Yüz Okuma Teknikleri…

Çok kritik bir iş görüşmesinde ya da müzakere toplantısındasınız. Az önce tanıştığınız ve şu an sizinle ilgili bir karar verecek olan kişinin nasıl biri olduğunu bilmediğiniz için nasıl davranmanız gerektiği konusunda da pek bir fikriniz yok.

Yüzüne dikkatli bakın. Orada, nasıl konuşmanız, toplantı sırasında nelere dikkat etmeniz, sorularına ne şekilde cevap vermeniz gerektiğinin ipuçlarını yakalayabilirsiniz.

Yüz okuma teknikleri, sadece insanların yüzlerine bakarak, düşünce süreçlerini nasıl belirlediği, problemleri nasıl çözdüğü, iletişim kurma yöntemleri, iş hayatındaki davranışları, paraya verdiği önem, öğrenmeye açıklığı, strese dayanıklılığı gibi konularda ipuçları bulmanıza imkân tanıyor. Yüz okuma eğitimleri veren Murat Toktamışoğlu, “Bu yöntemle karşınızdaki kişiye nasıl davranmanız, konuyu ne kadar uzatmanız gerektiği gibi birçok konuda bilgi sahibi oluyorsunuz. Satış sırasında, ürünün nasıl anlatılması, nasıl iletişim kurulması gerektiği gibi detayları yakalayabilirsiniz” diyor.

Politikada, satışta etkili

1940´lı yıllarda Amerikalı bir hukuk adamı olan Edward Vincent Jones yüz okuma teknikleriyle ilgilenmekle kalmayıp, yüzün dilini araştırmak üzere bir enstitü kurmuş. Bunu izleyen yıllarda Robert L. Whiteside ve William F. Burtis´in yüz okumayla ilgili yapılmış kapsamlı çalışmasında 68 ana yüz özelliğini bin 200 denek üzerinde test etmiş ve sonuçların istatistik analizinde yüzde 93 oranında başarıya ulaştığını belirtmiş.

2zhqpf7

Yüz okuma tekniklerinin General Electric, MCI, American Airlines, Deloitte and Touche, Peoplesoft gibi dünyanın büyük kuruluşları tarafından insan kaynakları, politika, satış teknikleri geliştirme gibi alanlarda kullanıldığını söyleyen Toktamışoğlu, söyle konuşuyor:
“Birçok uluslararası kuruluş müzakerelerde, anlaşma masalarında yüz okuma uzmanlarını ekiplerine dahil ediyor. Politikacılar insan ilişkileri, iletişim stratejisi, rekabet stratejisi belirleme gibi konularda yüz okuma tekniklerinden yararlanıyor.”

Açılı kaşlar ve büyük burun liderlik özelliğine işaret ediyor

Yüz okuma eğitimleri veren, Toktamışoğlu yüz hatlarını şöyle yorumluyor:

KULAKLAR
Büyük: Dinleyici, iyi niyetli
Küçük: Kendine odaklı
Dışa doğru: Bağımsız hareket eden, ne yapacağı bilinmez

YANAKLAR
Çıkık: Güç sembolü
Dolgun: İletişime açık, organize etmede başarılı

AĞIZ
Küçük: İçe dönük
Açısı yukarı doğru: Olumlu
Çok ince dudaklar: Alıngan
İri ön dişler: İnatçı kişilik

ÇENE
İri çene kemiği: Kararlı, üstünlük kurma eğilimi
Çıkık: Son sözü söyleme eğiliminde, inatçı ve kararlı
Geride: Çatışmadan kaçınan, etik değerlere önemseyen

ALIN
Yuvarlak ve dolgun: Orjinal fikir üreten, katı kurallardan hoşlanmayan
Ters açılı: Güçlü bellek, görsel hafıza
Düz: Mantıklı ilerleme, düzenli bilgi akışı bekleyen, aceleden hoşlanmayan

KAŞLAR
Yay gibi: İnsan odaklı, pratik uygulamalara önem veren
Açılı: Kontrolü elinde tutmaya çalışan, liderlik özelliğ
Gözlere yakın: Hızlı düşünen sonuç odaklı, eleştiriye kapalı
Kalın ve çok tüylü: Sürekli düşünen, fikir üreten, aktif
Sürekli: Probleme odaklı

GÖZLER
Yukarı doğru açılı: Olumlu bakış açısı, yüksek hayal gücü
Aşağıya doğru açılı: Dinlemeye eğimli, hataları kabul eden
İçe girmiş: Gözlemci, ihtiyatlı, gerçeklere önem veren

BURUN
Büyük: Otoriteye sahip, işe katkıda bulunmak isteyen, liderlik özelliği
Kısa: Ayrıntılı işleri seven, destek pozisyonlarda verimli, çok çalışmaktan çekinmeyen
İç bükey: Desteklenme ve motivasyon ihtiyacı olan, başarıları duyguları ile ilişkili olan
Ucu aşağı doğru ve sivri: Kendine odaklı, acımasız olabilme eğilimi taşıyan rekabetçi ve kimi zaman baskıcı

Kaynak: spritüeller

Ortaya Karışık kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Bir İşten Sonuç Alana Dek Neden O İşi Çevremizden Gizlemeliyiz?

Birçoğumuzun sıkça yaptığı bir eylemdir bir işten sonuç alana kadar onu başkalarından gizleme olayı. Bilimsel bir nedeni bile varmış hatta bu mevzunun. Sözlük yazarı ”larker” anlatmış.

LiGv5h3GlBjLo2In-636298362502420443

2009 yılında dünyaca ünlü psychological science dergisinde bu tavsiyeyi destekleyecek nitelikte bir makale yayınlanmış:
“when intentions go public does social reality widen the intention-behavior gap?”

makaleyi daha detaylı incelemeye başlamadan önce izninizle başka bir şeyden bahsedeceğim.
bir kere şunu söylemek istiyorum. fiziksel olarak evrende gerçek manada bir boşluk yoktur. uzayın en karanlık görünen ve içinde hiçbir şey barındırmadığı düşünülen yerlerinde dahi çok ufak da olsa parçacıklar bulunmaktadır. aynı zamanda her madde (ne kadar yoğun ya da seyrek olursa olsun) içinde bulunduğu şeyi dolduracak şekilde hareket etme eğilimindedir. söz gelimi -yaygın bir şekilde bilindiği üzere- herhangi büyüklükteki bir kap içerisinde bulunan gaz molekülleri kabı tamamen dolduracak şekilde yayılırlar.

7skc1DXw8EyNjOYc-636298363910812109

buradan insan zihnine bir analoji kurulabilir kanısındayım. ne kadar çok ya da az şeyle ilgilenirsek ilgilenelim (beynimiz ne kadar dolu ya da boş olursa olsun), ilgilendiğimiz şeyler zihnimizin hepsini kapsayacak şekilde yayılmaya başlar. buradan hareketle hayatta tek bir şeye odaklanmanın çoğu zaman doğru bir karar olmadığı söylenebilir. tek bir şeyle uğraşırsanız bu şey sizin hayatınızın %100’ünü kapsar, başarısızlık anında amaçlarınızın %100’ünden geri kalırsınız.
bu nedenle de “riski dağıtmak” genellikle daha makul bir seçenektir. bir yerine on farklı şey ile uğraştığınız takdirde (eşit ağırlıklarda olduğunu düşünelim), bu durum olası bir başarısızlıkta geriye hala en azından %90’ın kaldığı anlamına gelecektir:
– tek bir şeye odaklanmak, beyninizin yalnız o tek şeye odaklanacak ve diğer şeyler için ayrıl(ması gerekli ol)an boşlukları dolduracak şekilde çalışmasına, bu nedenle de hayatınızdaki diğer şeyleri göz ardı etmenize neden olabilir: (bkz: fırsat maliyeti)

1c9E2P3at63KSVAU-636298365210288983.gif

– aynı zamanda geri dönüşü olmayan bir noktaya geldiğiniz hissine kapılabilirsiniz. bu da aslında artık o işle ilgilenmeyi bırakmanız gerektiği halde, bu durumdan kurtulamamanıza ve zorunlu olarak devam etmenize neden olabilir: (bkz: batık maliyet) & (bkz: point of no return)
öte yandan asıl mevzuya gelirsek, herhangi bir hedefinizi sürekli dile getirmek, beklendiğinin aksine çok başarılı sonuçlar vermeyebilir:
– hem kendinizde hem de başkalarında gereğinden fazla beklenti yaratabilirsiniz. bu da üzerinizde gereksiz bir baskıya sebep olacaktır. üstüne bir de başarısız olursanız şayet, kendinizi ve sevenlerinizi üzecek, sizi sevmeyen insanları ise sevindireceksiniz.
– başarılı olmanızı istemeyen insanlar önünüze set çekmek isteyebilirler.

6vwUfZ4Rpah6lVXp-636298365950503255

– beyniniz, sanki o iş gerçekleşmiş gibi tatmin olarak (false alarm) dopamin salgılayabilir. bu da ilgilenmeniz gereken işe yeterince odaklanamamanıza neden olabilir. burada verdiğim linkten kısa bir alıntı yapacağım:
“bir hedeften bahsetmek ve övgü beklemek geri tepebilir. hedefleri olan bir insan olmak ve övgü almak sizi iyi hissettirecektir. psikologlar bu duruma social reality (sosyal gerçeklik) adını vermiştir. öte yandan, bu durumda beyniniz sanki hedeflerinize ulaşmışsınız gibi yatışır, gereksiz bir rahatlama hissedersiniz ve rehavete kapılırsınız. sonuç olarak da başarmanız için atılması gerekli adımları sağlayacak kimyasal motivasyondan mahrum kalırsınız.”

artık makaleye geri dönmek istiyorum. muhtelif sayıdaki denekler ve dört farklı çalışma sonrasında aşağıdaki verilere ulaşılmış:
“gerçekleştirilmesi arzu edilen bir hedeften başkaları haberdar olduğunda, kişinin söz konusu hedefle ilgili performansı sekteye uğrar.”
(çenenizi kapalı tutun.)
“hem hemen gerçekleşecek hem de bir hafta sonra hayata geçirilecek performanslarda da benzer etki görülür.”
(hedefin beklenen gerçekleşme tarihinin pek bir önemi bulunmamakta.)

“diğerlerinin söz konusu hedefi bilmesi, hedefe ulaşmışçasına gereksiz ve zamansız bir şekilde tatmin duygusu yaratabilir.”
(övülmek ve takdir toplamak için işin bitmesini bekleyin.)

kolaylıkla anlaşılabileceği gibi bir işten sonuç alana değin o işi gizlemek gayet makul bir tercihtir. çenenizi kapayın, işinize odaklanın ve övgüyü başarı sonrasına saklayın

Kaynak: EKŞİ SÖZLÜK

0RvhDNOzyX6BVz5E-636298370659466158.gif

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Öykümüz ünlü Çin düşünürü Lao Tzu’ nun zamanında geçer. Lao Tzu bu öyküyü çok sever, hatta sık sık anlatırmış.

18620889_10155324239269717_4198835225984763836_o[1]

 

 

At Hikayesi
Öykümüz ünlü Çin düşünürü Lao Tzu’ nun zamanında geçer. Lao Tzu bu öyküyü çok sever, hatta sık sık anlatırmış.
Efendim köyde bir yaşlı adam varmış. Çok fakir. Ama kral bile onu kıskanırmış. Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki. Kral at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış. ” Bu at , bir at değil benim için. Bir dost. İnsan dostunu satar mı?” dermiş hep…
Bir sabah kalkmışlar ki, at yok. Köylü ihtiyarın başına toplanmış. ” Seni ihtiyar bunak. Bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın” demişler. İhtiyar ” Karar vermek için acele etmeyin” demiş. Sadece ” At kayıp” deyin. Çünkü gerçek bu. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, şans mı, bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilmez.
Köylüler ihtiyara kahkahalarla gülmüşler. Ama aradan 15 gün gecçmeden, at bir gece ansızın dönmüş. Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine. Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş. Köylüler, ihtiyar adamın etrafına toplanıp özür dilemişler. ” Babalık” demişler. ” Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için. Şimdi bir at sürün var.” ” Karar vermek için gene acele ediyorsunuz” demiş ihtiyar. Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç. Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?
Köylüler bu defa ihtiyarlar dalga geçmemişler açıktan ama içlerinden ” Bu herif sahiden akılsız” diye geçirmişler. Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler ihtiyara. ” Bir kez daha haklı çıktın” demişler. ” Bu atlar yüzünden tek oğlun bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın” demişler. İhtiyar ” Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz” diye cevap vermiş. ” O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba ne kadar doğru. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez.”
Bir kaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmışlar. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkan yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya esir düşüp köle diye satılacağını herkes biliyormuş. Köylüler, gene ihtiyara gelmişler. ” Gene haklı olduğun kanıtlandı” demişler. ” Oğlunun bacağı kırık, ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler belki asla köye donemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer. ” Siz erken karar vermeye devam edin” demiş, ihtiyar. Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde. Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu sadece Allah bilir.
Lao Tzu öyküsünü şu nasihatle tamamlamış, etrafına anlattığında: ” Acele karar vermeyin. O zaman sizin de herkesten farkınız kalmaz. Hayatın küçük bir parçasına bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar aklın durması halidir. Akıl insanı daima karara zorlar ve gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, başkası açılır. Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz.”
Lao Tzu…!!!