80 yaşında Çinli bir fotomodel.

14322777_1759298967664648_4935120475423930371_n1

 

80 yaşında Çinli bir fotomodel. Erken yaşta sadece tiyatro oyunculuğu yapıyor, onun dışındaki her şeye bizim anlayışımıza göre “geç kalmış” ki tabu yıkıcı tarafı burada. İngilizce’yi 44 yaşındayken öğreniyor, 49 yaşındayken kendi pantomim grubunu kuruyor, spora 50 yaşında başlıyor, 57’sinde kendi tiyatro disiplini ‘yaşayan heykeller’i hayata geçiriyor, 67’sinde sinema oyunculuğuna geçiyor ve ‘The Forbidden Kingdom’ ya da ‘Detective Dee’ gibi, Türkiye’de de bilinen bazı büyük prodüksiyonlarda rol alıyor, 70’inde antrenman seviyesini yükseltiyor ve keşfedilip ilk kez 79 yaşında podyuma çıkıyor.

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. 2 Comments »

KAHVE KÜLTÜRÜNDEKİ İNCELİK ve NEZAKET

2013-04-13211
Osmanlı zamanında bir eve gelen misafire KAHVE ile birlikte su da getirilirmiş. Misafir tok ise kahveyi, aç ise suyu alırmış. 😊 Misafirinin aç olduğunu bu şekilde anlayan ev sahibi, hemen sofrayı kurup misafirini doyururmuş… 😍👍 Bu nezaket örneği günümüzde çok uygulanmasa da, kahvenin yaninda su mutlaka gelir… Şöyle bir not daha düşmek gerekirse; kimisi der ki: “Önce su içilip ağız temizlenir kii, KAHVEnin tadı daha iyi anlaşılsın…😉☕”
Bana gelince; önce kahvemi içerim, üzerine de suyumu 😊 alışkanlıklar ve usuller her zaman denk düşmeyebiliyor… 👍☕
KEYİFLE İÇİLEN KAHVELERİNİZ OLSUN

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. 1 Comment »

Eşyalarınızı ve kitaplarınızı bıraktığınızda , ücretsiz olarak ihtiyaç sahiplerine dağıtıyorlar

14368628_10209287088727796_7960863871892324442_n1

 

Burası Balat’da üç katın toplamı 28 metrekare olan küçük bir ev, Eşyalarınızı ve kitaplarınızı bıraktığınızda , ücretsiz olarak ihtiyaç sahiplerine dağıtıyorlar, Mahallenin hayvanlarına bakıp, yoldan geçenlere ücretsiz su veriyorlar .

Seviyorum böyle duyarlı insanları ..

Adres : Balat mah.Yıldırım cad. no: 119 Balat / Fener

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

HAYATI ERTELEME…

ertelemek-nedir1

Kırmızı elbisesi gardırobunda asılıydı, Annem ölürken,o tüm yaşamı boyunca giydiği, dizi dizi koyu renkli, eski elbiselerin yanında adeta sırıtıyordu.
Beni çağırmışlardı
Ve annemi gördüğüm anda
Çok fazla ömrünün kalmadığını anlamıştım.
Kırmızı elbiseyi görünce ,ona
“Anneciğim, ne kadar güzel bir elbise bu böyle!” dedim.
“Hiç üzerinde görmemiştim”
“Hiç giymedim ki ” dedi usulca.
“Otur yanıma Millie,
Eğer ölmeden önce başarabilirsem
Sana bir ders vermek istiyorum.”
Yatağın kenarına ilişiverdim.
Annem derin bir soluk aldı,
Hiç tahmin edemeyeceğim kadar derin bir soluk.
“Çok fazla vaktim kalmadı ama,
Artık bazı şeyleri görebiliyorum,
Size hep iyi şeyler öğrettiğime inanırken,çok yanlış şeyler
öğrettiğimi fark ettim.”
“O nasıl söz öyle anneciğim ?”
“Öyle,her zaman , iyi bir kadının
Asla önce kendisini düşünmemesi gerektiğine inandım,
Hep başkalarını düşünmeliydim kendimden önce.
Onun, bunun, her zaman
Herkesin isteklerini yerine getirmeliydim,
Benim isteklerim ise, başkalarının isteklerinin altında ezilip kaldı hep.
Belki günün birinde benim isteklerim de gerçekleşirdi. Ama o gün hiç gelmedi.
Tüm yaşamım böyle geçti, fedakarlıklarla.
Baban için, erkek kardeşlerin ve kız kardeşlerin için, senin için yaptığım fedakarlıklarla.”
“Evet , anneciğim, bir annenin yapabileceği her şeyi yaptın.
“Ah, Millie ah, ne senin için,
Ne de onlar için yaptıklarımın bir yararı olmadı.
Anlamıyor musun?
Sizlere hataların en kötüsünü yaptım.
Kendim için hiçbir zaman hiçbir şey istemedim.!”
“Baban şimdi yan odada,öfkeyle duvarlara bakıyor.
Doktor ona öleceğimi söyleyince,
Yanıma geldi ve ölmeden önce öldürdü beni.
“Ölemezsin, beni işitiyor musun?
Bana ne olacak sen ölünce?.”….
Evet, çok zor olacak , biliyorum.
Mutfakta tavanın bile nerede olduğunu bilmez , biliyorsun.”
“Ve sizler, çocuklarım,
Her zaman, hepinize koştum.
Haftanın yedi günü
Evde ilk uyanan, son yatan hep ben oldum.
Yanık ekmekleri ve en küçük çöreği hep ben yedim.”
Bir kadının verici olmaktan öte bir görevinin olmadığını,
Hatta bir kadının verici olmazsa, var olmadığını öğrendiler.
Biriktirdiğim her kuruşu,
Giysilerinize, kitaplarınıza harcadım,
Çoğu zaman gereksiz bile olsa.
Yaşamımda bir kez bile , alışverişe çıkıp,
Kendime güzel bir şey satın almadım.
“Sadece geçen yıl, gördüğün o kırmızı elbiseyi aldım.
Sakladığım bir yirmi dolarım vardı.
Tam çamaşır makinesini tamir ettiririm o parayla derken,
Eve o koskoca paketle döndüm o gün.
Baban çok üzdü, yıktı o gün beni.
“Böyle bir elbiseyi nereye giyeceksin ki?
Operaya mı gideceksin yoksa?
Sanırım haklıydı. O elbiseyi hiç giymedim,
Mağazada denemek için giymekten başka.
“Ah Millie, eğer bu dünyada kendini düşünmezsen,
Öbür dünyada mutlu olunur sanırdım.
Ama artık inanmıyorum buna.
Bence Tanrı, isteklerimizi bu dünyada
Ve şimdi gerçekleştirmemizi istiyor bizden.
“Millie, şimdi bir mucize olsa
Ve bu yataktan kalkabilsem,annen çok farklı bir insan olurdu.
Ama ben sıramı böyle savdım.
Belki zor olurdu öğrenmem,
Ama öğrenirdim Millie, ÖĞRENİRDİM!
Annemin bana son sözleri şunlar oldu;
“Millie, benim yolumdan gitme,söz ver bana.”
Anneme söz verdim.
Annem ise sırasını savdı..
Ve son nefesini verdi.
Buna benzer pek çok şey okumuşuzdur. Hemen hepsi de yaşamı ertelemememiz gerektiğini ve her günü yaşamın son günü gibi yaşarsak, yaşama anlam katacağımızdan söz eder. Ben bunu okurken çok sevdiğim bir dostumu hatırladım. Yirmi yıllık evliliğini ihanet nedeni ile bitirme noktasındayken yanındaydım ve ağlıyordu. “Biliyor musun?” dedi, “Ben niye ağlıyorum?”
“Yirmi yıldır hemen her gün pilav yaptım, evdekiler seviyor diye.Kimi gün şehriyeli, kimi gün domatesli, kimi gün bulgur.
Bir tek gün bile sade pilav pişirmedim.
Oysa benim en sevdiğim Sade pilavdı….!
Alıntı

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Vazgeçmenin Gücü…

8b54e6937d53af48a407b2e032abdb641

“Dört psikolog arkadaş bir gün bir deney yapmaya karar verirler.
Amaçları düşünce gücüyle mum ışığını söndürmektir.
Bir mum yakarak masanın üzerine koyarlar ve masanın etrafına otururlar. Olanca güçleriyle muma yoğunlaşırlar. Mumun ışığında herhangi bir hareket yoktur. Yoğunlaşmaya devam ederler ama mum ışığında en ufak bir titreme bile olmaz.
Bir saati henüz devirmişlerdir ki tam o sırada sokaktan gürültüyle bir kamyon geçer. Dışarıdan gelen gürültüyle birlikte bu dört arkadaş irkilir ve muma yoğunlaşmayı bırakırlar. O anda mumun ışığı sönüverir.
Evrenin kuralı bellidir: İste ve serbest bırak.
Serbest bıraktığında her ne istedi isen o sana geliyor. Ama önce istemek zorundasın.
Newton kafasına elma düşünce yer çekimini buldu. Halbuki o güne kadar pek çok insanın kafasına ağaç altında uyurken elma düşmüştü. Peki neden Newton yer çekimini buldu da diğerleri bulamadı? Çünkü Newton kafasına elma düşmeden önce binlerce saatlik bir uğraş vermişti. Yine bir gün çalışmaktan yorgun düştüğü bir sırada uyuyakaldı yani serbest bıraktı ve bilgi kafasına düştü.
Doktor iğne yaparken bile fazla kasmayın kendinizi diyor. Neden? Çünkü kendini kasarsan iğne vücutta rahatça kılcal damarlara ulaşamaz. Kendini serbest bırakmadığın zaman akamazsın. Akış ancak rahat ortamda gerçekleşir.
İşte bütün bunlar aslında vazgeçmenin gücüdür.

Cem Özüak

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »