Türkiye’de kutsal zeytin ağaçları arazi rantı için kesilip sökülüp yakılırken Kıbrıs Girne’de Altın Zeytin ödülü alan karikatür.

11951843_876611149087890_8062089520976361937_n[1]

Dipnot:30 Ağustos 2015 tarihinde paylaştığımız bu güzel ve naif karikatür zincirleme paylaşımlarla rekora koşuyor,binlerce kişi paylaşmış,dikkatimi çeken en önemli nokta paylaşanların hemen hemen hepsinin kadın profili olması.Kadınlar ”Bereketin” simgesi olan zeytinli karikatürü bu kadar sevdilerse bu bilgeliklerindendir,belki de ”Ah keşke bizim de böyle bir gelinliğimiz ve törenimiz olsaydı” isteği yatıyordur bu duyarlılıklarında gelinliklerinin yeşille sıvanması pahasına smile ifade simgesi Sağolun varolun….1.Ekim.2015

Kaynak: Antioche Orantes

Ortaya Karışık kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Böbrek sağlığına iyi gelen sebzeler

böbrek[1]

Beslenme düzeniniz her zaman doğanın sunduğu gücü yansıtmalı ve bedeninize iyi gelmelidir. Böbrekleriniz, her şeyin en iyisini hak eden, yaşam kalitesi için çok önemli organlardır. Beslenme düzeninizde, böbrek fonksiyonlarına iyi gelecek besinlere ve özellikle sebzelere yer vermelisiniz.

Soğanların bedende yağ birikimini önlemenin yanı sıra kan dolaşımına da iyi geldiğini biliyor muydunuz? Ayrıca böbrek fonksiyonlarını da tetikliyorlar.

Sağlıklı olmanın anahtarı sağlıklı ve dengeli beslenmedir. Yağlardan, işlenmiş yiyeceklerden, şeker ve tuz gibi maddelerden uzak durmak, böbreklerinize iyi bakmak için atabileceğiniz ilk adım.

Eğer sağlığınız üzerinde daha iyi bir etkisi olması için beslenme düzeninizi değiştirmeyi düşünüyorsanız; uzmanlar böbreklerinizi arındırıp koruyacak ve performanslarını arttıracak çeşitli yiyeceklere öncelik vermenizi öneriyorlar. Aşağıda organlarınızı tetikleyip en iyi şekilde çalışmalarını sağlayacak bu sebzelere bir kaç örnek vereceğiz:

1- Kuşkonmaz

kuskonmaz

Kuşkonmaz yedikten sonra idrarınızın aldığı ağır koku, bu güçlü sebzenin etkilerinden sadece birisidir. Bu güçlü kokuya kuşkonmazın içindeki, böbrekleri arındırmaya yarayan asparajin neden olur. Böbreklerinizi güçlü ve sağlıklı tutmak için, beslenme düzeninize kuşkonmaz ilave etmek çok iyi bir fikir olabilir. Ayrıca kuşkonmazın içindeki diğer vitamin ve mineraller de sağlığınıza iyi gelecektir. Kuşkonmaz yağ içermez ve bitki proteini açısından çok zengindir. Bol miktarda C vitamini ve lif içeren kuşkonmaz, doğal bir antioksidandır. Hem kim bu kadar lezzetli bir sebzeye hayır diyebilir ki?

2- Kırmızı dolmalık biber

dolmalıkbiber

Canınız kırmızı dolmalık biber mi çekti? İçerdiği potasyum sayesinde bu biberler böbrek dostu birer sebzedir. Dahası kırmızı dolmalık biberler likopen, A, C ve B vitaminleri, folik asit ve lif içerir.

Böbrek dostu bir yemek için biraz ton balığı ve doğranmış kırmızı dolmalık bibere en sevdiğiniz salatayı veya sebze karışımını ekleyin.

