Sakız Adasının Sakızı:)))

IMG_2619

199

IMG_2685

IMG_2678

IMG_1575[1]

IMG_1583[1]

IMG_1613[1]

IMG_1684[1]

IMG_1566[1]

20140920_145923

244

 

 

Çeşme’den feribota binip ‘’savulun Sakız adası biz geliyoruz’’ diyene kadar Sakız adasına geldik bile. Katılacağımız güney turuna daha vakit olduğundan Sakız adasının merkezini keşfe çıkıyoruz. Sahili İzmir kordon boyunu anımsatıyor. Yan yana cafeler, barlar, lokantalar, daha gerilerde hediyelik eşya dükkanları, likörcüler, reçelciler olarak devam ediyor. Sahilde yürüdükten sonra ara sokaklara dalıp alışveriş yapmaya başlıyoruz. Elbette ilk durak Reçelci Rena, çok çok tatlı bir teyze. Çat pat Türkçe konuşması, sıcaklığı ve bunu da dene, şunu çok satıyoruz demeleriyle planladığımdan daha çok reçel alıp dükkandan çıkıyorum. Ama dükkanda ne kadar çok reçel olduğunu size anlatamam. Ben portakal, turunç, mandalina onlara takıldım daha çok ama siz meyve reçellerine de bakın derim. Karnımız hafiften acıkmaya başladığından pastaneden yöresel birkaç şey alıp, parkta oturup yiyoruz. Arkasından merkeze yakın ve adanın simgesi haline gelmiş değirmenleri de gördükten sonra turumuza katılmak için buluşma noktasına gidiyoruz.

Tur rehberimiz bir Türk, yıllar önce buraya göç etmiş ve yerel bir hanımla evlenmiş, nasıl bağıra bağıra konuşuyor anlatamam. Meğerse bu ada sürekli değişik topluluklar tarafından işgal edildiği için kendilerini kabul ettirme göstergesi olarak herkes bağıra bağıra konuşurmuş, gel zaman git zaman o da alışmış. Burada evlenmek çok güzel diye anlatıyor, aileye iç güveysi geliyorsun, bütün mal varlığa, işlere de ortak oluyormuşsun. Benden duyurması… Neyse tura sakız ağaçlarının  bol olduğu bir bölgeye ziyaretle başlıyoruz. Burada sakıza mistik derlermiş. Ve sakızlı su hazırlayıp içerseniz sağlığınıza çok faydalı olurmuş. Bize sakızları, ağaçların gövdelerini nasıl çizdiklerini, sakızları kolay toplamak için ağaçların altına döktükleri kireçimsi beyaz tozları uzun uzun anlattı.

Arkasından ilk durağımız Pirgi köyüne varıyoruz. Buralar sakızından dolayı sürekli korsanlar tarafından saldırıya uğradığından sokaklar hep daracık yapılırmış. Dar sokaklarda keyifle yürürken bu köydeki binaların geometrik desenlerle süslenmesine bayıldık. Ayrıca balkonlarda kurutulan kırmızı biberler, siyah beyaz geometrik desenlerin yanında inanılmaz güzel gözüktüğünden çok güzel kareler yakaladık.  Arkasından ikinci durağımız Mesta köyüne gittik. Yine aynı korunma içgüdüsüyle dar sokaklar bizi karşıladı. Ortaçağ görüntüsünde bu köyün sokaklarında dolaştıktan sonra yemek için buraya yakın koya doğru yollandık. Koyda bir sürü taverna vardı ve tur bizi hangisinde yiyeceğimiz konusunda serbest bıraktı. Biz Papamihalakis tavernasında yemeyi tercih ettik. Önden yunan salatası (büyük doğanmış domatesler ve kare şeklinde kesilmiş feta peyniriyle hazırlanıyor), arkasından karides ve ahtapot, ana yemek olarak barbun, tatlı olarak sakızlı muhallebi ve sakızlı türk kahvesi ve sakız reçeli ikramından sonra, güneşin altında bayağı bir geviş getirdik tabi.

Ve turumuz bizi son olarak merkezin 7 km güneyinde Karfas koyuna götürdü. Tam karşıda Çeşme’ye el sallayabiliyorsunuz. Buranın denizi kumluk ve sığ, bir kere denize girip çıkıyoruz, kurulanırken gitme vaktinin geldiğini görüyoruz. Toparlanıp otobüsümüze biniyoruz.

Merkeze geldiğimizde feribotumuzun kalkmasına daha vakit olduğundan sahilde bir tur daha yapmaya karar veriyoruz. Sakızı kozmetik olarak kullandıklarını keşfedip kendime sabun ve krem alıyorum. Sonra bir kafeye girip sakızlı kahvenin yanında sakızlı likör içip, ikram edilen sakızlı lokumu da yiyip sakızın dibini buluyoruzJ.

 

 

Zamanı gelince de feribotumuza binip çok güzel vakit geçirdiğimiz sakız adasından keyifle ayrılıyoruz. Yolunuzu bu adadan geçirmenizi tavsiye ederim.

Sağlıcakla,

Anette İnselberg

 

Yeni Zelanda, hayvanların insanlar gibi duygusal varlıklar olduğunu yasalaştırdı

Yeni Zelanda, geçtiğimiz günlerde Hayvan Hakları İyileştirme Yasası’nda yaptığı değişiklikle hayvanları da insanlar gibi duygusal varlıklar olarak tanımladı.

Ulusal Hayvan Etiği Danışma Kurulu üyesi Dr. Virginia Williams yeni yasa değişikliğini şöyle açıklıyor:

“Hayvanların da acı, stres, mutluluk, huzur, heyecan gibi negatif ve pozitif duyguları barındırdığı, hayatlarını bu şekilde devam ettirdiği açıkça söylenebilir. Bu konuya açıklık getirmek, hayvan haklarını iyi bir konuma getirmek için yapılacak çalışmaların daha da olumlu yönde ilerleyeceğini gösteriyor.”

Ceylan ve Kedi

Geçtiğimiz ay Yeni Zelanda’da hayvanların kozmetik ürün deneylerinde kullanılmasının yasaklanmasının hemen ardından yapılan bu huzur verici yasal değişiklik, birçok hayvan hakları savunucusu kuruluşun da gündeminde bulunuyor. Bu kuruluşlardan biri olan Nelson SPCA’nın yöneticisi Donna Waltz bu konudaki düşüncelerini belirtirken bunun ne kadar harika bir gelişim olduğunu özenle vurguluyor:

“Bu yasanın onaydan geçtiğini görmek gerçekten mutluluk verici. Hayvanların ayrılık kaygısı yaşıyor oluşu bile onların ne kadar güçlü duygularının olduğuna muhteşem bir kanıt. Terk edilmiş hayvanların çektiği acıyı gözlerinden okuyabilirsiniz, bu yasayla hayvan istismarı ve tacizlerinin hukuki olarak tamamen önlenebileceğine dair artık daha çok umudumuz var. Yasa önünde birer obje olmaktan çıkıp yaşayan canlılar,bireyler olarak adlandırılmaları hayvan hakları konusunda atılacak güzel adımların habercisi.”

Anne fil ve bebeği

Yeni kanun, aynı zamanda hayvan haklarını savunan insanların daha etkili ve güçlü olabilmeleri adına hukuki denetlemeler yapabilmeleri için imkan da sağlıyor.

Yeni Zelanda Veterinerler Birliği Başkanı Dr. Steve Merchant, bu kanunun hayvan haklarının iyileştirilmesine dair beklentileri tamamıyla olumlu yönde değiştirdiğini ve toplumun hayvanlara olan bakış açısını daha barışçıl bir hale getirdiğini vurguluyor.

Kaynak: Ecorazzi, Animal Equality

Hulya Tokdemir Reisin sayfasından alınmıştır

Bir zamanlar, büyük ve güçlü bir ülkeyi yöneten kralın dört eşi varmış.

11012851_789973904371677_5748951932376404261_n[1]

Bir zamanlar, büyük ve güçlü bir ülkeyi yöneten kralın dört eşi varmış.

Kral en çok dördüncü eşini sever, bir dediğini iki etmez, her şeyin en güzelini, en iyisini ona verirmiş.

Kral üçüncü eşini de çok severmiş. Bu güzelliğin bir gün kendisini terk edebileceğinden korktuğu için, onu çok kıskanır,üzerine titrermiş.

Kral ikinci eşini de severmiş. Kendisine karşı her zaman iyi ve sabırlı davranan eşi, ne zaman bir derdi olsa daima onun yanında bulunur, sorunun çözümünde ona destek verirmiş.

