HAYATI ERTELEME…

ertelemek-nedir1

Kırmızı elbisesi gardırobunda asılıydı, Annem ölürken,o tüm yaşamı boyunca giydiği, dizi dizi koyu renkli, eski elbiselerin yanında adeta sırıtıyordu.
Beni çağırmışlardı
Ve annemi gördüğüm anda
Çok fazla ömrünün kalmadığını anlamıştım.
Kırmızı elbiseyi görünce ,ona
“Anneciğim, ne kadar güzel bir elbise bu böyle!” dedim.
“Hiç üzerinde görmemiştim”
“Hiç giymedim ki ” dedi usulca.
“Otur yanıma Millie,
Eğer ölmeden önce başarabilirsem
Sana bir ders vermek istiyorum.”
Yatağın kenarına ilişiverdim.
Annem derin bir soluk aldı,
Hiç tahmin edemeyeceğim kadar derin bir soluk.
“Çok fazla vaktim kalmadı ama,
Artık bazı şeyleri görebiliyorum,
Size hep iyi şeyler öğrettiğime inanırken,çok yanlış şeyler
öğrettiğimi fark ettim.”
“O nasıl söz öyle anneciğim ?”
“Öyle,her zaman , iyi bir kadının
Asla önce kendisini düşünmemesi gerektiğine inandım,
Hep başkalarını düşünmeliydim kendimden önce.
Onun, bunun, her zaman
Herkesin isteklerini yerine getirmeliydim,
Benim isteklerim ise, başkalarının isteklerinin altında ezilip kaldı hep.
Belki günün birinde benim isteklerim de gerçekleşirdi. Ama o gün hiç gelmedi.
Tüm yaşamım böyle geçti, fedakarlıklarla.
Baban için, erkek kardeşlerin ve kız kardeşlerin için, senin için yaptığım fedakarlıklarla.”
“Evet , anneciğim, bir annenin yapabileceği her şeyi yaptın.
“Ah, Millie ah, ne senin için,
Ne de onlar için yaptıklarımın bir yararı olmadı.
Anlamıyor musun?
Sizlere hataların en kötüsünü yaptım.
Kendim için hiçbir zaman hiçbir şey istemedim.!”
“Baban şimdi yan odada,öfkeyle duvarlara bakıyor.
Doktor ona öleceğimi söyleyince,
Yanıma geldi ve ölmeden önce öldürdü beni.
“Ölemezsin, beni işitiyor musun?
Bana ne olacak sen ölünce?.”….
Evet, çok zor olacak , biliyorum.
Mutfakta tavanın bile nerede olduğunu bilmez , biliyorsun.”
“Ve sizler, çocuklarım,
Her zaman, hepinize koştum.
Haftanın yedi günü
Evde ilk uyanan, son yatan hep ben oldum.
Yanık ekmekleri ve en küçük çöreği hep ben yedim.”
Bir kadının verici olmaktan öte bir görevinin olmadığını,
Hatta bir kadının verici olmazsa, var olmadığını öğrendiler.
Biriktirdiğim her kuruşu,
Giysilerinize, kitaplarınıza harcadım,
Çoğu zaman gereksiz bile olsa.
Yaşamımda bir kez bile , alışverişe çıkıp,
Kendime güzel bir şey satın almadım.
“Sadece geçen yıl, gördüğün o kırmızı elbiseyi aldım.
Sakladığım bir yirmi dolarım vardı.
Tam çamaşır makinesini tamir ettiririm o parayla derken,
Eve o koskoca paketle döndüm o gün.
Baban çok üzdü, yıktı o gün beni.
“Böyle bir elbiseyi nereye giyeceksin ki?
Operaya mı gideceksin yoksa?
Sanırım haklıydı. O elbiseyi hiç giymedim,
Mağazada denemek için giymekten başka.
“Ah Millie, eğer bu dünyada kendini düşünmezsen,
Öbür dünyada mutlu olunur sanırdım.
Ama artık inanmıyorum buna.
Bence Tanrı, isteklerimizi bu dünyada
Ve şimdi gerçekleştirmemizi istiyor bizden.
“Millie, şimdi bir mucize olsa
Ve bu yataktan kalkabilsem,annen çok farklı bir insan olurdu.
Ama ben sıramı böyle savdım.
Belki zor olurdu öğrenmem,
Ama öğrenirdim Millie, ÖĞRENİRDİM!
Annemin bana son sözleri şunlar oldu;
“Millie, benim yolumdan gitme,söz ver bana.”
Anneme söz verdim.
Annem ise sırasını savdı..
Ve son nefesini verdi.
Buna benzer pek çok şey okumuşuzdur. Hemen hepsi de yaşamı ertelemememiz gerektiğini ve her günü yaşamın son günü gibi yaşarsak, yaşama anlam katacağımızdan söz eder. Ben bunu okurken çok sevdiğim bir dostumu hatırladım. Yirmi yıllık evliliğini ihanet nedeni ile bitirme noktasındayken yanındaydım ve ağlıyordu. “Biliyor musun?” dedi, “Ben niye ağlıyorum?”
“Yirmi yıldır hemen her gün pilav yaptım, evdekiler seviyor diye.Kimi gün şehriyeli, kimi gün domatesli, kimi gün bulgur.
Bir tek gün bile sade pilav pişirmedim.
Oysa benim en sevdiğim Sade pilavdı….!
Alıntı

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Vazgeçmenin Gücü…

8b54e6937d53af48a407b2e032abdb641

“Dört psikolog arkadaş bir gün bir deney yapmaya karar verirler.
Amaçları düşünce gücüyle mum ışığını söndürmektir.
Bir mum yakarak masanın üzerine koyarlar ve masanın etrafına otururlar. Olanca güçleriyle muma yoğunlaşırlar. Mumun ışığında herhangi bir hareket yoktur. Yoğunlaşmaya devam ederler ama mum ışığında en ufak bir titreme bile olmaz.
Bir saati henüz devirmişlerdir ki tam o sırada sokaktan gürültüyle bir kamyon geçer. Dışarıdan gelen gürültüyle birlikte bu dört arkadaş irkilir ve muma yoğunlaşmayı bırakırlar. O anda mumun ışığı sönüverir.
Evrenin kuralı bellidir: İste ve serbest bırak.
Serbest bıraktığında her ne istedi isen o sana geliyor. Ama önce istemek zorundasın.
Newton kafasına elma düşünce yer çekimini buldu. Halbuki o güne kadar pek çok insanın kafasına ağaç altında uyurken elma düşmüştü. Peki neden Newton yer çekimini buldu da diğerleri bulamadı? Çünkü Newton kafasına elma düşmeden önce binlerce saatlik bir uğraş vermişti. Yine bir gün çalışmaktan yorgun düştüğü bir sırada uyuyakaldı yani serbest bıraktı ve bilgi kafasına düştü.
Doktor iğne yaparken bile fazla kasmayın kendinizi diyor. Neden? Çünkü kendini kasarsan iğne vücutta rahatça kılcal damarlara ulaşamaz. Kendini serbest bırakmadığın zaman akamazsın. Akış ancak rahat ortamda gerçekleşir.
İşte bütün bunlar aslında vazgeçmenin gücüdür.

Cem Özüak

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Işıklar içinde uyu. Orada bizi biz yapan, kalbimizi anlatan kim varsa selam söyle. Seni seviyoruz

fft267_mf25017801

 

O çapkın bir sevgili, o Hababamın yakışıklısı. Bazen hasta kardeşi için kitaplarını satan bir ağbi. Aşk için damlara çıkan bir deli divane. Fabrikatör babası Hulusi Kentmen’nin haylaz oğlu. Tam genç kızların hayalinde ki gibi, ince zayıf, boylu poslu.
İzmirliyim ben ama bilen bilir, Bakırköy’de büyüdüm. Kenan Par’sın piyango bayinden bilet alan, Erol Taş’ın kahvesinin önünden geçen, bir çocukluğum oldu. Hiç tanışmadık Tarık Akan’la ama yanımdan çok geçip gitti. Bazen el sallardım, o da el sallardı gülümseyerek. Yılların alışkanlığı tabi, tanınmış biri olmak böyle bir şey
Şimdi bana kim öldü derseniz. O Hababamın yakışıklısı öldü derim. Çapkın sevgili derim. Daha neler derim de. Tarık Akan öldü demem.
Zaten bir sinema sanatçısının arzusu bu degil midir. O da öyleydi işte. Oynadığı her rolde bizden biri yaptığımız her karakterle defalarca bizi kendini sevdiren.
Işıklar içinde uyu. Orada bizi biz yapan, kalbimizi anlatan kim varsa selam söyle. Seni seviyoruz

Murat Ginlik

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Enerji Bitiriciler/ Enerji Yükleyiciler

14355180_10207238899711925_4040224720270558772_n1

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

İnsanlığa en büyük hediye Küba’dan mı geliyor?

page_kubali-doktorlar-basardi-kanseri-durduran-asiyi-buldular_8633231391

 

Küba en yoksul dönemlerde bile bilim ve araştırmadan vazgeçmedi. En büyük mucize de sağlık alanında oldu. Tahmini ömür süresi 80 yıl, ABD’den fazla. Bebek ölümleri bazı yerlerde sıfır! Hastaneler herkese bedava. Ama esas bomba, kanser aşısı Cimavax. Japonya ve Avrupa’dan sonra Amerika da klinik testlere başladı. Kübalı idealist doktorlar 5-10 yıl içinde insanlığa yüzyılın hediyesini, Castro kardeşlere de “altın vuruş” fırsatını verebilir.

Havana’nın hemen dışında, Küba’nın gözbebeği La Pradera Sağlık Merkezi’ndeyiz.

Fidel Castro’ya da bakan meşhur klinik…

Venezuela’nın eski lideri Hugo Chavez kanser tedavisini ülkesinde değil, burada gördü.

Futbol ilahı Diego Armando Maradona sık sık gelip, sağlık depoluyor.

Gazeteci olduğumuzu söylersek giremeyeceğimiz için başka bir bahane buluyoruz.

Bu güzel insanları aldatmak istediğimizden değil, bürokrasiyi asla aşamayacağımız için…

Sağlık turizmi hakkında bilgi alırken bir bakıyorum, bir Türk daha var burada.

İstanbul’daki bir üniversite hastanesinde doktormuş…

21 yaşındaki kız kardeşi kanserle savaşıyor. Tedavisi için evini, arabasını, nesi varsa satmış.

Ama deniz bitmiş… Anladığım kadarıyla son parasını bilete harcamış ve Küba’da almış soluğu…

Kız kardeşi nur yüzlü, gencecik bir kız…

Abisinin kederi yüzüne vurmuş, bize “Amacım biraz daha yaşatabilmek, gittiği yere kadar” diyor.

Giriş için hastaneye verecek parası yok. “Bankadan gelecek, o zaman vereceğim” diyor.

Hastane görevlileri de durumu anlıyor ama Küba’da hastaları geri çevirmiyorlar.

İçimiz parçalanıyor, işi gücü bırakıp destek olmaya çalışıyoruz.

Dünyanın zenginleri son çare olarak nasıl “Bir de Ameriya’yı deneyelim” derse, üçüncü dünyanın orta sınıfları kapağı Küba’ya atmaya çalışıyor.

Rehberimiz Fidel “En azından hastanelere güvenebilirsiniz. Paranızı almak için gereksiz testler filan yaptırmazlar” diyor.

BİZLER ŞANSLI İNSANLARMIŞIZ!

La Pradera’da geziyoruz. Dünyanın en neşeli hemşireleri, yüzme havuzu, palmiye ağaçları… Ve yabancılar için oldukça düşük fiyatlar.

Doktor arkadaşımızla ve kardeşiyle vedalaşıp çıkarken Fidel iç geçiriyor: “Biz gerçekten şanslı insanlarız. Her hastane bu kadar lüks değil ama aynı tedavilerin hepsi bedava… Adamcağız doktor ama kalkıp Türkiye’den buralara gelmiş…”

Bu iki kardeşe Türkiye’de yeniden ulaşmaya çalıştım ama numara kapalıydı. Bu durumda fotoğraflarını kullanmadım. Allah yardımcıları olsun…

SAĞLIK MUCİZESİNİN KAHRAMANLARI

Peki Küba onca fakirliğe, zorluğa rağmen sağlık mucizesini nasıl başardı?
Cevabı basit: Azimle…
1959’da devrimcilerin en büyük hedefleri şunlardı: Aşırı yoksulluğun yok edilmesi, halkın tamamının okuryazar olması ve herkese bedava eğitim ve sağlık hizmeti…
Küba devrimden önce de tıpta ileri bir ülkeydi. Ama devrim sonrası doktorların yüzde 40’ı ABD’ye kaçtı. Sadece 3 bin doktor ve Havana Üniversitesi’nden 16 profesör kaldı.
Havana’da buluştuğumuz doktor Angela Ramirez (55) “Büyük profesörlerimiz… Arkadaşları gitti ama onlar gitmedi. Bazıları hala çalışıyor. 80, 90 yaşındalar. Hocalarımız… Onlara çok şey borçluyuz” diyor duygulu bir ifadeyle.
Kendisi de doktor olan Che Guevara bedava sağlık hizmetini ve önleyici tıbbı öncelik olarak belirledi. 1976’da bu, Küba anayasasına eklendi. 50. madde şöyle diyordu: Herkesin sağlık hizmetine hakkı vardır. Devlet bu hakkı ücretsiz tıp ve hastane hizmetiyle garanti eder.
Küba’da diş bakımından cinsiyet değiştirmeye kadar her şey ücretsiz!
170 kişiye bir doktor düşüyor. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre bu oranda dünyada İtalya’dan sonra ikinci sırada.

FİDEL’İN ELÇİLERİ

Fidel Castro: “Enternasyonalist olmak, insanlığa borcumuzu ödemekle mümkündür” dedi. 185 bin Kübalı doktoru, 100’ün üzerinde ülkeye gönderdi.
Küba az gelişmiş ülkelere G-8 ülkelerinin toplamından çok tıp görevlisi gönderiyor.
Venezuela’da başlattıkları ‘Mucize Operasyonu’nda Latin Amerika’da 6 milyon kataraktlı ve görme engellinin yeniden görmesini sağladılar. Yoksul insanlara bedava gözlük ve kontakt lens verdiler.
Küba doğal felaketlerle mücadelede de dünyada en iyilerden biri.
Katrina Kasırgasında Amerika’ya 1500 kişilik bir insani yardım tugayı göndermeyi önerdiler.
Ama Bush yönetimi teklifi reddetti.
Küba’nın sosyalist doktorlarına “Fidel’in elçileri” diye bakanlar da oluyor doğal olarak.
Bu yüzden ABD, Küba’nın tıp atılımlarına mesafeli yaklaştı.
Ambargoyla tıp makinalarının adaya gitmesini engelledi.
Fidel ve Raul inat etti, araştırma bütçelerini kesmedi. Hatta buna “Fidel’in kumarı” denildi.
Ve sonunda Küba öyle bir adım attı ki buna ABD de kayıtsız kalamadı.
Sürekli dünyanın en iyi purolarını içtikleri için adada akciğer kanseri çok yaygın.
Kurdukları Moleküler İmünoloji Merkezi 25 yıl boyunca kansere karşı bir aşı üzerinde çalıştı ve başardı.

KANSER AŞISI KÜBA’DA KULLANIMDA

2008’deki klinik denemelerin ikinci fazında, aşı olan kanser hastalarının diğerlerine oranla 4 ila 6 ay uzun yaşadığı tespit edildi.
Ve Sağlık Bakanlığı Cimavax adlı aşıyı halka ücretsiz vermeye başladı.
Küba’daki bin kişiden sonra Avrupa’da da bin kişi teste tabi tutuldu.
Aşının, ömrü bir yıla kadar uzatabildiği, 60 yaş altındaki hastalarda iyi sonuç verdiği ortaya kondu.
Bu aşı doğrudan tümöre saldırmıyor. Tümörün ürettiği ve kanda dolaşan “epidermal büyüme faktörü” adlı proteini hedef alıyor.
Bu protein hücrelere büyümesini ve bölünmesini söylüyor, kanseri yayıyor. Aşı işte bu proteinin kanser hücrelerine yapışmasını engelliyor.
Cimavax önleyici bir aşı değil. Var olan tümörlerin büyümesini ve metastaz atmasını engelliyor.
Geç aşama kanseri, kronik ama beraber yaşanabilen bir hastalığa dönüştürüyor.
Obama’nın Küba açılımından sonra ABD’deki Roswell Park Kanser Enstitüsü aşıya ilgi gösterdi ve klinik deneyleri başlatmaya karar verdi. Şu anda Gıda ve İlaç Dairesi FDA’dan izin alma sürecindeler.
Bu aşının klinik testlerden geçmesi, ABD’de kullanıma girmesi 5-10 yıllık bir süreç. Küba’nın üretim kapasitesi sınırlı. Testleri akciğer dışındaki kanserlere uygulama şansları da olmadı. O yüzden ABD ve diğer ülkelerin katılımı çok önemli.
Uzmanlar, testler olumlu sonuç verirse, bir gün Cimavax’ın insanların çocukken yaptıracağı önleyici bir aşı haline gelebileceğini belirtiyor.
İşte o zaman Küba esas devrimi, insanlığın en büyük düşmanı olan kansere karşı yapmış olacak.

kaynak: biliyomuydun

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

İnsan İlişkileri Üzerine Samimi Tavsiyeler…

falda-muhabbet-kusu-gormek1

1- İnsan yaratılmışların en kutsalı ve varlığın özetidir. ”İnsanı sevmek” gerekir.

2- İnsanlarla “selamlaşmak” gerekir. Selam dostluğu arttırır, yeni dostlar getirir.

3- İnsanlara karşı “güler yüzlü” olunmalıdır. ”Gülümsemesini bilmeyen dükkan açmasın” dermiş Çinliler…

4- Her “insanın adı” sevimlidir, öğrenmek ve onlara adlarıyla hitap etmek yararlıdır. Elbette hoşlanacakları biçimde…

5- Kimseyle “tartışmamaya girmemelidir”. Tartışmayı kazanırsan karşındakini yitirirsiniz; kaybedersen kendine özgüvenin yara alır…

6- “Kimseyi eleştirme”…Hiçbir yararı olmaz… Mutlaka eleştirmen gerekiyorsa kendi kusurunu söylemekle başla; onu bir meziyetini öv; karşındakinin kişiliğini koruyarak davranışının yakışmadığını söyle…

7- İnsanların meziyetlerini , “iyi işlerini takdir et ve onları öv”…Elbette gerçekçi olmak kaydı ile…

8- İnsanlara “içten ilgi” göster… İçtenlikle

9- İnsanlara “ilgilenecekleri konulardan söz et” , kendinden söz etmeyi en aza indir, onlarla sohbet eyle…

10- Konuşanların sözlerini kesmeden “dinlemeyi öğren”…Gerçekten dinle, dinler gibi yapma

* Alıntıdır.

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

94 yaşında…

14355617_1754297244818920_5309866941623576778_n1

 

1922.
94 sene önce…
İngiltere’de doğdu.
Babası petrol mühendisiydi, iş için Afrika’ya taşındılar, Uganda’da yaşadılar, svahili dilini öğrendi, uçsuz bucaksız savanlarda çıplak ayakla koşturdu, macera filmlerini andıran hayatı işte böyle başladı.