3- Lahana

lahana

Bedenimizdeki serbest radikallerle savaşan lahana, brokoli gibi güçlü ve şifalı sebzelerden birisidir. Bu sebzeyi beslenme düzeninize eklemeniz hem böbreklerinize hem de karaciğerinize iyi gelecektir. İçerdiği yüksek K, C ve B6 vitaminleri, lif oranı ve folik asit yüzünden bu sebzeyi kesinlikle gözardı etmemelisiniz.

4-  Karnıbahar

karnibahar

Lahana ile aynı özelliklere sahip karnıbahar böbrek dostu bir beslenme düzeni için çok uygundur. Karnıbaharı patates püresine ekleyebilir; ister çiğ ister pişmiş olarak salatalara ekleyebilir veya sirke ve zeytinyağı ile yiyebilirsiniz. Yüksek oranda C vitamini ve lif içeren bu sebze besleyici olduğu kadar da lezzetlidir. Tabağınızda, folik asit ve lif açısından zengin, böbreklerinizi temizleyip güçlendirecek, karaciğerinizin bedeninizdeki toksinleri atmasına yardımcı olacak harika bir öğün olacak.

5- En iyi doğal ilaç: Sarımsak

sarimsak

En yaygın bilinen ve eski doğal tedavilerden birisi olan sarımsak, enflamasyonu azaltır, enfeksiyonlarla savaşır, arındırır, kolesterolü düşürür ve doğal bir antibiyotiktir. Ayrıca sarımsak bedeninizin ihtiyaç duyduğu antioksidan ve pıhtılaşma önleyiciler de içerir.

Sarımsağı nasıl pişireceğiniz hakkında endişelenmenize gerek yok, kaynatıldığında bile bu özelliklerini kaybetmez. Sarımsağı pilavdan soslara kadar pek çok farklı ve lezzetli yemek hazırlamakta kullanabilirsiniz. Hatta sarımsaksız bir hayat düşünmek çok zordur!

6- Kadim bir dost: Soğan

sogan

Hem yemeklerinize lezzet katacak, hem de bedeninizi arındırmaya yarayacak bir sebze mi arıyorsunuz? Hem bedenimizde doğal olarak bulunan, hem de dışarıdan aldığımız yağ gibi kimyasalları ve toksinleri, bedenimizden atmaya yardımcı kuersetin gibi flavonoidler açısından zengin soğan tam aradığınız sebze! Soğan damarlarımızın yağ tarafından tıkanmasını önler, onları temizler ve kan dolaşımına iyi gelir. Ayrıca anti enflamatuar özelliğinin yanı sıra böbreklerimizi koruyan ve organlarımızın sağlıklı çalışmasına yardımcı olan soğan böbreklerimiz için de çok faydalıdır.

Soğanı salatanıza ekleyerek herhangi bir yemeğin yanında yiyebilirsiniz. Soğanlar düşük potasyum içerirler ve bu da böbrek sağlığı için önemlidir. Ayrıca metabolizmanızın protein ve karbonhidratları işlemesine de yardım ederler.

Böbrek sağlığınız için beslenme düzeninizi değiştirmeyi düşünüyorsanız, genel sağlığınıza iyi gelecek bu sebzeleri lezzetli birer alternatifler olarak ister çiğ ister salata olarak, isterseniz de pişmiş olarak beslenme düzeninize eklemenizi öneriyoruz.

kaynak: sağlığa bir adım

Bitki Alemi kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

ZOR İNSANLARLA İLETİŞİM – İNSANLARI DEĞİL AMA DAVRANIŞLARINI DEĞİŞTİRMEK SİZİN ELİNİZDE.

agresif-insan-e1378648941325[1]

İnsanları değil ama davranışlarını değiştirmek sizin elinizde İşte uyulması gereken kurallar… İletişim kurmakta güçlük çeken insanları ,”Zor İnsanlar” olarak adlandırıyoruz Zor insanlar, toplumdan topluma, kişiden kişiye göre farklı olarak tanımlansa da temelde benzer davranışlar gösteriyorlar Tüm zor insanların inatçı, hırslı ve kaprisli oldukları görülüyor Ancak unutmayın ki, insanları değil ama davranışlarını değiştirmek sizin elinizde…

Pek çok kişi çevresindeki zor insanlardan şikayet eder Evde, işte, okulda kısacası her ortamda bir zor insan bulunur Oysa aslında “zor insan” diye bir şey yok Zorlayıcı davranışlar var Ve maalesef bazı insanlar sürekli bu şekilde bir davranış içinde bulunuyorlar

Neden zordurlar?

