
Yakın bir zamana kadar ülkemizde bir terörist saldırı olduğunda yabancı arkadaşlarım hemen mesaj atar, arar halimi hatırımı sorarlar, endişelerini dile getirirlerdi. Son terörist saldırılarda artık bunu yapmamaya başladılar. Onların bakış açısından sanırım artık Türkiye, bombaların patladığı ve insanların savaş ortamında yaşadıkları bir ülkeye dönüştü. Yalnızca biz değil, diğer ülkelerdeki dostlarımız da şiddeti kanıksadı. Artık bu şiddet bize normal geliyor ve büyük bir travma yaşandığında verilen tepkiyi kitlesel olarak veriyoruz: yani olup biteni hızla unutuyoruz! Unutuyoruz çünkü yaşanana mantıklı bir açıklama getiremiyor ve çaresizlik duygusu ile ne yapacağımızı bilemiyoruz.
Bu terör saldırısı beni hızla anılarıma götürdü. 1980’lerde henüz üniversite öğrencisiyken o yıllarda yapılan bir araştırmada Üniversite öğrencilerine içinde “Güneş mi dünyanın çevresinde dönüyor, dünya mı güneşin çevresinde dönüyor?” tarzı soruların da bulunduğu bazı sorular sorulmuştu. Önemli bir oranda Üniversite öğrencisi soruya, “ikisi birbirinin çevresinde dönüyor,” tarzında yanıtlar vermişlerdi. İlk büyük dehşetimi burada yaşamıştım. Aptallaşan bir gençliğin geleceğimizi nereye götüreceğini o an dehşet ile fark etmiştim. Bundan kısa bir süre sonra “İçinden Tramvay Geçen Şarkı” adlı oyunda, Nazi askeri kılığındaki bir kaç oyuncu İstiklal Caddesi’ne çıkıp, insanları kenara çekip duvara dayadılar. Ardından “Kimlik bitte!” diyerek kimlik kontrolü yaptılar ve üst baş aradılar. İnsanlar Alman aksanı ile konuşan Nazi kıyafetli askerlerin kendilerinden kimlik istenmesini yadırgamadılar. Bu ikinci olay dehşetimi daha da artırdı. Tümüyle boyun eğen, sorgulamayan, sorgulamaktan ve itiraz etmekten korkan bir topluma dönüşmüştük. İtaatsizlik yapamayan, karşı çıkamayan, sorgulamayan bir toplum ne yazık ki büyük acılar yaşayarak yok olmaya mahkumdur.
İşte öğretmen olmaya o zaman karar verdim. Bu karanlıkla nasıl mücadele edebileceğimi, ne yapabileceğimi düşünürken, birilerine itaatsizliği, özgürlüğü, sorgulamayı, anlamayı, eğriyi doğrudan ayırt edebilmeyi ve işini hakkıyla yapabilmeyi öğretmekten başka bir mücadele yöntemi olmadığını fark ettim.
Aslında bunun uzun bir yazı olmasını düşünmüştüm. 80’lerin son çeyreğinde, 90’ların başında ve sonunda, ardından 2000’lerde olan olayların nasıl birbirlerini hazırlaya hazırlaya bizi bugün yaşamakta olduğumuz bu karanlığa getirdiğini anlatacaktım. Sonra insanların 90’ların başında artık uzun metin okumamaya başladıklarını anımsadım ve daha uzun yazmaktan vazgeçtim.
Bugün, yapılabilecek tek bir şey var: Her ne yapıyorsanız yapın, onu hakkıyla ve mükemmel yapın. Bu karanlıktan çıkmanın yolu eleştirmek değil, karşı çıkmak, hatta mücadele etmek bile değil. Bunlar karanlığı azaltmıyor, karanlığın ömrünü uzatıyor. Bütün bu yaşananların bir yakıtı var ve bu yakıt bitmeden bu acılar da bitmeyecek. Bu yakıtı hızla tüketmek istiyorsak yapılacak şey karanlığa karşı yönelttiğimiz tüm enerjiyi çekebilmekte. Bu şüphesiz ki anlaşılması zor bir strateji. Bu sebeple uygulanması da zor bir strateji. Şu an insanlar marangoz hakkıyla marangozluk, öğretmen hakkıyla öğretmenlik, ayakkabı tamircisi hakkıyla ayakkabı tamirciliği yaptığında bu karanlıktan çıkabileceğimizi anlamayabilir. Ne olur sizler anlamayı deneyin. En basit haliyle durum şundan ibaret: ne zaman ki kişiler layık olmadıkları işlere getirilir ve ne zaman ki insanlar işlerini layıkıyla yapmazlarsa orada karanlık, bozulma ve çürüme kaçınılmaz olur. Daha büyük görevlerin o görevlere layık olan insanlar tarafından layıkıyla yapılabilmesi için, daha küçük işleri yapan insanların o işleri layıkıyla yapması gerekir. İşte bu sebeple ne olur işinizi layıkıyla yapın.
Elbette hayatını yitiren tüm kardeşlerim için üzüntü duyuyorum. Üzüntünün haykırarak ifade edilmesi hissedilen üzüntünün büyüklüğünü göstermiyor. Bazen fısıldanın gerçekler haykırışlardan çok daha güçlü olabilir
Hocam Cem Şen









Yorum bırakın