*
Çılgın.
Güzel.
Etrafına ışık saçan bir kızdı.
*
Londra’ya döndüklerinde, bale, tiyatro, şan dersleri aldı, sahnelerde olmayı düşlüyordu ama, henüz 20’sinde aşık oldu, evlendi, eşi çok zengindi, aralarında ciddi yaş farkı vardı, bambaşka bir hayata savruldu, düşündükleri gibi gitmedi, boşandılar, bir başkasına aşık oldu, gene evlendi, bu seferki eşi daha da zengindi, önce New York’a taşındılar, sonra Cenevre’ye yerleştiler, muhteşem bir malikanede yaşıyorlardı, jet sosyetedeydi, ışıltılı partilerdeydi ama, Afrika savanlarında koşturan ruhunun aradığı bu değildi, gene boşandı.
*
Küçücük bi yelkenli aldı, tek başına, Akdeniz’e açıldı. Yunan adalarına demirledi. 20 sene… Şu adadan bu adaya dolaşırken, Ege denizini avucunun içi gibi bilen, tecrübeli bir kaptan haline geldi.
*
1975.
Ömründe ilk defa…
Marmaris’e uğradı.
Dalyan’a.
İztuzu plajına vuruldu adeta.
*
Seneye gene geldi.
Öbür sene, gene.
*
Olacak gibi değildi.
Ayrı duramıyordu.
*
1986.
64 yaşındayken…
Tası tarağı sattı.
Dalyan’a taşındı.
İztuzu plajında derme çatma, ilkel bi barakaya yerleşti.
*
Bi sabah uyandı ki…
Etrafı carettalarla dolu.
*
Meğer…
Yuvasını, carettaların yuvasına yapmıştı!
*
Çocuğu yoktu.
Kaplumbağaları evlat edindi.
*
Gel zaman git zaman… İztuzu Plajı’na beş yıldızlı otel yapılacağı anlaşıldı. İngiliz-Arap ortaklığı, 1800 yataklı bir otel dikilecekti. Doğal Hayatı Koruma Derneği’yle elele verdi, dünyayı ayağa kaldırdı, ABD’de İngiltere’de İsviçre’de kampanya başlattı, Turgut Özal hükümetine geri adım attırdı, otel projesini iptal ettirdi, İztuzu plajı SİT alanı ilan edildi, carettalar ilelebet kurtuldu.
*
Bir daha böyle bir tehlike yaşanmasın diye… Deniz Kaplumbağaları Koruma Vakfı’nı kurdu. Vakfın kurulması için gerekli olan parayı kendi cebinden verdi.
*
2009’da…
87 yaşındayken…
Türk vatandaşı oldu.
*
Joan Christine Fairey Haimoff.
Kısaca “kaptan June” olarak tanınıyor.
*
Sekiz köpeği ve dokuz kedisiyle birlikte hâlâ o barakada yaşıyor, 1966 model vosvosuyla Dalyan sokaklarında dolaşıyor, bilgisayar kullanıyor, gündemi takip ediyor, İztuzu’na çivi çakılmasın, carettaların üreme alanlarına zarar gelmesin diye mücadelesini sürdürüyor, bölgedeki tüm çevreci eylemlere en önde katılıyor.
*
94 yaşında…
*
Memleketinden binlerce kilometre uzakta, bizim memleketimizi, bizim topraklarımızı, bizim doğamızı, bizim faunamızı korumaya çalışıyor.

Yılmaz ÖZDİL

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. 11 Comments »

OKUMANINIZI TAVSIYE EDERİM. BELKİ DE BİLDİĞİNİZ BİR AŞK ÖYKÜSÜ.

14355090_1642000969424863_4449552966688274003_n1
Dedesi, Bağdat kadısı, babası, padişah tarafından atanan Heyet-i Ayan azası’ydı.
Çamlıca’da, uşaklı bahçıvanlı, muhteşem bi köşkte yaşayan, oturmasını kalkmasını, ecnebi lisanları bilen, yakışıklı bi delikanlıydı. Yüksek tahsil için İskoçya’ya gönderildi. Ve, Londra’da bi partide gördü onu… Güzeller güzeli İngiliz genç kadın, şahane gülümsüyor, etrafına ışık saçıyordu. Vuruldu, âşık oldu. Gözler her şeyi anlatır derler ya, belli ki, hisleri karşılıksız değildi. Zaten, zarif bi kaç kısa cümleden oluşan sohbet sırasında işareti almış, genç kadının her gün Hyde Park’ta at gezintisi yaptığını öğrenmişti. Sabahın köründe, soluğu Hyde Park’ta aldı.
Aaa ne tesadüf filan… Birlikte at bindiler, yemek yediler, muhabbeti ilerlettiler. Rüya gibiydi. Rüya gibiydi ama, uyanması da vardı… Tahsilini tamamlamıştı, yurda dönmesi gerekiyordu. Kalsa, olmaz, bıraksa, hiç olmaz. Pat diye, benimle evlenip Türkiye’ye
gelir misin dedi. Genç kadın sevinç çığlığı attı, coşkuyla boynuna atlayıverdi. Sonra… Az geri çekildi, oturdu, boynu büküldü, hayatta en çok istediğim şey bu ama, maalesef imkânsız, Jack var dedi.

Jack de kim yahu?

Genç kadının ailesi tiyatrocuydu, ordan oraya turneyle dolaşan kumpanyaları vardı. Babası ölünce, annesi
bi adamla Avustralya’ya kaçmış, kızını anneannesine bırakmıştı. Anneanne, n’aapsın, torununu acilen başgöz etmiş, talihsizlik işte, savaşa giden damat, kimbilir nerde mıhlanmış,
geri dönmemiş, ardında,
henüz 16 yaşında hamile bi
dul bırakmıştı. Jack, oğluydu.

Delikanlı dinledi, dinledi, önce sıkı sıkı sarıldı, sonra, hiç sorun değil, oğlumuzla gideriz dedi.

Orient Express…
Ver elini İstanbul.
Delikanlı hiç sorun değil demişti ama, sorun büyüktü. Esir şehrin insanlarıydı İstanbul… Mustafa Kemal Bandırma’ya binerken,
İngiliz gelinin, İngiliz
işgalindeki kâbusu başlıyordu.

Dedim ya, işgal yıllarıydı, herkes herkese şüpheyle bakıp, memleketi satanları mimlerken… Faytona binip, köşke geldiler. Aman da efendim hoş gelmişiniz sefalar getirmişiniz diye kucaklaşma beklenirken, bismillah, nerden bulup getirdin bu gâvuru dedi, delikanlının ailesi! Memleket İngiliz süngüsü altında inim
inim inlerken, İngiliz gelin olacak iş değildi yani.

Aşklarına sığınıp, göğüs gerdiler. Sevdiği adam uğruna, kara çarşafa bile girdi İngiliz gelin, Müslüman oldu, Nadide adını aldı. Kaderin cilvesi mi desek, ne desek… Mustafa Kemal Bandırma’ya binerken İstanbul’a inen bu genç kadının nüfus kâğıdına, doğum yeri olarak Bandırma yazıldı… Çünkü, nüfus memuru doğum yerinin Londra olduğunu gördü, Londra Mondra olmaz, olsa olsa Bandırma’dır diye kaydetti!

Memleket kurtuldu, cumhuriyet kuruldu. Hariciye’ye giren delikanlı, Lozan’da İsmet İnönü’nün özel kalem müdürü oldu. Şak, kanun çıktı, hariciyecilerin eşi ecnebi olamaz… İnönü, pek beğendiği delikanlıya kıyamadı, boşan, birlikte yaşa, mesleğine devam et dedi. Delikanlı, bu teklifi hakaret olarak kabul etti. Benim için ailesini, memleketini, dinini terk eden eşime bunu yapamam, mesleğimden vazgeçerim, aşkımdan asla dedi.

Bastı istifayı, ıvır zıvır işler yaparak, evini geçindirmeye çalıştı. O zamanlar memur değilsen, ayvayı yiyordun. Ayvayı yedi. Hayatları kaydı. Önce eldeki avuçtaki bitti, sonra gümüşler satıldı, ardından köşk gitti… Dımdızlak kaldılar. Kiraya çıktılar. Tükene tükene, gecekonduya kadar düştüler. Çocukları olmuştu. Saracak bez yoktu. Çarşafları yırttılar. Bi eli yağda bi eli balda doğup büyüyen delikanlı, eşinin hiç sızlanmadan dimdik duruşunu gördükçe, yeniden yeniden âşık oluyordu ama, kahrından alkole dadanmıştı. Çalışamaz hale geliyor, daha çok sefalete sürükleniyorlardı. Hayatlarında eksilmeyen tek kavram, mutluluktu. Mutluydular.

İngiliz anne, adı gibi, hakikaten nadide’ydi… O kör kuruşa muhtaç hallerinde bile, hastaneden atılmış iki çocuklu bi kadına evini açtı, sokakta dilenen bi nineye kendi yatağını verdi, aylarca baktı, yıkadı, pakladı, komşuların fısır fısır dedikodusuna aldırmadan, kaçak olarak yaşayan, dara düşmüş bi Fransız’ı sofrasına oturttu, çocuklarına kuru
ekmeği paylaşmayı öğretti.

Bi gün… İngiltere Elçiliği’nden görevliler geldi, nasıl duydularsa duymuşlar, çocuklarını al, İngiltere’ye dön, eğitimlerini üstlenelim, sosyal güvencen olsun dediler Nadide’ye… Kapıdan kovdu! Eşim Türk, çocuklarım Türk, burada babalarının yanında yaşayacaklar, ben de onların yanında öleceğim, benim
için hayatını feda eden eşimi, paraya değişmem dedi.

İki millet, iki devlet, iki din arasında perişan olmuşlardı ama, aşkları sapasağlamdı.

Üstelik… Cumhuriyet de sapasağlamdı. O dönemin Cumhuriyet’i, şimdiki gibi sadece parası olanlara değil, gariban ailelerin çocuklarına da fırsat eşitliği sağlıyor, okumaya niyetleri varsa, okutuyor, üniversiteyse üniversite, konservatuvarsa konservatuvar, yeteneğin önünü açıyordu.

Delikanlı, delikanlı gibi yaşadı, öldü. Nadide zatürreeden vefat etti, hayatının en çetin günlerini yaşadığı İstanbul’da, kızının evinde… En çok kızına güvenir, en çok küçük oğlunu severdi.
Bu koca yürekli kadının küllerinden doğan kızı, Yıldız…
Oğlu, Müşfik Kenter’di.

Boşuna dememişler, işini yapacaksan aşk’la yap diye…

Ve, merak ederim,
tiyatroda sahneye koymak
için abuk sabuk senaryolar aranır hep niye?

YILMAZ ÖZDİL

“Ustaca Sevmek”

696f766f2987fcef9d71a5bc467f68aa1

 

Yaşam bir düşten ibarettir. Eğer sanatçıysak bizler sevgi ile yaratırız yaşamımızı ve düşümüz bir başyapıta dönüşür…
Yaratma gücü sizin elinizde…
Gücünüz öylesine büyük ki inandığınız herşeyi gerçekleştiriyor. Ne olduğunuza inanıyorsanız kendinizi buna göre yaratıyor, gerçekleştiriyorsunuz. Şimdi olduğunuz gibisiniz, çünkü kendinize ilişkin inancınız bu.
İnsanlar sürekli bir yaralanma korkusu içinde yaşıyor. İnsanların birbirleriyle ilişki kurması duygusal olarak öylesine acı verici ki görünürde hiçbir neden yokken öfkeye, kıskançlığa, üzüntüye kapılıyoruz. Seni seviyorum demek bile korkutucu olabiliyor. Duygusal iletişim acı ve korku dolu olsa da ilişkiye giriyor, evlenip çocuk sahibi oluyoruz .
Her şeyi yaratan sevgidir, yaşamdır. Korku bile sevginin bir yansımasıdır. Ama korku zihinde var olur ve insan zihnini kontrol eden de korkudur. Her şeyi zihnimizdekilere göre değerlendiririz. Korkuyorsak algıladıklarımızı korkuyla yorumlarız. Ama gözleriniz sevginin gözleri olduğunda nereye giderseniz gidin sevgiyi görürsünüz. Ağaçlar sevgiden yaratılmıştır. Hayvanları, suyu yaratan aynı sevgidir. Sevgiyle baktığınızda kuşlarla, doğayla, bir insanla, herşeyle bir olursunuz. Ama bunun için zihninizi korkudan arındırmanız, sevginin gözleriyle görmeniz gerekir…
Duygusal yaraları iyileştirmenin yegane yolu bağışlamaktan geçer. Zihninizde affedilmez bile olsa sizi yaralayanı bağışlamalısınız. Hak ettiği için değil, siz acı çekmek, size yapılanı her hatırlayışınızda kendinizi bir kez daha yaralamak istemediğiniz için bağışlayacaksınız. Başkaları size ne yapmış olursa olsun, kendinizi sürekli hastalıklı hissetmek istemediğiniz için affedeceksiniz. Kendinize karşı beslediğiniz şefkatten ötürü bağışlayacaksınız…
Yaralarımızı birkez temizlediğimizde iyileşme sürecini hızlandıracak güçlü bir ilacı kullanmaya başlayacağız. Bu ilaç sevgidir. Koşulsuz sevgiden başka ilaç yoktur. Kendinizi sevin, komşunuzu sevin, düşmanlarınızı sevin.
İyileşme budur: Gerçek, bağışlayıcılık, öz sevgi …
Don Miguel Ruiz
“Ustaca Sevmek”

Aslında hayatımızı, başarımızı, mutluluğumuzu belirleyen bizim kendi davranışlarımızdır. Başımıza gelen her şeyle onlara verdiğimiz tepki ve yanıt arasında geniş bir hareket alanı vardır…….”

misafire-ne-ikram-edilir1

 

“….Önemli bir toplantıda cep telefonuyla bağıra bağıra konuşan bir kişi garibinize gidiyorsa,paradigmanızı değiştirmeden onu değerlendirdiğiniz için, siz yanılıyorsunuzdur.

Örneğin trende giderken, bir baba, 3 evladıyla oturup, sürekli ağlayan çocuklarına hiç, susun, demeden yolculuğa devam ettiğinde ; siz ona ne gamsız adam, diyebilirsiniz. Ama sorsanız, onlar hastaneden geliyorlardır ve bir saat önce çocukların anneleri ölmüştür ve eve dönüyorlardır.

Prof.Covey in konuşmasını dinlemeye gelen annesi, arka sırada oturan 2 kişinin toplantı boyunca sürekli konuştuklarını görerek, çok öfkelenmiş ve oğlumu küçümsüyorlar diyerek de çok üzülmüş. Yemek molasında oğluna, şunların kafasına çantamı indiresim geliyor, demiş. Oğlu, “Anne o adam Finlandiyalı, burada simultane tercüme yok, mecburen tercümanı yanına oturttuk” demiş.

Havaalanında aktarma yapmak isteyen yaşlı bir hanım, uçağının 2 saat gecikmeli olduğunu öğrenince, dergiler ve bir kutu kurabiye alarak bekleme salonuna geçmiş. Yanındaki sehpaya da dergileri ve kurabiye kutusunu bırakarak, okumaya dalmış. Bir ara bakmış ki, yanındaki koltuğa oturan bir adam, sehpadaki kurabiye paketini açıyor ve de yemeye başlıyor. Kurabiyelerin kendisine ait olduğunu hissettirmek isteyen kadın, adama dik dik bakmış. Hatta canı o an istemediği halde, kutudan bir kurabiyeyi ağzına atmış. Herhalde kurabiyelerin sahibinin kim olduğunu artık anlamıştır diye düşünürken, adam bir tane daha ağzına atmaz mı. Hemen kadın da bir tane daha atmış ve bir yarışma başlamış, adam bir tane, kadın bir tane. Sonuçta kutuda tek kurabiye kalmış, adam onu hızlıca kaparak ortadan bölmüş ve gülerek kadına ikram etmiş. O sırada, kadının uçağının alana indiği anonsu duyulmuş ve işlemler için kadın bankoya gitmiş. Pasaportunu çıkartmak için çantasını açtığında, ne görsün ; KENDİ KURABİYE PAKETİ, HİÇ AÇILMAMIŞ OLARAK ÇANTASINDA DURMUYOR MU ! MEĞER, ADAMIN KURABİYESİNİ YİYORMUŞ.

Başkalarının düşünce ve davranışları hakkında hüküm verirken, elimizdeki veriler çogu zaman yeterli olmuyor. Davranışların nedenini bilmeden çok yanlış yargılara varabiliyoruz. Covey bu örnekleri ; aynı enformasyona farklı bakış, bizim davranışlarımızı belirler, diye özetliyor. Buradan yola çıkarak çözemediğimiz sorunlar için, paradigma (zihin haritası) değiştirmenin gereğini vurguluyor.

Einstein’in bir sözünü anımsatıyor : Karşılastığınız sorunları, o sorunları yarattığınız düşünce düzleminde kalarak çözemezsiniz.

Çoğumuzun zaman zaman yaptığı gibi, “sorunların içinde kaybolmak” yerine, paradigma değiştirmeyi başarıp, sorunlara farklı biçimde yaklaşabilenler, o sorunu aşma şansını da yakalıyorlar. Zaten sorunlarımızı dostlarımızla paylaşmamızın nedenlerinden biri de, farklı bir bakışın, bize farklı davranabilme kapısı aralama ihtimali değil midir?

Çözümsüz gibi gördüğünüz sorunlar konusunda paradigma değiştirmenin önemi vardır. Aslında hayatımızı, başarımızı, mutluluğumuzu belirleyen bizim kendi davranışlarımızdır. Başımıza gelen her şeyle onlara verdiğimiz tepki ve yanıt arasında geniş bir hareket alanı vardır…….”

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

OKUNASI BİR BAYRAM HİKAYESİ

14355155_10209194382550840_6326819234415103232_n1

Oğluma hep anlatırdım çata patı. Ağzı açık dinler alsana baba derdi ama yoktu hiç bir yerde. Geçen sene inat ettim. Ne kadar arka sokak varsa, hatta bunca yıldır yaşadığım şehrin hiç girmediğim arka sokakları da dahil, saatlerce aradım. Artık umudu kesmiş geri dönmeye karar vermiştim. Çok sıcaktı ve ağzım dili kurumuştu. Çok kenar bir mahalledeydim ve karşıda izbe bir bakkal dükkanı vardı. Oraya doğru yürüyüp soğuk bir soda almak için içeri girdim. Yaşlı bir adam buyrun diyordu ama ben sodayı falan unutmuş gözlerimi büyülenmiş gibi ıvır zıvır şekerlerin dizildiği tezgaha dikmiştim. İşte tam karşımda düzinelerce duruyordu. Elimle işaret ederek, onlardan kaç tane var diye sordum. Yaşlı adam tereddütlü bir ses tonuyla, kaç tane alacaksınız dedi. Ne kadar elinizde var diye sabırsızlıkla sordum. Alta baktı, eğilip açılmamış bir kutu daha çıkarttı. O an kendimi görmesem de gözlerimin ışıl ışıl parladığından eminim. Gülümseyerek hepsini alıyorum dedim.

Dünyanın en büyük hazinesiyle o dükkandan çıkıp çocuklar gibi sevinçle nasıl oğlumun yanına gittim hatırlamıyorum. Bir tanesini alıp uzattım, bak dedim bu çata pat. Eline aldı şaşkınlıkla inceledi. Hadi dedim duvara sürt. Bir anda küçük çatırtılar yükseldi, korkup elinden attı ama o patlamaya devam ediyordu. Yerde pıtırdadıkça ikimizin de yüzüne muzip bir gülümseme yerleşti. Sonra saatler ayağımızın altında ezerek duvarlara sürterek deliler gibi eğlendik. Arkadaşlarıda geldi. Hayatında hiç çata pat görmemiş o çocuklar, tabletler son model telefonlardan, pc’lerden alamadıkları bir hazla o basit kağıda dizilmiş siyah kabarıklıkları hayranlıkla izliyor, pıtırdarken kahkahalar atıyorlardı
Hepsi bitti son bir tane kaldı. Oğlumla ikimiz birbirimize baktık. Dedim ki hayır bunu saklayacağım. Bir daha bulamazsak senin çocuğunda görsün…
Bu sene yine gittim o bakkalın olduğu yere. Çoktan yıkmışlar yerinde bir inşaat vardı. Nedense bunu tahmin ediyordum ama yine de üzüldüm. Fakat bir kerede olsa bu şansı yakalamış olmak, oğluma babasının çocukluğuna dair bir şey yaşatmış olmanın maneviyatı en büyük tesellim
Oğlum hala anlatır durur, arkadaşları da baban yine alacak mı diye sorup duruyorlarmış. Eminim hiç biri hayatları boyunca bu kadar eğlenmediler
Şimdi bana delimisin diyebilirsiniz ( evet deliyim) ama olay sadece bir çata pat değil. Ben hayattan şunu öğrendim ki, insanoğlu ne kadar gelişirse gelişsin, geçmişin küçük bağlarıyla ayakta kalıyor. Oğlum içinde zor zamanlar olacak. Bazen çok sıkılacak bazı şeyler onu bıktıracak. Fakat en kötü anında bile birden o kahkahalarla güldüğümüz gün aklına gelecek ve babam benim için aramıştı, bulmuştu diyecek. O an ben bu hayattan çoktan göç edip gitmiş olsam bile onun yüzünde ki gülümsemeyi göreceğim…Sevgiler

Murat Ginlik

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Sevdiğim Ressamlardan Rubens’den(1577-1640)…

a-shepherd-with-his-flock-in-a-woody-landscape1

Ormanda Sürüsüyle Bir Çoban…

AHMED ARİF’İN GÖMLEĞİ

14322357_1662329997415384_7303061659165181124_n1

Ahmed Arif ve Cemal Süreya her zaman aynı meyhanede içerler, dertleşirler, şiir yazarlar …

Bir gün Ahmed Arif meyhaneye gelmez. İki gün, üç gün derken, neredeyse aradan bir hafta geçer. Cemal Süreya dayanamaz, garsona sorar : “Oğlum bizim Ahmed’i hiç gördün mü? ” Garson: ” Yok Cemal Abi hiç görmedim, bir haftadır uğramıyor valla. ” der .

Bunun üzerine Cemal Süreya, Ahmed’i aramaya başlar fakat bir türlü bulamaz. En son ispirto içilen üçüncü sınıf meyhanelere bakmaya karar verir ve bu yerlerden birinde bulur Ahmed Arif’i.

“Nerelerdeydin Ahmed ?” diye sorar, Ahmed Arif cevap vermez. “Oğlum söylesene, biz seninle dostuz.”diye üsteler. Ahmed Arif: “Cemal, ben sana çok büyük bir hata yaptım. ” der sadece. Cemal Süreya :”Ben böyle bir hata yaptığını hatırlamıyorum ” dese de, “Yok yok, yaptım. Ben senin kız kardeşine aşık oldum.” deyiverir Ahmed Arif. Cemal Süreya da bunun normal olduğunu söyleyerek, “Senin gibi bir insandan daha iyisini bulacak değil ya Ahmed ” der. Uzun uzun konuşup dertleşirler.

Cemal Süreya :” Evlen kız, Türkiye’nin en iyi şairi. ” diyerek kız kardeşi Ayten’i Ahmed Arif ile buluşup görüşmesi için cesaretlendirir bile. Ayten önce şaşırır ama ağabeyinin sözünü de dinler.

Zafer Çarsısı’nda buluşmak üzere sözlesirler ama o gün Ahmed Arif buluşmaya gelmez. Çok sinirlenen Ayten, durumu ağabeyine anlatır. Cemal Süreya da sinirlenir.

Eliyle koymuş gibi yine aynı üçüncü sınıf meyhanede içerken bulur Ahmed Arif’i ve :” Neden kız kardeşimi beklettin? ” diyerek başlar söylenmeye… Ahmed Arif ise :” Gömleğim kirliydi be Cemal, temiz bir gömleğim yoktu. O gün onun karşısına kirli gömlekle çıkmak olmazdı. ” der sadece .

-REYHAN – Ot Dergisi

Haaydi İş Başına… Beyaz Noktalar Kaç Tane Söyleyin Bakalım…

14333591_1271593856271902_418227283526716314_n1

Ortaya Karışık, Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. 6 Comments »

EGONUN GÖLGESİNDEN AYDINLIĞA YÜRÜRKEN..

foto10711

1.Kırılmayı,Gücenmeyi Bırakın

Başkalarının davranışları hareketlerinizin kısıtlanması için bir neden değildir.Sizi kıran şey sizi zayıflatır.Eğer kırılmak için bir fırsat arıyorsanız onu her dönemeçte bulursunuz.İşte sizi ,dünyanın olması gerektiği gibi olmadığına ikna etmeye çalışan bu şey egonuzdur.Ama yaşamın değerini bilen bir insan haline gelip yaratımın evrensel ruhuyla uyumlanabilirsiniz .Niyetin gücüne kırılarak ulaşamazsınız.Her şekilde,muazzam ego kimliğinden yayılan dünyanın dehşetini ortadan kaldırmaya yönelik eylemlerde bulunun,ama bunu yaparken huzur içinde kalın.Tanrının bir parçası olan sizler onun huzuru dışında yuvada değilsiniz.
Kırılmak , ilk fırsatta sizi kırıp saldırma , karşı saldırma ve savaşa yönelten aynı yıkıcı enerjiyi meydana getirir.

2.Kazanma İhtiyacını Bırakın

Ego bizi kazananlar ve kaybedenler olarak ayırmaya bayılır.Kazanma peşinde olmak,niyetle bilinçli bir bağlantı kurmayı önleyen kesin bir yoldur.Neden ? Çünkü nihayetinde,her seferinde kazanmak imkansızdır.Dışarıda birisi mutlaka sizden daha hızlı,daha şanslı,daha genç,daha kuvvetli ve daha zeki olacaktır ve bunun ardından siz kendinizi değersiz ve önemsiz hissetmeye başlarsınız.

Sizler kazançlarınız veya zaferleriniz değilsiniz.Her şeyin kazanmak olduğu bir dünyada rekabeti ve eğlenmeyi sevebilirsiniz fakat düşüncelerinizle orada olmak zorunda değilsiniz.Aynı enerji kaynağını paylaştığımız bir dünyada kaybedenler yoktur.Kazanmanın zıddının kaybetmek olduğunu redderek kazanma ihtiyacınızı salıverin.Bu egonun korkusudur.Gözlemci olun,herhangi bir kupa kazanma ihtiyacında olmadan farkında olun ve zevk alın.Huzur içinde olun ve niyetinizin enerjisiyle bütünleşin.Ve ironik olarak,her ne kadar fark edilmesi zor bile olsa,siz bu zaferleri daha az kovaladıkça onlar hayatınıza daha fazla gelmeye başlayacak.

