Çeşme’den feribota binip ‘’savulun Sakız adası biz geliyoruz’’ diyene kadar Sakız adasına geldik bile. Katılacağımız güney turuna daha vakit olduğundan Sakız adasının merkezini keşfe çıkıyoruz. Sahili İzmir kordon boyunu anımsatıyor. Yan yana cafeler, barlar, lokantalar, daha gerilerde hediyelik eşya dükkanları, likörcüler, reçelciler olarak devam ediyor. Sahilde yürüdükten sonra ara sokaklara dalıp alışveriş yapmaya başlıyoruz. Elbette ilk durak Reçelci Rena, çok çok tatlı bir teyze. Çat pat Türkçe konuşması, sıcaklığı ve bunu da dene, şunu çok satıyoruz demeleriyle planladığımdan daha çok reçel alıp dükkandan çıkıyorum. Ama dükkanda ne kadar çok reçel olduğunu size anlatamam. Ben portakal, turunç, mandalina onlara takıldım daha çok ama siz meyve reçellerine de bakın derim. Karnımız hafiften acıkmaya başladığından pastaneden yöresel birkaç şey alıp, parkta oturup yiyoruz. Arkasından merkeze yakın ve adanın simgesi haline gelmiş değirmenleri de gördükten sonra turumuza katılmak için buluşma noktasına gidiyoruz.
Tur rehberimiz bir Türk, yıllar önce buraya göç etmiş ve yerel bir hanımla evlenmiş, nasıl bağıra bağıra konuşuyor anlatamam. Meğerse bu ada sürekli değişik topluluklar tarafından işgal edildiği için kendilerini kabul ettirme göstergesi olarak herkes bağıra bağıra konuşurmuş, gel zaman git zaman o da alışmış. Burada evlenmek çok güzel diye anlatıyor, aileye iç güveysi geliyorsun, bütün mal varlığa, işlere de ortak oluyormuşsun. Benden duyurması… Neyse tura sakız ağaçlarının bol olduğu bir bölgeye ziyaretle başlıyoruz. Burada sakıza mistik derlermiş. Ve sakızlı su hazırlayıp içerseniz sağlığınıza çok faydalı olurmuş. Bize sakızları, ağaçların gövdelerini nasıl çizdiklerini, sakızları kolay toplamak için ağaçların altına döktükleri kireçimsi beyaz tozları uzun uzun anlattı.
Arkasından ilk durağımız Pirgi köyüne varıyoruz. Buralar sakızından dolayı sürekli korsanlar tarafından saldırıya uğradığından sokaklar hep daracık yapılırmış. Dar sokaklarda keyifle yürürken bu köydeki binaların geometrik desenlerle süslenmesine bayıldık. Ayrıca balkonlarda kurutulan kırmızı biberler, siyah beyaz geometrik desenlerin yanında inanılmaz güzel gözüktüğünden çok güzel kareler yakaladık. Arkasından ikinci durağımız Mesta köyüne gittik. Yine aynı korunma içgüdüsüyle dar sokaklar bizi karşıladı. Ortaçağ görüntüsünde bu köyün sokaklarında dolaştıktan sonra yemek için buraya yakın koya doğru yollandık. Koyda bir sürü taverna vardı ve tur bizi hangisinde yiyeceğimiz konusunda serbest bıraktı. Biz Papamihalakis tavernasında yemeyi tercih ettik. Önden yunan salatası (büyük doğanmış domatesler ve kare şeklinde kesilmiş feta peyniriyle hazırlanıyor), arkasından karides ve ahtapot, ana yemek olarak barbun, tatlı olarak sakızlı muhallebi ve sakızlı türk kahvesi ve sakız reçeli ikramından sonra, güneşin altında bayağı bir geviş getirdik tabi.
Ve turumuz bizi son olarak merkezin 7 km güneyinde Karfas koyuna götürdü. Tam karşıda Çeşme’ye el sallayabiliyorsunuz. Buranın denizi kumluk ve sığ, bir kere denize girip çıkıyoruz, kurulanırken gitme vaktinin geldiğini görüyoruz. Toparlanıp otobüsümüze biniyoruz.
Merkeze geldiğimizde feribotumuzun kalkmasına daha vakit olduğundan sahilde bir tur daha yapmaya karar veriyoruz. Sakızı kozmetik olarak kullandıklarını keşfedip kendime sabun ve krem alıyorum. Sonra bir kafeye girip sakızlı kahvenin yanında sakızlı likör içip, ikram edilen sakızlı lokumu da yiyip sakızın dibini buluyoruzJ.
Zamanı gelince de feribotumuza binip çok güzel vakit geçirdiğimiz sakız adasından keyifle ayrılıyoruz. Yolunuzu bu adadan geçirmenizi tavsiye ederim.
Sağlıcakla,
Anette İnselberg
Bir Cevap Yazın