Bazı insanlar karşılarındakinin performansını düşürmek ve onların şevkini kırmak için bilerek “zor” tavırlar sergiler Her zor insan birbiriyle aynı davranışları sergilemez Bazı zor insanlar sürekli konuşup hiç dinlemezken, diğerleri de hep son sözü söylemeyi tercih eder Kimisi sürekli sizi eleştirir Bazısı sessiz, bazısı agresif olabilir

Zor insanlara dair

• Eğitim ve bilgisi yetersiz olmasına rağmen kendisini çok iyi sananlar
• Bilgisi ve deneyimi yetersiz olmasına rağmen kendisini iyi sananlar
• Öncelikleri belirlemede beceri sahibi olamayanlar
• Hatasını olgunlukla kabul edemeyen, sürekli açıklama yapıp kendisini temize çıkarmak isteyenler
• Yavaş düşünen ve yavaş hareket edenler
• İşleri karıştıranlar
• Hiç konuşmayanlar, bilgiyi zorla ağzından aldığınız kişiler
• Yanlış anlamakta ısrar eden
• Karşısındakinin söylediklerine önem vermeyen
• Konum farklılıkları nedeniyle görüşürken o farkı hissettiren kişiler
• Karşılarındakine saygı göstermeyen
• Sadece kendi yaptığı şeyin önemli olduğunu düşünen
• Sürekli olaylar ve etrafındakiler üzerinde kontrol oluşturmaya çalışanlar
• Empati kuramayanlar
• Her zaman “ben haklıyım” diyenler

Zor insanlara nasıl yaklaşmalıyız?

Öncelikle bu kişileri kategorize edelim

Agresif insanlar: Saldırgan davranışlar içinde bulunan bu kişiye sakin bir şekilde kendinizi ifade edin ve size yönelik saldırgan tavırlara kendinizden emin bir şekilde karşılık verin

Her şeyi bilenler: Bu kişilerle mücadele ederken iyi hazırlanmak gerekir Asla meydan okumayın Aksine yeteneklerini övün Gerektiğinde hatalarını ortaya çıkaracak sorular sormaktan çekinmeyin

Şikayetçiler: Karşılarındakine güvenmezler Kendilerine olan güvenleri de çok değildir Eksik olan özgüvenlerini saklamak için memnuniyetsiz, her şeyden ve herkesten şikâyet eden bir tavır içine girerler Bu insanlara “Başkalarının göremediklerini görüyorsun ” şeklinde onların güvenlerini arttıracak cümlelerle yaklaşın Dinleyin ama asla tartışmaya girmeyin Ona karşı savunmacı davranmayın

Mağdurlar: İyi dinleyin ve onu anladığınızı gösterin Soruna odaklanarak onu değişim için motive edin

Gizlice Saldıranlar: Bu insanlara karşı ne kadar geri çekilirseniz o kadar üstünüze gelmeyi severler. Geri çekilmeyin. Şakaya vurun.

Zor insanlarla çalışabilmek için önce kendimizi, iletişim biçimimizi, yeterli ve yetersiz hissettiğimiz özelliklerimizi tanımamız gerektiğini söylüyor: “Böylece kişinin bize niçin zor geldiğini anlayabiliriz. İnsanların davranış biçimlerini değiştiremeyiz ama kendi tutumlarımızı değiştirerek onları durdurabiliriz. Sizin kararlı ve net olmanız onu durdurabilecektir. Sonra karşınızdaki kişinin iletişim biçimini değerlendirmek ve sakin olmak gerekir. Stres ve öfke ile mücadele edebilmek size üstünlük sağlar. Unutulmaması gereken en önemli şeylerden biri, zor insanların davranışları sizi hedef almamaktadır. Kişiselleştirmeyin ki baş edebilin.”