3.Haklı Olma İhtiyacını Bırakın

Ego bir çok çatışma ve sürtüşmenin kaynağıdır,çünkü o sizi diğer insanları yanlış görme yönüne doğru iter.Düşman olduğunuzda, niyetin gücüyle olan bağlantınızı kaybedersiniz.Yaratıcı Ruh nazik,sevgi dolu,anlayışlı;öfkeden,kinden ve sertlikten uzaktır.Tartışmalarda ve ilişkilerinizde haklı olma ihtiyacını bırakmak egonuza onun kölesi olmadığınızı,iyiliği kucaklamak istediğinizi ve onun haklı olma isteğini reddettiğinizi söylemek gibidir.Aslında karşımızdaki insanın haklı olduğunu söyleyerek ona kendini daha iyi hissetme fırsatını veriyoruz ve bizi doğruya yönlendirdiği için ona teşekkür ediyoruz.

Haklı olma ihtiyacınızı salıverdiğiniz zaman,niyetinizle olan bağınızı güçlendirebiliyorsunuz. Ama şunu unutmayın ego azimli bir savaşçıdır.İnsanların haklı olma ihtiyacına bağlılıklarından dolayı muhteşem giden ilişkileri sona erdirdiklerini gördüm.Sizleri herhangi bir tartışmanın ortasında durup kendinize şu soruyu sorarak ego odaklı haklı olma ihtiyacını salıvermeye davet ediyorum : Ben haklı olmak mı istiyorum yoksa mutlu olmak mı ? Mutlu , sevgi dolu , ruhsal ruh halini seçtiğinizde niyetinizle bağlantınız güçlenir.Evrensel kaynak ,niyet ettiğiniz yaşamın yaratılmasında sizinle iş birliği içinde olacaktır.

4.Üstün Olma İhtiyacını Bırakın

Gerçek asalet başkasından iyi olmakla ilgili değildir.O,geçmişte olduğunuzdan daha iyi olmakla alakalıdır.Gezegende hiç kimsenin diğerinden daha iyi olmadığına dair daimi bir farkındalıkla sadece kendi gelişiminiz üzerine odaklanın.Hepimiz aynı yaratıcı yaşam gücünden gelmekteyiz.Amaçlanan özümüzü gerçekleştirmek gibi bir misyonumuz var;
Başkalarını görünüşleri,başarıları,sahip oldukları ve egonun diğer endeksleriyle değerlendirmeyin.Üstünlük duyguları yansıtırsanız alacağınız şey dargınlıklar ve düşmanca duygulardır.Bu duygular sizi niyetinizden uzaklaştıran araçlardır.Üstünlük her zaman karşılaştırma yapar.Başkasında görülen bir eksiklikle ortaya çıkar ve algılayabileceği her türlü eksikliği arama ve bunları göz önünde tutma eylemi ile devam eder.

5.Daha Fazlası Olma İhtiyacını Bırakın

Ne kadar çok şey başarsanız ya da elde etseniz de egonuz bunun yeterli olmadığını ısrar edecektir.Kendinizi daimi bir çabalama durumu içinde bulacaksınız ve amacına ulaşmış olma ihtimalini ortadan kaldıracaksınız.Aslında oraya vardınız bile ve şu anı nasıl kullanacağını seçmek sizin tercihiniz.İronik olarak daha fazlasına ihtiyaç olmayı bıraktığınızda istediklerinizden fazlasının hayatınıza geldiğini göreceksiniz.Ona olan ihtiyacınızdan kurtulduğunuza göre ,onu başkalarına iletmek daha kolaylaşacak , çünkü tatmin olmak ve huzurlu olmak için aslında ona çok ihtiyacınız olmadığını farkettiniz.

Evrensel kaynak kendisiyle barışıktır,sürekli genişler ve yaşam oluşturur,asla kendi bencil yollarıyla yaratımı engellemez.O yaratır ve bırakır.Egonun daha fazlası olma ihtiyacını salıverdikçe bu kaynakla daha çok bütünleşirsiniz.Yaratırsınız,kendinize çekersiniz ve bırakırsınız asla daha fazlasını talep etmezsiniz.Size sunulanların değerini bilen bir kimse olarak şu felsefeyi öğrenirsiniz :”Aldıklarımız vermedendir” .Bolluğun size ve sizin aracılığınızla akmasına izin vererek Kaynakla uyumlanıyor ve bu enerji akışının sürmesini garantilemiş oluyorsunuz.

6.Kendinizi Başarılarınız Temelinde Tanımlamayı Bırakın

Başarılarınızın ”sizi” yarattığını düşünüyorsanız bu oldukça zor bir kavram olarak karşınıza çıkabilir.
Başarılarınızdan övgü almaya ne kadar az ihtiyaç duyarsanız, o kadar çok niyetinizin yedi yüzüne bağlı kalırsınız, başarmak için daha özgür olursunuz ve daha çok kendiniz olarak ortaya çıkacaksınız. ne zaman ki kendinizi bu başarılara bağlarsınız ve sadece bu şeylerin tümünü yapmakta olduğunuza inanırsınız, o zaman kaynağınızın huzur ve değer bilirliğinden ayrılırsınız.

7.İtibarınızı Bırakın

İtibarınız sizde yerleşik değildir. O,diğerlerinin zihinlerinde bulunur. Bu nedenle, onun üzerinde hiç kontrolünüz yok. Eğer 30 insanla konuşursanız, 30 itibara sahip olursunuz. Kalbinizi dinleme ve kendinizi içsel sesinizin söylediklerine göre yönlendirme anlamına gelen niyete bağlanma, sizin buradaki amacınızdır. Eğer herkes tarafından nasıl algılanacağınızla çok fazla ilgiliyseniz, o zaman kendinizi niyetinizden koparmış ve başkalarının fikirlerinin size yol göstermesine izin vermiş olursunuz. Bu sizin egonuzun işidir. Kaynağınızla bağlantısız olduğunuzu ve amacınızın başkalarına ne kadar yetenekli ve üstün olduğunuzu kanıtlamak olduğunu göstermek ve enerjinizi diğer egolar arasında bir saygınlık kazanma olduğunu görmediğiniz sürece başaramayacağınız hiç bir şey yoktur.
Amaçta kalmaya devam edin, sonuca bağlı olmayın, ve içinizdekinin sorumluluğunu alın: karakterinizin.
Diğerlerinin gözünde itibarınızın ne olduğunu düşünmekten vazgeçin; bunun sizinle alakası yok.
Ya da Bir kitap başlığının dediği gibi:
Benim Hakkımda Düşündüğünüz Şeyden Bana ne

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »