere artık sabrım yok.

Benden hoşlanmayan insanları memnun etmeye, beni sevmeyen insanları sevmeye
ve bana gülümsemeyen insanlara gülümsemeye yönelik arzumu kaybettim.

Artık yalan söyleyen
ve beni yönetmek isteyen insanlara
bir tek dakika bile harcamak istemiyorum.

Oyunların, ikiyüzlülüğün, sahtekarlıkların
ve ucuz övgülerin olduğu ortamlarda
bulunmak istemiyorum.

Çok bilmişliğe ve akademik ukalalığa tahammülüm yok.
Aynı şekilde boş dedikodulara da
bulaşmak istemiyorum.

Uyuşmazlıklardan ve karşılaştırmalardan
nefret ediyorum.

Farklılıklardan, hatta zıtlıklardan oluşan
bir dünyaya inanıyorum,
bu nedenle katı ve toleransı olmayan insanlardan kaçınıyorum.

Arkadaşlıkta sadakatsizlikten
ve ihanetten hoşlanmıyorum.

Birisine nasıl iltifat edileceğini
ya da cesaretlendirmek için ne diyeceğini bilmeyen insanlarla bir arada olamıyorum.
Abartılar beni sıkıyor.

Ve her şeyin de üzerinde,
sabrımı hak etmeyen hiç kimseye sabrım yok”.

MERYL STREEP

Daha iyi bir sindirim için Yoğurt ve Öğütülmüş Keten Tohumu, Daha sağlıklı bir kalp için Yulaf ve Elma

“Sağlıklı Beslenme” içerisinde, besinlerin gücünden faydalanabilmek için ayırt etmeksizin hepsinden tüketiyor olmak oldukça önemlidir. Bununla birlikte, bazı belirli besinleri beraber tüketirseniz, besinlerin içeriğindeki bileşenlerin yarattığı sinerjiden maksimum düzeyde faydalanabilirsiniz. Bu besinlerin, beraber yenildiklerinde vücutta yarattıkları etki, yalnız başına yenildiklerinde yarattıkları etkiden çok daha fazla olabiliyor.

Daha fazla enerji için Nohut ve Kırmızı Biber

Her beş kadından biri, enerji sağlayıcı demir mineralini yeterli olarak vücuduna alamamaktadır. Ancak demir açısından zengin besinleri bol miktarda tüketseniz bile, vücudunuz demiri işleme sokmuyorsa, demir miktarınızı arttıramazsınız. Bitkisel kaynaklardan alınan demirin, vücuttaki emilim oranı daha düşüktür. Bu nedenle nohuttan gelen demir boşa mı gidecek? Şaşırtıcı gelecek ama nohut yemeğinizin içine biraz kırmızıbiber eklemeniz yeterli olacaktır. Kırmızı-turuncu renkteki sebzelerde bulunan C vitamini, demir emiliminde anahtar rol oynar ve bitkisel kaynaklı demirin kilidini açar, böylece kan hücreleri demiri içeri alabilir, kısacası C vitaminin yeterli düzeyde bulunması bitkisel kaynaklı demir emilimini arttırmaktadır. Humusunuzun üzerine kırmızıbiber ekleyip servis yapabilir ya da salatalarınızı nohut ve kırmızıbiber ile zenginleştirebilirsiniz.

Daha iyi bir görüş için Ispanak ve Avokado

Gözlerimiz günlük aktivitelerimizde en çok ihtiyaç duyduğumuz organımız. Fakat ilerleyen yaş ile beraber göz sağlığımız bozulabiliyor. Yetersiz ve dengesiz beslenme, stres, genel kirlilik, göz sağlığımızı tehdit ediyor. Ispanak; gözlerimiz için koruyucu olarak görev yapan lutein ve A vitamini kaynağıdır. Özellikle C, E vitamini ve lutein göz sağlığı için önemlidir.
Avokado antioksidan vitaminler olarak bilinen A, C ve E vitaminlerince oldukça zengindir. Ayrıca avokado, lutein ve A vitamininin emilirliğini arttıran sağlıklı yağları da içerir. Haşlanmış ıspanak salatanızın üzerine zeytinyağı yerine avokado ekleyebilirsiniz ya da ıspanak ve avokadoyu püre haline getirip, et yemeklerinizin yanına sos olarak kullanabilirsiniz.