Kraliçe olan birinci eşiymiş kralın. Onu en çok seven, karşılık beklemeden seven,sağlığına ve hükümranlığına en büyük katkıyı sağlayan bu eşi olmasına rağmen, kral bu eşini hiç sevmez ve onunla hiç ilgilenmezmiş.

Bir gün kral ölümcül bir hastalığa yakalanmış.

Yakında öleceğini anladığı ve öldükten sonra yalnız kalmaktan çok korktuğu için, eşlerinden hangisinin ölüm yalnızlığını kendisi ile paylaşmak isteyebileceğini öğrenmek istemiş.

En çok sevdiği dördüncü eşine, “Ölüm yolculuğunda bana eşlik etmek ister misin?” diye

sorduğunda, aldığı yanıt kalbine bir bıçak gibi saplanan, kısa ve net, “Mümkün değil!” olmuş.

“Hayatim boyunca seni sevdim, sen benimle birlikte ölmeyi kabul eder misin?” sorusunu üçüncü eşi, “Hayır, hayat çok güzel. Sen ölünce ben yeniden evleneceğim.” diye yanıtlamış ve kral bir kez daha yıkılmış.

“Her sorunumda, her zaman yanımda olan, bana yardim eden sendin. Bu sorunumda da bana yardımcı olur musun?” sorusuna karşı, ikinci esinden, “Bu sorunun için bir şey yapamam. Olsa olsa sana mezarına kadar eşlik eder, güzel bir cenaze töreni yaptırır ve yasını tutarım.” karşılığını almış.

Büyük bir hayal kırıklığı yaşamakta olan kral birinci eşinin sesiyle irkilmiş:

“Nereye gidersen git, seninle olurum, seni takip ederim.”

“Ah!” diye inlemiş kral; “Keşke bir şansım daha olsaydı…”

==========================================

Aslında gerçek Yaşamda hepimiz dört eşliyiz…

Dördüncü eşimiz “vücudumuz”! Onun güzel görünmesi için ne kadar zaman, kaynak ve çaba harcarsak harcayalım, öldüğümüzde bizi terk edecektir.

Üçüncü eşimiz “sahip olduğumuz servet ve statümüz”! Ölür ölmez başkalarına yar olacaktır.

İkinci eşimiz “ailemiz ve dostlarımız”! Tüm sorunlarımızı paylaştığımız bu kişilerin en son yapabilecekleri şey, bu dünyadan gözleri yaşlı bizi uğurlamak olacaktır.

Ve birinci eş… “ruhumuz”!

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Önce Sen Kapat…

22498_895440697185957_2930758126040913512_n[1]

Karikatür kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Sen Çayını İç…

10959131_833538200042874_6851514435143325340_n[1]

Karikatür kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

EV TEMİZLİĞİNDE LİMONU BAŞ SIRAYA YAZIN!

1503359_833413070055387_3200225316854676106_n[1]

* Limon da sirke gibi doğal bir kimyasaldır. Aynı şekilde limon ve suyu ile evinizde temizlik yapabilirsiniz.
* Ortadan ikiye kesilmiş limonu su dolu kâsenin içinde odanızın bir köşesine koyun. Havadaki kötü kokular kaybolacaktır.
* Yarım limonu bulaşık makinenizin içine koyun ve öyle yıkayın. Bardak ve tabakların nasılda pırıl pırıl olduğuna şaşıracaksınız.
* Mermer üzerinde sarı lekeler varsa limon ve tuz ile ovalayın. Leke çıkacaktır.(Tuzsuz asla denemeyin, mermerinizde leke bırakır!)
* 2 litre suya 1 çay bardağı sirke ve yarım limon suyu sıkarak hazırlamış olduğunuz karışımla her türlü yüzeyleri silebilirsiniz.
* 1 adet limon suyuna 2 çay kaşığı zeytinyağı karıştırın. Alın size mobilya cilası!
* İnatçı lekelerin üzerine limon sıkın ve 1 saat bekledikten sonra yıkamaya atın. Lekeler çıkacaktır.
* Sirkeyle olduğu gibi et, tavuk kestiğiniz tahtayı limonla ovuşturarak dezenfekte edin.
* Fırının içinde kalan leke ve artıkları çıkarmak istiyorsanız, fırın tepsisinin içine 1 limon suyu sıkın ve dökülmeyecek şekilde su ilave edin. 250 dereceye ayarladığınız fırını 15 dk. Isıtın. Leke ve artıkların kolaylıkla çıktığını göreceksiniz.
* Deri koltuk ve eşyalarınızı limon kabuğu ile ovun. Yeni alınmış gibi görünecektir.
* Kullanmış olduğunuz sıkılmış limonları çöpe atmayın! Lavabolarınızı limonla ovun. Tertemiz olacaktır.
* Pirinç eşyalarınızın daha canlı görünmesini istiyorsanız limon ile ovun.
* Mutfak tezgâhlarını temizlemek için 1 litre suya 1 limon suyu ve 1 tatlı kaşığı tuz atın. Bu karışım ile mutfağınız tertemiz!,

Kadınlar Çalışkandır… Günün Fotosu… 22/05/2015

1560498_10153227577434625_3783174059539556317_n[1]

Günün Fotosu kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Parmağını sevdiğin rengin üstüne koy… Bir Dilek Tut…

10252144_1476693002547322_483400500006676870_n[1]

Ortaya Karışık kategorisinde yayınlandı. 1 Comment »

Çocukların sağlığı ile yeryüzünün sağlığı, birbirine sıkı sıkıya bağlıdır…

11146486_706988412757103_2999209558382440178_n[1]

Yazar Richard Louv
“Çocukların sağlığı ile yeryüzünün sağlığı,
birbirine sıkı sıkıya bağlıdır” diyor.

‘DOĞADAKİ SON ÇOCUK’ adlı kitabından;

“Çocuklar için tabiatın birçok farklı yüzü vardır.
Yeni doğmuş bir buzağı, yaşayıp bir gün ölen bir ev hayvanı,
ağaçların arasında eski bir patika, ısırgan otlarına bürünmüş bir kale,
boş bir alanın nemli, gizemli bir köşesi…
Tabiat hangi biçimde görünürse görünsün,
bir çocuğa anne ve babasının dünyasından farklı,
daha yaşlı ve daha büyük bir dünya sunar.

Televizyondan farklı olarak,
zamanı çalmak şöyle dursun, onu genişletir.

Yıkıcı aile ortamında ya da çevrede yaşayan bir çocuk için
şifa sunar.

Çocuğa, üzerine kültürün hayal ürünlerini çizip
yeniden yorumlayabileceği boş bir yaz-boz tahtası verir.

Görsel imgelem gücünün ve duyuların
tam kullanımını teşvik ederek
çocuğun üretken düşünmesini destekler.

Kendisine fırsat verilen bir çocuk,
dünyanın karmaşasını kırlara götürecek, derelerde yıkayacak,
ters yüz edecek ve ardında ne olduğuna bakacaktır.

Tabiat bir çocuğu korkutabilir de
ama bu korku da bir amaca hizmet eder.

Çocuk tabiatta özgürlük,
hayal gücü için alan genişliği ve mahremiyet bulur;

yetişkinlerin dünyasından uzak bir yer
ve farklı bir huzur.”

Louv’a göre,

“Çocuklar yedikleri yiyeceklerle
onların kaynakları arasındaki bağlantıyı yitirdiler,

hayal güçleri gameboy ve internet oyunları oldu,

hareketsiz kalmaya ve şişmanlamaya başladılar.”

“Bugün her çocuk büyük olasılıkla
Amazon yağmur ormanlarını duymuştur,

ama en son ne zaman tek başına bir ormanı keşfe gittiğini
ya da bir çayırda rüzgârın sesini dinleyerek
ve bulutların geçişini izleyerek uzandığını sorsanız,
bir şey anlatamaz…”

Profesör Jane Clark’ın deyimiyle,

bu “KUTULANMIŞ ÇOCUKLAR”,

giderek daha fazla araba oturaklarında, mama sandalyelerinde
ve hatta televizyon izlemek için yapılmış bebek oturaklarında
zaman geçiriyorlar.

Çocuk kutulama işlemleri büyük ölçüde
güvenlik amacıyla yapılıyor olsa da,
çocukların uzun vadedeki sağlıkları riske atılıyor.

DOĞA YOKSUNLUĞU SENDROMU

Louv’a göre, bu sendrom
doğaya yabancılaşmanın insana getirdiği maliyeti anlatıyor.

Bunun içinde, duyuların daha az kullanılması,
dikkat sorunları ve hem fiziksel hem duygusal hastalıkların oranındaki artış vardır.

Son veriler de, bu tespitleri destekliyor:
Yakın zamanda yapılan bir araştırma, tabiat ile temasın
“Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu”nun belirtilerini azaltabileceğini,

ayrıca bütün çocukların bilişsel yeteneklerini geliştirebileceğini
ve olumsuz baskılara ve depresyona karşı dirençlerini artırabileceğini ortaya koydu.

Norveç’te ve İsveç’te yapılan çalışmalar,

doğal alanlarda oynayan okul öncesi çocukların,

düz zeminli çocuk bahçelerinde oynayanlara göre
denge ve çeviklik testlerinde daha başarılı olduklarını ortaya koyuyor!
(Louv 2008).

Çünkü doğa çocuklarımızın duyularını güçlendirir!

Zamanlarının önemli bir kısmını
televizyon ve bilgisayar başında geçiren çocuk ve gençlerin
duyusal gelişimleri nasıl etkileniyor?

ELEKTRONİK ORTAMLAR
yalnızca GÖRME ve İŞİTME duyularına
(genellikle de fazla şiddetli bir tarzda) seslenir.

Oysa DOĞADA,

olağanüstü manzaraları, çiçekleri, yaban hayvanlarını görmekle,

kuşların ve böceklerin uyumlu seslerini,
rüzgarın uğultusunu duymakla kalmaz;

her adım başı farklı bir çiçeği, bir otu KOKLAR,
doğal varlıkları DOKUNARAK HİSSEDER,
doğanın nimetlerini TADAR,
Bunların ötesinde bir de

SEZGİLERİMİZİ HAREKETE GEÇİRİRİZ.

Çünkü doğanın
birçok zihinsel ve ruhsal rahatsızlığı İYİLEŞTİRME GÜCÜ vardır!

Bilimsel araştırmalar,

doğanın çocukların yaşadığı travmatik olaylara karşı
psikolojik koruma sağladığını,
onları avuttuğunu da ortaya koyuyor (Wells 2000).

Doğada olmak çocukların özgüvenini artırır!

ÇOCUKLARIMIZ ARTIK AĞACA ÇIKMIYOR!

Önüne gelen bir doğal bir engeli;
geçişini zorlaştıran bir çalıyı, dik bir kayayı, yolunu kesen bir dereyi
aşmak için çaba göstermiyor.

Yaşamı boyunca bunları hiç yapmamış bir çocuk ya da bir genç
bir kez olsun yaptığında iç dünyasında büyük bir değişiklik olur;

kendine ve yaşama güveni artar!

Çünkü DOĞA çocukların okuldaki başarısını ve uyumunu DESTEKLER!

American Institutes for Research’ün 2005’te yaptığı bir araştırma,

doğa eğitimi programlarına katılan ilkokul öğrencilerinin
fen kavramlarını algılamalarının,
şiddetsiz iletişim becerilerinin,
problem çözme yeteneklerinin,
öğrenme isteklerinin önemli oranda arttığını ortaya koydu.

Hotchkiss İlkokulu’nda başlatılan
deneyime-dayalı çevre eğitimi programı sonucunda,
disiplin olayları iki yılda yüzde 90 oranında azaldı! (Louv 2008).

TABİATIN SAĞALTICI ETKİSİ

“Doğal alanların, en azından bahçelerin,
sağaltıcı ve iyileştirici olabileceği
aslında çağlar öncesinden süzülerek günümüze ulaşmış eski bir düşüncedir.

İki bin yılı aşkın zaman önce

Çinli TAOCULAR sağlığa yararlı olduklarını düşündükleri
BAHÇELER ve SERALAR yapmışlardır.”

“Doğa çocuklara kendilerinden çok daha büyük olan bir şey;
sonsuzluğu kolayca tasavvur edebilecekleri bir çevre verir.

Bir çocuk, gökyüzünün açık olduğu
az bulunur bir gecede bir çatının üstünden yıldızları görerek
SONSUZLUĞU ALGILAYABİLİR .”

DOĞA çocuklarımızın
YARATICILIĞINI GELİŞTİRİR!

Son yıllarda yapılan bilimsel çalışmalar,
televizyon ve bilgisayar gibi elektronik ortamların tersine,
doğadaki etkinliklerin ve serbest oyunların
çocukların yaratıcılıklarını geliştirdiğini gösteriyor (Chawla 2002).

Artık çocuğumuzun hayallere dalmasına bile izin vermiyoruz!

Eskiden anlatılan masallarla bizler
mitolojiyi, fantastik hikayeleri kendi beynimizde,
hayallerimizde, gönlümüzce yaşardık.
Yeri gelir kahraman olur,
yeri gelir doğaüstü güçlere sahip olarak hayatlar kurtarırdık.

Peki ya şimdi…!

Şimdi Harry Potter tarzı fantastik kurgu filmler çıktı
ve hayal kurmamıza gerek kalmadı;

artık hayallerimizin filmlerini yapıyorlar.

Oysa bizler batı ve doğu mitolojilerinin doğduğu anavatanda yaşıyoruz

ama ne bunun farkındayız,

ne de bir nebze bile olsa bunları çocuklarımıza yaşatabiliyoruz.

DOĞANIN DA ÇOCUKLARA İHTİYACI VAR!

Doğa koruma konusunda öncü görevler üstlenen kişilerin
çocukluk yıllarında doğayla yakın temas içinde olduğu ortaya çıkmıştır
(Wells ve Lekies 2006).

Demek ki gezegenin doğal mirasını koruyabilmemiz için
çocuklarımızın doğayla ilişkisini onarmamız şarttır!

Daha basit ifade edelim:

ŞİMDİ
ÇOCUKLARIMIZA
DOĞA SEVGİSİNİ KAZANDIRMAZSAK

YARIN DOĞAYI KİM KORUYACAK?

”Doğa; yüce, hırçın ve güzel doğa,
sokağın, güvenlikli sitelerin ya da bilgisayar oyunlarının
sağlayamayacağı bir şey sunar.

Doğa çocuklara kendilerinden çok daha büyük olan bir şey;
sonsuzluğu ve sonrasızlığı kolayca tasavvur edebilecekleri bir çevre verir.

Bir çocuk, az bulunur açık bir Brooklyn gecesinde
bir çatının üstünden yıldızları görerek sonsuzluğu algılayabilir.

Doğal bir çevre bir çocuğun üzerinde hem etki gösterir,
onu doğrudan ve çabucak insanın evriminin yapıtaşlarına götürür:

Toprak, su, hava, büyüklü küçüklü diğer akraba formları.

BU DENEYİMDEN MAHRUM KALIRSAK

‘’ YERİMİZİ UNUTURUZ,

YAŞAMLARIMIZIN BAĞLI OLDUĞU
BÜYÜK ÖRGÜYÜ UNUTURUZ ’’

diyor Chawla..

Hülya Tokdemir Reisin sayfasından alınmıştır

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Ekvador’da bir günde 650 bin ağaç dikilerek yeni bir dünya rekoru kırıldı

Ekvador’da 44 binden fazla insan yeniden ağaçlandırma dalında Guiness Dünya Rekorları’na girebilmek için bir araya geldi.

Ekvador’da onbinlerce insan, tek bir günde 650 bine yakın ağaç dikerek dünya rekoru kırdı.

Ekvador Yeniden Ağaçlandırma

Fransa Basın Ajansı’nın (AFP) haberine göre, 45 bin insan bir araya gelerek bugüne kadar yapılmış en büyük yeniden ağaçlandırma projesini gerçekleştirdi. Toplamda 647 bin 250 ağaç, (220 türden fazla bitki dahil olmak üzere) 2000 hektarlık alana dikilerek yeni bir dünya rekoru kırıldı.

Dünya rekoru kırmak her ne kadar ilgi çekici bir durum da olsa yeniden ağaçlandırma çabaları, Ekvador’un önceden hedeflediği 2008-2017 yılları arasında yaşanacak orman kayıplarını telafi etme projesinin gerçekleşmesine yardımcı olacak.
Ekvador Çevre Bakanlığı’nın raporlarına göre, 2008 yılından bu yana, ormansızlaştırma yüzde 50’den fazla azaldı ve toprakların yüzde 4.3’lük kısmı koruma alanı ilan edildi.

Yeniden ağaçlandırma projesi atmosferdeki karbondioksit seviyesini azaltarak iklim değişikliğinin olumsuz etkilerini düşürmeyi hedefliyor.

Ekvador Ağaçlandırma Projesi

Ağaçlar iklim değişikliği mücadelesinde büyük bir önem taşıyor

Yediğimiz şeylerden iklim değişikliğine, evde kullandığımız enerjiden geri dönüşüme kadar pek çok şey iklim değişikliğini tetikliyor. Ancak Ekvador’da gerçekleştirilen bu proje gibi projeler yaygınlaştırılması, iklim değişikliği ile mücadeleyi kolaylaştıracaktır.

Kaynak: Upworthy

Hülya Tokdemir Reisin sayfasından alınmıştır

Yeni Delhi’deki kuşlar özgürlüklerini mahkeme kararıyla kazandı

Hindistan’ın başkenti Yeni Delhi’de bulunan Delhi Yüksek Mahkemesi, kafesleri yasaklayarak, kuşların bundan sonra istedikleri yere özgürce uçabilme ve temel yaşam haklarını, zulümden koruyabilmek adına resmen tanıdı.

Delhi Yüksek Mahkemesi’nden Yargıç Manmohan Singh yaptığı açıklamada, “Kuşların özgürce uçma ve temel yaşam hakları konusunda oldukça net bir düşüncem var. Aynı zamanda, insanlar, kuşları küçük kafeslerde ticaret amaçlı ya da başka bir şekilde tutamaz” dedi.

Kafeslenmiş Kuşlar

Mohazzim isimli kuruluşun idari müdüründen kurtarılan pek çok kuşun, küçük kafeslerde satılmak üzere esaret altında tutulduğunu belirten People for Animals isimli STK, bunun bir suç teşkil ettiğini ve hayvan hakları ihlali olduğunu mahkemeye bildirdikten sonra kafesler içindeki kuşlar kurtarıldı; ancak daha sonrasında, mahkeme, kuşları Mohazzim isimli kuruluşa geri verdi. 

Mohazzim’in 28 Mayıs’a kadar, kuruma yöneltilen suçlamalara cevap vermesi bekleniyor.

Hayvanların duygusal varlıklar olarak tanımlanması, Hindistan’da ilk kez yaşanmış bir olay değil. 2013 yılında ulusal mahkeme, esaret altında tutulan yunusları, yüksek seviyede zekaya sahip olmalarından dolayı bu canlıları insan olmayan bireyler olarak değerlendirme kararı vermişti.

Kaynak: The Huffington Post, Ecorazzi

Kaynak: Hülya Tokdemir Reis’in sayfası…

Ortaya Karışık kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

ALTAİ KAİ:Geleneksel Altay Türk müzik çalgıları ve hömey

11012036_708572842598660_7309970044725157117_n[2]
Geleneksel Altay Türk müzik çalgıları ve hömey
(gırtlaktan çıkarılan, flüt sesine benzeyen özel sesler) yöntemini kullanarak
geleneksel Türk müziği yapan,
üyeleri giyim tarzlarıyla da Altay Türk kültürünü en güzel şekilde yansıtan grup
Altai Kai ( Altay Kay ) 5 kişilik etnik müzik grubu

Modern çağın göklerle konuşan ozanları
olarak bahsedilen grup,
1997 yılnda Urmat Yntaevym tarafından

Altay’ın geleneklerini ve kültürünü geliştirmek ve korumak için kurulmuş.

Zira sanatçılarının hepsi
bütün “kai” (gırtlak müziği) türleri
ve yerel müzik enstrümanlarında uzmanlaşmışlar.

Doğa seslerini taklit ediyor ve eski Türk müzik aletlerini kullanıyorlar,
örneğin:Ağız kopuzu

AltaiKai’nin müziğinin temelini yumuşak ve derin “karkyraa”,
büyüleyici “khoomei”,
ve Melodik “sygyt” sesi oluşturur

ki bunlar da doğanın seslerini taklit üzerine gelişmiş sanat tarzlarıdır;

kuşların etkileyici şakıyışlarını,
bir derenin naif şırıltısını,
avcı hayvanların etkileyici kükremelerini, ulumalarını taklit üzerine.

Aynı zamanda kadın sanatçıların sesleri,
komuz (kopuz),
topşur
ve Altay’a has enstrümanların harmanlanması
AltaiKai’nin müziğini özgün yapan unsurlar

________Ağız kopuzu :

Damboi veya ağız kopuzu, çıkış yeri Asya olan,
Orta Çağdan günümüze kadar gelmiş bir çalgı aletidir.
Adını “dammm dammmmm” şeklinde çıkardığı sesten alır.

Ağız kopuzu
Orta Asya Türk cumhuriyetleri ve Kuzey Moğolistan taraflarında
çeşitli alaşım metallerden,
Hindistan ve okyanus adalarında ise bambu sıyırmasından yapılan,
esas işlevi hem enstrümanın titreşimi
hem de ağız boşluğu hacminin ve de nefes yönünün değiştirilerek
ses meydana getirilmesi olan,
yaklaşık 6000 yıllık bir geçmişe sahip vurmalı-nefesli çalgıdır.

Çeşitli boylarda ve şekillerde bulunan bu çalgıya
Avrupa ve Amerika’da ise “ağız arpi” denmektedir.

Özellikle etnik müziklerin ve şaman ayinlerinin vazgeçilmezi olan
ağız kopuzu,
Türk kültüründe izlerini tarak çalınması olarak gösterir.

Türk dillerinde «kopuz» sözü farklı farklı söylenir.

Mesela Tıva Türklerinde kullanılan
Homus ( Хомус ) ya da demir kopuz ( Демир хомус ) sözü
ağız kopuzunu ifade eder.

Ayrıca Türk Dünyasında şu söyleniş şekilleri de vardır:

Komuz, kobuz, homıs, kobız
yanı sıra şankobız, kılkobız, hılhomus, çartıhomus v.b.

Bazıları ağız kopuzunu ifade ederken
bazıları farklı müzik enstrumanları için kullanılmaktadır.

________İcra ettikleri Khömey Müziği ile ilgili olarak;

“Günümüzde Rusya Federasyonu’na bağlı Altay Dağlarını da içine alan
Özerk Tuva (Tıva) Cumhuriyeti’nde yaşayan Türk Boylarının,
akciğerlerine doldurdukları havayı kullanarak
ağız, gırtlak ve yutakta oluşturdukları rezonansla
uzak mesafelere ulaştırdıkları sesler
ve aynı tekniği kullanarak söyledikleri türkü ve ilâhilerdir.

Eski Şamanik Ritüellerin vazgeçilmez bir parçasıdır.

Hem Türk hem de Kızılderili Şamanlar tarafından kullanılmıştır.

Bugün Tibet, Çin, Japon mistisizminde de kendine yer bulmaktadır.

Ülkemizde Kömey olarak bilinir.

Boğaz vokali, gırtlak vokali olarak da adlandırılır.

Türklere özgü bir şarkı söyleme tekniği olan Kömeyin kaynağı
bilinmemekle birlikte Şamanizmle başladığı tahmin ediliyor.

Şaman Ritüellerinden kaynağını alan büyük bir kültürel zenginlik oluşturur
gırtlak şarkıları.

Farklı coğrafyalarda da karşımıza çıkan bu geleneksel müzik türü,
Altay ve Tuva Türkleri arasında çok yaygındır.

Bu müzik türünü icra edenler, gırtlaklarının alt bölgesinde ki kasları
kullanarak aynı anda iki veya üç farklı nota seslendirebilmektedirler.

Bazı arkeologlar bu vokal tekniğinin
göçer Türk Topluluklarıyla Anadolu’ya kadar taşınmış olabileceğini düşünüyor.

Teke Yarımadası ve Burdur civarında ki yörüklerde
Boğaz Havası olarak bilinen bir teknikle benzerlikler taşımaktadır.

Bu müziğin temelde 5 farklı icra çeşidi mevcuttur.

Bunlar arasında olan kömey (hömey de deniyor.),
ağız gırtlak ve yutakta oluşan rezonansla çok uzaklardan bile duyulabilmektedir.

Seslerin perde ve melodi zenginliği kısıtlı olsa da
gırtlak şarkıları,
bozkır insanlarının sesini asırlar öncesinden bize ulaştırır.

Tuva Cumhuriyeti’nde yaşayan Türkler,
gırtlak şarkılarını ve kömey tekniğini hâlâ yaşatmaktadır.

Kutlamalar ve törenlerin ayrılmaz bir parçası olan
gırtlaktan şarkı söyleme geleneği,
Tuva’da yüzyıllar boyunca nesilden nesile aktarılarak yaşatılmıştır.”

kaynak: Hülya Tokdemir Reisin sayfasından alınmıştır