PARADİGMALAR İLE BAKIŞ AÇINIZI DEĞİŞTİRİN

Cüceloğlu’na göre: “Paradigma, bireyin iç ve dış dünyasını algılayıp yorumlamasında etkili olan tüm faktörleri kapsar. Algılama, yorumlama ve bilme süreçleriyle ilgili tüm etkenlerin yarattığı örgütlü ve dinamik düşünsel sisteme algı düzeneği ya da paradigma adı verilir. Paradigma, farkına varmadan taktığımız bir psikolojik gözlüktür; iç dünyamızı olduğu kadar dış dünyamızı da bu gözlük aracılığıyla görürüz”.

O halde paradigmamızı değiştirirsek olaylara bakış açımızı da değiştirmiş oluruz.

* Davut İbrahimoğlu

kaynak: sonsuz şifa

İdeal Bir Beden Ve Özgür Bir Zihinle ‘Hayata Merhaba’ Demek İsteyenler Buraya…

Bahar’la tanıştık, sohbet etmeye başladık. Bahar’ın 3 yıl öncesine ait fotoğraflarını gördüğümde onun azmine, cesaretine, kararlılığına ve disiplinine hayran kaldım. Ve bir kez daha anladım ki; konu zayıflamaksa her şey zihinde bitiyor. 7/24 yanınızda olacak bir danışmanla zihninizi özgürleştirerek fazla kilolarınızdan kurtulabilir ve en önemlisi ideal kilonuzu ömür boyu nasıl koruyacağınızı öğrenebilirsiniz. Haydi ne duruyorsunuz! Hemen 0533 743 52 25’ten Bahar’a ulaşın…

Anette İnselberg…

Şimdi de Bahar kendini ifade ediyor:

BU KIŞ MEVSİMİNDE FAZLA KİLOLARI UĞURLUYORUZ!

İDEAL BEDENDE BİR YAZA HAZIRLIK İÇİN EN İDEAL DÖNEM OLAN KIŞ MEVSİMİNİ DEĞERLENDİRMEYE NE DERSİNİZ?

slayt yeni 4  slayt yeni 5 

Size söz; kış bitecek, montunuzla birlikte fazla kilolarınızı da çıkarıp atacak, eski montunuzu bir daha asla kullanmayacaksınız, size artık bol gelecek;

ÇÜNKÜ BU SİSTEMDE ANLIK DEĞİL,

KALICI ZAYIFLAYACAKSINIZ.

slayt yeni7

Kilometrelerce uzağa gitmeden, bir tık kadar uzak, bir “Alo” kadar yakın…

Telefonunuz varsa, internet bağlantınız varsa, en önemlisi hedefiniz varsa kalıcı zayıflamak için başka bir şeye ihtiyacınız yok!

Sizin için hangisi en uygunsa o!

*CEP TELEFONU İLE SINIRSIZ HİZMET

*SKYPE İLE SESLİ-GÖRÜNTÜLÜ DESTEK

*WHATSAPP ÜZERİNDEN SINIRSIZ ANLIK PAYLAŞIM

*E-MAİL İLE DESTEK SEÇENEĞİ

   Diyet listesi yapmak yok, ilaç kullanmak yok, bıçak altına yatmak yok! Kesinlikle ürün satışının olmadığı bu sistemde kış mevsimini en iyi şekilde değerlendirerek ideal bedende özgür bir zihinle  ‘yaza merhaba’ diyeceksiniz.

slayt yeni9

Bugüne kadar kime başvursa kandırılmış, umutları çalınmış, maddi olarak sömürülmüş ve haliyle bize de inanmak istemiyor olabilirsiniz. Farkımızı kanıtlayabilmemiz için bize sadece bir şans verin. İster arayın telefonda, ister gelin yüz yüze konuşalım. İyi bir iletişim başarının anahtarıdır.

KALICI ZAYIFLAMAK İSTEYEN HERKES İÇİN ALTERNATİF SEÇENEKLERİM VAR.  

DETAYLI BİLGİ İÇİN;  

+90 533 743 52 25 baharpancukdeniz@gmail.com http://baharpancukdeniz.com/contact-us/

slayt yeni8 

ZAYIFLAYANA KADAR DEĞİL,

ZAYIF KALANA KADAR!

Ortaya Karışık kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Kızım Senin Merhaban Gelmiş…

11145890_10153654279473118_3268131505899268417_n[1]

Karikatür kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

BİR ÖĞRENCİMİN BANA ÖĞRETTİKLERİ…

57563-18112013_1425[1]
Kaliforniya’da Long Beachşehrindeki Eyalet Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak ders verirken, aynı sömestrde benim iki dersimi alan bir kız öğrencim dikkatimi çekmeye başlamıştı. Bu genç bayanın şu özelliklerinin farkına varmıştım: Her şeyden önce çok güzel bir kızdı; gözüm gayri ihtiyari ona gidiyordu. İkinci olarak çok iyi bir öğrenciydi; bütün sınav ve ödevlerde en yüksek notu o alıyordu. Ayrıca, çok hanımefendi, çok nezih bir kişiliği vardı. Bölümün bir pikniğinde kız öğrencimin nişanlısıyla tanıştım ve itiraf edeyim, ilk aklımdan geçen, “Armudun iyisini ayılar yer” düşüncesi oldu. Yukarıda özelliklerini saydığım o güzel kızın bana tanıştırdığı erkek, yirmi yedi-yirmi sekiz yaşlarında, saçı biraz dökülmüş, şişman denecek kadar toplu, çirkin, kısa boylu biriydi.
 
Bu kişiye parası için yüz vermiş olabileceğini düşündüm. Daha sonra öğrendim ki, bu genç adamın parasal gücü yok; başka bir üniversitenin psikolojik danışmanlık bölümünde doktora öğrencisi olarak okula devam ediyor ve ileride akademisyen olarak kariyer yapıp profesör olmak istiyor.
 
Acaba benim güzel öğrencim bu adamda ne bulmuştu? Bir hafta sonra ders çıkışı koridorda öğrencimin yanına yaklaştım ve Sally adıyla anacağım öğrencimle aramızda şöyle bir konuşma geçti:
 
“Sally, nişanlınla nasıl tanıştığınızı merak ediyorum?
 
“Bir kilise faaliyetinde aynı komitede çalıştık; o zaman tanıdım kendisini”
 
“Nesi seni etkiledi; hangi özelliklerini sevdin?
 
Sally, bir Amerikalı olarak bu soruyu hiç beklemiyordu. Amerikan kültüründe, bu tür sorular kişinin mahremiyetine tecavüz olarak kabul edildiğinden pek sorulmaz. Amerikan kültürüne göre ben o anda Sally’nin mahremiyetine ‘burnumu sokuyordum.’
 
Şaşkınlığı geçince çok içten, gözlerinin içi gülerek, “O şahane bir insan; o benim kahramanım! Ben ondan çok şeyler öğrendim” dedi.
 
O anda ilk hissettiğim şey kıskançlık duygusu oldu. Güzel bir kadının erkeğine, “Sen benim kahramanımsın” duygusu içinde bakmasının erkeğe verilmiş en büyük hediye olduğunu hissettim ve anladım. Bu hediyeyi, hayatım boyunca hiç almadığımı biliyordum ve o kişiyi kıskandım.
 
“Nasıl yani?” dedim.
 
“Frank bir yetimhanede büyümüş. Yetim olmanın ne demek olduğunu bildiği için, üniversite öğrencisi olunca, yetimhaneden iki çocuğa ağabeylik yapma kararı almış. Haftada on saatini onlara ayırıyor; onlarla buluşup oynuyor, kitap okuyor, onları müzeye götürüyor. Onların iyi gelişmesi için elinden geleni yapıyor. Biri ameliyat oldu, hastanede yatıyor ve Frank şimdi
 
akşamları hastanede kalıyor, geceleri ona bakıyor.”
 
Yüzüme tokat yemiş gibi oldum. Utandım. Kendime kızdım. Ben güya en yüksek eğitim düzeyine gelmiş biriydim ve karşımdakini hala dış görünüşe göre yargılıyor ve onu “ayı” olarak görüyordum. İçimdeki pislikten utandım. Bir süre sonra Sally’nin içinde yetiştiği aile ortamını merak etmeye başladım. Şöyle bir mantık yürüttüm: o adama baktığım zaman ben neden, ‘Armudun iyisini ayılar yer’ diye düşündüm? Çünkü ben, içinde yetiştiğim ortamda sık sık bu benzetmeyi duyarak büyümüştüm. İçinde yetiştiğim ortam beni nasıl etkilemişse, Sally’nin içinde yetiştiği ortam da onu öyle etkilemiş olmalıydı.
 
Birkaç hafta sonra Sally’e, ailesinin nerede oturduğunu sordum. Los Angeles’in üç yüz elli km kuzeyindeki bir kasabada oturuyorlarmış. Onun ailesiyle tanışmak istediğimi, bunu mümkün olup olamayacağını sordum. “Kendilerine bir sorayım, eminim sizinle tanışmak isteyeceklerdir,” dedi ve iki gün sonra, “Ailemle konuştum; sizinle tanışmaktan mutlu olacaklarını söylediler,” dedi. Dört-beş hafta sonra San Francisco’ya gidecektim, Sally’nin ailesinin yaşadığı kasaba yolumun üstündeydi, onlara uğrayabilir, onlarla tanıştıktan sonra yoluma devam edebilirdim.
 
Bu planımı Sally’e söylediğimde Sally, “O gün ben de aileme gidecektim; isterseniz beraber gidebiliriz,” dedi. Ailesine haber verdi. Onlar da sabah kahvaltısına gelmemizi söylemişler. Long Beach’ten sabahın altısında yola çıktık ve dokuz buçuk civarında Sally’nin ağabeyi Brian’ın evine vardık. Sally’nin babası George orada buluşmamızı uygun görmüş. Çok güleryüzlü bir aileydi. Brian’ın, en ufağı dört yaş civarında dört çocuğu vardı.
 
Ziyaret ettiğim bu güleryüzlü sıcak ailede, iki olay gerçekten dikkatimi çekti. Bunlardan ilki, Sally’nin babası George’un torunlarıyla konuşurken onların göz hizalarına inmesiydi. Bunu o kadar doğal yapıyordu ki, artık farkına varılmadan yapılan bir davranış olduğu belliydi. Sally’ye, babasının torunlarıyla hep böyle mi konuştuğunu sordum. “Evet” yanıtını alınca, kendisi çocukken de babasının, onunla göz hizasına inerek mi konuştuğunu sordum. “Evet, biz böyle biliyoruz. Ağabeyim Brian da çocuklarıyla böyle konuşur; ben de kendi çocuklarımla böyle konuşacağım. Biz böyle biliyoruz”, dedi. Tüylerim diken diken oldu. Ben üniversite öğretim üyesiydim ve insan psikolojisi benim uzmanlık alanımdı ama üç çocuğumdan hiçbiriyle göz hizasına inerek konuştuğumu hatırlamıyordum. Kendime kızdım; sonra kendime kızmaktan da vazgeçtim, beni yetiştirenlere kızdım. Sonra onlara kızmaktan da vazgeçtim ve bütün nesilleri yetiştiren kültür ortamına kızdım. Daha sonra kimseye kızmayacağımı anlayarak, oradaki öğrenme fırsatından yararlanmaya karar verdim. Torunlarının önünde diz çökerek konuşan dede George’a “Beyefendi, çocukların göz hizasına inerek konuşuyorsunuz!” dedim. Bana biraz şaşkınlıkla gülümseyerek, “Tabii, onlar küçük insanlar!” yanıtını verdi. Öyle bir bakışı vardı ki, bu bakış sanki ‘Bu kadar doğal bir şey ki, herhalde bunu herkes yapıyordur; sen yapmıyor musun?’ diyordu.
 
O bakışa karşı bütün yaptığım, mahcup bir gülümseme oldu.
 
Bu güleryüzlü sıcak ailede dikkatimi çeken ikinci olay, Sally’nin ağabeyi Brian’ın davranışı oldu. Brian, Pasifik ülkeleriyle ticaret yapan, oldukça varlıklı biriydi. Evlerinin büyüklüğünden, yüzme havuzundan, çiftliklerinden, arabalarının türünden ailenin zenginliği belli oluyordu. Kahvaltıdan sonra saat on bir dolaylarında telefon çaldı ve Brian bir süre telefonla konuştu. Ofisten arıyorlarmış, Koreli bir işadamı Los Anegeles’ta imiş, kendisiyle görüşmek için helikopterle saat 14’te gelmek istiyormuş. Başka bir randevusu olduğunu söyleyerek bu teklifi reddetmiş olan Brian, bize durumu şöyle açıkladı: ‘Dört çocuğum var ve her hafta biriyle dört saat başbaşa geçiririm. Bugün dört yaşındaki kızım Mary’le randevum var. Çocuklar çok çabuk büyüyorlar, eğer dikkat etmezsen, bir bakıyorsun, büyümüşler ve onlarla beraber zaman geçirme olanağı kaybolmuş.
 
Brian’ın yaşam vizyonunu sormadım, ama davranışından nelere öncelik verdiği belli oluyordu. Brian için çocukları şüphesiz en az işi kadar önemliydi. Brian’ın yaşamında bununla ilgili bir pişmanlık duygusu, bir ‘keşke’ olmayacak.
 
Sally’e sordum: “Baban seninle randevulaşır mıydı?”
 
“Evet”, dedi, “yalnız benimle değil, her çocuğuyla sırasıyla başbaşa zaman geçirirdi. Ve ilaveetti, “Biz böyle gördük, böyle biliyoruz. Benim çocuğumun da babası böyle yapacak!”. Gülümseyerek, “Nereden biliyorsun?” diye sordum.
 
“Biz Frank’le konuştuk” diye cevap verdi. Yine içim cız etti. Daha doğmadan çocuğun gelişme ortamıyla ilgili bir bilinç oluşmuştu.
 
Kendi çocuklarıma içim yandı. Evlenmeden önceki bilincimi, kafamın karmaşıklığını, evlendiğim kıza ettiğim eziyetleri ve ondan da acısı, kendi yavrularıma çektirdiğim acıları düşündüm. Biraz daha düşününce kendimin de acı çektiğini anladım ve bu sefer kendi çocukluğuma içim yandı. Daha sonra babamın, anamın çocukluğuna içim yandı. Ve son durak olarak ülkemin tüm çocuklarına içim yandı.
 
Yine kimseye kızamayacağımı anlayınca, ‘bundan sonra ne yapabilirimle ilgili düşünmeye karar verdim. İşte değerli okurum; yazdığım kitaplar, verdiğim seminerler, hazırladığım televizyon programları, ‘Ne yapabilirim?’ sorusuna verdiğim yanıtların öğeleridir. Sally’nin içinde yetiştiği ortamı görmüş ve anlamış biri olarak onun davranışlarına şimdi daha iyi anlam verebiliyorum. Sally, içinde yetiştiği ailede, varoluşun beş boyutunu da doya doya yaşayabilmişti. Çocuğun hizasına inerek onunla göz göze konuştuğunuz zaman çocuk, ‘Sen varsın, sen doğalsın, sen değerlisin, sen güçlüsün ve sen sevilmeye layıksın’, mesajı alır ve çocuğun CAN’ı beslenir.
 
Çocuğuyla randevusuna sadık kalan baba, ‘Seninle zaman geçirmek istiyorum, seni özledim’, mesajını güçlü olarak verir. Çocuk bu mesajı zihinsel olarak değil, sezgisel olarak alır ve aldığı bu sezgisel mesajlar sayesinde çocuğun hamuru, ‘Ben sevilmeye layık biriyim!’ diye yoğrulur.
 
Bir ana babanın çocuklarına verebileceği en büyük miras, varoluşun beş boyutunda beslenmiş ve buna inanmış güçlü bir CAN’dır
 
Yazan: Doğan Cüceloğlu

DÜŞÜNCELERİ DEĞİŞTİRMEK – Neale Donald Walsch

86119[1]

Ne düşünüyorsan O’sun. Düşünce olumsuzsa kısır bir döngü oluşturuyor. Döngü’yü kırmak için bir yol bulman gerekiyor.

Şu andaki deneyimlerinin kaynağı, daha önceki düşüncelerindir. Düşünce deneyimi yaratır, deneyim düşünceyi pekiştirir, düşünce yine benzer deneyimi yaratır. Eğer Çekirdek düşünceniz haz doluysa, bu, yaşamınızda haz yaratır. Olumsuzsa sürekli cehennem yaratır.

Yol, Çekirdek düşünceyi değiştirmektir.

Öncelikle düşünce-söz-aksiyon paradigmasını tersine çevir.

“Adım atmadan önce düşün” sözünü biliyorsun değil mi? Unut onu. Çekirdek düşünceni değiştirmek istiyorsan önce adım atmalısın.

Örneğin; yolda yürüyorsun ve ihtiyar bir kadın para dileniyor; onun bu ihtiyar haliyle günbe gün yaşadığını fark ediyorsun. İlk tepkin ona cebindeki paranın bir kısmını vermek oluyor. Eline cebine atıyor ve çıkardığın paranın beş dolar olduğunu görüyorsun. Tam verecekken düşünce devreye giriyor. Ne yapıyorsun? Deli misin? Cebinde zaten topu topu yedi dolar var. Ona beşini verirsen, sana iki dolar yeter mi? Bu kez cebindeki tek dolarlardan birini bulmaya çalışıyorsun. Yine düşünce: hey! Onlardan sende çok yok ki vermeye kalkıyorsun. Ona bozuk para ver de gidelim. Elini öbür cebine atıp bozuk para bulmaya çalışıyorsun. Bir yandan da utanıyorsun. Senin burada karnın tok, sırtın pek ve ihtiyar kadın için bozuk para arıyorsun. Eline küçük madeni paralar geliyor. En büyük madeni para birimini bulmak için elinin cebinde biraz fazla dolaştırırken kadının önünden çoktan uzaklaşmış olduğunu fark ediyorsun. Artık geriye dönmek de istemiyorsun. İhtiyar kadına katkın olmuyor. Kendine de. Bolluk bilinciyle paylaşmanın hazzını yaşamak yerine, kendini o kadın kadar fakir hissediyorsun.

Neden, kadına kağıt parayı vermedin! İlk tepkin buydu. Ama düşüncen davranışını engelledi. Bir daha ki sefer, düşünmeden yapmaya karar ver. Parayı ver. Onun kaynağında daha çook var. Seni o fakir kadından ayıran tek şey düşüncen. Sen paranın yine sana geleceğini biliyorsun. O bilmiyor.

Çekirdek düşünceni değiştirmek istiyorsan, yeni düşüncene göre davran. Ama bunda çabuk olmalısın, yoksa zihnin yeni düşünceni hemen öldürür. Öldürmeyi kelimenin gerçek anlamıyla söylüyorum.

Yeni bir gerçek, yeni bir düşünce, daha onu uygulamaya fırsat bulamadan ölecektir.

Karşına fırsat çıktığında, hemen yeni düşünceni uygula. Bunu sıklıkla yaparsan bir süre sonra zihnin yeni mesajı algılayacaktır ve senin düşüncen haline gelecektir.

Yeni düşünce, senin tek şansın. Gerçekten Kim Olduğuna doğru seni geliştirecek olan tek gerçek imkanın. Zihnin, şu anda eski düşüncelerle dolu. Sadece eski düşünceler değil, başkalarının eski düşünceleri. Düşünceni bazı konularda değiştirme zamanı.

Evrimleşme, gelişme denilen şey zaten bu.

* Neale Donald Walsch – Tanrı İle Sohbet

kaynak: sonsuz şifa

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »