’BEN’’ DÜNYANIZIN MERKEZİNDEYSE!

11987112_1132749146739629_5059983571818223072_n[1]

Doç. Dr. Şafak Nakajima

Endişe, kaygı, keyifsizlik, karamsarlık, umutsuzluk, korku, öfke, halsizlik, isteksizlik, yorgunluk, baş dönmesi, uyku bozukluğu, kafa karışıklığı, kendini sevmeme, toplumdan kaçma, dürtüleri kontrol edememe, takıntılar, mükemmeliyetçilik, kısır düşünce döngüleri gibi ruh hallerine, eskiden nevroz adı verilirdi.

Halüsinasyon ya da hezeyan gibi bozukluklar olmaksızın bu bulguları yaşayan kişiye ise, ‘nevrotik’ deniyordu.

1980’lerden sonra nevroz, bir tanı kategorisi olmaktan çıkarıldı ve kapsadığı yakınmaların her birisi, ayrı birer ‘’hastalık’’ olarak tanımlandı.

Takıntı bozukluğu, anksiyete bozukluğu, dürtü kontrol bozukluğu, fobi, panik bozukluk gibi…

Her ne kadar aynı kişide bu belirtilerin birkaçı bir arada görülse de, otoriteler tarafından ayrı ayrı hastalıklar olarak tanımlanmaları, her birinin ayrı ilaçlarla ‘’tedavi” edilmesi girişiminin de önünü açtı.

Bugün sizlerle, nevrotik yakınmalara çok daha gerçekçi ve doğal bir çözüm yolu önerdiğini düşündüğüm, Morita yöntemini paylaşacağım.

Elbette dayandığı derin felsefeyi kısa bir makaleye sığdırmak mümkün olmayacak ama genel bir fikir edineceğinize inanıyorum.

Sigmund Freud’un çağdaşı olan Japon Prof. Dr. Shoma Morita, yazının girişinde sıraladığım ruhsal sıkıntılara, ‘’Shinkeishitsu’’ adını verir.

Dr. Morita’ya göre, Shinkeishitsu yakınmalı insanların en dikkat çekici özelliği, aşırı derecede ”Ben” odaklı olmalarıdır.

”Ben,” dünyalarının merkezindedir.

Örneğin uçağa bindiklerinde, o uçağın aynı rotada sayısız kereler hiçbir kaza yapmadan gidip geldiğini bildikleri halde, içinde kendileri olduğu için düşeceğine inanırlar.

Ya da utangaç bir insan, herkesin kendisine baktığını sanır.

Herkes onu gözetlemekte ve en küçük hatasını bile fark etmektedir.

‘’Bana ne olacak?’’ sorusu sürekli kafalarında yankılanır.

‘Neden bu kadar acı çekiyorum?’’

‘’Eminim hiç kimse benim kadar berbat hissetmiyordur!’’

‘’Mahvoldum!’’

Bu düşüncelerin akışına kapıldıklarında, etraflarına verdikleri sıkıntı ve zararı fark etmezler.

Örneğin uçak korkusu yaşayan kişi, gergin davranışlarının başka yolcuları nasıl etkilediğini görmez.

Çünkü dikkati, yalnızca kendisine odaklıdır.

Kendisini dinleyen, rahatlatan, şefkat gösteren birisini bulduğunda ona yapışıp, sonu gelmez yakınmalarla karşısındakini canından bezdirir.

Aslında hepimiz zaman zaman, bu tür düşünce ve davranışlar sergileriz.

Hangimiz, başarı ya da başarısızlıkları çok abarttığımız anlar yaşamamıştır ki?

Ya da bazen kendimizi, ilişkilerimizi sorgularken aşırıya kaçar; her davranışın arkasında gizli nedenler ararız!

Sorun, bu durumun sürekli ve aşırı boyutlarda yaşanmasıdır!

Böyle durumlarda bir süre sonra, kendini yargılama, suçlama ve başkalarıyla karşılaştırma başlar!

Korkuları, endişeleri, takıntıları ve utançlarından dolayı, kendilerine kızarlar!

Yıkıcı tutumları, kurtulmaya çalıştıkları sıkıntıları büyüten, geliştiren hormonlu bir gübredir adeta.

Korku, takıntı, utangaçlık ve panik, giderek devleşir.

Dr. Morita, ruhsal sıkıntılardan ‘’kurtulmaya çalışmanın,’’ dikkati büsbütün onlara odaklayacağını ve beklenenin tam tersi sonuçlar vereceğini söyler!

Kişi giderek, günlük hayattan, sorumluluklarından ve ilişkilerinden kopmaya başlar.

Bozulan ilişkileri, iş hayatı ve sağlığı nedeniyle, kaçmaya çalıştığı ruhsal sıkıntılarının artması kaçınılmaz hale gelir!

İşte size tam bir kısır döngü!

Dr. Morita, duyguların değil davranışların yönetilebilir olduğunu söyler.

Doğru olan, duyguları olduğu gibi kabul edip, davranışlarımızı yapılandırmamızdır.

Çözüm için ilk olarak, günlük yaşamımızı düzene koymamızı önerir.

Yemeğimize, uykumuza dikkat etmek, yavaş yavaş da olsa fiziksel egzersizi hayatımıza sokmak gibi.

Her gün en az 2 dakika süreyle bizi gerçekten güldürüp neşelendirecek bir aktivite, yaşantımızın parçası olmalıdır.

Örneğin ben, hemen her gün mutlaka kısa komik videolar izlerim; moralim ne kadar bozuk olsa da!

İkinci önermesi, akılcı ve tarafsız bir sorgulamayla, yaşadığımız sorunların hangilerinin kontrol edilebilir, hangilerinin kontrol edilemez olduğunu ayrıştırmaktır.

Yaşlılık, ölüm gibi kontrolümüz dışında olan sıkıntılar kabullenilmeli, kontrol edilebilir olanlar içinse çözüm planları yapılmalıdır.

Çözümler, küçük ama sürekli adımlarla hayata geçirilmelidir.

Zihnimiz, yaşadığımız andan uzaklaşıp geleceğe yönelirse endişe ve geçmişe giderse keder üretir.

Bu durumun önüne geçmek için dikkati odaklama ve farkındalık egzersizleri öğrenilmelidir.

Ve gelelim en önemli önermeye: Yaşam Amacı!

Anlamlı bir yaşam amacına sahip olmak, kişiyi ‘’Ben’’ odaklı olmaktan kurtarır!

Amaç, etik yani insani değerlerle ve zarar vermeme ilkesiyle uyumlu olmalıdır!

Kendi dar dünyalarının sınırlarını aşmalarına yardımcı olacak anlam ve büyüklükte yaşam amaçlarına sahip olan insanlar, nadiren Shinkeishitsu rahatsızlığına yakalanırlar.

Eğer bu yazıda söz edilen sorunlardan mustaripseniz, mutlaka sizin de, sadece kendinize ve ailenize değil, tüm insanlığa ve hayata değer katan bir yaşam amacınız olsun!

Bu amaç, dünyadaki acıları ve çirkinlikleri azaltsın!

Mutlulukları ve güzellikleri çoğaltsın!

Her türden ayrımcılığı, dar düşünce kalıplarını, ön yargıları, kabalığı, dogmayı yıkın!

Yaşamı keşfedin!

Merak edin, öğrenin, gelişin!

Öyle anlamlı bir yaşam sürdürün ki, sizin için ‘Shinkeishitsu,’ kısa bir süre sonra unutacağınız egzotik bir sözcükten ibaret olsun!

Yorum bırakın