Dolunay Bolluk Ritüeli

4850-750x3751

 

 

13 Aralık Salı günü başlayacak olan dolunay etkisi, 14 Aralık Çarşamba günü en yüksek seviyesine ulaşacak. Aralık ayı dolunayının astroloji etkilerini Yılın Son Dolunayı yazımda iletmiştim, bu yazımda etkisi hafta boyunca sürecek dolunay sırasında neler yapabileceğimizi, hangi ritüelleri uygulayabileceğimizi aktaracağım.
Dolunay öncelikle Salı ve Çarşamba günleri ve bilhassa akşam ve gece saatleri yoğun şekilde etkili olacak. Dolunay dönemleri normalde kırmızı mum yakmayı her durumda tavsiye ederim ama bu seferki dolunay gergin enerjileri fazlasıyla tetikleme eğiliminde olacağı için sıcak renklere gitmemeye bakın. Özellikle Salı ve Çarşamba günleri sıcak renkleri kullanmaktan ve giyinmekten uzak durun. Bu hafta Salı, Çarşamba ve Perşembe günleri yapmanız gereken önemli bir iş görüşmesi, konuşma veya benzer bir aktivite içinde olacaksanız, kırmızı, bordo, sarı gibi renkleri ağırlıklı biçimde kullanmamaya gayret edin. Zira dolunay iletişimle ilgili sıkıntıları tetiklerken, Boğa ve Akrep aksında oluşuyor (Hint Astrolojisine göre) ve ani gerginlikler, biriktirdiklerinizi dışa vurma gibi enerjileri yansıtmaya dönük olabileceğiz. Dolayısı ile zaten öfke ve gerginlik enerjileri artmışken kırmızı ve türevleri renklerle bu duygulara daha da odaklanmamak doğru olacaktır.

Hangi renklere gitmek lazım? Daha çok mavi tonları, indigo (nazar boncuğu rengi) tercih etmeye çalışın. Lacivert ve mavi tonlarına yeşil veya turuncular ekleyebilirsiniz. Pembeyi bu hafta boyunca hayatınıza almaya çalışın. Depresyon etkilerini tetikleyen bu dolunay sürecinde pembe sizi içsel olarak rahat hissettirirken, mavi huzur enerjisini en yoğun veren titreşime sahip renktir. Turuncu ise neşelenmenize, hatta kendinizi şımartmanıza destek olur.
Öncelikle Dolunay dönemleri döngü kapanması, bir konunun duygunun sonuca ulaşması etkileri ile aslında hasat dönemlerini temsil eder. Ateş enerjisinin arttığı bu zamanlarda duş almak ve vaktiniz varsa evinizi temizlemek önemlidir. Özellikle Çarşamba günü evinizi temizleyebilir (sirkeli suyla) temizlik yaparken, evinizi arındırdığınızı, yeni bir sayfa açtığınızı ve yeni hayırlı başlangıçları kabul ettiğinizi tekrarlayabilirsiniz. Yatak takımlarınızı (çarşaf ve nevresim gibi) değiştirmeyi de ihmal etmeyin. Elinizde mevcut ise pembe tonlarını tercih ederek yenileyin. Salı ve Çarşamba günleri mutfağınız da ocağınızın temiz olmasına özen gösterin.
Dolunay Bereket Ritüeli Uygulaması:
Tarçın çok eski dönemlerden bugüne sağlıkta, tatlılarda ve bir çok alanda kullanılan özel bir besindir. Tarçın aynı zamanda bereket ve bolluğu getirdiğine inanılan bulması kolay keyifli bir bitkidir. Astrolojik olarak Venüs gezegeni ile temsil edilen tarçın, bolluk ve bereket ritüellerinde de sıklıkla tercih edilir.
Küçük bir tencereye su koyun ve içine 7 adet çubuk tarçın atın. Su kaynamaya ve tarçının kokusu yayılmaya başladığında; evinize, yuvanıza, işinize bereket gelmesini hayatınızda bolluk ve bereket olmasını niyet ederek, 270 kere Ya Kerim esmasını okuyun.
Esmanızı bitirince ocağı kapatın ve tarçınlı suyu soğumaya bırakın. Koku eve yayılana kadar ve su soğuyana kadar ellemeyin, bırakın. Tamamen soğuyunca tarçınları ayırın ve suyu evinizde yaşayanlarla birlikte için, tamamını bitiremezseniz önemli değil, içebildiğiniz kadarını tüketin.
Kalan suyu bir bitkinin veya ağacın dibine dökün. Tarçınları ise bir iple birbirine bağlayın ve hava alan bir yere balkonunuza, pencerenizin uygun bir yerine ama evinizle bağlantılı bir yere asın. Asarken veya astıktan sonra “Ya Kerim” esmasını 21 kere yeniden tekrarlayın ve bolluk bereket içinde olmayı temenni edin. Ya Kerim esmasına bu hafta boyunca devam edin (günde 270 kez). Astığınız tarçınlar en az bir sonraki dolunay dönemine kadar orada kalmalılar. Tamamen kaldırmaya karar verdiğinizde evinizde bir köşe de, kristal bir kase veya benzer bir obje içinde saklayabilirsiniz. Ama çöpe atmamalısınız.
Evinizde ve işlerinizde her daim bolluk içinde olmanız dileklerimle…

Kaynak: Derki.com

Şebnem Ekşib

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Nihat Kaymaz: Taksici olmasaydım kelebek çekemezdim…

 

Nihat Kaymaz: Taksici olmasaydım kelebek çekemezdim

Siirt’e yolumun ikinci defa düşmesi bu. İlki leopar araştırması içindi, bu kez ise fotoğraf editörümüz Sebati Karakurt ile birlikte bir kelebek ve bir insan hikâyesi için düştük yollara.

Kentin girişinde bizi batıdaki illerin aksine ‘Hoş geldiniz’ tabelaları yerine ağır silahlı zırhlı araçlar eşliğinde güvenlik görevlileri, caddelerinde sadece erkeklerden oluşan kalabalık, meydanında ise Nihat Kaymaz karşıladı. İriyarı ve sert görünümlü insanların içten gülümsemesi ekstra mutluluk yarattığından olsa gerek, Kaymaz’ın bizi görünce gülümsemesi ve sıcak karşılamasıyla keyfimiz yerine geldi.

Kısa bir hoşbeşten sonra “Bu sabah belediyeye kayyım atandı. Şehir biraz gergin. Kelebeklere gidelim” diyor ‘Nihat Abimiz’. Onun ön camı çatlak, sarı, eski model taksisiyle çıkıyoruz yola. Görkemli dağlara ve derin vadilere doğru kıvrıla kıvrıla giden yolda ilerlerken, bir yandan da sohbet ediyoruz.

 

‘BANA BÖCEKÇİ DİYORLAR’

Nihat Kaymaz: Taksici olmasaydım kelebek çekemezdim

Kelebek fotoğrafları Nihat Kaymaz’a ait. Kaymaz, bunları Siirt’te çekti.

Nihat Kaymaz, taksicilik yaparak günde ortalama 30 ile 50 lira arasında para kazanıyor. Bu parayla biri üniversitede, biri lisede, biri sekizinci sınıfta, diğeri henüz okula başlamamış olan dört çocuğuna bakıp, ev geçindiriyor. O anlatırken aklımdan plazalar, alışveriş merkezleri geçiyor… “İşimi çok seviyorum” diyor. Ve ekliyor:  “Çünkü beni doğaya götürüyor. İlçelere ya da köylere yolcu götürmek benim için kelebek fotoğrafı çekmek, doğada olmak demek. Taksi olmasa kelebek çekemem, kelebek çekemezsem de mutlu olamam” diye ekliyor içten bir gülümsemeyle.

 

Nihat Kaymaz: Taksici olmasaydım kelebek çekemezdim

 

Resim çizermiş önceleri makinesi yokken. “Senden başka buralarda bu işlerle uğraşan var mı?” diye soruyor fotoğrafçı arkadaşım Sebati Karakurt. “Buralarda pek kimse sanatla uğraşmaz. Makinem sürekli yanımda ama yine de şehirde dalga geçtikleri için çıkarıp onunla fotoğraf çekmiyorum. Bana böcekçi diyorlar” şeklinde  cevap veriyor.

Tek zorluk bu da değil onun için. Ama yılacak, pes edecek bir insan olmadığı belli. Kelebek peşinde kâh girilmesi tehlikeli ve yasak yerlere girdiğini, kâh bir kelebeği kurtarmak için kendini yolun ortasına attığını söylüyor. “Bilsem ki mayınlı bölgede daha önce görmediğim bir kelebek var, giderim valla” diyor yüzünde emin bir ifadeyle. O konuşurken Botan Çayı’nın dağları ayırdığı vadiye iniyoruz. O anlatıyor, biz dinliyoruz:

 

Nihat Kaymaz: Taksici olmasaydım kelebek çekemezdim

 

“Burada 17 tane baraj yapıyorlar. Kelebeklerin yaşadığı yerlerin hepsi su altında kalacak. 17 baraj nedir be abi!” derken gövdesini ön cama doğru eğerek dirseklerini arabanın direksiyonuna dayıyor ve uzaklara dalıyor. Kısa bir sessizlikten sonra yeniden doğrularak ekliyor: “Vallahi çok uğraştım bu kadar çok olmasın diye.”

Nihat Kaymaz şimdiye kadar Siirt’te 70 farklı türden 3000 kelebeğin fotoğrafını çekmiş. Hedefinin 100 tür olduğunu söylüyor. Bunların bazıları ise yaşadığı bilinen ama bugüne kadar kimse tarafından görüntülenemeyenler. “‘Dicle Güzelikelebeğinin peşindeyim. Ne zaman nerede göreceğimi biliyorum ama henüz tanışmadık. ‘Pakistan Zıpzıpı’ da öyle. Onu bu yıl çok aradım. Önümüzdeki yıl bulacağım. Ah bir de şu güvenlik sıkıntısı olmasa. 40 yıldır süren gerginlikten bıktım, yıldım. Güzellikler doğada. Ben de onların peşinden gidiyorum. Barış zamanı her yere gidebiliyordum.
Ne güzeldi…”
diye içleniyor.

 

Nihat Kaymaz: Taksici olmasaydım kelebek çekemezdim

 

Botan Çayı’nın kenarına iniyoruz arabayla. “İşte burası benim kelebek bankam” dediği yere park ediyoruz. Beyaz öncü kelebeğini iki gün önce burada çektim” diyor bagajdan fotoğraf makinesini alırken. Daha ilk adımlarda ‘Mezopotamya Kolotisi’ kelebeğine denk geliyoruz. Koca adam birden çocuk gibi neşeleniyor. O, kelebeğin; Sebati Karakurt, onun fotoğrafını çekiyor. Bir yandan da anlatıyor:

“Kelebek peşinde çektiğim fotoğrafları gören arkadaşlar ‘Burası neresi?’ diye soruyorlar. Fotoğraftaki yerin her gün geçtiği yolun üst tarafı olduğunu söylediğimde ise çok şaşırıyorlar. Kelebekler sayesinde buraları en iyi bilenlerden biri benim. Beni kelebekler gezdiriyor…”

 

FOTOĞRAF MAKİNESİNİ ÖĞRETMEN ARKADAŞI HEDİYE ETTİ

Nihat Kaymaz: Taksici olmasaydım kelebek çekemezdim

 

Nihat Kaymaz, “Çocuğumdan çok seviyorum” dediği can dostu öğretmen Hakim Çelik’in hediye ettiği fotoğraf makinesini yanından hiç ayırmıyor. Zaten fotoğrafçılığa da o sayede başlamış. Kelebeklere ve fotoğrafa olan tutkusunu, “Fotoğraf, hele de kelebek  çekmediğim gün strese giriyorum, gergin oluyorum. Ama kelebek çekmişsem de o gün dünyanın en mutlu adamıyım” diye anlatıyor.

Kaynak: kelebek…

Ortaya Karışık kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Basit yaşayacaksın. Basit

portre1

 

 

Basit yaşayacaksın. Basit
Mesela susayınca su içecek kadar basit…
Dört çıkacak, ikiyi ikiyle çarptığında.
Tek düğmesi olacak elindeki cihazin;
tek bir düğme, tek bir cümle gibi…
Sevince lafı dolandırmadan soylediğin
‘seni seviyorum’ gibi.
Basit bir öpücük yetecek sana…
Basit, sıcak bir öpücük;
ve o opücükle dolacak tüm günlerin,
tüm düşlerin.
O öpücük için yapacaksın hayatının kavgasını,
öpücük için yiyeceksin hayatının dayağını.
Kabak çekirdeği verecek sana
rakamların veremediği mutluluğu.
El yazısıyla yazılmış eğri büğrü bir mektup olacak
en değerli kağıdın -hep yanında taşıdığın, atmaya kıyamadığın.
İki harekette giyiniverecek,
iki harekette soyunuvereceksin.
Kısacık olacak uyanman,
ve yola çıkman arasında geçen süre;
Kısacık olacak sıcacık kollara dolanman ve
yolculuklara çıkman arasında geçen süre.
Kendin bile anlayabileceksin yazdıklarını;
bakışların bile anlatabilecek kendini.
Beklentilerin de basit olacak:
Kaf Dağı’nın önünde bekleyecek mutluluklar.
Bir ıslıkta bulabileceksin en uzun dostluk romanını;
ya da bir damla gözyaşı yaşatacak sana en ucuz
aşk romanını.
Pankreasının sağlığına dua edeceksin
kapatırken gözlerini.
Zafer işareti yapacaksın tuvaletten çıkarken.
Bir kaşarlı tost olacak aradığın
nasıl oturacağını
bilemediğin sofrada,
parmakların en kıymetli çatalın.
Yine, aynı parmaklar çözecek en karmaşık
denklemleri.
İskender’in kılıcı duracak avukat rehberinin yanında.
Bir filarmoni orkestrası veremeyecek sana
kontrplak bir gitarda doğru basılmış bir ‘fa diyez’in
mutluluğunu.
Makyajı ilk ‘a’ sına kadar bilmen yetecek.
Temizlik kokacak en pahalı parfümün.
‘Bilmiyorum’ diyebileceksin bilmediğinde ve
Çok normal olacak ‘onu da’ bilemeyişin.
Tek dereden su getirmen yetecek,
bir ‘istemiyorum’ diyebilmeye,
Ne durduğu farketmeyecek abanın altında.
Saatin, sadece saati gosterecek,
Telefonunu sadece telefon etmek için kullanacaksın,
Küçük bir not defteri olacak ‘bilgini’ en hızlı ‘sayan’.
Basit yaşayacaksın, basit.
Sanki yaşamın bir gün sona erecekmiş gibi
basit…
Nazım Hikmet Ran

Bazen fısıldanın gerçekler haykırışlardan çok daha güçlü olabilir…

hqdefault1

 

Yakın bir zamana kadar ülkemizde bir terörist saldırı olduğunda yabancı arkadaşlarım hemen mesaj atar, arar halimi hatırımı sorarlar, endişelerini dile getirirlerdi. Son terörist saldırılarda artık bunu yapmamaya başladılar. Onların bakış açısından sanırım artık Türkiye, bombaların patladığı ve insanların savaş ortamında yaşadıkları bir ülkeye dönüştü. Yalnızca biz değil, diğer ülkelerdeki dostlarımız da şiddeti kanıksadı. Artık bu şiddet bize normal geliyor ve büyük bir travma yaşandığında verilen tepkiyi kitlesel olarak veriyoruz: yani olup biteni hızla unutuyoruz! Unutuyoruz çünkü yaşanana mantıklı bir açıklama getiremiyor ve çaresizlik duygusu ile ne yapacağımızı bilemiyoruz.
Bu terör saldırısı beni hızla anılarıma götürdü. 1980’lerde henüz üniversite öğrencisiyken o yıllarda yapılan bir araştırmada Üniversite öğrencilerine içinde “Güneş mi dünyanın çevresinde dönüyor, dünya mı güneşin çevresinde dönüyor?” tarzı soruların da bulunduğu bazı sorular sorulmuştu. Önemli bir oranda Üniversite öğrencisi soruya, “ikisi birbirinin çevresinde dönüyor,” tarzında yanıtlar vermişlerdi. İlk büyük dehşetimi burada yaşamıştım. Aptallaşan bir gençliğin geleceğimizi nereye götüreceğini o an dehşet ile fark etmiştim. Bundan kısa bir süre sonra “İçinden Tramvay Geçen Şarkı” adlı oyunda, Nazi askeri kılığındaki bir kaç oyuncu İstiklal Caddesi’ne çıkıp, insanları kenara çekip duvara dayadılar. Ardından “Kimlik bitte!” diyerek kimlik kontrolü yaptılar ve üst baş aradılar. İnsanlar Alman aksanı ile konuşan Nazi kıyafetli askerlerin kendilerinden kimlik istenmesini yadırgamadılar. Bu ikinci olay dehşetimi daha da artırdı. Tümüyle boyun eğen, sorgulamayan, sorgulamaktan ve itiraz etmekten korkan bir topluma dönüşmüştük. İtaatsizlik yapamayan, karşı çıkamayan, sorgulamayan bir toplum ne yazık ki büyük acılar yaşayarak yok olmaya mahkumdur.
İşte öğretmen olmaya o zaman karar verdim. Bu karanlıkla nasıl mücadele edebileceğimi, ne yapabileceğimi düşünürken, birilerine itaatsizliği, özgürlüğü, sorgulamayı, anlamayı, eğriyi doğrudan ayırt edebilmeyi ve işini hakkıyla yapabilmeyi öğretmekten başka bir mücadele yöntemi olmadığını fark ettim.
Aslında bunun uzun bir yazı olmasını düşünmüştüm. 80’lerin son çeyreğinde, 90’ların başında ve sonunda, ardından 2000’lerde olan olayların nasıl birbirlerini hazırlaya hazırlaya bizi bugün yaşamakta olduğumuz bu karanlığa getirdiğini anlatacaktım. Sonra insanların 90’ların başında artık uzun metin okumamaya başladıklarını anımsadım ve daha uzun yazmaktan vazgeçtim.
Bugün, yapılabilecek tek bir şey var: Her ne yapıyorsanız yapın, onu hakkıyla ve mükemmel yapın. Bu karanlıktan çıkmanın yolu eleştirmek değil, karşı çıkmak, hatta mücadele etmek bile değil. Bunlar karanlığı azaltmıyor, karanlığın ömrünü uzatıyor. Bütün bu yaşananların bir yakıtı var ve bu yakıt bitmeden bu acılar da bitmeyecek. Bu yakıtı hızla tüketmek istiyorsak yapılacak şey karanlığa karşı yönelttiğimiz tüm enerjiyi çekebilmekte. Bu şüphesiz ki anlaşılması zor bir strateji. Bu sebeple uygulanması da zor bir strateji. Şu an insanlar marangoz hakkıyla marangozluk, öğretmen hakkıyla öğretmenlik, ayakkabı tamircisi hakkıyla ayakkabı tamirciliği yaptığında bu karanlıktan çıkabileceğimizi anlamayabilir. Ne olur sizler anlamayı deneyin. En basit haliyle durum şundan ibaret: ne zaman ki kişiler layık olmadıkları işlere getirilir ve ne zaman ki insanlar işlerini layıkıyla yapmazlarsa orada karanlık, bozulma ve çürüme kaçınılmaz olur. Daha büyük görevlerin o görevlere layık olan insanlar tarafından layıkıyla yapılabilmesi için, daha küçük işleri yapan insanların o işleri layıkıyla yapması gerekir. İşte bu sebeple ne olur işinizi layıkıyla yapın.
Elbette hayatını yitiren tüm kardeşlerim için üzüntü duyuyorum. Üzüntünün haykırarak ifade edilmesi hissedilen üzüntünün büyüklüğünü göstermiyor. Bazen fısıldanın gerçekler haykırışlardan çok daha güçlü olabilir

Hocam Cem Şen