Kendini Sevmenin 12 Yolu

  1. Bir şey sana yanlış geliyorsa yapma
  2. Ne demek istediğini tam olarak söyle
  3. İnsanları memnun etmek senin görevin değil
  4. Sezgilerine güven
  5. Asla kendin hakkında kötü konuşma
  6. Asla hayallerinden vazgeçme
  7. ”HAYIR” demekten korkma
  8. ”EVET” demekten korkma
  9. Kendine karşı ŞEFKATLİ ol
  10. Kontrol edemediğin şeyleri hayatından çıkar
  11. Dram ve negatiflikten uzak dur
  12. Sevdal-ve-yaprak[1]
Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Zihinsel Gürültüyü En Aza İndirmenin 6 Yolu:

meditacion26[1]

 

Eski bir yazımı buldum. Bir kez daha paylaşayım:
Zihinsel Gürültüyü En Aza İndirmenin 6 Yolu:
1- Kişiliğiniz hakkında konuşmayın. Beğendiğiniz ve beğenmediğiniz yönleriniz hakkında konuşmayın. Sağlığınız hakkında konuşmayın, acılarınız ve sevinçleriniz hakkında konuşmayın. Kendi kişisel tarihçeniz hakkında konuşmayın.
2-Başkaları hakkında -olumlu veya olumsuz fark etmez-konuşmayın. Başkaları hakkında hiç düşünmeyin. Hiç düşünmemek başlangıçta zor olacağı için başkalarıyla ilgili zihinsel mesainizi mümkün olan en aza indirin.
3-Sevdiğiniz ve sevmediğiniz şeyler konusunda konuşmayın. (Şampanya severim, sarışın sevmem, kabalıktan hiç hoşlanmam, kitap okuyanlara bayılırım, geveze insanlardan çok sıkılırım…)
4- Sevdiğiniz ve sevmediğiniz şeyler konusunda esnek olun. (kırmızı giymem, yoga yapmam, o kitabı okumam, uçağa binmem, o adama asla selam vermem)
5-Şikayet etmeyin. (Hava çok sıcak, dünya kötüye gidiyor, insanlar çok cahil, evde ekmek kalmamış…)
6- İçsel ve dışsal gevezeliğe son verin. Yalnızca çok gerekli ve çok önemli şeyleri söyleyin. Bunun dışında konuşmayın. Her konuda fikir beyan etmeyin.
Spiritüel yaşam zihni anlamaya çalışmaktan ibarettir. Diğer bütün safsataları bir kenara bırakın ve bütün dikkatinizi, bütün enerjinizi sahip olduğunuz en kıymetli şeye yani zihninize yöneltin. Kısacık hayatınızı boş ve anlamsız şeylerle tüketmeyin. Bedeninizi ve zihninizi çöple doldurmayın.
Zihin daima dışsal bir objeyle ilgilenmeye çalışır. Sessiz kalmayı öğrenirseniz ve dikkatinizi dışsal objelere yönlendirmeyi bırakırsanız zihin kendini izlemek zorunda kalır.
Diğer bütün oyuncakları elinden alındığı zaman zihin başka bir obje bulamadığı için dönüp kendine bakmak zorunda kalır.
Spiritüel yaşam bu kadar basittir, meditasyon budur. Zihin kendine bakar ve kendini anlamaya başlar.
Sessiz olun, sessiz kalın. Siz kimsiniz? Nesiniz? Sahip olduğunuz bilinç nasıl bir şeydir?
Kendinizi biraz olsun tanımaya çalışmadan ölmeyin.

Berrak Yurdakul

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. 1 Comment »

Vücudun Bazı Vitamin Ve Minerallerin Eksikliğinde Verdiği Sinyallere Dikkat!

83268-vucudunuza-kulak-verin_d620[1]

Çatlayan Dudak: B 12 Vitamini

Kırmızı Cilt: B Grubu Vitaminleri

Kalçada Sivilce: B ve E Vitaminleri

Az Uzayan Saç: Çinko

Kırmızı Gözler: B6 Vitamini

Kırılan Tırnak: Demir ve kalsiyum

Bacak Uyuşması:Demir, B6 vitamini ve folik asit

Diş Eti Hastalığı: C vitamini

Egzama: Çinko ve C Vitamini

Ağızda Aftlar: Demir ve Folik Asit

Regl Öncesi Şikayetler: Çinko Eksikliğini Gösterir

Müzmin Yorgunluk: B Grubu Vitaminler, C Vitamini ve demir

Bitki Alemi kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Dikkatliyim Diye Geçinenler? Hangisi Farklıdır?

18556391_1861266627423309_7675122081710537806_n[1]

Ortaya Karışık kategorisinde yayınlandı. 4 Comments »

Zeka Sorusu

18485358_1451099551600001_2955039873183497446_n

Ahmet’in annesinin 4 çocuğu varmış… Çocukların isimleri doğum tarihlerine göre sırasıyla şöyleymiş: Doğu- Batı- Kuzey ve dördüncü çocuğun ismi nedir?

Ortaya Karışık kategorisinde yayınlandı. 7 Comments »

KÜP İLE KÜRE…İnsan gençliğinde bir küpmüş. Düştü mü düştüğü yerde kalırmış ilk zamanlar.

hqdefault[1]

 

 

KÜP İLE KÜRE
“İnsan gençliğinde bir küpmüş. Düştü mü düştüğü yerde kalırmış ilk zamanlar. Ama her düşüşte bir köşesi kırıla kırıla, sonunda bir küreye dönüşür, yuvarlanııııır, gidermiş. Anlayacağın ilk düşüşlerin acıtır. Ama her düşüşün sana bir dahasında daha usturuplu düşmeyi öğretir kızım…”
Babam ne zaman bir şeye çok üzülsem, kızsam bu örneği verirdi.
Yani evet, tam da böyle aslında.. Gençken başımıza ne geldiyse, olay mahallinde kalır, niye oldu, neden beni buldu, ben ne yaptım bunu hak etmek için diye sızlanır dururuz ya.. Yuvarlanır gidemeyiz bir türlü oradan. Ha bire o anı düşünür, kurar dururuz. Hani küp şeklindeyiz ya, düştüğümüz yerden kalkamayız bir türlü.
İlk kırılan köşeler çok acıtır, öyle böyle değil..!!
Ve hayat bu , illa ki düşürür.
Üniversiteye giriş sınavında bir problem olur, löönk düşersin. Aman hayatının en önemli sorunu o’dur. Ölüm kalım meselesi adeta.. Halbuki ne olur bir sene sonra girsen di mi? Öyle gelmez işte..
Aşık olursun misal. Kavga ettiniz, küstünüz. Allah.. Kıyamet! Nasıl da mutsuzsun. Ya bir daha hiç… ?? Yaşayamam ki onsuz. E yaşarsın be güzelim. Hem de nasıl yaşarsın. Aslında bu oduna üzüldüğüne üzüleceksin 2 sene sonra da, şimdi söylesem anlayamazsın. Ha canım, ağla, açılırsın..
Amaaan bu hoca sana taktı di mi? O adam öyledir zaten. Kaç kişinin hayatını karartmış. Ya benim de?? Yani, üniversiteye girmeyi başardıysan , bir de bitirmeye kararlıysan o hocayla bu olmuş, bununla şu olmuş, boşver diyemiyor kimse sana o yaşta.
Hem de sana bir sır vereyim mi? 20 sene sonra, adamı fena halde haklı bulacaksın üstelik. Gıcık olan sendin aslında.. Da hadi yine iyisin bir köşen daha törpülendi, bu iyi bişey de haberin yok. 
Vay efendim yaz tatiline arkadaşlarınla bilmem nereye gitmene ailen izin vermedi.. Oo haklısın aslında çok fena bir durum. Sen anne –baba olduğunda onlara hak vereceksin ama, hadi kızma, köpürme hakkını kullan sonuna kadar.
En fena düşüşlerden biri.. “Beni kimse anlamıyor.”! Ah be canım.. Sen kendini anlıyor musun acaba? Ruhundaki fırtınaları sen çözdün de başkaları çözemiyor diye mi kızıyorsun.. Hadi ben tutmayım seni..
Annen ya da baban hastalandı. Tam köşenin üstüne düştün bu defa.. Bu defa var ya.. Ne desen haklısın. İşte bununla başa çıkmanın yolunu bulmak ileri yaşlarda bile zor.
Tek tavsiyem, kendine acıma. Zor bir sınavdır, ejderhalarla kaplı bir dapdar yol gibi.. Git üstlerine, aslanlar gibi yürü geç. Başka çaren yok.
Ooo iş hayatına hoş geldin. Burada çok sık düşeceğin garanti. İş hayatı tek başına, genel hayatın minik bir demosu gibidir aslında. İyisiyle, kötüsüyle, başarısıyla, hayal kırıklığıyla, mücadelesiyle, zaferiyle.. Sana vadediyorum, çok bol düşüş var burada.. Ama birkaç sene sonra kondisyon kazanırsın inan. Her düşüş sana bir takla gibi gelir, kalkar bir daha koşarsın.
Zaten artık eski küp de değilsin yani.. Köşeleri kırık, bir garip şekle dönüştün.. Bu iyi bişeydir. Keskin hatların yumuşadı yani.. Yumuşamıyorsa zaten oyun dışı kalırsın ona göre..
Evlilik, çocuklar, ele güne karışma durumları.. İşte yükseliş.. Önemli seçimler yapma.. Sağlık problemleri, ülke meseleleri derkeeeen…
Günün birinde bir bakıyorsun ki hayat aslında bu düşüşlerden ibaret.
Ne zaman sen küre haline geliyorsun, o zaman asıl yolculuğun başlıyor.
Bir öncesi, yani küp halin, hayatın duraklarında beklemekten ibaret aslında.
Küreysen akıyorsun hayatla beraber.
Ama küp olmadan küre olamıyor insan.
Ve ne yazık ki küp olarak kalanlar da mevcut.
Nasıl dersen, ilk düştüğün yerden kalkmazsan başka köşen kırılmıyor arkadaşım..
Tek yarayla ömür geçirmeye çalışırsan, hani risk almadan, hani kendini akıllı, temkinli sanarak, öyle köşe köşe bir küp olarak yaşayıp gidiyorsun.
Çok incinmiyorsun, darbe yemiyorsun, doğrudur.
Ama tüm hayatını yeknesak bir durakta geçiriyorsun.
Yuvarlanıp gitmek mi, durakta beklemek mi, işte hayat dediğin bunun kararını vermek.
Bige Güven Kızılay
Hayal Ağacım – Hayykitap Edebiyat
Sayfa 183 ( Küp ile Küre )

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Tıkandığımız Kelimelerin Başında Gelirdi… Siz Hangi Hayvanı Uydurmuştunuz?

18519714_10213356438371719_1336244988173454387_n[1]

Ortaya Karışık kategorisinde yayınlandı. 2 Comments »

Lahana Yapraklarını Neden Vücudunuza Sarmalısınız?

lahana-yapraklarinin-faydalari

Çocukken annenin zorla yedirmeye çalıştığı ve belki de bundan dolayıdır ki en önyargılı yaklaştığımız sebzelerin başında gelen lahananın aslında birçok hastalık için bir şifa kaynağı olduğunu söylesek?

Zira lahana yaprakları tam bir doğal ağrı kesici ve adeta ağrıları kendine çekerek sizi rahatlatan bir mıknatıs.

Daha önce kadınların göğüs bölgesine lahana yapraklarını sardığını duyduysanız ancak sebebini bilmiyorsanız doğru yerdesiniz. Çünkü lahana yaprakları göğüs ağrılarını dindirmek başta olmak üzere birçok mucizenin kaynağı.

Bunları öğrendikten sonra lahana yapraklarını daha fazla kullanmaya başlayacaksınız.

Not: Bu yönteme başvurmadan önce bir uzmana danışmanızı tavsiye ederiz.

Göğüslerinize lahana yaprağı sararak ağrılarınızdan kurtulabilirsiniz

Özellikle yeni doğum yapan ve emziren kadınların göğüslerinde hissettikleri ağrılar için doğal bir ağrı kesici oluyor bildiğiniz lahana yaprakları. Meme içindeki sütün tamamen boşalamaması durumunda ve emzirmenin getirdiği acı ve ağrılar çekilmez olduğunda lahana yapraklarına başvurabilirsiniz.

Yapmanız gereken ise çok basit. Lahana yapraklarını soğuk suyla yıkayıp sap kısımlarını kesin. İkiye böldüğünüz yaprakları sütyeninizin içine destek yaparak göğüslerinizi kavrayacak şekilde yerleştirin. Yaprakların ısındığını hissettiğinizde yani ortalama 20 dakika beklettikten sonra yaprakları çıkartın. Kısa süre içinde ağrılarınızın azaldığını ve rahatladığınızı fark edeceksiniz.

Resmen mucize!

Lahana yaprakları başka hangi bölgelerdeki ağrılara iyi geliyor?

Üstelik bu kadarla da sınırlı değil. Lahana yaprakları sadece göğüs ağrıları için değil birçok ağrı için de mıknatıs görevi görüyor. Sırayla bakalım.

  • Çarpmaya bağlı bacaklarda, kollardaki şişlikler için:  Hepimizin başına geliyor. Gün içinde elimizi, bacağımızı istemeden bir yerlere çarpıyoruz ve bunlar da ağrılı şişlikler olarak bize geri dönüyor. Bu ağrıyı azaltmanın ve şişlerden kısa sürede kurtulmanın bir yolu ise o bölgeye lahana yaprakları sarmak. Buz kompresi de uygularsanız şişliklerin bir gecede geçtiğini göreceksiniz.
  • Tiroid bezleri için: Eğer tiroid bezinizin çalışmasında sorun varsa boğaz bölgenize lahana yapraklarını sarın ve bandajlayın. Gece bu şekilde uyuduktan sonra sabah yaprakları çıkartın.
  • Baş ağrısı için: Stres ve yorgunluk sebebiyle yaşadığınız baş ağrılarından kurtulmak için de lahana yaprakları birebir. Lahana yapraklarını baş bölgenize sarın ve bir bere/şapkayla tutturun. Ağrının azaldığını hissettiğinizde yaprakları çıkartın.

İşte bu kadar! Geçmiş olsun…

Kaynak: yemek.com

 

Bitki Alemi kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Kas ve Eklem Ağrılarından Kurtulmanın Doğal Yolu: Ev Yapımı Ağrı Kesici Krem

Gün boyu oturarak çalışmak da sürekli ayakta duruyor olmak da büyük sıkıntı bildiğiniz gibi. Her iki durumda da vücudumuz çoğu zaman doğru pozisyonda duramıyor, bu nedenle bel, boyun, bacak, kol, kısacası dört bir yanımız ağrımaya başlıyor.
Bu kas ve eklem ağrılarından kurtulmak içinse bazen çevremizdekilere masaj yapması için yalvaracak dereceye geliyor, bazen kutu kutu ağrı kesici içme isteğiyle dolup taşıyor, evde ne kadar krem varsa hepsini bir anda kullanmak istiyoruz. Bu durum epey ciddi anlayacağınız.
Bu yüzden istedik ki bu ağrıları dindirecek doğal bir yöntem bulalım, en azından kendimizi her gün çeşit çeşit kimyasalla dolu ürünler kullanmaktan kurtulalım. Bitkisel yağlardan gücünü alan bu krem, evinizin yeni olmazsa olmazlarından olacak.

Malzemeleri tanıyarak işe başlamalı: Kafur ve bal mumu güçlerini birleştiriyor

ev-yapimi-agri-kesici-krem-tarifi-3
Evde kolayca hazırlayabileceğiniz bu ağrı kesici kremin tarifine geçmeden önce kullanacağınız malzemeler söz edelim.
Kremin hem dokusunun hem de etkisinin beklendiği gibi olması için iki önemli malzeme gerekli: Kafur ve bal mumu.
Belki de adını daha önce hiç duymadığınız kafur, adını aldığı kafur ağacından elde edilen, beyaz-yarı saydam, kolayca parçalanabilen ve yağ içinde kolayca parçalanıp eriyen bir madde. Çok nadir bulunan bir madde olduğundan sadece güvenilir aktarlarda gerçeği bulunabiliyor. Tıpta tedavi edici özelliklerinden faydalanabilmek adına birçok kremin yapısına katılıyor.
Ne işe yarıyor derseniz, ağrıları, özellikle de eklem ağrılarını dindirme konusunda uzman sayılıyor. Bunun dışında da öksürük, balgam, bronşit gibi sorunlara çözüm olduğu biliniyor. Biz, bu kremde kafurun ağrı kesici özelliğinden faydalanıyor ve kremin kıvamını almasını sağlıyoruz.
Bal mumuna gelince, o da tahmin edebileceğiniz gibi arılar sayesinde elde edebildiğimiz doğal bir ürün. Yine aktarlarda bulunabilen bal mumu, özellikle ciltte oluşan çatlakları ve yanıkları giderme konusunda oldukça etkili olduğundan kremlerde sıkça kullanılıyor.
Kremin o kremsi kıvama ulaşmasında da önemli malzemelerden sayılıyor.
Bu ev yapımı kremi hazırlamak için kullanacağımız diğer bitkisel yağlara gelirsek, Hindistan cevizi yağı, nane yağı, biberiye yağı ve okaliptüs yağı da karışımın olmazsa olmazlarından. Her biri ağrıları dindirmede etkili olan bu yağlar ve ağrı kesicilerin yerini alabilecek diğer yağlar hakkında daha detaylı bilgi edinmek isterseniz Ağrı Kesicilerin Yerini Alacak Birbirinden Şifalı 5 Bitkisel Yağ yazımıza da bir göz atın deriz.

Beklenen an geldi: Ev yapımı ağrı kesici krem tarifi

 

Malzemeler:
2 yemek kaşığı kadar rendelenmiş bal mumu
1-1,5 yemek kaşığı kafur
3/4 su bardağı Hindistan cevizi yağı
10 damla nane yağı
4-5 damla biberiye yağı
4-5 damla okaliptüs yağı

Nasıl Yapılır?

Isıya dayanıklı bir kap alın ve içine Hindistan cevizi yağı ile rendelenmiş bal mumunu koyup ocağın altını kısık ateşte açın. Tahta bir kaşıkla karıştırarak malzemelerin eriyip iyice harmanlanmasını sağlayın ve ardından içine kafuru ekleyip bir süre daha karıştırarak ısıtın. Tüm malzemeler iyice karışınca ocaktan alın, içine diğer tüm yağları ekleyip tahta kaşıkla son bir kez, kıvamını bulana dek karıştırın. Krem kıvamına gelen karışımı sterilize ettiğiniz kapaklı bir kaba aktarın. Ama krem tamamen soğuyuncaya kadar kabın kapağını kapamayın. Krem oda sıcaklığına gelince kapağını kapatın. İşte bu kadar!

ev-yapimi-agri-kesici-krem-tarifi-2

Nasıl Kullanılır?

Hazırladığınız bu kremden fındık büyüklüğünde alın ve ağrı olan bölgeye masaj yaparak uygulayın.
Ancak, kremi uygulamadan önce içindeki herhangi bir malzemeye alerjiniz olmadığından emin olun.
Önemli bir not: Biliyoruz, siz zaten yaparsınız ama biz yine de söylemeden geçmiş olmayalım, vücutta ağrı oluşmasının bir çok nedeni olabilir, bu yüzden eğer ciddi bir rahatsızlığınız, kronikleşmiş ağrılarınız, nedenini bildiğiniz rahatsızlıklarınız varsa bu doğal krem de dahil olmak üzere evde kendi kendinize uygulamak istediğiniz tüm yöntemlerle ilgili olarak mutlaka doktorunuza danışın ve onun önerileri doğrultusunda hareket edin.
Aynı zamanda ağrılarınız için kullandığınız, doktorunuz tarafından verilen bir ilaç varsa mutlaka ona devam edin, ekstra herhangi bir yöntem bulmaya çalışmayın. Bu krem sadece günlük yorgunluklar, kas ve eklem ağrılarını dindirebilir ve sizi bilinçsizce kullandığınız ilaçlardan uzak tutabilir. Sözün özü, sağlığınızı riske atacak herhangi bir uygulama yapmayın, aman diyelim.

Kaynak: yemek.com

Bitki Alemi kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Hipertansiyonu Olanların Mutlaka Aklında Bulundurması Gereken 10 Hayati Bilgi

Hipertansiyon, halk arasında yüksek tansiyon olarak da anılan ciddi bir rahatsızlık. Üstelik öyle nadir görülen değil, birçok insanda bulunan türden bir hastalık.
Ama ne yazık ki böyle bir hastalığı olduğunu bilenlerin, bildiği halde beslenmesine dikkat etmeyenlerin sayısı da hiç az değil. Tam da bu yüzden 17 Mayıs Dünya Hipertansiyon Günü olarak biliniyor ve bu hastalıkla ilgili insanları bilinçlendirmek amaçlanıyor.
Hipertansiyonu olanlar bir yana, bir de gizli hipertansiyon sorunu var ki sormayın gitsin. Siz hiç farkında olmasanız da bir anda ortaya çıkıveriyor, hipertansiyonun etkiler, kalp ve damar rahatsızlıklarından tutun felce kadar ciddi sağlık problemlerinin oluşmasına neden oluyor.
O yüzden siz siz olun, sizde ya da bir yakınınızda bu rahatsızlık varsa dikkati elden bırakmayın, doktorunuzun önerileri doğrultunda davranıp beslenmenize özen göstermeyi ihmal etmeyin ve tabii ki aşağıda yazanları aklınızın bir köşesinde mutlaka bulundurun.
Unutmadan, beslenme konusunda aklınızda soru işaretleri varsa Damarların Üzerindeki Baskıyı Hafifleterek Hipertansiyona İyi Gelen 10 Yiyecek yazımıza da göz atın bizce.
Sağlıklı, nefis günlere.

Yemeklere salça koymamaya özen göstermelisiniz

salcali-makarna
Biliyoruz sulu yemeklerden makarna soslarına, salça bizim mutfağımızın demirbaşlarından olur, her yemeğe lezzetiyle sınıf atlatır.
Ama ne yazık ki salça, hipertansiyonu olanlar için hiç de doğru bir tercih değil. Çünkü içinde bolca tuz bulunuyor ve bu tuz, damarların zorlanmasına neden oluyor.
Bu nedenle yemeklerinizi yaparken salça yerine domates ya da evde kendi ellerinizle tuz koymadan hazırlayacağınız salçaları hazırlamanız daha doğru olacaktır.

Aynı şekilde turşu yememeye de dikkat etmelisiniz

tursu-nasil-yapilir-13

 

Kornişondan lahanaya, acı biberden domatese çeşit çeşit sebzeyle hazıladığımız ve hepsinin tadına ayrı bir hayran kaldığımız turşular da hipertansiyonu olanlar için uzak durulması gerekenler listesinde.
Sebebi de tahmin edebileceğiniz gibi içindeki bolca tuz.

Tuzla kavrulmuş kuru yemişler yerine çiğ olanları tercih etmelisiniz

kuruyemis-karisik

Kavrulmuş kuru yemişlerin tadı size ne kadar lezzetli gelirse gelsin onlardan uzak durmalı, vücudunuzu ihtiyacı olandan fazla tuzdan korumalısınız.
“E kuru yemiş de yiyemeyecek miyiz?” derseniz elbette ölçülü olduğu sürece çiğ hallerini tüketebilirsiniz.

Yemekleri tuzla lezzetlendirmek yerine limon suyu, sarımsak, nane gibi malzemelerden destek almayı denemelisiniz

limon-sarimsak-hipertansiyonu-olanlar-nelere-dikkat-etmeli
Başından beri söylediğimiz gibi tuz, hipertansiyon hastalarının en baş düşmanlarından biri. Bu nedenle yemeklere sadece salça koymamanız da pek yeterli değil.
Yaptığınız tüm yemekleri hazırlarken olabildiğince tuz kullanmayın. Bunun yerine diğer baharatlardan ve limon suyu, sarımsak gibi malzemelerden destek alın. Bu şekilde kendiniz için daha sağlıklı yemekler hazırlayabilirsiniz.

Fazla kilolarınız varsa bir an önce kurtulmaya çalışmalısınız

kosu-ayakkabisi
Fazla kilolar ve obezite, kalp ve damar sağlğını olumsuz yönde etkilediğinden bu, yüksek tansiyon problemini de beraberinde getiriyor.
Bu yüzden hipertansiyonu olanların mutlaka doktor kontolünde kilo vermeye başlaması gerekiyor.

Doymuş yağlar içeren yiyeceklerden uzak durmalısınız

doymus-yag-nedir
Doymuş yağ içeren yiyeceklerden, işlenmiş hazır gıdalardan uzak durmanız da önemli. Çünkü doymuş yağlar damar sağlığını olumsuz yönde etkiliyor ve bu, hipertansiyonun tetiklenmesine neden oluyor.

Çay-kahve gibi bol kafeinli yiyecek ve içecek kullanımızı sınırlandırmalısınız

cay-kahve-gastrit
Kafein, kan basıncını hızlı bir şekilde değiştirerek tansiyonu yükseltici etki gösterebiliyor. Bu nedenle yüksek tansiyonu olanların çay-kahve gibi kafein oranı yüksek yiyecek ve içecekleri tüketirken dikkatli olması, mümkün olduğunca bu tür gıdalardan uzak durması önem taşıyor.

Taze sebze ve meyve tüketiminizi artırmalısınız

sebze-meyve-gut-hastaligi
Sebze ve meyveleri taze taze, olabildiğince pişirmeden çiğ bir şekilde yiyerek tansiyonunuzu dengeleyebilirsiniz.
Özellikle potasyum, magnezyum ve kalsiyum gibi mineraller açısından zengin sebze ve meyveler kalp ve damar sağlığını olumlu yönde etkileme özelliğine sahip. Bu nedenle de tansiyonun dengelenmesinde önemli rolleri var.

Sigara ve alkol gibi kötü alışkanlıkları hayatınızdan tamamen çıkarmalısınız

sigara-nasil-birakilir

 
Halk arasında kötü alışkanlık olarak anılan bir şeyden söz ediyoruz. Sadece hipertansiyonu olanların değil herkesin uzak durması gereken alışkanlıklar yani.
Vücuda zararı saymakla bitmeyecek bu ikili, kan basıncı üzerinde de oldukça olumsuz etkilerde bulunuyor. Bu da tansiyonun aniden yükselmesine neden olabiliyor.

Son olarak, biliyoruz zor ama stresten olabildiğince uzak durmalısınız

bas-agrisina-ne-iyi-gelir-1

fitandsound
Gün içinde bizi strese sokacak birçok durumla karşılaşıyoruz, doğruya doğru. Ama kendimizi stresten olabildiğince uzak tutmamız gerekiyor.
“Bunun hipertansiyonla ne ilgisi var?” derseniz stres, vücudumuzda fizyolojik olarak da birçok etki yaratıyor. Kanın akış hızını değiştirerek kan basıncının artmasına, bununla birlikte de tansiyonun yükselmesine neden olabiliyor.
Dolayısıyla hipertansiyon için oldukça önemli etkenlerden biri stres olarak kabul ediliyor. Siz, siz olun stresli ortamlardan ve sizi strese sokacak durumlardan mümkün olduğunca uzak durmaya çalışın.
Yaparken huzur bulduğunuz aktivitelere yönelin.

limon-sarimsak-hipertansiyonu-olanlar-nelere-dikkat-etmeli
Önemli bir not: Her şeyden önce elbette doktorunuzun önerilerinin aksine hiçbir harekette bulunmayın. İlaçlarınızı vaktinde içmeyi ihmal etmeyin. Sağlık bu, ihmale de şakaya da gelmez, aman diyelim.

Kaynak: yemek.com

Bitki Alemi kategorisinde yayınlandı. 1 Comment »

Bu Kadar Kolay: Solan Çiçekleri Sadece 3 Malzemeyle Canlandıran Karışım

İlkbaharın gelmesiyle içimiz kıpır kıpır olmaya, doğa yeşillenmeye, güneş içimizi ısıtmaya başladı. Şu sıralar ara ara hava bulutlansa, yağmur yağsa da bahar geldi ya sonunda, bize yeter.

solan-cicekler-icin-karisim-6
Baharı doya doya yaşamak için belki çok zamanımız ya da kocaman bahçeli evlerimiz hatta belki balkonumuz bile yok ama bu bile engel olamaz bizim çiçeklerle haşır neşir olmamıza.
Siz de en az bizim kadar evinizde bitki yetiştirmeyi seviyor, renk renk çiçekler arasında kendinizi daha mutlu hissediyor, onların kokusunu içinize çektiğinde huzurla doluyorsanız doğru yerdesiniz demektir.
Bazen o çok sevdiğimiz saksı bitkilerimize yeterli ilgiyi gösteremiyor, yetişmeleri için doğru yeri bir seferde bulamayabiliyor veya az ya da çok sulayarak onların solmasına, boyunlarını bükmesine neden olabiliyoruz. Yetiştirenler bilir, bu da insanda üzüntü hatta suçluluk duygusu oluşturuyor.
İşte tam da bu yüzden solan bitkilerinizi kurtarıp onları yeniden hayata döndürmenizi sağlayacak nefis bir karışımdan söz edeceğiz şimdi. Sadece 3 basit malzemeyle 1-2 dakikada hazır edebileceksiniz üstelik.
Hadi vakit kaybetmeden kolları sıvayalım!

solan-cicekler-icin-karisim-3

Önce malzemeleri sıralayalım…

Malzemeler:
1 adet orta boy muzun kabuğu (Muzu afiyetle yemeyi ihmal etmiyoruz 🙂 )
1 çay bardağı kadar kahve (toz halinde)
2-3 yumurtanın kabuğu (yumurtalarla da nefis bir yemek yaparsınız artık)
1 çay bardağı kadar temiz su

Blenderı alıyor, içine muz kabuğunu koyuyorsunuz…

solan-cicekler-icin-karisim-1[1]

Ardından üzerine kahveyi döküyorsunuz…

solan-cicekler-icin-karisim-2

 

Yumurta kabuklarını da blendera ilave ediyor ve…

solan-cicekler-icin-karisim-3

Son olarak üzerine suyu da ekleyip blenderı çalıştırıyorsunuz…

solan-cicekler-icin-karisim-4

Elde ettiğiniz karışımı saksıdaki solan bitkinin dibine dikkatlice döküyorsunuz…

solan-cicekler-icin-karisim-5

İşte bu kadar! Bitkiniz kısa süre içinde kendini toparlayıp yeniden canlılığına kavuşuyor
Kaynak: Brightside

Bitki Alemi kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Başladıktan Sonra Elinizden Bırakamayacağınız 30 Mükemmel Kitap

“İnsanı ısıran ve sokan kitaplar okumalıyız, okuduğumuz kitap bir yumruk indirerek bizi uyandırmıyorsa ne işe yarar ki” demiş Franz Kafka. İşte sizi ısıracak ve bir yumruk gibi uyandıracak 30 mükemmel kitap.
Aspidistra, George Orwell, Can Yayınları, 280 sayfa

Aspidistra[1]

Daha çok Hayvan Çiftliği ve Bin Dokuz Yüz Seksen Dört adlı ünlü yapıtlarıyla bilinen İngiliz yazar George Orwell, bu romanında 1930’lar İngiltere’sinde sınıf atlama özlemini  benzersiz bir kara mizahla eleştirir. Bir reklâm ajansında metin yazarlığı yapan Gordon Comstock, kapitalizmin yutturmacası olarak gördüğü reklâmcılıktan nefret eder ve orta sınıfın bu boğucu yaşamından kaçarak şairliğe soyunur. Hatta bu uğurda sevgilisinden ayrılmayı bile göze alır. Ancak romanın sürpriz sonunu yine sevgilisi yaratacaktır.
İntihar, Jack London, Oda Yayınları, 238 sayfa

İntihar-–-Jack-London

Jack London‘un yapıtları arasında edebi değeri en yüksek ve içki tutkusu üzerine yazılmış son derece yalın, gerçekçi, gerilim dolu bir roman. Kitap, o kadar geniş bir yankı yapmış ki, 1919’da Amerika’da içki yasağının uygulanmasına yol açan etkenlerden biri olmuş. Din adamları, içki içenleri kınamak için romanı dayanak olarak kullanmışlar. Jack London, kendi yaşam öyküsü olan bu roman üzerine Irving Stone’a şu satırları yazmış: “İntihar’da gerçeği tüm çıplaklığıyla yazamadım. Yazamadım, çünkü bu kadarına cesaretim yoktu.”
Animal Triste, Monika Maron, Alef Yayınları, 160 sayfa

Alman yazar Monika Maron‘un mükemmel romanı. Temelde bir aşk hikâyesini anlatsa da bundan çok daha fazlasıdır ve kitabın anlatıcısı ismini bilmediğimiz oldukça yaşlı bir kadındır. İkinci Dünya Savaşı, Doğu Almanya’da geçen gençlik ve yetişkinlik yılları, Berlin Duvarı’nın yıkılması, yaşayamadığı gençlik aşkı ve yaşadığı değişimler… Tam bir Almanya dramı…
Kayboluş, Georges Perec, Ayrıntı Yayınları

Kayboluş-Georges-Perec

Bu kitapla ilgili iki inanılmaz gerçek var. Birincisi Fransız sosyolog ve yazar Georges Perec, bu kitabı Fransızcanın en çok kullanılan sesli harfi olan “e”yi hiç kullanmadan yazmış. İkincisi kitabı çeviren Cemal Yardımcı romanı hiç “e” harfi kullanmadan Türkçeleştirmiş. İkinci Dünya Savaşı’nı, anasının, babasının kayboluşuna tanık olan bir çocuk olarak yaşayan yazar, hayatına damgasını vuran boşluğu bu olağanüstü romanında bir harfi ortadan kaldırarak yansıtmış. Ama daima yaptığı gibi, hüznünü coşkulu bir mizahla sarıp sarmalayarak, acı olanı gülünç, anlamsız olanı kurgusal kılarak, sıkıntılarından oyunlar çıkararak… Bu paradoksal yaklaşım baştan sona romana sinmiştir. Bir açıdan hoş bir fantastik komplo öyküsüdür.
Zeno’nun Bilinci, Italo Svevo, Can Yayınları, 488 sayfa

İtalyan yazar Italo Svevo‘nun başyapıtı. Yarıda kalan bir ruh bilimsel çözümleme olan bu roman, Zeno Cosini isimli hastanın psikanaliz seanslarına inancını yitirmesi sonucu doktorunu yüzüstü bırakmasını ve bunun üzerine doktorun ondan öç almak için seanslar sırasında not ettiği Zeno’nun öz yaşam öyküsünü kamuoyuna sunmasını anlatır. Kitap, doktorun durumu açıklayan önsözü ile başlar. Ardından hastalık hastası, evhamlı, hileci, tekbenci (solipsistik), kararsız ve aylak Zeno’nun yaşamı ile baş başa kalırız. Ancak ondan nefret etmeden …
Onca Yoksulluk Varken, Emile Ajar, Agora Kitaplığı, 197 sayfa

Onca-Yoksulluk-Varken

Fransız yazar Romain Gary‘in Emile Ajar takma adıyla yayımladığı kitap. 1975’te Fransa’da Goncourt Ödülü almış. Kitap, bir hayat kadınının oğlu olan Momo (Muhammed’in kısaltılmışı) isminde Arap bir çocuğun, annesi fahişelik yapan sahipsiz çocuklara bakan Yahudi Madam Rosa‘yla birlikte geçen hayatını anlatıyor.
Buddenbrooklar: Bir Ailenin Çöküşü, Thomas Mann, Can Yayınları, 666 sayfa

Yazarın 25 yaşında kaleme aldığı ilk romanı. Kuzey Almanya’da yaşayan zengin bir burjuva ailenin ve aile ticarethanesinin birkaç kuşak boyunca geçirdiği değişimi ele alır. Buddenbrooklar, modern yaşama ayak uyduramayan saygın bir ailenin çöküşünün öyküsüdür: Doğumlar, evlenmeler, boşanmalar, ölümler, başarılar, başarısızlıklar… Orta sınıf yaşamının ustalıklı bir portresini çizen roman, aynı zamanda kaybolan burjuva değerler için bir ağıt niteliğindedir. 1929’da Nobel Edebiyat Ödülü‘ne değer görülen roman modern edebiyatın klasikleri arasında…
Filin Yolculuğu, Jose Saramago, Kırmızı Kedi, 200 sayfa

jose_saramago_filin_yolculugu-kapak

16. yüzyılda, Portekiz kralı III. João, kuzeni Kutsal Roma-Germen İmparatoru II. Maximilian’a hediye olarak fil (Süleyman) göndermek ister. Bunun üzerine fil terbiyecisi Subhro ve Süleyman kendilerine eşlik eden korumalarla birlikte yola çıkarlar. Kitap genel olarak bu yolculuk sırasında Subhro ve Süleyman’ın başından geçenleri anlatmaktadır. Hinduizm, mistisizm ve Hıristiyanlık hikâyeleriyle bezenmiş bu romanda Subhro‘nun erdemli ruh hali, pasifist felsefesi ve yaşama bakışındaki doğallık ile Süleyman’ın emir kabul etmeyen doğası çok şey öğretiyor.
Sıfır Noktasındaki Kadın, Neval El Seddavi, Metis Yayıncılık, 112 sayfa

Sıfır-Noktasındaki-Kadın

Dünyanın herhangi bir köşesinde herhangi bir insan sıfır noktasında kıskıvrak bekliyor. Umutsuz, çaresiz, ölümle yaşam arasındaki sınırda. Neval El Seddavi, ölüm hücresinde Mısırlı fahişe Firdevs‘le konuşuyor ve onun yaşam öyküsünü aktarıyor. Bu dünyada kadın olmanın, “fahişe” olmanın ne anlama gelebileceğini anlatıyor.
Dostoyevski’nin Hatıraları, Anna Dostoyevski, İhsan Kitap, 500 sayfa

Dostoyevskinin-Hatıraları-Anna-Dostoyevski

Sizi hiç bilmediğiniz bir Dostoyevski ile tanıştıracak olan bir kitap. Kitapla ilgili fikir sahibi olmak için de şu alıntı yeterli sanırım: “O zamanki kişiliğimi göz önüne aldığımda evliliğimizin felaketle son bulması bana pek mümkün geliyor. Fiyodor Mihayloviç’i hakikaten büyük bir aşkla seviyordum, fakat bu aşk, birbirine denk yaşlarda olmayı gerektiren fiziki bir aşk veya tutku değildi. Tamamen platonik bir aşktı benimkisi. Daha çok bir tapınmaydı, son derece yüksek ruhi değerlerle mücehhez mükemmel bir varlık karşısında secdeye kapanmaydı. Bütün hayatını yakınlarına adamış, sırf bunun için bile olsa sevgi ve ihtimam göstermesi gerekenler tarafından ihmal edilmiş; gün yüzü görmemiş mustarip bir adama karşı içten bir acımaydı benimki. Onun hayat yoldaşı olmak, yükünü paylaşıp hayatını kolaylaştırmak ve ona mutluluk vermek gibi hayallerim vardı; fakat o bunların da ötesinde benim tanrım, benim putum olmuştu. Sanırım bütün hayatımı onun ayakları önünde secdeye kapanarak geçirebilirdim. Ne var ki bütün bu yüksek duygu ve hayaller taarruza geçen katı gerçekler tarafından yerle bir edilebilirdi.” Anna Dostoyevski.
Fedailerin Kalesi Alamut, Vladimir Bartol, Koridor Yayıncılık, 510 sayfa

Fedailerin-Kalesi-Alamut

Hikaye 11. yüzyıl İranında, kendini peygamber ilan eden Hasan Sabbah‘ın, seçilmiş bir grup insanı intihar suikastçısına dönüştürerek bölgede hakimiyet kurmak için çılgınca ve aynı zamanda zekice bir plan tasarladığı Alamut Kalesinde geçmektedir. Güzel kadınların, yemyeşil bahçelerin, şarap ve haşhaşın göz boyadığı sanal bir cennet yaratan Sabbah, genç savaşçılarını emirlerine uydukları takdirde bu cennete gidebileceklerine inandırır. Kendilerini onun yoluna adayan, ölmeyi de öldürmeyi de göze almış olan bu küçük orduyla hükümdar sınıfına gözdağı verebileceğini düşünür. Sabbah kendi deyimiyle insanların saflığını kullanıp dine adanmışlığı politik emellerine alet eder. Artık kapılar onun için ardına kadar açılmıştır.
Ufuk Çizgisi, Antonio Tabucchi, Can Yayınları, 90 sayfa

Gerilim romanı. Romanın kahramanı Spino, İtalya’nın bir liman kentinde, morgda görevlidir. Getirilen cesetleri, özelliklerine göre sınıflandırıp bir deftere kaydetmekte, ancak bunu yaparken cesetlerle arasında duygusal bağlar kurmaktadır. Bir gün kendi gençliğine çok benzettiği bir delikanlının cesedi getirilir. Ardından bu cesedi kimse arayıp sormaz. Spino, ölen bu delikanlının hayatını çok merak eder ve delikanlıyı araştırmaya başlar. Delikanlıyı tanıdığını umduğu bazı insanlarla iletişime geçer. Ancak ardından, kimden geldiği belli olmayan gizli mesajlar ve bilinmedik yerlerde randevu teklifleri alır…
Dişi Kurdun Rüyaları, Cengiz Aytmatov, Ötüken Neşriyat, 390 sayfa

Dişi-Kurdun-Rüyaları-Cengiz-Aytmatov

İç içe geçmiş farklı öyküleri anlatan romanda; fiziksel ve karakteristik olarak diğer kurtlardan ayrılan Akbar ve Taşçaynar isimli iki kurdun Mujunkum Ovası’ndaki yaşam mücadelesi, bu yaşam mücadelesi ile zaman zaman kesişen uyuşturucu kaçakçılarının ve Kırgız çobanlarının hayat hikâyeleri anlatılmaktadır.
Dublinliler, James Joyce, Aylak Adam, 285 sayfa

Dublinliler

Yazarın 22 yaşında kaleme aldığı ilk önemli yapıtı. Kentin yoksullarının canlı bir portresini sunan ve onların “kaba saba” dillerini kendi edebiyatının ögelerinden biri haline getiren emsalsiz bir roman. Bozguna uğramış yaşamların gözünü budaktan sakınmayan bir gerçekçilikle kaleme alınışı ve toplumsal çöküş, cinsel arzu, istismar ve yozlaşmayı usta bir dille aktarıyor.
Denizi Yitiren Denizci, Yukio Mişima, Can Yayınları, 156 sayfa

Yukio Mişima, bir yıl öncesinden hazırlanarak gerçekleştirdiği intiharı ile dünyada yankı uyandıran tanıyabileceğiniz en ilginç Japon yazarlardan biri. Romanları da kendi gerçekliği kadar ilginç ve cesur. Yazdığı 40’a yakın kitap arasında en güzellerinden biri Denizi Yitiren Denizci. Dul bir kadın ile ergenlik çağındaki oğlu Noboru‘nun hayatına giren bir denizciyi anlatan romanda, yaşıtlarıyla bir çete kuran Noboru‘nun ilk tanıştığında denizler fatihi bir kahraman olarak gördüğü denizcinin annesiyle evlenerek sıradan birine dönüşmesinin şokunu atlatamaması mükemmel bir şekilde işleniyor…
Düşüş, Albert Camus, Can Yayınları, 99 sayfa

Düşüş-Albert-Camus

Bu kitap, herhangi bir düşünce ya da savı özellikle öne çıkarmaya çalışmadan, yalın bir anlatım ve özgün bir kurgu içinde, zengin bir düşünce duygu yüküyle, çağdaş dünyayı ve insanlarını derinlemesine sorgulayıp yargılar, çirkinliklerini ve düşkünlüklerini sergiler. Ama, aynı zamanda, bu dünyada yaşayan, dolayısıyla şu ya da bu biçimde, şu ya da bu ölçüde onun sorumluluğunu taşıyan bireyler olarak tek tek her birimize bir ayna tutar, eski avukat Jean-Baptiste Clamence’ın öyküsü aracılığıyla, bize kendini tehlikeye atmadan yaşayanların, yani hepimizin ve her birimizin benzersiz öyküsünü anlatır. “Düşüş”ün yayımlanmasından bir yıl sonra Camus’nün Nobel Ödülünü kazanması da bir rastlantı olmasa gerek…
Doğu Avrupa’da Yolculuk, Gabriel Garcia Marquez, Can Yayınları, 144 sayfa

Doğu-Avrupada-Yolculuk-Gabriel-Garcia-Marquez

Márquez’in 1950’lerde gazeteci olarak Doğu Avrupa’daki sosyalist ülkelere yaptığı seyahatin bir güncesi olan bu kitap, Doğu Almanya’dan başlayıp Çekoslovakya, Polonya, Macaristan ve Sovyetler Birliği’ne uzanan bir serüveni anlatır. Márquez’in yol arkadaşları, gözlemleri, dönemin toplumsal ve siyasi gelişmeleri, yorumları her şeyi bir gerçeklikten gelmektedir.
Boşluk, Barbara Kingsolver, Pegasus, 672 sayfa

Boşluk-Barbara-Kingsolver

Meksika’nın sıcak kalbi ve 1950’lerin soğuk McCarthy Amerikası arasında kalan bir adamın güvenlik arayışının, insanın içine işleyen hikayesini anlatan bir roman. Amerika’da dünyaya gelip Meksika’ya giden Harrison Shepherd, sosyetenin basamaklarını tırmanmaya çalışan uçarı annesi Salomé için bir yüktür. Meksikalı ressamlar Diego Rivera ile Frida Kahlo’nun ve Frida’yla aşk yaşayan, sürgündeki Bolşevik lider Lev Troçki’nin evlerinde çalışmaya başlayan genç Shepherd, kendini istemeden de olsa sanat ve başkaldırının içinde bulur. Şiddetli bir ayaklanma onu II. Dünya Savaşı’na yeni kapılmış Amerika’ya sürükler. Ancak siyasi rüzgârlarla gerçek ve yalan, kuzey ve güney arasında savrulmaya devam edecektir…
Algernon’a Çiçekler, Daniel Keyes, Koridor Yayıncılık, 325 sayfa

Algernona-Çiçekler-Daniel-Keyes

Çok düşük bir IQ ile doğan Charlie, bilim adamlarının, zeka seviyesini artıracak deneysel ameliyatı gerçekleştirmeleri için kusursuz bir adaydır. Bu deney Algernon adındaki laboratuvar faresinde test edilmiş ve büyük bir başarı elde edilmiştir. Ameliyattan sonra, Charlie’nin durumu günlüğüne yazdığı raporlarla takip edilmeye başlanır. İlk yazdığı raporlara çocuksu bir dil ve imla hataları hakimdir. Ve sonra ameliyat etkisini göstermeye başlar. Charlie artık, insanların kendisiyle dalga geçemeyeceğini ve bir sürü arkadaş edineceğini, aşık olduğu kadına açılabileceğini düşünür. Fakat zekası normalin çok üstüne fırladığından, çevresinde yadırganır, kıskanılır ve istemiş olduğu arkadaşları edinmekte yine başarısız olur ve yine yalnızdır… Bu deney, son derece önemli bir buluş olarak görülüyordu, ta ki Algernon’da ani bir gerileme baş gösterene kadar…
Sybil, F. R. Schreiber, E Yayınları

Sybil

Gerçek bir yaşam öyküsünden alınan kitap, küçük yaşlarda geçirdiği travmalar sonucu çoklu kişilik bölünmesi yaşayan ve 16 farklı kişiliğe sahip olan Shirley Ardell Mason‘un Doktor Cornelia B. Wilbur ile gerçekleştirdiği terapi seansları ve bu seanslarda Wilbur‘un çeşitli hipnoz yöntemleri kullanarak Mason’un kişilikleriyle iletişime geçmesini ve hayatıyla ilgili bilgiler toplamasını anlatıyor. Ancak o dönemMason’un ismi, kimliğinin korunması amacıyla  kitaba Sybil Dorsett olarak geçirilmiş. Dolayısıyla biz Mason’u kitapta Sybil olarak tanıyoruz. Psikanaliz konusuna meraklıysanız mutlaka okumalısınız.
Yaşam ve Ölüm Yorgunu, Mo Yan, Can Yayınları, 936 sayfa

 

Mo Yan’ın epik romanı Yaşam ve Ölüm Yorgunu, Mao Zedong’un toprak reformu hareketiyle Çin kırsalının geleneksel düzenini altüst etmesinden yaklaşık iki yıl sonra, 1 Ocak 1950 günü başlıyor. Bu iki yıl boyunca Cehennemin Efendisi Yama, ırgatlarına iyi davranmasıyla nam salmış Ximen Nao’ya, iktidarı yeni ele geçirmiş köylülerin kendisini neden idam ettiklerini itiraf ettirmek için her türlü işkenceyi uyguluyor. Ama Ximen Nao, cehennem ateşinde yakılma cezasını çektikten sonra bile masum olduğu iddiasını sürdürünce Cehennemin Efendisi Yama pes ederek onun eski topraklarına dönmesine izin veriyor. Ne var ki, Ximen Nao yeniden hayata geldiğinde insan olarak değil eşek olarak doğduğunu anlıyor. Çünkü Cehennemin Efendisi Yama kalpleri kinle dolu ruhların yeniden insan olarak doğmalarını istemiyor ve o ruhları hayvan olarak yeniden dünyaya gönderiyor. Romanın beş bölümü, kahramanımızın altı reenkarnasyonla eşek, boğa, domuz, köpek ve maymun kimliğindeki yaşamlarında, eski ailesinin, dostlarının, rakiplerinin, düşmanlarının yazgısına tanık oluşunu aktarıyor. Ximen Nao son reenkarnasyonunda da şaşırtıcı bir bellek gücüne ve dil öğrenme yeteneğine sahip olan koca kafalı bir oğlan çocuğu olarak dünyaya geliyor.Roman bu farklı kimliklerin bakış açılarından Çin’in çalkantılı tarihindeki son elli yılın öyküsünü dile getiriyor.
Seni İçime Gömdüm, Andrew Jolly, Ayrıntı Yayınları, 128 sayfa

Romanın kırık dökük bir İngilizce’yle konuşan başkişisi Kabrero, Kızılderili karısının cesedini dağlardan indirdikten sonra şöyle düşünür: “Eline tüfeğini alıp, fişeklikleri göğsüne çaprazlamasına asıp, atını üstlerine sürse, kasabanın sokaklarında ölüm saçarak, önüne geleni yağmalayarak, yakıp yıkarak dolaşsa, kasabayı yerle bir etse bile, gözlerinden okunan bu sevginin ürküttüğü kadar ürkütmezdi onları.” Bu roman, aşkın yırtıcı inceliğine inanan tiryakilere sesleniyor: “Şiddetin kol gezdiği bir dünyada aşkınızı nereye gömersiniz?”
Kör Baykuş, Sadık Hidayet, Yapı Kredi Yayınları, 100 sayfa

Kör-Baykuş-Sadık-Hidayet

Bu romanı anlatması çok zor. Çünkü zamandan, mekandan, çoğu ez de olaylardan kopuk aynı zamanda da ağır bir bunalım kitabı. Modern İran Edebiyatı’nın önemli isimlerinden biri olan Sadık Hidayet’in karmaşık ve karanlık olarak niteleyebileceğimiz eseri. Basitçe yüreği acılarla dolu, hem ruhsal hem fiziksel bir takım hastalıkla boğuşan bir kişinin ağır, acı dolu, yorucu ve bazen de ürkütücü düşüncelerini anlatıyor…
Yitik Adanın Öyküsü, Jose Saramago, Kırmızı Kedi, 320 sayfa

Nobel Edebiyat Ödüllü yazar José Saramago‘nun romanı. İber Yarımadası anlaşılmaz bir şekilde anakaradan ayrılmıştır. Dünyanın her yerindeki gazeteler Yarımada’nın o tarihi fotoğrafını kocaman manşetlerle yayınlarken birbirinden ilginç rastlantılarla bir araya gelen beş kişinin her biri de bu kopuşun kendi davranışlarının sonucu olduğunu düşünmektedir. İki atla bir köpeği de yanlarına alarak koyuldukları serüvende, bir karaağaç dalı ile toprağa şekiller çizen Joana Carda, yerin sarsıldığını duyan Pedro Orce, sürekli sığırcıklar tarafından takip edilen José Anaiço, çok ağır bir taşı denize attığının nasıl görüldüğüne bir türlü akıl erdiremeyen Joaquim Sassa ve tavan arasında bulduğu bir çorapla uğraşıp duran Maria Guavaira…
Köpek Gibi Büyütülmüş Çocuk, Maia Szalavitz, Bruce D. Perry, Okuyan Us Yayınları

Köpek-Gibi-Büyütülmüş-Çocuk

Bruce D. Perry, çocuk psikolojisi ve travma üzerine uzmanlaşmış bir psikiyatrist olarak, yıllar içerisinde deneyimlediği sarsıcı, yaralayıcı aynı zamanda ilham verici, en önemlisi sevmek ve kaybetmek üzerine çok şey öğreten iyileşme hikayelerini anlatıyor. Kitap, çocukluktan başlayarak hayatımız boyunca hissettiğimiz iyi kötü bütün duyguları tekrar tanımlıyor ve kendi duygularımıza, sevdiklerimizin duygularına bakışımızı yeniliyor. Kitaptaki hikâyeler insanda empatinin nasıl oluştuğu ile birlikte bunun tersi zalimlik ve kayıtsızlığa yol açan şartların ne olduğunu anlamamız konusunda bize yol gösteriyor. Çocukların beyinlerinin nasıl geliştiğini ve çevrelerindeki yetişkinler tarafından nasıl belli kalıplara sokulduğuna şahit oluyoruz. Ayrıca bu hikâyeler cehalet, fakirlik, şiddet, cinsel taciz, kaos ve kayıtsızlığın yeni gelişen beyinlerde ve küçük çocukların karakter oluşumunda ne gibi etkileri olduğunu ortaya seriyor.
Hauptbahnhof’dan Bir Trene Bindim, Erje Ayden, Piramid Yayınları, 132 sayfa

Hauptbahnhofdan-Bir-Trene-Bindim

Bol küfürlü bir roman olduğunu baştan belirtelim. Bukowski sevenlerin çok seveceği türden. Sokak kızları, sosyetikler, askerler, Almanlar, sahte pasaportlar… Bitmez tükenmez ikili üçlü, beşli seks sahneleri… Makinalı tüfekler, tecavüzler… Göçmen büroları, Luger silahlar, güzel kızlar, tele kızlar… Oran, Barselon, Pennyland… Araplar, İrlandalılar, Yunanlılar, Türkler… Para hikayeleri… Castro’nun asileri… ve daha neler neler…
Baobab Ağacına Yolculuk, Wilma Stockenström, Everest Yayınları, 130 sayfa

Baobab-Ağacına-Yolculuk

Kitabın anlatıcısı eski-köle bir kadın. Afrika’nın içlerine yol alan bir sefer sırasında, bir kaza sonucu tek başına kalan ve vahşetin dur durak bilmediği dünyada çareyi ormanın derinlerine çekilmekte bulan kadın, dev bir baobab ağacının kovuğuna sığınıyor. Zaman içinde bir yandan korkunç geçmişiyle hesaplaşırken bâkir doğanın gücüyle arınan, kişiliğini, cinsel kimliğini, ağacını, hayvanları ve dünyayı yeniden tanıyan kadının mücadelesi bir türlü bitmiyor…
Tatar Çölü, Dino Buzzati, İletişim Yayıncılık, 232 sayfa

Tatar-Çölü-Dino-Buzzati

İç karartıcı Bastiani Kalesi’ne vardığında genç teğmen Giovanni Drogo tarifsiz bir sıkıntıya kapılır. İlk görev yeri olan bu kaleyi bir gece bile kalmadan terk etmeyi ister, ama harekete geçemez. Sonunda en fazla dört ay kalabileceğine karar verir. Alışkanlıkların uyuşturucu etkisi, askerlik gururu, gündelik ritüellerle dolan bir hayat boşluğuna bağlanması ve Tatar Çölü’nün vahşi cazibesi bu dört ayı yıllara çevirir. Giovanni Drogo kimsenin gelip geçmediği, öte tarafında ne olduğunu, kimlerin yaşadığını bilmediği bir çöl sınırını beklemeye bırakır kendini…
Tarumarname, Meriç Eryürek, Epsilon Yayınları, 640 sayfa

 

Aşkın, okültizmanın ve kadim sırların romanı. Nev’i şahsına münhasır “tanzimat tipi” Tevfik Efendi ve bu efendinin acaib-ül garayıb irfanıyla perişan ettiği beyzade Kıyam Bey‘in İstanbul’dan Kahire’ye, Paris’ten New York’a, musibetten musibete uzanan maceraları. Bir tarafta Galata Ritüeli’nde palûze edilmiş şehzade Halim, Eskişehir’de havaya uçan tren vagonları, çöken piramitler, cereyana kapılıp çarpılan Tesla ve Edison, infilak eden malikâneler, yanan saraylar, yıkılan tapınaklar ve olanları gölgelerden seyreden karanlık Seth Teşkilatı… Öteki tarafta okültizma ritüelleri, büyü celseleri, simya deneyleri, pertavsızlı arkeologlar, simetri tutkunu bir haham, piramidinden uzak kalmış bahtsız mumya Amen-Ra, parlamentoyu barutla berhava etmeye çalışan Guy Fawkes, duran taşların sırrını keşfeden fizik âlimi Al Harazmi, satranç oynayan yeniçeri heykeli ve sonsuz yaşama kavuşmak için kendini mumyalayan hekim Albertino Ferrante… Tekmilinin ortasında bu hengameyi orkestra şefi misali yöneten, kendine okültizma ilminin yaşayan en le grande üstadı unvanını yakıştıran Tevfik Efendi. Tevfik Efendi’nin peşinde kainatı tarumar edecek nihai ritüeline mani olmaya ant içmiş eli palalı bedeviler, piştovlu zabitler, yeraltı örgütleri, Osmanlı hafiyeleri, suikastçi rahipler, Tuaregler, Fransız lejyonerleri… Ve, elbette, belanın yıldırımını yağmurda paratoner misali çekmekle mükellef biçare dostu Kıyam Bey…
Amok Koşucusu, Stefan Zweig, Can Yayınları, 189 sayfa.

Amok-Koşucusu-–-Stefan-Zweig

 

Stefan Zweig daha üniversite yıllarında yaşamanın bir anlamı kalmadığını anladığı anda yaşamına kendi eliyle son verebileceğini söyleyen, ilk evliliğinde karısını kendisiyle birlikte intihar etmeye zorlayan ancak daha sonra bundan vazgeçen, bu isteğini İkinci Dünya Savaşı sırasında ikinci karısıyla başaran, yani intihar konusuna hayatı boyunca kafa yoran bir yazar. Yaşadığı süre içerisinde yazdığı tüm romanlara da bu intihar olgusu üzerine düşüncelerini ve hislerini yansıtmış elbette. Amok Koşucusu kitabı da bunlardan birisi. Kitapta yer alan öykülerin ortak noktası intihar. İnsanı en zayıf ve savunmasız yönleriyle ele alan, Zweig’in gerçek yaşamından da izler taşıyor.
Okumak güzeldir

Çocukluk yıllarında çocuk felcine yakalanmış olan dünyaca ünlü kemancı Itzhak Perlman’ın her iki bacağında da destekleyiciler vardır ve ancak kol değneği ile yürüyebilmektedir.

<> on January 19, 2009 in Washington, DC.

 

Çocukluk yıllarında çocuk felcine yakalanmış olan dünyaca ünlü kemancı Itzhak Perlman’ın her iki bacağında da destekleyiciler vardır ve ancak kol değneği ile yürüyebilmektedir. Onu sahnede konser öncesinde sandalyesine erişinceye kadar acı içinde ve yavaş yavaş yürürken görmüşseniz unutmanız mümkün değildir. Oturduktan sonra bir süre dinlenir, bacaklarını yerleştirir ve kemanını çalmaya başlar.
18 Kasım 1995 günü Lincoln Center’da bir konser vermek üzere sahneye çıktı. Seyirci her zaman olduğu gibi sanatçının kan ter içerisinde yerine yürüyüşünü bekledi. Perlman oturdu terini sildi ve azıcık dinlendikten sonra orkestraya işaret edip çalmaya başladı. Daha konser başlayalı bir kaç dakika olmuştu ki kemanın tellerinden biri kopuverdi. Telin kopuşunun sesi bütün salonda duyulmuştu. Perlman çalmayı durdurdu, orkestra da durdu ve sessizlik içerisinde herkes sanatçıyı izlemeye başladı. Bir senfoniyi sadece 3 telle çalabilmek nerede ise imkansızdır. Herkes Perlman’ın ayağa kalkıp kulisten yeni bir keman almaya gitmesinin çok güç olacağını da biliyordu.
Büyük sanatçı izleyicilere saatler gibi gelen bir süre bekledi, derin bir nefes aldı ve orkestraya işaret vererek tekrar 3 teli kalmış kemanı ile çalmaya tekrar başladı. Perlman o gün gereken sesleri çıkarabilmek için olağanüstü bir çaba gösterdi. Sürekli bir sonraki ezgiyi nasıl çalacağını düşünmekte olduğu belli idi. Bu işi anlayan herkes hayretler içerisinde eksik telle yarattığı sesleri dinliyorlardı. Bu nerede ise olanaksız çabayı büyük bir başarı ile sürdürebildiğini gören orkestra üyeleri coşkulu eşlik etmeye başladılar. Seyirci inanılmaz bir performansa şahit olmakta olduğunu anlamıştı. Olağanüstü güzel konser sona erdirdiğinde seyirci ve orkestra üyeleri ayağa kalkıp alkışlamaya başladılar.
Perlman nefes nefese idi, gülümseyerek seyircinin sakinleşmesini izledi, yüzünden akan terleri izledi ve sonra da yayını kaldırarak seyirciyi susturdu ve şu sözleri söyledi;
-Bazen elinizde ne kalmışsa onunla bile müzik yapabilmelisiniz .
——
Sanatçının işine olan saygısı ve kendisine/bilgisine/yeteneğine olan güveni sanki orkestranın ve izleyicinin de aynı yöndeki hisleri ile büyük bir katılım enerjisini oluşturuyor. Ama odaklanmamız gereken sadece bu güven değil.
Burada bence en önemli olmazsa olmaz unsur, tekrar yaratılmış gibi görünse de, hep var olan, zaman-mekan-kişilerden bağımsız olan müziğin kendisine olan inançtır. Eğer sanatçı iyi bir performans çıkaramasa idi bile müziğin mükemmelliği değişmezdi.
Hepimiz birer sanatçıyız aslında. Müzik tartışmasız muhteşemdir. En başta ona güvenmeli ve inanmalıyız ama onu elimizdekilerle çalacak olan bizleriz.
(Bear)

ENERJİ BAĞLARIMIZ

18034153_1176860949103178_5717524924112542717_n[1]

 

ENERJİ BAĞLARIMIZ
Kordonlar, kesinlikle fiziksel olmayan ,iki veya daha fazla insan arasında enerji seviyesinde gerçekleşen bir iletişim türüdür.
Astral ve eterik enerjiden oluşur ve duygusal anlamda ilişkili olduğumuz insan ile süptil bedenlerimizi birbirine bağlar.
Genelde yakınlarımız ;baba, anne, eş, eski eş, eski sevgililer, şimdiki sevgili, arkadaş, çocuklar gibi iki farklı insan arasında göbek kordonuna benzer şekilde uzanarak duygusal enerji ve chi aktarırlar.Bu kordonlar esenlik duygusu veren pozitif bağlar olduğu gibi,enerjimizi aşağı çeken, tüketen negatif bağlarda olabilirler..
Paylaşılan bağlar
çevremizdeki dünyamızla enerjik iletişimin doğal bir sürecidir.
Bağlar, ilişkinin doğasına bağlı olarak
farklı enerji merkezleri ( çakralar )
ve farklı zamanlarda paylaşılabilir.
Kordonlar genelde çakra merkezlerimiz aracılığıyla bağlanır
ve diğer kişiyle takılı olduğumuz baskın çakra merkezine karşılık gelir.
Kordonlarla kodlamanın en temel biçimi,
yeni doğmuş bir çocuk ile annesi arasındadır.
Omurganın tabanındaki çocuğun ilk çakrası ile annenin ilk çakrası arasında göbek kordonu gibi bir enerji kablosu vardır.
Bazen ikizler arasında ilk çakra enerji kablosu kalır,
ki ikizler binlerce mil ayrılmış olmalarına rağmen
birbirleriyle samimi bir iletişim içinde kalabilirler.
Geçici kodlama, yaşam boyu insanlar arasında gerçekleşir. Kodlamada ilke yedi çakradan herhangi birisi arasında gerçekleşir
ve her iki taraftan biri tarafından başlatılabilir
veya karşılıklı olarak ikisi tarafından da başlatılabilir.
Bu kablo, başka biriyle psişik bir bağlantıdır.
Çoğu insan bu yolla ne kadar psişik olduklarından habersizdir.
Psişik bir bağ, bilgi gönderen ve alan iki insan arasındaki
göbek bağı gibidir.
Düşünce ve duyguların değiş tokuş edildiği bir telefona benzer.
Sağlıklı ilişkilerde bu harika bir şeydir;
Sevgi, koruma, şifa, bakım ve niyet gönderilebilir ve alınabilir
Aşıklar cinsel ilişki içine girdiklerinde enerji alışverişi daha da artar ve birçok durumda bağ bir bağımlılık haline gelir.
Bir aile üyeleriyle ya da yakın dostlukla paylaşılan bir bağ,
bir ya da daha fazla üst spiritüel çakranın ve bazı alt çakraların bir bağlantısı olabilir.
Biriyle çok güçlü bir entelektüel ilişki,
diğerinin boğaz çakrası ile bağlanan
fikirlerin ve zihinsel enerjinin değişimini temsil eden bir kablo olarak görülebilir
(bu, öğrencilere öğretmenler veya eğitimciler için tipiktir).
Öğretmenler ve öğrenciler beşinci çakradan daha üst seviyede
altıncı veya yedinci çakralara kablolanabilir
( yüksek öğrenim merkezleri)
Aşıklar sıklıkla dördüncü çakralar arasına bağlanır
Rakipler, üçüncü şakra aracılığıyla itaatkar tipleri kontrol etmeye veya birbirlerine hakim olmaya çalışabilirler.
Aksine, başkasına güçlü bir cinsel ilişki (veya cinsel ilişki arzusu), cinselliği ve arzuyu temsil eden temel çakra veya 2. çakradan kaynak olarak algılanabilir.
Kordonlar fiziksel bir ilişki olmadan da oluşabilir.
Enerji, basitçe birisini düşünmenin sizi enerjik alanına bağlayabileceği düşüncesini takip eder.
Medyumlar ve gözlemcilerin, başkaları hakkında bilinçli olarak herhangi bir şey bilmeden bilgi toplamaları olayı budur.
Düşünce niyeti kişinin adını duyunca gönderilir
ve sonra diğer kişinin aura ve çakra merkezlerine bağlanır
ve böylece sezgisel bilgiler gelir.
Hiç birini düşündüğümüz
ve birkaç saniye sonra bizi aradığı bir durum yaşamadık mı?…
Paylaşılan bağ tüm çakraların farklı zamanlarda bir bağlantısı olabilir.
Paylaşılan bağın gücü, bağ yoluyla değiştirilen enerjiye bağlıdır ve dünya çapında veya bu boyutun ötesinde bir kaç metreden uzanabilir.
Mistikler, çakra merkezleri aracılığıyla insanları birbirine bağlayan altın kordonlar olarak görülür.
İnsanlar, onlara her zaman pozitif ve negatif enerji sağlayan binlerce (ya da milyonlarca) kodlamaya sahipler.
Bir kordon temel olarak iki veya daha fazla varlığın
astral ve eterik bedenleri arasındaki bir bağlantıdır ki
bu da duygusal ve / veya eterik enerji alışverişine izin verir.
Kordon fiziksel bir madde olmadığı ve mesafenin alakasız olduğu bu yüzden gezegenin öteki tarafında da etkili olduğu için, diğer kişinin ne kadar uzakta olduğu önemli değildir.
Bazen paylaşılan bağ,
eterik bir kordona dönüşebilir
ve bu eterik kordonlar sağlıksız olabilir.
Eterik kordonun gücü, kordondan çekilen enerjiye bağlıdır
Tüm bebekler, fiziksel göbek kordonu kesildikten sonra göbeklerinden annelerine giden bir kordonla yine bağlıdırlar.
Bazılarının, kalpten, güneş sinir ağından veya hatta başından annenin enerji bedeninin çeşitli yerlerine giden fazladan kordonları olabileceği belirtilir.
Bebeklik döneminde var olan kordonlar veya kablolar
birkaç yıl sürer ve çocuğun anneden daha bağımsız hale gelmesiyle giderek azalır ve zamanla bağlantıya artık ihtiyaç duyulmaz.
İdeal olarak böyle olur,
ama burada Dünya’da birçok insan duygusal sorunlara sahiptir ve bu da kordonların yetişkinliğe kadar süreceğini gösterir.
Gerçekte birçok anne duygusal açıdan muhtaç durumda
ve aslında kendisini bebeğin taze ve bol enerjisinden beslemek için bu kordonu kullanır (Tabii ki bu bilinçaltı ) 😦
Oysa bebek genellikle neler olup bittiğinin farkındadır
ve hatta anneye istediği gibi kabloyla enerji ve duygusal destek vermektedir…
Bebekler, bu aşamada, çok az miktarda astral enkarnasyon ve çok az ego yapısı ile çok saf ve sevecen varlıklardır
bu nedenle,
anne için ellerinden gelen her şeyi yapmak isterler.
Ne yazık ki bebek büyüdükçe,
bu tür metafiziksel algıları yavaş yavaş kaybettiği
ve bu yüzden ipi unuttuğu belirtilir.
Anneniz tarafından, negatif duygular ve duygusal isteksizlik ile kalınlaşmış ve brüt hale gelen bir kordon yoluyla, 30 yıl boyunca enerjiden kurtulduğunuzu hayal edin.
Neler olup bittiğini tam olarak bilmiyorsun ama bir şekilde onun tarafından boşaltıldığını hissediyorsun.
Gitmek için başka bir ülkeye taşınıyorsunuz ama nereye giderseniz gidin neredeyse sanki sizinle birlikte olduğu gibi hissediyor – sizi uzaktan boşaltıyor.
Yakınlarımıza bağımlı olmak da negatif yönde bir eterik kordondur
Bu durum sadece bir örnektir;
Bir diğer ortak ip
iki sevgili arasındadır.
Her biri kendi enerjisini diğeriyle paylaşmak ister
ve birliktelik esnasında bu güçlendirilir.
Aşk ve paylaşım duyguları
genellikle bir kablo kurmak için yeterlidir.
Bu kordonlar genellikle karınlar arasında bulunur,
ancak kalp ya da diğer bölgeler de olabilir.
Kordonlar, herhangi iki kişi veya hatta duygusal ilişkileri olan insanların grupları arasında oluşturulabilir;
Dostlar, iş arkadaşları, düşmanların hepsinin ipleri olabilir.
Ya da diğer boyutsal varlıklar tarafından
bizimle iletişime geçilip enerjimizi boşaltmak için kullanılabilirler.
Bu enerji hatları fiziksel ve duygusal ilişkilerimizi yansıtan
enerjik bir goblen yaratırlar
Örneğin, hayatta kalma temelli (birinci çakra),
cinsiyete dayalı (ikinci çakra),
iletişim tabanlı (boğaz çakrası),
görme esaslı (boğaz çakrası) gibi
veya diğer çakraların neredeyse herhangi biriyle bağlantılı olan alışverişlere de dayanabilirler.
(Üçüncü göz ya da manevi bazda taç çakra.)
Genellikle bunlar, ilişkilerimizin kendilerinin karmaşık doğasını yansıtır ve çoğunun birleşimidir.
Çok sıklıkla, eşeysel birliktelik yaşadığımız insanlar
bizin sakral (2 nci) çakramıza bağlanmıştır.
Tartışmamızın olduğu insanlar ise solar pleksusumuza bağlanır.
Üzüntü duyduğunuz/bizi mutsuz eden insanlar da
kalp çakramıza bağlanır.
Acı verici ilişkiler yaşadığımız insanlar
veya tüm yükü omuzlarınızda taşıdığımız bir ilişki yaşadığımız insanlar omuzlarımıza bağlanır.
Kodlamanın kabul edilmesi gerekmez.
Bununla birlikte, çok ince olduğu için,
alıcı genellikle bunu fark etmeden gerçekleşir.
Çakra sisteminizi aşırı yüklenmiş bir santral gibi sıkışan birçok insandan gelen kablolarla sonuçlanabilirsiniz.
Aşırı derecede yorgun veya bunaltılmış hissedebilirsiniz
Duygusal açıdan muhtaç kişiler,
bağımlı olduklarını düşündüklerine kordonlar gönderirler.
Bu, alıcıda yorgunluk veya boşalma hissi ile sonuçlanabilir.
Öğretmenler, danışmanlar, ebeveynler ve sağlık çalışanlarının her türü bu biçimdeki strese yatkındır.
Bazen de birini aklınızdan çıkaramazsınız.
Uykunuzu, tanıdığınız birinin ya da bir gün önce yeni tanıştığınız birinin görüntüsüyle rahatsız bulabilirsin.
Bu, genellikle, ilgili kişinin sizinle bir kablo aracılığıyla iletişim kurmaya çalıştığının bir işaretidir.
Tanımak istediğimiz yabancı birine
bir kablo gönderilmesinin mümkün olduğu ,
bilinçli bir şekilde başka birine bir kordon oluşturmanın da mümkün olduğu belirtilir,
ancak bu kara büyü alanı olarak nitelenir.
Bir başkasının enerjisini kendi izniyle bilerek kontrol etmek
veya etkilemek için psişik araçlar kullanmamalıdır.
Bu kuraldan muafiyet yoktur ve karmik etkilerinin çok fazla olduğu belirtilir.
Kordon zihinsel / duygusal enerjiden başka bir şey olmadığından ve enerji düşüncesinden yola çıkarak bazen kordonu koparmak için yeterli olabilir.
Bununla birlikte, bazı kordonlar kötü bilinen bir şekilde yapışkantır ve yinelenebilir.
Bazı kordonlar da ilgili kişi / mekan / şeyle olan karmik sözleşmeniz nedeniyle parçalanamaz.
Buna ek olarak bir kabloyu kesmeye karar verebilirsiniz,
ancak diğer kişi enerjik olarak kabloyu kesmek istemiyorsa tekrar tekrar dönebilir.
Hatırlanması gereken önemli bir nokta,
bu hatları dengelemek
ve enerjik sınırları zorlamamaktır.

Kaynak: Hülya Reis

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Murathan Mungan’ın “Yaş İlerledikçe Aşkı Algılamak” Konusundaki Muazzam Yorumu

aDje4P2g4R2VXWHH-636306301055905467[1]

 

 

Ünlü şair ve romancı Murathan Mungan’ın tertemiz yorumu ilişkilerimizi gözden geçirmeye davet ediyor bizi adeta.

bir röportajında “yaş ilerledikçe aşkı algılamakta da bir fark oluyor mu?” sorusuna şu şekilde cevap verip yalnızlığımı bir nebze aydınlatmış şair ve yazardır murathan mungan.
“e haliyle. şimdi karşıma çıkacak biriyle mesela yaşayacağım aşk, farklı olacaktır. ben kıymet bilecek yaşa geldim. sadece hayatıma alacağım sevgilinin değil, dostlarımın, her şeyin fazlasıyla kıymetini bilen bir adamım artık. gençlikte hoyratça harcıyoruz bazı şeyleri, “yaaa madem öyle, bitti o zaman bu iş!” diyoruz, şimdi o lafı o kadar kolay etmiyorsun. “kapı açık, arkanı dön ve çık!” şarkısını, o kadar kolay söylemiyorsun. o kadar kolay ajda pekkan olamıyorsun! “bunu yarın konuşalım” demeyi öğreniyorsun.

çünkü aslında sadece aşk değil, hayata ait dünyada çok az şey olduğunu anlıyorsun. bütün dünya, bir avuca sığacak kadar şeye indirgeniyor. gençken daha fani ve tali şeylerin peşinde oluyorsun. mesela laf oturtmaya bayılıyorsun, birinin ağzının payını vermek senin için bir güç göstergesi haline geliyor. bir yaştan sonra böyle şeylere tenezzül etmemeyi öğreniyorsun. yaşamı bir kendini oldurma, kamil olma süreci olarak görüyorsun. ben öyle görüyorum…”

Kaynak: ekşi sözlük