Pazar gecesi…

Karikatür kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Dünler geçmişi, Bugünler yaşadığını, Yarınlar geleceğini anlatır.

 Dünler geçmişi,

Bugünler yaşadığını,

Yarınlar geleceğini anlatır.

Dünü unutma …

Bugüne aldanma

 Yarına ağlama

Çünkü; Dün tecrüben

Bugün hayatın

Yarın hayallerindir..
Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

12 soruda detaylı kişilik testi… Buyrun…

Ortaya Karışık kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Öksürük çayı…

Öksürük Çay MalzemelerElmayla beraber baharatları kaynattıktan sonra ateşten alıp   yeşil çaydan birkaç kaşık ekleyip demlenmeye bıraktım. Onun yerine ıhlamur da kullanabilirsiniz. Annem bir de karanfil koysaydın dedi, çok baskın bir tadı olduğu için tercih etmedim, o da size kalmış.

ÖKSÜRÜK ÇAYI

2-4 kişilik

Malzemeler

  • 1 adet elma
  • Ceviz büyüklüğünde taze zencefil
  • 1 adet çubuk tarçın
  • 1 tatlı kaşığı top karabiber
  • 2 yemek kaşığı kakule
  • 3 su bardağı su
  • 2 yemek kaşığı yeşil çay
  • 1 adet limon
  • 1 yemek kaşığı bal veya dut pekmezi (servis ederken, her bardak için)

Yapılışı

  1. Elmayı önce ortadan ikiye, sonra her yarısını enlemesine ve boylamasına üçe keserek, koçanı ve çekirdekleri dahil olmak üzere büyük boy bir tencereye aktarın.
  2. Üzerine kabuğunu soyup ince ince dilimlediğiniz taze zencefili, çubuk tarçını, karabiber toplarını, kakuleleri ve suyu ekleyip kapağını kapatın ve yüksek ateşin üzerine oturtup kaynama noktasına getirin. Ardından altını kısıp, orta ateşte 15 dakika boyunca kapağı kapalı olarak pişirmeye bırakın.
  3. Tencereyi ateşin üzerinden alın, kapağını açıp limonun suyunu üzerine sıkın, yeşil çayı da ekleyip karıştırın ve kapağını kapatıp 3-5 dakika demlenmeye bırakın. Eğer yeşil çay yerine ıhlamur kullanacaksanız bütün malzemelerle en başta ekleyebilirsiniz.
  4. Çay demlenince ince telli bir süzgeçten geçirerek bir çaydanlığa aktarın. Bardak başına birer yemek kaşığı bal (veya dut pekmezi) ilavesi yaparak servis edin

 

Kafe Fernando bloğundan alınmıştır…

Bitki Alemi kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Yarınki iş planı…

Ortaya Karışık kategorisinde yayınlandı. 1 Comment »

Unutma insanların gerçek yüzleri ,menfaatleri söz konusu olduğu zaman ortaya çıkar…

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Birinci Kadın Mı Olmak Daha Zor İkinci Kadın Mı? ( Bölüm 2)

Serap da Mehmet de o gün işe gelirken çok heyecanlıydı. Malum ‘’o gün’’ gelmişti. Serap kendisine en yakıştığını düşündüğü siyah elbisesini ve siyah topuklu ayakkabısını giymişti. “Biraz abartılı mı oldu?” düşüncesi beyninden şimşek hızıyla geçip kayboldu. Mehmet ise tıraş olduktan sonra bir gün önce yeni aldığı kokuyu biraz bolca sürdü. Eeee! Akşama kadar kalmazdı belki ama belli de olmazdı. Güzel kokmak istiyordu. Bu kadar hazırlanmalarına rağmen gün boyu ikisi de birbirlerinden gelecek iptal mesajını beklemiş ama iptal eden olmamıştı. Ayrı ayrı işten çıkıp daha önceden kararlaştırdıkları Tünel’deki lokantanın teras katında buluştular.

İlk başta biraz suskunluk, gerginlik, çekingenlik olsa da içtikleri şarabın etkisiyle ilerleyen saatlerde ikisi de iyice gevşemişti. Serap inanamıyordu: Bu kadar mı çok ortak zevkleri olurdu. Hatta eskilere gidip ortak birkaç arkadaş bile bulmuşlardı. “Hayat başka türlü aksa belki de evli olacaklardı” diye düşündü gizlice. Sıra tatlıya geldiğinde Serap artık “aman ne olursa olsun evli bir adamla görüşen tek kadın ben miyim” kıvamına gelmişti. Mehmet’in de ondan pek farkı yoktu. Serap’ın yemyeşil gözlerinde kayboluyor, eliyle saçlarını geriye atışında eriyordu. Artık yemek bitmiş yola düşülmüştü. İşte karar anı gelmişti: Herkes kendi evine mi gidecekti, yoksa Serap’ın evine mi gidilecekti?

Mehmet kısa bir tereddütten sonra “sana bir uğrayayım, senin elinden şöyle güzel bir kahve içer ayılır eve öyle giderim olur mu?” diye sordu. İşte Serap’ın sonraki yedi – sekiz ayı aşk sarhoşluğunda geçirmesi böyle başladı. Gerçi âşıktı âşık olmasına da arkadaşları onun çok içine kapandığını söylüyorlardı. Artık kimseye söz vermiyor, tatil planı yapmıyor, izin kullanmıyor ve her an Mehmet’ten gelecek telefonu bekliyordu. Yılbaşı gecesi ve son bayram tatilini yalnız geçirmesi biraz ona koymuştu ama Mehmet ona sabret diyordu. Türkan’ın işinde çok ciddi sorunlar olduğundan morali çok bozuktu. Bunca senenin ardından böyle zor bir döneminde ondan ayrılmasının mümkün olmadığını ama ilk fırsatta onu terk edeceğini söylüyordu. Serap ona bütün kalbiyle inanıyordu. Âşıktı o. Hayatında hiç olmadığı kadar hem de. Gözü hiçbir şeyi görmüyordu. Aklında sürekli olarak Mehmet’i nasıl daha mutlu edebilirim araştırmaları vardı. Aslında işinde de dikkati dağılmaya başlamıştı ama şimdilik durumu idare edebiliyordu.

Yüzü sadece Mehmet’in yanında gülüyor, Mehmet’ten mesaj gelmediği geceler kahroluyor, gözüne uyku girmiyordu. Yavaş yavaş bir girdaba kapıldığını hissediyor ama geri çıkacağına daha çok sürüklenmekten başkası elinden gelmiyordu. Sonunda “neyin var?” diye çok üsteleyen arkadaşlarından Ebru’ya durumunu anlatmıştı. Anlatırken çok utanmıştı ama neyse ki Ebru onu yargılamamıştı. Tek söylediği “kendine yazık ediyorsun kızım” cümlesi olmuştu. Başka da bir şey söylememişti. Bu cümle onu çok huzursuz etmiş akşama evinde hazırladığı yemekte Mehmet’e bunu aktarmıştı. Mehmet “Serap sana aşığım, saçmalama. Sadece uygun zamanı bekliyorum” diye diretmiş “ben zaten tek eşli yaşıyorum, benim gözümde eşim sensin” demişti. Hatta sadece ikisinin geçireceği bir hafta sonu tatili ayarlayacağına da söz vermişti. Serap Mehmet’in kokusuna bayılıyordu. Ona sarılırken kokusunu içine çekip, şişeleri doldurup, onun yokluğunda koklamayı diliyordu… Sonunda Serap olayı akışına bırakmaya karar verdi. Kendince bir strateji belirledi: Mehmet’e destek verirken, onun yanında her zaman neşeli ve güzel olacak, kendini vazgeçilmez kılacaktı.

Zaman biraz daha ilerlemiş ilişkileri başlayalı nerdeyse bir buçuk sene olmuştu. Bu arada ailesi ve arkadaşlarıyla olan ilişkileri ve işi giderek kötüye gitmeye devam ediyordu. Hatta Mehmet geçen gün patronların kendi aralarında “onun yerine acaba birisini mi baksak” diye konuştuklarını duyduğunu yetiştirmişti ama aldırmıyordu. Ebru geçen gün ona bir fikir vermişti, belki de onu uygulamalıydı: “Kendine üç ay süre ver, eğer baktın Mehmet hala aynı teranede devam ediyor o zaman ilişkini bitirirsin” demişti. Bitirmek mi??? İşte o lafı duyduğu anda nefes alamaz olmuştu. Böyle bir seçenek yoktu, olmamalıydı. ama içinde bir yerlerde de bunun mantıklı olduğunu hissedebiliyordu…

Olayın bir de Türkan cephesi var. Türkan işti, çocuklardı, evi toparlamaktı derken uzun bir süre zaten hiçbir şeyden şüphelenmedi. Onun kocasına güveni tamdı. Bunu pek kimseye anlatmazdı ama kocası onu tavlamak için az mı uğraşmıştı? Aslında onun gönlü mahallenin yakışıklısı Selim’deydi ancak Mehmet allem kallem etmiş, uğraşmış, didinmiş, şiirler yazmış, kapısında beklemiş ve sonunda da işi bitirmişti. Mehmet tarafından böyle istenmiş olmak gurunu okşamıştı. Ona sevgisi zaman içinde gelişip büyümüştü. Şimdi çok mutluydu işte. Tek şikâyeti Mehmet’in ona yardım etmeyişiydi ki “aman erkek işte” deyip çok da üzerinde durmuyordu açıkçası. Onlar her şeyi beraber yapmışlardı. Bu yolda beraber yürümüşlerdi. Şimdi ekonomik olarak da rahatlamışlardı. İlerde çocuklar da evlenince güney sahillerinde bir ev alıp, oraya yerleşmek en büyük hayalleriydi.

O böyle kendi halinde yaşayıp giderken, bir gün arkadaşı Melahat aradı. Biraz kem küm ettikten sonra kocasını Bebek’te bir balıkçıda güzel bir kadınla yemek yerken gördüğünü ve fotoğraflarını çektiğini söyleyiverdi. Türkan iyi ki oturuyordu. Başından aşağı soğuk sular boşalmıştı. Elleri, sesi titremeye başlamıştı. Nefes alamıyordu ama Melahat’a da soğukkanlı gözükmek istiyordu. Kısık bir sesle “fotoğraflarını göndersene” diyebilmişti. Fotoğraf telefonuna düştüğünde bayılacağını zannetti. Bu kadını tanıyordu. Bir şirket yemeğinde görmüştü onu. Yemyeşil gözleri vardı. Onun da dikkatini çekmişti bu kadın. İsminin hatırlayamıyordu ama yüzünü ve o gün giydiği seksi elbiseyi hemen hatırlamıştı. Hatta kocasıyla ara ara bakıştıklarını, fısır fısır konuştuklarını birden anımsamıştı. Hâlbuki hiçbir şey kondurmamıştı, aklına bile gelmemişti. “Tanrım ne kadar safmışım” diye söylenirken

“Salt acı dedikleri bu mu” diye düşündü ve gözyaşlarına boğuldu. “Acaba kocasını ihmal mi etmişti, bir kusur mu işlemişti, ilişkilerinde bir sorun mu vardı da kocası başka kadına gitti” diye kendini sorgulamaya başladı. Canı acıyordu, canı. Ne yapmalı sorusu aklına düştü birden. Kime anlatmalıydı, kime danışmalıydı acaba. Bilemedi… Bu işin yayılmasını istemiyordu. Belki geçiciydi, belki kendi kendine bitecek bir şeydi… Büyütmeye ne gerek vardı. Onların aslanlar gibi iki evlatları vardı değil mi… Aynaya baktı, kendini incelemeye başladı: Bu kilolardan kurtulmalıydı. Saçlarını değişik bir şekilde kestirmeliydi. Dolabını açtı baktı, hiç güzel bir kıyafeti kalmadığına karar verdi. Alışverişe de çıkmalıydı.

Ve telefondan sonraki birkaç ay zayıflayamasa bile saçlarını değiştirmiş, daha güzel giyinir olmuştu ama kocasının artık ona hiç bakmadığının da farkına varmıştı. Ayrıca banyoya girip gizlice telefonda konuştuğunu, sürekli mesajlaştığını ve telefonunu artık hiç ortada bırakmadığını da fark etmişti. Bazı geceler eve de çok geç geliyordu. Bir keresinde buram buram gelen parfüm kokusu aldığına yemin edebilirdi. Bu suskunluk ve bekleyişe ne kadar daha tahammül edebileceğini bilemiyordu ama çocuklarının üzülmesini ve babasız kalmalarını istemiyordu. Biraz daha idare edecekti, buna kararlıydı. Sonraki bir sene sürekli çöküş halindeki moraliyle yaşamaya devam etti.

Nerede hata yapmıştı, ne kadardır kocasıyla kardeş gibi yaşıyordu, bu işi nasıl çözebilirdi, kocasıyla yüzleşmeli miydi, böyle bilmeme numarasına daha ne kadar devam edebilirdi, kime danışmalıydı soruları sürekli kafasını meşgul ediyordu. Mehmet de huzursuzdu. Evde sürekli gergin bir hava vardı. Ne dese Mehmet onu tersliyordu. Suratı sürekli asıktı. Eve zorla geliyor gibiydi. Hafta sonları da, akşamları da artık ya var ya yok gibiydi. Olduğu zaman da evin içinde yabancı gibiydiler. Her gece yatağın kendi tarafında ağlıyordu.

Bir gece Mehmet’e sokulmaya çalışmış ve Mehmet onu öyle bir itmişti ki işte bıçağın kemiğe dayandığını o an anlamıştı. Acilen bir şeyler yapmalıydı. Sonunda dayanamadı durumu annesine anlattı. Annesi bağırıp çağırıp dövünmeye başladı. Moral vereceğine, kendisini daha çok yıkıyordu. Sonunda annesi sakinleşince uzun uzun konuştular. Annesi erkeklerin bu tip yollara çok başvurduğunu, bunun doğalarında olduğunu ve sabrederse bu işin galibinin mutlaka Türkan olacağını söyledi durdu. Mehmet başka kadınlardan hevesini alıp sonunda karısına ve çocuklarına dönecekti nasıl olsa. Bu işin neredeyse bir buçuk senedir devam ettiğini öğrenince de “kızım bir üç ay daha bekle, baktın her şey aynı devam ediyor o zaman kocanla yüzleş” diye tavsiyesini verdi…

Türkan bu yaşadığı kâbusun bir sabah uyandığında geçeceğini beklemişti ama artık anlıyordu ki geçmeyecekti. Annesinin dediği gibi bir üç ay daha bekleyecekti. Sonra baktı ki olmuyor yüzleşme zamanı diye karar verdi ağlayarak. Anladı ki bu iş etrafta duyulacaktı artık. Konuya komşuya, iştekilere, arkadaşlarına rezil olacaktı. Kimselerin yüzüne bakamayacaktı. Kocasıyla yapacağı yüzleşme konuşması ve sonrası ise onu bitiriyordu. Tanrı’dan yardım istedi, dualar etti.

Çalakalem Yazılarım... kategorisinde yayınlandı. 4 Comments »

PEMBE GÖZLERİNDEN ÖPTÜM…

PEMBE GÖZLERİNDEN ÖPTÜM

Sen farketmedin mutlaka…

Ama benim hep aklımda;

Bir kuğu gibi süzülürken,

Bir düşümden, bir düşüme sen

O buğulu anlık bakışın…

Yüreğimi o ilk yakışın. Karanın en güzel karası gözlerinde,

Pembenin en pembesini gördüm. Sen farketmedin mutlaka…

Ama sıcaklığı hala dudağımda.

Benim biricik pembe gözlüm,

Kara gözlerinin pembesinden öptüm.

11.12.2009

Sadi Atay

http://www.antoloji.com/pembe-gozlerinden-optum-siiri/

Şiir kategorisinde yayınlandı. 3 Comments »

Allah’ ım beni yavaşlat !Aklımı sakinleştir, kalbimi dinlendir.Günün karmaşası içinde, bana sonsuza kadar yaşayacak tepelerin sükunetini ver.

Allah’ ım beni yavaşlat !

Aklımı sakinleştir, kalbimi dinlendir.

Günün karmaşası içinde, bana sonsuza kadar yaşayacak tepelerin sükunetini ver.

Sinirlerim ve kaslarımdaki gerginliği, belleğimde yaşayan akarsuların melodisiyle yıka.

Anlık zevkleri yaşayabilme sanatını öğret; bir çiçeğe bakmak için yavaşlamayı, güzel bir köpek ya da kediyi okşamak için durmayı, bir kitaptan birkaç satır okumayı, balık avlayabilmeyi, hülyalara dalabilmeyi öğret.

Her gün bana kaplumbağa ve tavşanın masalını hatırlat.

Hatırlat ki yarışı her zaman hızlı koşanın bitirmediğini, yaşamda hızı artırmaktan çok daha önemli şeyler olduğunu bileyim.

Heybetli meşe ağacının dallarından yukarıya doğru bakmamı sağla.

Bakıp göreyim ki onun böyle güçlü ve büyük olması yavaş ve iyi büyümesine bağlıdır.

Ve hepsinden önemlisi: Allah’ ım, bana değiştirebileceğim şeyleri değiştirmek için ‘cesaret’,

değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etmem için ‘sabır’, ikisi arasındaki farkı bilmek için ‘akıl’ ve

beni aşkın körlüğünden  ve yalanlarından koruyacak ‘dostlar’ ver.

**Bu metin Milattan yaklaşık 2000 yıl önce Hititler’e ait kalıntılar içerisinde bulunan bir duvar yazısına aittir.

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Ulan bıktım bu doğanın dengesi saçmalığından…

Karikatür kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

”Her güne hayatının en güzel günü olması için şans ver.”

”Her güne hayatının en güzel günü olması için şans ver.”

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

mutlu ve refah içinde bir hayat yaşamak için bizim elimizde olan ve istediğimiz takdirde çoğumuzun uygulayabileceği beş adım formülü :

Martin Seligman’ın daha mutlu ve refah içinde bir hayat yaşamak için bizim elimizde olan ve istediğimiz takdirde çoğumuzun uygulayabileceği beş adımlı bir formülü var:

1- Aklımızdaki pozitif duygu ve düşüncelerin sayısını artırmak. Bilimsel birçok deneye göre, zihnindeki düşüncelerinin çoğu olumlu olanlar daha mutlu oluyorlar.

Seligman, depresyonda bile olsanız, her gece o gün yaptığınız üç olumlu davranışı -bunlar çok önemsiz, küçük şeyler bile olabilir- aklınızdan geçirerek uyumanızı öneriyor. Bu küçük egzersiz bile ertesi günün iyi geçmesine neden oluyor. Bunu alışkanlık haline getirenlerde ise depresyon riski azalıyor.

Anlaşılan o ki zihnimizi olumlu düşüncelere odaklamak bize iyi geliyor. Olumsuz duygular ise (kızgınlık, kıskançlık, nefret, utanma, suçluluk…) bizi mutsuz ediyor.

2- İnsanın kendi güçlü yönlerini keşfetmesi ve hayatında bu güçlü yönlerini daha çok kullanması gerekiyor. İş hayatında kendi güçlü yönleri kullanan insanlar yaptıkları işle bütünleşiyorlar, zamanın nasıl geçtiğinin farkına bile varmıyorlar. Bu durumu Mihaly Csikszentmihalyi “akış” (flow) olarak tanımlıyor.

İnsanı “alıp götüren” bu iş birisi için bahçeyle ilgilenmek ya da çocuk yetiştirmek olabileceği gibi başkası için şirket yönetmek ya da arkeolojik kazı yapmak olabilir.

3- Seligman’a göre mutlu insanlar ilişkilerinde sevgiyi ön planda tutup yapıcı tavır sergiliyorlar. Kendilerini kenara çekip başkalarını yargılamak yerine insanların hayatlarına dahil oluyor ve kendi hayatlarına insanları dahil ediyorlar.

4- Mutlu insanlar, hayatlarının anlamını bulmuş insanlardır. Hayatın anlamı bir şeye sahip olunca bulunmaz. Bir mevkiye gelmek de insana hayatın anlamını öğretmez.

İnsan ancak kendisinden daha büyük bir şeye bağlanıp ona inanırsa hayatın anlamını yakalar. Herkesin anlam arayışı farklıdır elbette.

Bazıları bu anlamı dinde ve ibadette bulur, bazıları kendini bilime adar. Anlamlı bir hayat, kimisi için iyi çocuklar yetiştirmek, kimisi için mesleğini hakkıyla yapmak olabilir.

Bu anlam sayesinde insan hayattaki varoluşun nedenini anlar, hedefini netleştirir.Anlam insanın pusulasıdır.

5- Hayatlarında anlam bulan ve olumlu ilişkiler yaşayan insanlar kendilerine somut hedefler koyup bu hedefleri gerçekleştirmek için yaşarlar. Hedefi olan insanlar hayata tutunurlar. Sanıldığının aksine başarılı insanlar en zekiler arasından değil hayata en sıkı tutunanlar arasından çıkıyor.

(Seligman, kendi teorisini PERMA olarak adlandırıyor. PERMA, yukarıda anlatmaya çalıştığım beş maddenin İngilizce isimlerinin baş harflerinden oluşuyor. Pozitive emotion, Engagement, Relationship, Meaning ve Achievement

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

İşin püf noktası kanımca şu: Biz genelde hayata tersten bakmaya programlanmışız. Zannediyoruz ki mutlu olmak için önce başarılı, zengin ya da çok popüler olmak gerekiyor.

İşin püf noktası kanımca şu: Biz genelde hayata tersten bakmaya programlanmışız. Zannediyoruz ki mutlu olmak için önce başarılı, zengin ya da çok popüler olmak gerekiyor. Ama aslında doğru olan tam tersidir, eğer insan olumlu düşünür, sevgiye dayalı ilişkiler kurup anlamlı bir hayat yaşamaya başlarsa mutluluk o insanın peşini bırakmaz. Mutluluk insanın kendi tercihiyle elde edeceği bir zihin durumudur. İnsanın mutlu olması için önce mutlu olmayı seçmesi gerekir.

California Üniversitesi hocalarından ve pozitif psikolojinin en tanınmış isimlerinden Sonja Lyubomirsky’nin de ısrarla vurguladığı gibi mutlu olmak ve daha tatminkar hayatlar yaşamak bizim elimizdedir.

Yeter ki şükretmeyi, affetmeyi, ilişkileri sevgi üzerine kurmayı, ihtiyacı olanlara yardım etmeyi ve hayattan zevk almayı öğrenebilelim.

İyimserlik de mutlu olmak da öğrenilebilir.

Temel Aksoy

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Gerçek iyimser problemlerin farkındadır ama çözümleri de bilir, zorlukları görür ama üstesinden geleceğine de inanır,

Gerçek iyimser problemlerin farkındadır ama çözümleri de bilir, zorlukları görür ama üstesinden geleceğine de inanır, olumsuzlukları yakalar ama olumlulukları da vurgular, en kötüye açıktır ama en iyiyi de bekler, şikayet etmek için sebebi vardır ama tebessüm ve affedicilikle meseleyi halletmeyi seçer

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Kumru tarifi…

Standart Kumru Tarifi Yapılışı

Malzemeler

1 adet uzun sandviç ekmeği
5 dilim sucuk
3 dilim salam
4 dilim pastırma
2-3 dilim dil peyniri
1 tatlı kaşığı tereyağı

Yapilisi sandviç ekmeğini kenar kısmından uzunlamasına keselim. Tereyağını ekmeğin içine sürelim. Sucuk, salam ve pastırma dilimlerini yağlanmış fırın tepsisine dizelim. Dil peynirlerim pastırmaların üzerine yerleştirelim. Fırın tepsisini önceden ısıtılmış 200 derecedeki fırına verelim. Peynirler eriyince tepsiyi fırından çıkartalım. Tereyağını sürdüğümüz sandviçin içine sırasıyla salam, sucuk ve peynirli pastırma dilimlerini yerleştirip, servis yapalım

Yemekte Ne Var ??? kategorisinde yayınlandı. 1 Comment »