Daha az premenstrual sendrom (PMS) için Brokoli ve Yumurta

Eğer siz de her ay aksi ve huysuz bir hafta geçiriyorsanız ve bu şikayetlerinizi azaltmak istiyorsanız; brokoli ve yumurta ikilisinden faydalanın. Premenstrual sendrom (PMS), kadınlarda adet öncesi dönemde başlayan ruhsal ya da fiziksel birtakım belirtileri ifade eden bir terimdir. PMS’nin en önemli nedenlerinin vitamin ve mineral yetersizlikleri olduğu bilinmektedir. PMS şikayetlerini olan kadınların %30-40’ının kalsiyum ve D vitamini eksikliği yaşadığı görülmektedir.
Brokoli; zengin bir kalsiyum kaynağıdır ve yumurta ise D vitaminin doğal bir kaynağıdır. Omlette yan yana oldukça lezzetli duracaklardır.

Daha pürüzsüz bir cilt için Domates ve Zeytinyağı

Likopen vücut için bilinen en etkili antioksidandır ve en fazla domateste bulunmaktadır. Özellikle güneşin ciltte yarattığı tahribatları önlemeye yardımcıdır. Likopenin vücuttaki kullanımını arttırmak istiyorsak üzerine biraz zeytinyağı eklemenizde fayda vardır böylece likopen daha iyi emilecektir. Domatesin içindeki likopenin, yağda eriyen bir besin öğesi olmasından dolayı, yağ ve ısıyla etkisi daha da artar.
Amerikan Klinik Beslenme Dergisinde (AJCN) yayınlanmış olan bir çalışmaya göre zeytinyağı tüketen bireylerde daha az kırışıklık bulunduğu görülmüştür. Sabah kahvaltıda 5 zeytin yemek yerine söğüş domatesin üzerine 1 tatlı kaşığı zeytinyağı ekleyebilirsiniz.

Daha iyi bir sindirim için Yoğurt ve Öğütülmüş Keten Tohumu

Bağırsaklarımız 400’den fazla bakteriye ev sahipliği yapıyor. Bazıları dost, bazıları ise değil, eğer kötüler, iyilere göre sayıca daha fazla olursa sindirim yavaşlar. Yoğurt, probiyotik içeriği ile bağırsaklara dosttur ve sindirim sistemini rahatlatır. Probiyotikler yaşamak ve bunu sürdürmek için prebiyotiklere ihtiyaç duyarlar.
Keten tohumu ise Omega 3 kaynağı olmasının yanı sıra yoğurt ile beraber tüketildiğinde sindirim sistemini düzene sokmaktadır. Öğütülmüş keten tohumunun sindirimi çok daha kolaydır. Probiyotik yoğurdunuzun üzerine 1 çay kaşığı ekleyebilir ya da meyveli yoğurtlara, keten tohumuyla zenginleştirilmiş müsli ilave edip tüketebilirsiniz.

Daha sağlıklı bir kalp için Yulaf ve Elma

Yulaf kepeğinin yapısında betaglukan isimli suda çözünebilen bir lif bulunur. Betaglukan; kolesterolün dengelenmesinde olumlu etkilere sahiptir. Böylece kalp krizi riskini azaltmaya da yardımcıdır. Elma ise içindeki pektin maddesi ile kötü kolesterolü (LDL)’yi düşürürken, iyi kolesterol (HDL) oranını yükseltir. Yapılan çalışmalara göre günde 2 adet orta büyüklükte elma yemek, kolesterol seviyesini yaklaşık % 16 oranında düşürmektedir. Elma ayrıca antioksidan için de mükemmel bir kaynaktır.
Kahvaltınızdan başlayarak kalp sağlığınızı desteklemek için; yulaf ezmesi üzerine elmaları küçük parçalar halinde doğrayabilir ve süt ilave edebilirsiniz ya da yulaf, süt ve elma püresini pişirerek üzerine tarçın ilave edip farklı bir kahvaltı da yaratabilirsiniz.

Yazar: Uzm. Dyt. Gamze Şanlı Ak

Bitki Alemi kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Karahindiba


Karahindiba (Taraxacum officinale), papatyagiller (Asteraceae) familyasından yaygın bir bitki türü. Çiçekleri sarı, yaprakları yeşil olsa da bitkinin adına “karahindiba” denilmiştir.
Mısır ve Kıpçak Türkleri’nin “katagan”, Çağatay Türkleri’nin “saçratku” olarak bildikleri bu bitki günümüze “karahindiba” olarak gelmiştir. Hindiba, Arapça kökenli bir kelimedir. Tedavisi için kullanıldığı göz hastalığı trahomdan kaynaklandığı ileri sürülür. Anadolu’da acıgıcı, “acıgünek”, “güneyik”, “çıtlık”, “cırtlık” ve “arslandişi” olarak bilinse de en yaygın olarak kullanılan adı “radika”dır.
Özellikleri
Karahindiba Nisan ve Mayıs aylarında tüm tarla kıyılarında çayırlık alanlarla yol kenarlarında yetişen, çok yıllık sarı çiçekli otsu bir bitkidir. İçi “kengel” denilen acı bir sütle dolu uzun kazık kökü, rozet halinde tabanda toplanmış olan derin dişli yapraklarını ve yapraklardan daha uzunca olan çiçek saplarını taşır. Bu sapların tepesinde kömeç halindeki altın sarısı çiçekleri ilkbahardan sonbaharın ortasına kadar açar. Daha sonra bu çiçek kömeçleri karahindibanın tohumlarını taşıyan beyaz toplara dönüşürler. Bu beyaz topçukları oluşturan meyve kapçıkları en hafif rüzgarda bile uçup çevreye dağılır. Bitki böylece yaydığı tohumlarıyla çoğalır. Hortum şeklinde kesilip çok güzel ses çıkardığı için bu ismi almıştır.
Bileşimi ve kullanım
Besleyici değeri oldukça yüksek olan Karahindiba, % 5’e varan yüksek bir oranda potasyum içermesinden dolayı, en iyi doğal potasyum kaynaklarından biridir. A vitamini, C vitamini ve nikotinik asit ile kalsiyum ve türlü mineraller yönünden de zengindir. Ayrıca, torexacin, retinol, levulin, inulin gibi bileşikler içerir. Bu nedenle yaprakları salatalara katılıp yenir. Kökü de, yaşken doğranıp salatalara katılır. Kurutulan kökü birçok ülkede öğütülüp acı hindiba kahvesi olarak içilir. Avrupa’nın bazı ülkelerinde ve Hindistan’da tarımı yapılan türleri vardır ve bunların çiçek büyüklüklerinin çapı yedi santimetreye kadar varır. Kök sakızı da denilen bitki, köklerinden çıkan sıvının pıhtılaşıp kurutulmasıyla kauçuk eldesinde de faydalanılır.
Radika salatası
Şimdi tam zamanı otların, bol bol tüketmek lazım..
Malzemeler
1 kilo radika
Yarım çay bardağı zeytinyağı
1 limon
1 çay kaşığı şeker
Tuz
Yapılışı
Bu tür salatalar haşlama olarak yapılır. Genelde herkes bilir ama otu tanıtma amacıyla ben de yazıyorum.. Bir tencerede suyumuzu kaynatıyoruz. Radikalarımızı temizleyip, yıkayıp yumuşayıncaya kadar haşlıyoruz. Haşlarken suyuna bir çay kaşığı şeker atıp, otların yeşil kalmasını sağlıyoruz. Süzgümüze çıkarıp servis tabağına alıyoruz. Üzerine zeytinyağımızı, limonumuzu, tuzunu koyup servis yapıyoruz. Turp otu da aynı şekilde yapılıyor. . Afiyet olsun.

Bitki Alemi kategorisinde yayınlandı. Etiketler: . 3 Comments »

Sana Nirvana’ya Nasıl Ulaşılacağını Göstereceğim…

B8LiXSpIUAAP1bk[1]

Karikatür kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

ÖZETLEME TEKNİĞİ


1. Enerjinizi çekip almak istediğiniz olay ya da durumun tümünü bir deftere yazın—yazarken olay ya da durumun her bir aşamasını saniye saniye inceleyin, bütün ayrıntılarını içerin. Bir defasında sadece bir olay, kişi, ya da durum üzerinde yoğunlaşın—önce yaşamınızın en sorunlu ve bunalımlı alanlarına odaklanın.

2. Yazmayı bitirdiğiniz zaman, bir törensel ateş yakın ve bütün yazdıklarınızı yakın. Ateşin sıcaklığını burnunuzla soluk alarak içinize, ta genişleyen karnınıza kadar çekin. Bu sıcaklık ve yanma sizin, size arınmış olarak dönmek için alevlerce özgürleştirilmiş ve salınmış olan kendi enerjinizdir.

3. Ateş için için yanıp da küllenmeye başlayınca, son kızartının ısısını da içinize çekin, ve karnınızı iyice içeriye doğru çekip başınızı sağa doğru çevirirken soluğunuzu
burnunuzdan olanca gücünüzle verin. Verdiğiniz bu soluk, o deneyime bağlanmış tüm bağlarınızı özgür kılar, ve Yeryüzü’nce daha da arındırılması ve dönüştürülmesi için külleri karıştırır.

4. Ateş tamamıyla söndükten sonra, soğuyan külleri toplayarak bir bağışlanma ve arınma duası ederken, ya gömün ya da bir nehir ya da göle atın.

alıntıToltek Bilgeliği-Yürek Taşıyan Yol

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

SİZ KİMLERİN PARAŞÜTÜNÜ HAZIRLIYORSUNUZ???

prs_img_0604[1]

Charles Plumb Vietnamda uçmuş,ABD Hava Harp Okulu mezunu bir pilottu.
Savaş sırasında yaptığı 75.inci uçuşta ,yerden havaya atılan güdümlü bir füze tarafından vuruldu.
Derhal kendini fırlatıp paraşütle bir ormanın içine düştü.Kısa bir sure sonra da Vietkonglar tarafından yakalandı ve tam 6 yıl Kuzey Vietnamda esir olarak tutuldu.
Bugün Charles Plumb yaşadığı bu tecrübe hakkında insanlara ders vermektedir.
Bir gün Charles ve eşi restoranda yemek yerlerken bir adam masalarına yaklaşır ve şaşkınlık içinde çığlık atar:
Aman Allahım ! sen Plumb’sın .Vietnamda jet pilotuydun ,Kitty Hawk havaalanından. Uçağın düşmüştü!
Evet ama sen nereden biliyorsun bunu ?
der eski pilot Plumb
Biliyorum çünkü uçuş öncesi senin paraşütünü ben hazırlamıştım.
Plumb hayretler içindeydi.
Adam elini Plumbun omuzuna atar:
Anladığım kadarıyla paraşüt işe yaramış
Plumb evet anlamında kafasını sallar.
Eğer işe yaramasaydı şu anda burada değildim.
Plumb o gece ,restoranda masaya gelen adamı düşünmekten uyuyamaz.
Savaş sırasında çoğu kez gördüğü bu adamla bir kez olsun konuşmadığını düşünür.
Çünkü o bir savaş pilotu,adamsa paraşüt hazırlayan basit bir askerdir sonuçta.
Oysa o asker ,uzun tahta bir masada saatlerini harcayarak ,dikkatle katladığı paraşütlerle ,her seferinde hiç tanımadığı bir insanın kaderini ellerinde tutuyordu.
Bu olaydan sonra verdiği derslerde Plumb dinleyicilere hep aynı soruyu sormaya başladı:
Paraşütünüzü kim hazırlıyor?
Tüm hayatı boyunca ihtiyaç duyduğumuz her şeyi bir başkasının hazırladığı biz modern dünyanın insanlarına sorulabilecek en anlamlı sorulardan biri de bu belki de….
Yaşamaya devam etmemizi sağlayan sayısız paraşütler var hayatımızda,her defasında bir başka insanın bizim için hazırladığı ,maddi paraşütler,manevi paraşütler,duygusal paraşütler,ruhsal paraşütler……
Sahip olduğunuz en büyük yeteneği kim kazandırdı size ,veya düşünce yapınızı kim şekillendirdi?
Kimler size moral verdi zor zamanlarınızda ya da hayata dair manevi değerlerin farkına varmanızı kimler sağladı?
Hayatınız boyunca paraşütünüzü hazırlayan kimlerdi?İşte onlar hayatımızı borçlu olduğumuz insanlardır.
Peki siz kimlerin paraşütünü hazırlıyorsunuz?, düşündünüz mü?

Benim de yazarlarından biri olduğum Martı Dergisinin Mart Ayı Çıktı… Kaçırmayın. Bu ayki yazımın girişini sizlerle paylaşmak istiyorum.

 

Benim de yazarlarından biri olduğum Martı Dergisinin Mart Ayı Çıktı… Kaçırmayın. Bu ayki yazımın girişini sizlerle paylaşmak istiyorum. Devamı için tabi ki dergiye abone olmanız gerekiyor…
Ben de Artık ’’ Çöpsüz Üzüm’’ İstiyorum…
İstanbul’da lapa lapa kar yağma günlerindeyiz. “Bu günleri değerlendirmek lazım” dedim ve dışarı çıktım. Mahallede demli çay satan bir yer var, caddeye bakan tarafı da komple camekan. Hem çayımı içer hem yağan karı seyrederim diyerek oraya gittim. Tabi tek akıllı ben değilim. Allah’ım cafe’nin içi nasıl tıklım tıklım dolu anlatamam.
İki tane orta yaşlı güzel kadının yanına oturdum. Elimde Orhan Pamuk’un son kitabı, kitap sürükleyici ama onların konuşmaları daha sürükleyici. Mecbur anlatacağım.
Elif başından geçenleri Yeliz’e anlatmaktadır. Bir sene kadar önce İsmail’le tanışmışlar. İsmail daha ilk gece çıkışlarında eski sevgilisi Yeşim’i dilinden düşürmemiş: “Yeşim şöyle Yeşim böyle, araştırıyorum evlendi mi diye, ben ona ters davrandım ama naz yapmak içindi, onun için ölüyorum, bitiyorum”…
Elif tabi şok geçirmiş. O ne hayallerle gelmiş, ne bulmuş. Tamam demiş ben en iyisi İsmail’le arkadaş kalayım elimden gelen desteği vereyim. Böyle zaman zaman buluşup görüşmeye başlamışlar, tam araları olacak gibiyken Yeşim sahneye çıkmış ve İsmail Elif ‘i anında bırakıp gitmiş. Sonra o iş yine yürümemiş tekrar Elif’le dostluklarına devam etmişler. Ama adam artık işi bir adım ileriye taşımak ta ısrarlıymış. Elif tabi hep Yeşim’i dinlediğinden çekimsermiş. Sonra yine bir yakınlaşma dalgasında Elif tam bu iş olacak derken adam aynalarda her yerde Yeşim’i gördüğünü onu nasıl aklından çıkaramadığını anlatmaya başlamış. Bizim Elif ikinci şokuyla gene kalakalmış. Ve arayı açmış…

DEVAMI MARTIDA…

Ortaya Karışık kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

OMUZ ÇEŞİTLERİ İNSANLAR HAKKINDA NE SÖYLER?

Omuzlar, yaşam hakkında sürekli kafamızda taşıdığımız duygu ve inançları yansıtan aynalar gibidir.

KARE biçimli omuzlar, kişinin her durumda kendi yeteneklerine ve kendisine güvendiğini anlatır;
YÜKSEK VE DİK omuzlar, kronik bir korku durumuna işaret eder, bu kişiler sanki her an arkalarından biri gelip de ona vuracakmış gibi dururlar;
AŞIRI DÜŞÜK omuzlar o kişinin, yaşamı taşıyamayacak kadar ağır bir yük olarak gördüğünü gösterir;
İLERİ DOĞRU KAMBURLAŞMIŞ omuzlar paralı dövüşçüler gibi her an saldırmaya hazır bir insan görüntüsünü verirler.
HER ZAMAN GERİYE DOĞRU ÇEKİLMİŞ omuzlar, o kişinin saldırmamak için büyük bir çaba gösterdiğini anlatırlar, ne ilginçtir ki, bu tip insanların çeneleri de ileri çıkıktır, adeta karşısındakilere ilk hamleyi yap da görelim ifadesi verirler

KAYNAK: NERMİN DOĞRUOĞLU

‎DUYGULARIN‬ ‪#‎TEMİZLENMESİ

images[6]

Geçmişte kendini ifade etmemiş, dönüşmemiş enerjiler, travmalar karşımızdaki kişilerin bize karşı davranışları olarak ortaya çıkar. Karşımıza çıkan kişilere her tepki verdiğimizde bizde dönüşmemiş bir ‪#‎enerji‬ var demektir. Bu hali çocukluğumuzda öğreniriz. Çevremizdeki insanlarda hep aynı şeyleri yaparlar, tepki gösterir ve suçlarlar. Bu davranış şeklini öğrenmemeyi seçtiğimizde yani olanın kendi sorumluluğumuz olduğunu kabul ettiğimizde tepki gösterme hali tamamen ortadan kalkar. Tepki göstermek ateşe benzin dökmek gibidir. ‪#‎Sorumluluk‬ almak ise ateşe ‪#‎su‬ atmak anlamına gelir. Tepki göstermek enerjiyi boşuna kullanmak demektir.

Sizi üzen olay aslında sizi üzen bir durum değil de size hazırlanan bir ‪#‎sınav‬ niteliğindedir. Bu durum ilk defa olmuş değildir.

Verdiğiniz ‪#‎tepki‬ yeni değildir. Eskinin tekrarı gerçekleşiyordur. Siz farkedene kadar benzer durum tekrarlanır durur. Ve siz her seferinde tepki verirsiniz. Çünkü bu çocukluğunuzda ailenizden ve/veya çevrenizden öğrendiğiniz bir şeydir. Bunlar ‪#‎hücrelerinizde‬ kodlanmış durumdadır.

Tepki (reaction) gösterdikten sonra 2.aşama “Suçlama” dır. İngilizcede ‪#‎suçlama‬ “ blame” demektir. “Be Lame” kelime anlamı ise “ “sakat olma” dır. Suçlayarak dikkatimizi kendimizden uzaklaştır ve başkalarına yönlendirir. Kendimizi özürlü, aciz duruma sokarız. Hayatımızda olanların sorumluluğunu almadıkça bu süreç hep böyle devam edecektir.Suçlama= Blame içimizde olanların ‪#‎yansımasıdır‬. Ve bu durumun tabii ki sonuçları olacaktır. Karşımızdakini suçlayarak kendimizi kurban rolüne sokar ve gücümüzü inkar ederiz.

Bir sonraki aşama ise; Suçlu hissetme, utanma ve pişmanlıktır. Birini suçladığımızda bilinçsizce kendimizi de suçlu hissederiz. Başkalarını suçlayarak kendimize ihanet etmiş oluruz. Çünkü başkalarını suçladığımızda ruhumuzun gücünü ‪#‎göz‬ ardı etmiş oluruz. Yani olanların ‪#‎ruhumuzun‬ kontrolü dışında olduğunu kabul etmiş oluruz. Bu şekilde “ cause=neden” and=ve “ effet=sonuç” kanunu da gözardı etmiş oluruz. Tepkili davranışlar hiç bir şekilde bize hizmet etmezler. Duygusal olarak hücrelerimize işlemiş olarak bu davranışlar nasıl öğrenildi ise öğrenilmemiş hale de gelebilir. Kendinize güvenin ve emin olun. Unutmayın hayatınızda olanlar evrenin bize hazırladığını oyunlardır. Hayatınızda terse giden, sizi sinirlendiren olayları evren bilinçli olarak size sunmaktadır. Kendinizi huzursuz hissettiğinizde” duygusal temizlenme rituelini” yapabilirsiniz.

Öncelikle karşınıza çıkıpta ‪#‎dengenizi‬ bozan kişilerin kesinlikle olan olaylardan haberi yoktur. Onlar sadece “mesaj” getirenlerdir. Onlar geçmişle bütünleşmek için hatıraların yüzeye çıkmasıdır. Bu yüzden mesaj getirenlere saldırmak sonuç vermez. ‪#‎Evrenin‬ limitsiz mesaj getirenleri vardır. Burada yapılacak ilk şey mesaj getireni bir kenara bırakmak ve onu unutmaktır. Onlara verdikleri muhteşem hizmet için sadece teşekkür edebilirsiniz. Tepki göstermek yerine tek başınıza kaldığınızda bunun üzerine çalışmak için kendinize söz verebilirsiniz. Emin olun bu tarz bir davranış çok cesaret ister.

Sonra fiziksel, duygusal ve zihinsel drama içine girmeden“ Mesajı Alın” yani mesajın farkına varın. Ve gelen mesajın ne olduğunu ‪#‎hissedin‬. Ve kendi kendinize “ Ben üzgünüm”, Ben incindim”, “Kendimi çok yalnız hissediyorum” “Kendimi çok kızgın hissediyorum”, Kendimi çok üzülmüş hissediyorum” v.s. İçinizdeki hissin gerçekte bunlardan hangisi olduğunun farkına varın. ‪#‎Duygusal‬ tepkiyi çağrıştıran duyguları hissetmeye çalışın. Örneğin Kızgınsanız ; elleriniz titreyebilir, ‪#‎solar‬ pleksusunuz sıkışabilir, yüzünüz kızarır. Gerçek hissi tamamiyle tespit ettiğinizde 2.aşamada bitmiş olur. 3. aşamada gelen hisleri hiç bastırmadan iyice içine girin. Bastırmayın, yok saymayın sadece ‪#‎keşfedin‬. Bu duygu ile kalın, o ‪#‎an‬‘da kalın. Duyguyu ‪#‎yargılamadan‬, herhangi bir sonuç çıkarmadan sadece hissedin. Sonra aynı geçmiş duyguları ne zaman hissettiğinizi düşünün ve bunların dikkatinize gelmesi için izin verin, ‪#‎güvendesiniz‬, yapabilirsiniz.

Duygusal blokajları bedeninizi fiziksel olarak iyice hissettiğinizde son aşama için hazırsınız demektir. Şimdi gelen duygulara bana doğru gelebilirsiniz, ‪#‎korku‬ ve kısıtlama ile karşılaşmayacağını ve yargılamayacağınızı söyleyin. Duyguya “ şefkat” gösterin. ‪#‎Sevgi‬ ile kucaklayın. Şefkatin İngilizce anlamı” compassion” kelimeyi açarsak “ come pass on” kelimelerini çağrıştırır. Bunun anlamı ise “gel ve devam et”tir. Duygulara aynen böyle söyleyin. Gel, nel olursan gel, ben buradayım. ( Mevlana da böyle söylememiş midir? “Gel Ne olursan Gel” Bu teknik dışarıdaki dünyayı deneyimlediklerimiz aslında içimizdeki duygusal durumdan kaynaklanmaktadır. ‪#‎Barışı‬ hayatımıza almamız, dışarısı ile bağlantımızın olmadığını anlatır. Sevgi ve ‪#‎şefkat‬ kalbinize giden kapının tekrar açılması için kullanacağınız anahtardır.

Michael Brown