Çıkalım şu marketten!

44[1]

 

Markete gittiniz. Yeşil sapları, şık karton kutuları, minik yeşil etiketleri, tek renk, tek ses, tek yürek halleri, yüksek fiyatlarıyla tezgahların yıldızı, kan kırmızı domatesler. Yemediniz mi daha? Yiyeceksiniz! Zira onlar, modern dünyanın gurur kaynakları. “Tatmin olma” duygusu köreltilmiş, “yeter” sözünü defterinden çoktan silmiş insan evladının zeka ürünleri onlar. Onlara şimdi domates diyorlar. Devasa seralarda, tümüyle bilgisayar kontrolünde, topraksız koşullarda (su kültürü) yetişiyorlar. Her birinin köküne birer serum hortumu bağlı, damla damla dökülüyor azotlar, fosforlar, kalsiyumlar…
Hava mı lazım? Pompalar var, suyun içine gerektiği kadar hava basıyor.
Güneş mi lazım? Cıvalı ampuller var, fotosentezi artıran yüksek basınçlı ışık basıyor.
Kuş mu lazım? Aşkolsun! Zamanı gelince, salınıyor bambus arıları içeri, dölleniversinler, kurda kuşa muhtaç olmadan. Çünkü onlar doğanın güvensiz derbederliğine terk edilemeyecek kadar değerliler. Onlar, öbür dünyaya giderken yanımızda götüreceğimiz yatlar, katlar, plazmalar, plazalar…

Hâlâ markettesiniz. Süt içip kemikleri geliştirmek gibi bir inancın peşinde, dolaşıyorsunuz raflarda. O, beyaz sıvının içinde protein, vitamin, bir sürü bakteri, mineral filan olduğunu düşünüyorsunuz. Nasıl söylemeli, bilmem ki? Aramızda kalsın ama, onun içinde artık bir şey yok! İyisi mi bunu size, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden Prof. Dr. Ahmet Aydın söylesin: “Süt sağlıklı bir içecekken, raf ömrünü uzatmak için pastörizasyon, yüksek ısı uygulaması (UHT) ve homojenizasyonla çok zararlı bir ürün haline getiriliyor. Bu işlemlerle sütün içindeki tüm bakterileri öldürülüyor. Pastörizasyon, sütün vitamin ve mineralle zenginleşmesini engelliyor, sindirim enzimlerini tahrip ediyor, tahrip olan ve sindirilmeyen protein parçacıkları, bağırsaktan kanımıza geçiyor, vücut da bunları düşman olarak algılıyor ve bağışıklık sistemini tahrip ediyor. İnsan vücudu tahrip oluyor ve alerjik hastalıklara, bağışıklık sistemi hastalıklarına, romatizmal hastalıklara neden oluyor. Çocuklarda görülen kronik orta kulak iltihabının altında da süt kullanımı vardır.”

Hadi bunları geçtik bir kalem. Siz o sütü veren ineğin başına gelenlerden haberdar mısınız? İnek inek olmaktan çıkalı çok oldu. Ağaç talaşı, mermer tozu dahil önüne konan her şeyi yiyen, bol hormon ve antibiyotikle ayakta durabilen, deri kaplı et parçaları onlar. Günde 100 kilo süt veren inek yaptılar! Ne demek biliyor musunuz bu?

Alışverişe devam
Market arabasını sürmeye devam. Üzümleri gördünüz mü? Sanki bağdan yeni gelmişler. Dipdiri, ipiriler. Nereden geliyor bunlar? Şili’den. Şili mi? Evet! Kaç gündür buradalar? Üç-beş gün oldu. Düşünün, Şili’nin bir köyünde topluyorlar bunları. Uzun yolculuklar sonunda buralara geliyor.

Bir süre bizim manavda bekliyor. Alıyorsun eve getiriyorsun, evde de üç-beş gün daha, bana mısın demiyor mübarek. İyi ama, nasıl? Şahane şeyler var, adına ilaç diyorlar. Üzümlere verilen bu ilaçlardan birinin etiketindeki faydaları sayalım mesela: Dane büyüklüğünü artırır, dane ağırlığını artırır, dane şeklini daha düzgün olarak değiştirir, tam olgunlaşmada bile daneye parlak sarı yeşil rengini verir, güçlü üzüm çöpüne rağmen dane sıkıca sapa bağlı kalır, bu yüzden yükleme taşıma esnasında danelenme nedeniyle olabilecek kayıplar azalır, dayanıklı ve dirençli kabuk sayesinde hasat ve hasat sonrası olabilecek yaralanmalar en aza iner, hastalıklara direnç katar, kullanım dozu yükseldiğinde sofralık üzümlerde hasadı geciktirir, yüksek kalite ve standart sağlar, raf ömrü uzar.
“Oyy! İçime fenalık geldi, çıkart beni buradan” diye feryatlar eden okura biraz sabır.

Kayseri’ye gittiniz, eh dönüşte adettir memlekete biraz mantı götürülür. En ünlü mantıcının önünde durdunuz. Yol uzun ama mantılar vakumlu paketlerde, hiçbir şey olmaz bunlara. “Taaa Amerika’ya gönderiyoruz biz, hiç merak etmeyin” diyor satıcı. Aldınız birkaç paket, doğru evdeki derin dondurucuya. Günün birinde canınız çekti, attınız mantıları kaynar suya. Ama bu nasıl tat? Kıyması mı farklı, ne? Cahillik içinde yüzen okura bir bilgi daha: O, mantının raf ömrü uzasın diye içine konan azot gazının zamanla gıdayı zehirlemesinden kaynaklanan tat. Şimdilerde adlarına “gıda gazı” diyorlar.

Besinlerin raf ömürlerini uzatmak için içlerini gazla dolduruyorlar. Azot gazı da oksijen istenmeyen durumlarda inert atmosfer oluşturarak gıdaların kısa sürede bozulmasını önlüyor. Mesela, taze etlere de oksijen gazı veriyorlar ki, hep taze, kıpkırmızı görünsün. Yasal bunlar, girin internete “gıda gazı” diye, görün neler yediğinizi raf ömrü uğruna.

Daha durun! Petunya ve karnıbahar geni konmuş mısırlardan yapılan cipsleri de yiyeceksiniz. Geceleri de bahçenizi denizanası geniyle donatılmış buğdaylarla aydınlatacaksınız. Diyebilirsiniz ki, “hep olumsuz tarafından bakma, bu gelişmeler olmasa açlığın önüne geçilemez”. İyi ama açlığın nedeni gıda üretimindeki yetersizlik değil ki! Tam tersine, bugün dünyada gıda üretiminde fazlalık var. Öyle ki, tüm üretilen besinleri toplayıp dünyadaki insan sayısına bölseniz, kişi başına günlük 2720 kilokalori gıda düşüyor. Bu hepimizi besler de, yusyuvarlak bile yapar. Sorun gıda üretiminin yetersizliği değil, aç olanların gıda alacak paralarının olmaması.

Ama, daha da vahimi, biz de o süt, domates, üzüm gibi oluyoruz. Neye ağlayıp neye güleceğimizi birileri bize anlatıyor. Kimi sevip kimden nefret edeceğimizi de. İnsan ilişkilerini artık klavye ve monitor üzerinden kuruyoruz. Tanışmadığımız insanlarla klavyelerle kavga ediyoruz. Gün geliyor, öldürüyoruz. Adına “bilgi” dedikleri rafine verilerle zihnimizi doldurup enselerinde barkod yapıştırılmış mamül ürünler oluyoruz. Bir an önce çıkmak lazım bu marketten, hadi durmayın, acele edin. Çıkın dışarı, “Ben sütçümü, yoğurtçumu istiyorum” deyin. “Eciş bücüş mısırları, yamuk yumuk pembe domatesleri de istiyorum” deyin. “Adını, sanını, derdini tasasını bildiğim manavımı da istiyorum” deyin. Hele bir başlayın istemeye, arkası gelir mutlaka. Benden söylemesi, yoksa yapıştıracaklar barkodu ensenize.

KAYNAK: GIDA GÜVNLİĞİ HAREKETİ

Bitki Alemi, Ortaya Karışık kategorisinde yayınlandı. 16 Comments »

16 Yanıt to “Çıkalım şu marketten!”

  1. umutkisa Says:

    Sevgili Anette, yazarın ismini ve mümkünse ekşi sıfır kitabının da yazarı olduğunu verirsen yazının altında eminim, yazısını yayınlamana sevinecektir. Sunay Demircan, Eksi Sifir’in Yazari

  2. Sevda Says:

    İyi güzel yazmışsınız kaleminize sağlık da bu tetrapak ambalajlı sütleri daha sagliklı diye sizler tv lerde boy boy çıkıp anlatmadiniz mi?
    Biz ayşe teyzeden, catalca dan süt getiren hasan amcadan süt alırken “bakteri sutleri cocuklarina iciren cahil anneler” bizleri cahillikle şuclayan siz uzmanlar değil miydiniz!!!!
    Şimdi sizlere uyup tetrapak ambalajli down sendromlu nesil açığa çıkınca mi gerçekleri halka açıklayarak vicdaninizi temizliyorsunuz. neden sosyal sorumluluğunuzu yerine getirmek için bunca yıl beklediniz?
    Ben hala semt pazarından köylü teyzelerimden alışveriş yapıyorum ama biliyorum ki onların da market ürünlerine yakın sattıkları ürün. Ne yapacağız ? Sizce ne yapalım ?
    “Hadi gel köyümüze geri dönelim ” desek mesleklerimizi nerede icra edecegiz ?
    Problemin varlığını ortaya çıkarmak yeterli mi sizce ?
    Çözüm????

    • harun Yıldırım Says:

      Tşk Sevda hnm çok doğru tespit Başka bir örnek,Amerikanın en ünlü prof’u çıkıyor tv de DİŞ macunu kullanmayın diyor Dişinizi sirke,karbonat ve temiz su ile parmağınızla fırçalayın diyor,Ne hikmetse sizinde belirttiğiniz uzmanlar her dakika reklamlarda şu marka diş macunu ve fırçayı kullanın diyor ne zaman ticaretleri bitiyor konuşmaya başlıyorlar.Zamanımızda etik artık böyle işliyor

      • Yavuz Says:

        Harun yıldırım bana yabancı geliyorsun dış hekimiysen kendini yanıt kibrislimisin…

      • Yavuz Says:

        Harun yıldırım bana yabancı geliyorsun dış hekimiysen kendini yanıt kibrislimisin…

  3. Yaso Says:

    Kesinlikle kelimesi kelimesine çok doğru!!..Fakat bizlere müstehak!!.. Çünkü insanlar o kadar mükemmelliyetçi ki!!..Her şeyi her an bulmak, ((gecenin 12’sinde bile, tazemi diye soran mı ararsınız ya da bu kadar mı pasta kaldı diye soran mı)) taze olmasını istemek ((yani katkıyı koy diyorlar!!)) görselinin mükemmel olmasını istemek, gibi!!..Ben bir pastane işletiyorum!..Aile şirketi…54 yıldır dondurma yapıyoruz!!..En doğalından!.. kremalı pastalarımızda ve diğer tüm ürünlerde ne katkı ne koruyucu ne de boya kullanmıyoruz!!..Ürünlerimi günlük getiriyorum!!..İmâl yerimizden!..Örneğin profiterol!..Kremamızda asla katkı olmadığı için ve hamurunda..Müşterim benden alıp evine götürüp o gün yemeyip ertesi güne açtığında o paketi bir de oda sıcaklığında beklettiğinde..Ne oluyor biliyormusunuz?..Pastaneme diğer gelişinde; “sizden şunu şunu aldım geçen gün aldım bozuktu, bayattı kreması ekşimişti” gibi sanki çok anormal bir durummuş gibi isyanda bulunuyorlar!! Anlatıyorum; bu ürünü hemen tüketmelisiniz koruma maddesi yok diyorum!!..Bu cümleyi kurduğum zaman yüz ifadeleri ne diyor biliyormusunuz?…O konuyla ilgilenmiyorum, ben onu bunu bilmem diyor!!…İnanın çok dertliyim ve kendi kendime düşünüyorum niye bu kadar aklımızı yitirdik diye!!…İnsan mükemmelliyetçi oldukça doğallıktan, gerçeklerden uzaklaşıyor aklı ve hep istiyor!!..Hiç bir kusur olmamalı diyor ve düşünme mekanizmasını kaybediyor!!..Diyor ki bu mide hep en mükemmelini en yumuşağını, en renklisini alsın!!..Alt yapısı pek önemli değil!!…Görselliğni koruyabildiyseniz ve hep yumuşaksa, tadı yerindeyse gerisi gerisi pek önemli değil!!…

    • Şermin Doğru Says:

      Sizi tebrik ediyorum. Ve bu açıklamayı müşteriye yapmanız sizlere müşteri kazandırır. Artık norman dönecek insanımız inşallah

  4. yüksel Says:

    ben bir kanser hastasıyım 4 yıldır devam eden tedavim bir ömür boyu dikkat etmem gereken sağlıkı beslenme ama bu okuduklarımızla her an ölümü soluduğumuzu biliyoruz doğal beslenme yolları arıyoruz her yer şimdi katkısız organik ürün oldu iyide şimdi onlarada güvenemiyoruz bu emperyalizmin çarkı İNSANLIĞI yok etmeye devam edecek daha çok para daha çok kazanç hırs evet insanoğlunun hırsı sonunu getiriyor sayanileşmenin çarkında yok olmaya devam edeceğiz ilgiyle okudum .teşekkürler

  5. çağlar Says:

    Yorumları yazıdan daha çok beğendim. Kurunun yanında yaşı da yakan bir yazı olmuş bu. İlaç arge’sinde çalışmış, yem katkı üretimi arge’sinde çalışmış bir Kimya Mühendisi olarak teknik anlamda yazının dilini de sorunlu bulduğumu söylemeliyim.
    Evet tamam bahsedilen ürünlerin üretim yöntemlerinde durum çok iç açıcı değil ama enseyi bu kadar karartmak bazı şeyleri abartıp olmayan dertleri edinmeye de götürüyor bizi.
    Sanırım insanların sağlıkla ilgili hassasiyetlerini kullanarak kendine alan yaratan da bir sektör oluştu artık ve biri on yapmak da onların karına oluyor.

  6. Nazan Says:

    Manavdakiler farklı mı. Ben köyümü istiyorum olsa, köylerde topraklar ilaçsız mı. Doğal hayata dönmek için önce cep telfnlarından uzaklaşmaya başlayın denirse ve tüm dünyayı kirleten şeylerden……sonra şey olsa şey yani,….. bilmiyorum.. 😐 ama mutlaka bir yolu vardır bozmadan dünyayı yaşayabilmenin…

  7. Dr. Rauf Says:

    Demokrasi : Svg saygı
    Adalet mülkün temeli
    Gençlik güzel enerjili düzgün insan
    Huzur düzgün insan in,on
    Olmayan out ,off
    Gülen yüzler solmasın
    Türkiye gerçek insan ın
    😘💐🙏🎻

  8. Mukaddes Says:

    Yazı çok güzel anlatıyor kapitalist sistemi.ama çözüm üretmek bu aşama da daha anlamlı,köylerimizde organik toprak kalmadı.bilmem kaç metre derinlere kadar zehirlenmiş köylünün ürettiği ürünlerin ne kadarı sağlıklı ama yine de mümkün mertebe kendi toprağını gübreyle kuvvetlendirip ürün yetiştiren küçük üreticiden almaya çalışıyorum sebzelerimi.sağlıklı yaşamak ve beslenmek artık çok zor böyle devam ederse….Sistem insan sağlığını bozup ilaç sanayiine mahkum etmek üzerine kurulmuş.sağlıcakla….

  9. Yıldız Yurttaş Says:

    Marketler konusunda sonuna kadar haklısınız..Mahalle Bakkalları satacağı ürünü nereden temin ediyor. Çok mu farklı.. Devlet politikası gerekir sağlığa zararlı ürünleri yasaklasınlar. Ama birilerinin rantına mani oluyorsa tam tersi teşvik ediliyor. Şeker pancarı üretimini yasaklayıp mısır nişastasından elde edilen şekeri sürüyorlar piyasaya ( cargill)..Radyasyonlu çayı bile içmişti bakanın birisi… Rant herşeyin önündeyken marketten çıksak ne değişir ki…

  10. zahide coşar Says:

    Keşke olay sadece gıda olsa teknolojik aletler elimizden düşüremediğimiz özellikle çocuklarımızın düşüremediiği cep telefonları soluduğumuz kirli hava yüksek binaların engellediği hava giysilerimiz den tutun ve oyuncaklara kadar sentetik ve kötü plastik kullanımı sonunda kanser vakaları tabii ki artış gösteriyor


Yorum bırakın