Balın Sahte Olup Olmadığını Anlamanın En Kolay Yöntemi

Maalesef bazı ‘organik’ ballar gerçek olmayabiliyor ve içinde gıda takviyeleri bulunabiliyor. Bunun haricinde sahte ballarda polen ve insan sağlığına yararlı olan maddeler bulunmuyor.

Sahte balı tespit etmek ve sağlığınıza olan zararlarından kaçınmak için hemen gerekenleri öğrenin!

Fotoğraf: Public Domain Pictures

ABD’deki Gıda ve Tarım Bakanlığı’nın yaptığı araştırmalarda ABD’de satılan balların %75’inin doğal olmadığı tespit edildi. Avrupa’da da durum farklı değil.

İnsanlar markette gördükleri balların tamamen doğal olduğunu düşünebiliyorlar. AB’deki yasalar da yine aksi halinde üretici firmanın cezalandırılacağını yazıyor. Ancak yapılan deneyler ile çoğu balın sahte olduğu tespit edildi.

İşte sahte balların özellikleri:

  • Balın içine yüksek fruktozlu mısır şurubu veya yapay tatlandırıcı vardır.
  • Üreticiler arıları şeker şurubu ile besleyerek içerisinde polen olmayan maddeler üretmelerini sağlarlar.
  • Balı o kadar filtrelerler ki en sonunda içinde hiç polen kalmaz.
Fotoğraf: Pixabay

Balın sahte olduğu nasıl tespit edilir?

1- Bir yemek kaşığı alıp suyun içine koyun. Bal erirse gerçek değildir. Bal suyun dibine çökerse gerçektir.

2- Balın üstüne birkaç damla iyodin damlatın. Daha sonra da içinde biraz su olan su bardağına ekleyin. Balın rengi maviye dönerse içinde mısır nişastası vardır.

3- Su bardağının içine birkaç damla sirke koyun. Daha sonra da su bardağına bal ekleyin. Bal köpürürse içinde takviye madde vardır.

Fotoğraf: Vikipedi

4- Kibriti balın içine sokup çıkarın ve daha sonra yakmaya çalışın. Eğer yanarsa bal doğaldır.

5- Balı yemek kaşığıyla alıp havada ters tutun. Eğer balın içinde su varsa yere düşecektir. Yoksa ve düşmezse gerçek baldır.

Fotoğraf: Shutterstock

Bal alırken içindekiler kısmını inceleyin. İçinde yüksek fruktozlu mısır şurubu veya glükoz bulunan balları kesinlikle almayın.

En sağlıklı bal, balı üreten kişilerin çiftliğinden direk olarak alınan baldır.

Sıkça bal tüketen arkadaşlarınızı bilinçlendirmek için yazıyı paylaşın.

Kaynak: newsletter

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. 2 Comments »

‘Uzayda yenilen ilk yiyecek nedir?

aamabco1

 

 

Kim Milyoner Olmak İster’in 649. bölümünde sorulan ‘Uzayda yenilen ilk yiyecek nedir?’ sorusu sosyal medyanın gündemine oturdu.

© Uzayda yenilen ilk yiyecek nedir? Uzayda yenilen ilk yiyecek nedir?
Soru : 1962 Yılında Astronot John Gleen’in Yediği Hangi Yiyecek Uzayda Astronotlar Tarafından Yenilen İlk Yiyecek Olmuştur?
A : Haşlanmış Patates
B : Elma Püresi
C : Dana Biftek

D : Fıstık Ezmesi
Cevap : B
Yaşayan tarih John GLENN
John Glenn, 1921 yılının 18 Temmuz günü Cambridge Ohio’da dünyaya gelmiştir. Yıllar sonra kaleme aldığı anılarında çocukluğunu “Hiçbir çocuğun, benim çocukluğumdaki kadar güzel bir çocukluk dönemi yaşadığını sanmıyorum” şeklinde tanımlamıştır. JohnGlenn, babasının seyahati çok sevdiğini, ailesi ve öğretmenlerinin küçük yaşlardan itibaren onu bilim ve uçmaya  teşvik ettiğini, aynı zamanda iyi bir vatansever olarak yetiştirildiğini söylemiştir. Kendisi Annie Margaret Castor ile evli olup, 2 çocuk ve 2 torun sahibidir.
1942 yılında Deniz Havacılık Programı’na girmiş ve bu programdan mezun olmuştur. Deniz Kuvvetlerinde ileri düzeyde eğitim programına devam ederek, 1943 yılında Deniz Kuvvetlerine katılmış, F-4U savaşçıları ile Marchall adalarında deniz uçağında bir yıl geçirmiştir. Kore Savaşı’ndan sonra  Glenn Naval Air Test Merkezi’ne katıldı ve daha sonra uzman olarak Donanma Hava Test Merkezi personeli arasında yerini aldı. Burada FJ3, F7U Cutlass ve F8U dahil olmak üzere, deniz uçakları için test pilotu olarak görev yaptı. Aynı dönemde Glenn’in en önemli başarılarından biri; 3 saat ve 23 dakika içinde, Los Angeles’tan New York’a uçarak 1957 yılında hız rekoru kırmasıdır.
“Proje Bullet” içinde ülkenin en iyi test pilotlarından biri olarak yer alan Glenn, bu durum sayesinde gelişmekte olan uzay araştırmaları programına katılımı için öne çıkan bir isim olmaya hak kazandı. Kazandığı deneyimleri ve elde ettiği başarıları, 1958 yılında oluşmakta olan astronot ekibi için Glenn’in uygun aday olmasını sağladı. Daha sonra Ulusal Havacılık Danışma Kurulu’nun uzay programına ve “G kuvvetleri” testlerine katıldı. NASA’nın yörünge dışı görev çağrısına ise hiç tereddüt etmeden gönüllü olarak başvurdu. Glenn, 1959 yılında NASA tarafından seçilen ilk 7 astronottan biridir. En nihayetinde 20 Şubat 1962’de Amerika Birleşik Devletleri’nin ilk insanlı görev uçuşu Friendship (Dostluk) görevinde Atlas Roketi’nde pilot olarak yer aldı.
John Glenn , Dünya Yörüngesine oturan ilk Amerikalıdır aynı zamanda Friendship Uzay Uçuşu’na toplamda 3 kez katılmıştır. Kendisi, Mercury-6 (20 Şubat 1962) ve STS-95 (29 Ekim 7 Kasım 1998) görevlerinde de bulunmuş ve uzayda toplam 218 saatin üzerinde kalmıştır. Tarihler 16 Ocak 1964’ü gösterdiğinde Manned Spacecraft Center’dan (İnsanlı Uzay Merkezi) istifa etti. 1964 yılında albay rütbesine terfi etti, akabinde 1965 yılında Deniz Piyadeliğinden emekli oldu. Emekliliğinden sonra da 1965–1974 yılları arasında Amerika Birleşik Devletleri Senatosu’nda yer aldı. Glenn, senatodan emekli olacağını 20 Şubat 1997’de açıkladı. Bu tarihten bir yıl sonra, bu kez NASA kendisini uzay mekiği Discovery için mürettebat üyesi olmaya ve uzay programına tekrar katılmaya davet etti. Glenn daveti memnuniyetle kabul etti ve 29 Ekim 1998’de gerçekleştirilen uçuş ile bu kez de “uzaya giden en yaşlı insan” olarak bir kez daha tarihe geçti. Başarılı geçen uçuş sonrasında 1999’da Senato’dan emekli oldu.
John Glenn, hayatı boyunca denizcilik, pilotluk, astronotluk, kurumsal yöneticilik, senatörlük gibi bir çok görevde başarı ile yer aldı. Bununla da yetinmedi eşi ile birlikte Ohio Universitesi’nde John Glenn Enstitüsü’nü kurdu. Hemen belirtelim, bu programın kamu hizmetlerinin kalitesini arttırmak, gençlerin devlet görevlerinde yer almalarını teşvik etmek gibi amaçları vardır. Ayrıca Glenn’ler halen mezun oldukları Muskingum Koleji’nin mütevelli heyetinde yer almaya devam etmektedirler.

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

KAPALI KALPLER…

 

15171121_1471218469562784_8639383600498590034_n1
Bir zamanlar bir adam tanıdım, bir ilişkiye dolu dizgin başlar fakat karşısındaki kadın ona kalbini açar açmaz, kendi kalbini kapatmadan edemezdi sanki. Bu tür davranıştan, ilişkide “çekim aşamasına bağımlılık” olarak söz edildiğini duymuştum. Bu adamın kadınları incitmek gibi kötü bir niyeti yoktu. Gerçek ve sorumlu bir ilişki içinde olmayı içtenlikle istiyordu. O sadece, eşit bir eş ile somut bir beraberlik kurabilmesini sağlayacak kadar uzun bir süre ilişkiyi sürdürmesini sağlayacak spritüel becerilerden yoksundu. Bir kadında insani kusur ve zayıflıklar görür görmez hemen oradan kaçıyordu. Narsis (özsever) kişilik mükemmeliyeti arar ki bu, sevginin asla büyüyüp çiçek açma fırsatı bulamamasına yol açar. Başlangıçtaki coşku öyle çarpıcı ve öylesine boşuna umut verici olabilir ki bu ilk çekim aşamasını izlemesi gereken gerçek büyüme aşaması, öncekine kıyasla fazla renksiz, donuk ve üstlenilmesi çok zor bir durum gibi görünebilir. Diğer kişi gerçek bir insan gibi görünmeye başladığı andan itibaren, ego kendini geri çeker ve oynayacağı bir başka yer bulmak ister.
Böyle biriyle ilişkinin sonunda, kendimizi kokain almış gibi hissederiz. Çok hızlı ve heyecan verici bir gezi yapmışızdır ve o sırada çok anlamlı bir şeylerin cereyan ettiği duygusuna kapılmışızdır, Sonra birden bir yerlere çarparız ve anlamlı hiçbir şeyin cereyan etmemiş olduğunu fark ederiz. Bütün olanlar yakıştırma imiş. Şimdi bize kalan sadece baş ağrısıdır ve görebiliriz ki bu tür şeyler iyi değildir, sağlıklı değildir ve bunu bir daha yapmak istemeyiz.
Fakat bu tür ilişkilere çekilişimizin bir nedeni vardır. Bir anlam illüzyonuna çekilmişizdir. Bazen, gerçek bir ilişkide verecekleri hiçbir şeyi bulunmayan kimseler sanki Dünyayı sunuyorlarmış gibi çıkıp gelirler. Onlar kendi duyguları ile öylesine ilişiksizdirler ki çok yetenekli oyuncular haline gelmişlerdir, fantezilerimizin önerdiği her türlü rolü bilinçleri dışında oynarlar. Fakat çektiğimiz acının sorumluluğu yine de bize aittir. Çünkü ucuz bir heyecan arıyor olmasaydık, o yalana karşı o kadar savunmasız olmazdık.
Nasıl bu kadar budala olabilmişizdir? Böyle deneyimlerin sonunda kendimize sorduğumuz soru daima budur. Fakat bir kez onları yeterince yaşadıktan sonra, hiç de o kadar budala olmadığımızı kendi kendimize itiraf ederiz. Biz bunun bir uyuşturucu olduğundan pekala kuşkulanmıştık. Sorun şu ki onu istemiştik. Bu insanla oynanan oyunun ne olduğunu daha ilk on beş dakika içinde görmüştük, fakat duyduğumuz büyük keyif bize öyle çekici gelmişti ki onu görmemiş gibi davranmaya razı olmuştuk, belki bir gece, bir hafta ya da ne kadar sürecekse. Sizi ancak bir saatten beri tanıyan bir kimsenin “Olağanüstü güzelsiniz. Ne harika bir kadınsınız. Bu büyük bir buluşma. Sizinle çıkan adam ne kadar şanslı olmalı.” yolundaki sözlerinin, düşünen bir kadına kırmızı ışık yakması gerekirdi. Sorun şu ki, yaralarımız o kadar derin olabilir ki, derinlerde bir yerlerde, onların doğru olmadığından kuşkulandığımızdan, o sözleri işitmek için öyle büyük bir açlık içinde olabiliriz ki; onları işitmek için tüm akılcı yaklaşımları bir kenara bırakmamıza neden olabilir. Açlıkla kıvranırken çaresiz halde oluruz.
Kadınlar bazen bana şöyle derler, “Marianne, ben niçin her zaman duygusal bakımdan kırıcı erkeklerle karşılaşıyorum?” Yanıtım genellikle şu oluyor: “Sorun, senin onunla karşılaşmış olman değil; sorun ona telefon numaranı vermiş olman.” Sorun; bir başka deyişle, belli tipteki insanı kendimize çekişimiz değil, bizim belli tipteki insana çekilişimizdir. Duygusal bakımdan mesafeli olan biri bize, örneğin, anne-babamızdan birini ya da her ikisini hatırlatabilir. “Onun enerjisi mesafeli ve biraz eleştirici. Sanırım evimdeyim.” Şu halde sorun yalnızca bize acı vermesi değil, fakat o acı ile kendimizi rahat (evimizde) hissetmemizdir. Bu öteden beri bilip tanıdığımız halimizdir çünkü.
Bize sunacak hiçbir şeyleri bulunmayan insanlara tehlikeli çekilişimizin öteki yüzü, bize verecek şeyleri bulunan kimseleri iç sıkıcı bulma eğilimimizdir. Bizim bünyemize yabancı olan hiçbir şey içimize giremez ve orada uzun süre kalamaz. Bu, ister bedenimize, ister zihnimize aldığımız bir şeyden söz ediyor olalım, doğrudur. Eğer bir parça alüminyum kağıdı yutacak olsam, bedenim o rahatsız edici nesneyi atıncaya kadar kusacaktır. Eğer benimle bağdaşmayan bir fikri yutmam isteniyorsa, o zaman psikolojik sistemim o rahatsız edici fikri atmak için ayıbı kusma sürecinden geçecektir.
Eğer ben yeterince iyi olmadığım kanısında isem, bunun tersini düşünen bir kimseyi hayatıma almakta zorluk çekeceğim. Bu Grouche Marx sendromudur; beni kulüplerine almak isteyen herhangi bir kimseden hoşlanmayı istememek. Bir kimsenin beni harika bulmasını kabul etmemin tek yolu, benim kendimi harika bulmamdır. Fakat kendini kabul, ego için ölüm demektir.
Bizi istemeyen kimselere çekilişimizin nedeni budur. Biliriz ki onlar ana kapıdan girmeyeceklerdir. Ve sonra, kendimizi ihanete uğramış bulduğumuzda ve onlar çok yoğun fakat hayli kısa bir beraberlikten sonra bizi bırakıp gittiklerinde, sözde şaşırmış gibi yaparız. Onlar egomuzun planına mükemmel surette uyarlar. Ben sevilmeyeceğim. İyi huylu, erişilebilir insanların bize iç sıkıcı görünmelerinin nedeni, onların bizi deşmeleridir. Ego, duygusal tehlikeyi heyecan ile eşit tutar. İyi ve ulaşılabilir insanın yeterince tehlikeli olmadığını iddia eder. İşin mizahi tarafı şudur ki, doğru olan bunun tersidir. Ego için tehlikeli olanlar asıl o ulaşılabilir, el altında olan kişilerdir, çünkü onlar bize gerçek bir yakın ilişki olanağı sunarlar. Onlar belki bizi tanıyacak kadar yeterince uzun bir süre çevremizde dolaşırlar. Onlar şiddet kullanarak değil, sevgi yoluyla bizim savunmamızı ve direncimizi kırabilirler. İşte ego bizim bunu görmemizi istemez. Erişilebilir olan insanlar ego için korkutucudurlar. Onlar egonun kalesini tehdit ederler. Bizim onlara çekiliş duymayışımızın nedeni, aslında bizim ulaşılabilir olmayışımızdır.
MARIANNE WILLIAMSON
Sevgiye Dönüş Kitabından

Kaynak: Charlot Gabayın sayfasından alınmıştır

LİMONLARI KESİN, ARASINA DOĞAL TUZ KOYUN ve YATAK ODANIZDA BAŞ UCUNUZDA BEKLETİN… BU, HAYATINIZI DEĞİŞTİRECEK

limon-kaya-tuzu-odada-635x3201

 

LİMON TUZ İLE ETKİLEŞİME GİRİYOR, ORTAMA SÜPER BİR FERAHLIK SAĞLIYOR…
Limon ruh halinizi yükseltiyor, depresyon ve anksiyete bozukluğunun tedavisinde önerilir.
Odanızdaki Limon’un Hünerleri
Limonun arasını keserek açın, içerisine doğal tuz serpin ve ister cam kavanoz içerisinde ister olduğu gibi odanızın bir köşesinde bekletin. (Varsa kaya tuzu kullanmanız önerilir)

★ En doğal hava spreyi. Odanızın görünümünü güzelleştirir, havasını daha taze hissedeceksiniz.
★ Daha iyi nefes almanıza yardımcı olacaktır. Bronşit ve astımı tedavi eder. Ayrıca, zihni dinlendirir ve iyi hissettirir.
★ Akşamdan kalmışlığı ve yorgunluğu giderir. Sabah dinç uyanmanızı sağlar.
★ Gün boyunca enerjiniz dolar. Deneyin, sonuçları yakında göreceksiniz.
★ Mutfaktaki kötü kokuları gidermek için ve havadaki mikropları öldürmek için de 1 aynı uygulamayı yapabilirsiniz.

Kaynak: Bilgi Doktoru

Bitki Alemi kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Herkes kendi tercih ettiği şekilde yaşar Ama siz yine de bu hayat derslerine bir göz atın…

summer-karly-swing1

 

 

Herkes kendi tercih ettiği şekilde yaşar Ama siz yine de bu hayat derslerine bir göz atın Belki de kötü giden hayatınızı iyiye çevirebilecek bir ipucu vardır
* İyice tanımadan hiçbir insana bağlanma
* Bitmemiş ilişkilerin üzerine ilişki kurma, acı çeken sen olursun
* İyice soruşturup diğer insanların da haklı olabileceğini düşün
* Seni takmayanı sen de takma, konuşmayanla asla konuşma
* Güvenmediğin biriyle asla flört etme
* Yalanını yakaladığın kişinin düzelebileceğini düşünme
* İnsanlara doğru değer ver, haketmeyenleri sil
* Kimseye yalvarma
* Asla dönüp de arkana bakma
* Sır tutmasını bil
* Dostlarının yeri ayrı, sevgilinin yeri ayrı Sevgilin için dostlarını, dostların için sevgini satma
* Hakettiğin sevgiyi alamadın mı? Kendini üzme, sorun sen değilsin
* Kimsenin lafıyla dolduruşa gelme, ama aklının bir köşesinde de tut
* Bir ilişkiyi kafanda bitirdikten sonra iki çift tatlı söz,
iki damla gözyaşı için asla yumuşama
* Seni sevenlerle kullananları iyi ayırt et
* Seni dinleyip anlamaya niyeti olmayanlarla tartışma
* Emrivaki oluşturulan dostlukları kabul etme
* Eğer verdiğin o kişide kalmıyorsa ikinci bir sır şansı verme
* Dostun olacak insanları bazı kriterlere göre belirle
* Kendini öven insanlardan kaç
* Karşındakinin doğruyu söylediğini varsayma
* Kendine saygını yitirmene neden olacak hiçbir şey yapma
* Sorunun olduğunda insanlar zaman ayırıp seni dinliyorlarsa onların öğütlerini gözardı etme
* Göz göre göre su birikintilerine taş atma, mutlaka üzerine sıçrar

* Gözyaşlarının değerini bil Onları haketmeyenler için harcama
* Sana bahşedilen zekayı kullanmayarak Allah’a hakaret etme!
* Senin zekana inanan insanları hayal kırıklığına uğratma
* Kendini sev
* Alkol alınca kontrolünü yitirenlerle asla tartışma
* Dışarıdaki güneşe bakıp gülümse ve önünde koskocaman bir gelecek olduğunu unutma
* Dostluğunla yetinmeyenler için hiçbir fedakârlık yapma
* İnsanları kaybediyorsun diye ağlayıp sızlama, ama kazandığın insanların değerini bil
* Kimseye taşıyabileceğinden fazla değer verip bununla övünmesine fırsat verme
* Güvenmediğin kimseye aleyhine kullanılabilecek hiçbir koz verme
* İstediğini almak için asla duygu sömürüsü yapma
* Sana duyulan sevgiyi ve güveni istismar etme

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Sonsuz gibi görünen bir yolda yürüyen bir gezgin hakkında eski bir hikaye vardır.

15965917_1799349753648371_5665370402145721783_n1

AFFETMEK Mİ? 😦
Gezginin Hikayesi
Sonsuz gibi görünen bir yolda yürüyen bir gezgin hakkında eski bir hikaye vardır.
Bu gezgin, sırtına her türlü yükü yüklemiş. Sırtında ağır bir kum torbası, göğsünde içi dolu bir su kabı taşıyormuş. Sağ elinde garip şekilli bir taş, sol elinde iri bir kaya parçası varmış. Boynunda kötü bir ipe bağlanmış, eski bir değirmen taşı asılıymış. Ayak bileklerine bağlanmış ağır paslı zincirleri tozlu kumda sürüklemekteymiş. Başının üstündeki yarısı çürümüş bir kabağı yürürken dengelemeye çalışmakta, kötü talihinden ve kendisine eziyet veren elbiselerinden şikayet etmekte ve oflaya puflaya adım adım yürümekteymiş.
Tam öğle sıcağında yolda bir çiftçi ile karşılaşmış. Çiftçi ona;
– Hey yorgun gezgin, elindeki bu taşı ve kayayı niçin taşıyorsun? diye sormuş.
– Onları taşımak budalalık, diye cevap vermiş gezgin. Fakat şimdiye kadar bunları taşımanın budalalık olduğuna dikkat etmemiştim. Sonra taşı ve kayayı yolun kenarına atmış, kendini hafiflemiş hissetmiş.
Biraz daha gittikten sonra gezgin başka bir çiftçi ile karşılaşmış.Çiftçi ona sormuş;
– Ey yorgun gezgin, niçin başının üstünde bu yarısı çürümüş kabağı taşıyorsun ve niçin ayak bileğine bağladığın şu paslanmış ağır zincirleri sürüklüyorsun? Gezgin;
– Bunları bana gösterdiğiniz için çok teşekkür ederim. Kendime nasıl eziyet ettiğimin farkına değilim, deyip zincirleri çıkartmış ve kabağı yolun kenarındaki bir hendeğe atmış.
Yeniden kendini daha da hafiflemiş hissetmiş. Fakat yürüdükçe yine ıstırap çekmeye başladığını fark etmiş.
Tarladan geçen üçüncü bir çiftçi gezgini gözlemlemekteymiş ve ona seslenmiş;
– Ey iyi adam, sen sırtında çok ağır bir kum torbası taşıyorsun fakat biraz ileride istemediğin kadar kum var ve taşıdığın şu büyük su kabı ile çölü geçmeyi mi düşünüyorsun? Gittiğin yolun kenarında, biraz sonra göreceksin, çok temiz suları olan bir dere var ve bu dere yol boyunca akmaya devam etmektedir.
Bunu işitince gezgin, su kabını açmış ve kabın içindeki tatsız suyu yola dökmüş. Yoldaki bir çukura da kum çuvalındaki kumları boşaltmış.
Orada sessizce durmuş ve batan güneşe bakmış. Güneş ona son ışıklarını gönderiyormuş.
Gezgin kendine bakmış ve boynuna asılmış olan değirmen taşını görmüş; – Demek benim öne doğru eğik durmama sen sebep oluyorsun, demiş. İpi çözmüş ve değirmen taşını nehrin içine mümkün olduğu kadar uzağa atmış.
Yüklerinden kurtulmuş olarak akşamın serinliğinde kalacağı eve doğru yürümeye başlamış.
Peki siz?
Bir kum torbası taşıyor musunuz veya eski bir değirmen taşı ya da paslı ağır zincirler ve yarısı çürümüş su kabağı? Tüm bunları sırtınızda taşımaya devam ediyor musunuz?
Şimdi karar sizin. Ya onları atarsınız ve yolunuza devam edersiniz ya da tam tersi..
Yaşamınızda hiç bağışlamadığınız insan var mı?
Size geçmişten kurtulmanızı öneririm. Onlar sizi bağışlamasa bile siz onları bağışlayın…
Ergin BEŞİKÇİOĞLU

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Yüzyılın fotoğrafçısı Ara Güler’e soruyorlar; ‘Sen ne marka makineyle fotoğraf çekersin?’ diye…

16266033_1523833234312112_7086814449248318184_n2

Yüzyılın fotoğrafçısı Ara Güler’e soruyorlar; ‘Sen ne marka makineyle fotoğraf çekersin?’ diye. Şöyle cevaplıyor büyük Usta:
Fotoğraf makineyle mi çekilir? Şimdi en iyi, en gelişmiş daktilo bende olsa en büyük yazar ben mi olurum? Roman daktiloyla mı yazılır?..
Arkadaş, (gözleriyle kalbini göstererek) fotoğraf burayla; burayla çekilir. Ben Singer dikiş makinesiyle bile fotoğraf çekerim! Şunlara bak. Alıyorlar Leica’yı, Canon’u, Nikon’u ellerine, yola düşüyorlar. Bir köylü mü gördüler. Dur! İki şipşak, tamam.. Koyun sürüsü mü gördüler. Dur! İki şipşak, tamam.. Çadır mı gördüler. Dur! İki şipşak, tamam…
Ben bir çobanın fotoğrafını çekeceksem, onunla oturmalıyım, birlikte yemek yemeliyim, gece çadırında kalmalıyım.. Onu tanımalıyım. Fotoğrafını ancak ondan sonra çekebilirim..
Fotoğraflar Ara Güler