Akıllı Telefonlara Benim Gibi Bağımlılık Geliştirenler İçin Tasma Örnekleri:)

Korku Mu ? SEVGİ Mİ?

 

 

Korku, sevgi eksikliğinden başka bir şey değildir. Bir şeyi sevgiyle yap, korkuyu unut. Eğer iyi seversen, korku kaybolur….
Eğer derinden seversen, korku oluşmaz. Korku, bir olumsuzlamadır; bir yokluktur. Bunu çok çok derinden anlamak gerekir. Eğer bunu kavrayamazsan, korkunun doğasını asla anlayamazsın. Korku, karanlık gibidir. Karanlık yoktur, sadece varmış gibi görünür. Aslında sadece ışığın yokluğudur. Işık vardır. Işığı çıkart; karanlık oradadır.

Karanlık diye bir şey yoktur, karanlığı ortadan kaldıramazsın. Ne istersen yap ama, karanlığı yok edemezsin. Onu getiremezsin, onu atamazsın. Eğer karanlıkla bir şey yapmak istiyorsan, ışıkla bir şey yapmak zorunda kalacaksın; çünkü, ancak varolan bir şey ile ilişki kurulabilir. Işığı kapatırsın, karanlık olur; ışığı yakarsın, karanlık kaybolur. Ama sen ışıkla bir şeyler yapıyorsun; karanlıkla hiçbir şey yapamazsın.

Korku, karanlıktır; sevgi yokluğudur. Korkuya ilişkin olarak hiçbir şey yapamazsın. Ve ne kadar yapmaya çalışırsan, o kadar çok korkacaksın; çünkü giderek bunun mümkün olmadığını daha fazla hissedeceksin. Sorun giderek daha karmaşık hale gelecek. Eğer karanlıkla savaşırsan, yenilgiye uğrayacaksın. Bir kılıç alıp karanlığı öldürmeye çalışabilirsin; sadece yorgunluktan tükeneceksin. Ve sonunda zihin, “Karanlık o kadar güçlü ki, onu yenmem mümkün değil.” diye düşünmeye başlayacak.

Mantığın hatalı olduğu yer burasıdır. Bu tamamen mantıklıdır; eğer karanlıkla savaşıyorsan, ve onu yok edemediysen, onu yenemediysen, “Karanlık çok güçlü; onun karşısında çaresizim.” yargısına varmak, tamamen mantıklıdır. Ancak, gerçek bunun tam tersidir: Çaresiz olan sen değilsin, karanlığın kendisi. Aslında karanlık orada değil; o yüzden onu yenemedin. Olmayan bir şeyi nasıl yenebilirsin?

Korkuyla savaşma. Aksi taktirde, çok daha fazla korkmaya başlarsın ve yeni bir korku varlığına girer: Çok tehlikeli bir şey olan korku korkusu. İlk olarak, korku bir yokluktur. Bu durumda korkudan korkmak, yokluğun yokluğundan korkmak demektir; o zaman delirmeye başlarsın.

Korku, sevginin yokluğundan başka bir şey değildir. Sevgiyle bir şey yap, korkuyu unut gitsin. Eğer iyi seversen, korku kaybolur. Eğer derinden seversen, korku bulunmaz.

Birine, tek bir an için bile olsa gerçekten aşık olduğun zaman, ortada korku var mıydı? İki insanın birbirini, tek bir an için bile olsa, derinden sevdiği bir ilişkide; bir araya geldiklerinde, birbirleriyle tam uyum içinde oldukları o anda, hiçbir zaman korku ortaya çıkmamıştır. Sanki ışık yakılmıştır ve karanlık ortada yoktur. Gizli anahtar budur: Daha fazla sev.

Eğer varlığında korku hissediyorsan, daha fazla sev. Sevgide cesur ol, cesaretini topla. Sevgide maceracı ol; daha fazla sev ve koşulsuzca sev, çünkü ne kadar çok seversen, korku o kadar azalır.
OSHO

Yürümeyen İlişkilerin Nedeni –


Titreşim Frekanslarımız Herkes bir frekansa, yani titreşime sahiptir. Yani DNA’nın salınım oranına. Bu titreşim 50 ile 150 Ghz …arasında gezinir. Rezonans yüzünden, frekans son derece önemlidir. Bir titreşime (frekans) sahipsiniz ve yakın titreşimdeki diğer insanlarla, yerlerle, zamanla, olaylarla rezonansa girersiniz Bu durum sizin diğerleriyle olan ilişkilerinizi nasıl etkiler? İki insan, aynı ya da birbirine yakın frekansta iseler ancak ortak bir şeylere sahip olur ya da yan yana gelebilirler. Bunu kavramak o kadar önemli ki, son cümleyi tekrar okuyup üzerinde düşünmenizi isterim.   Bunun dış görünüş, kültürel geçmiş, eğitim, deri rengi, mali durum, ülke, ilgi vs ile en ufak bir ilgisi yoktur. İki insan ancak aynı frekansa sahipse, yan yana gelir ve birlikte olurlar. Örneğin, bir restorana girdiğinizde, belli bir masada insanların birlikte oturduğunu görürseniz, onların hepsinin yakın frekanslarda olduklarını fark edersiniz. Bu yüzden arkadaşlar yan yana gelirler. Yine bu yüzden arkadaşlar ve eşler birbirlerinden ayrılırlar. Aralarından birinin frekansı yükselir; diğeri aynı kalırsa, ikinci kişi diğerinin hologramından düşer. Ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, diğerinin frekans aralığının dışına düştüğünden bağlantı kuramazlar.
Hiç düşündünüz mü, okuldan bazı arkadaşlarınız artık arkadaşınız değildir ve onlarla hiç bir bağlantınız yoktur? Çünkü frekansınız değişmiştir ve literal anlamda onları “göremiyorsunuzdur” artık. Bizler gerçeği, şimdiki kitlesel bilincimizin odaklandığı bir alt boyutta var olan frekans bantlarının titreşimlerinin alt frekanslarının içinde olan kolektif kitlelerin düşünce formları şekliyle algılayabiliyoruz. Yani örneğin DNA sarmallarınızın 5 tanesi aktive olmuşsa ve bilinçliliğiniz beşinci boyuttaysa düşünce formlarının 4. Boyuttaki gibi yoğun (katı) olduğunu görürsünüz. Bu yüzden farklı insanlar, yaşamı bütünüyle birbirlerinden farklı algılarlar.   Bilinç ve DNA aktivasyon düzeyi farklılıkları yüzünden… Düşünün bakalım dışarıdaki gerçekten tuhaf kombinasyon oluşturan çiftleri, asla yan yana gelmelerini hayal bile edemeyeceğiniz insanlar birliktedirler. Birliktedirler çünkü aynı frekanstadırlar.   Konuya frekans açısından bakarsanız; kendinizin de neden artık bir takım insanlarla birlikte olmadığınızı görürsünüz ve ilişki “yürümüyorsa” kendinizi kötü hissetmek zorunda kalmazsınız.
Eğer frekansları uyumlu değilse 2 kişi yan yana duramaz.   Aynı şekilde eğer rezone olmadığınız bir çevrede çalışıyorsanız, orada fazla kalamazsınız.   Gerçekten de o çevre ve oradaki insanlarla aynı titreşimde salınmadığınızı hissedersiniz ve sonunda sizin oradan ayrılmanızı gerektirecek bir olay vuku bulur.   Eğer titreşim yasalarından haberdar değilseniz, bu hoş olmayan ve sıkıcı bir durum gibi gözükebilir.   Çoğu kişinin birlikte rezonansa giremediği kardeşleri ya da aile üyeleri vardır. Ve olan şey, bu durumun frekansla ilgili olduğundan haberdar olmayan anne-baba, büyükbaba-büyükanne gibi diğer aile fertlerinin “aileyi bir arada tutabilmek için” herkesi “geçinmeye” zorlamasıdır.
Bu yüzden bir çok dram vardır ailelerde; frekans ve bilinçlilik hallerindeki düzey farklılığı yüzünden. Belirli bir ailede enkarne oldunuz diye, otomatik olarak tüm aile fertleriyle aynı titreşim seviyesinde olmanıza olanak yoktur.   Zaten genellikle, eski yaşamlarımızdaki azılı düşmanlarımız bu hayatta aynı ailede doğmayı seçerek, bizim annemiz, babamız ya da kardeşimiz olurlar.   Bu son derece sık rastlanan bir durumdur. Bunu yapmalarının sebebi, nefreti iyileştirmek ve kişinin kendi bilgeliğini kazanarak ruhsal anlamda tekamülü içindir. Peki, titreşimimizi nasıl yükseltebiliriz ? 3 temel yol var:
1) ENERJİ ÇALIŞMALARINA KATILIN Titreşiminizi düşüren enerji blokajlarını, ailenizden miras kalan karmik damgalarınızı kaldırmak, ruhunuzdan ve ruh düzeyinden daha yüksek frekans çekmeniz ve tutmanızı sağlayacak uykudaki DNA’yı aktive etmek için enerji çalışmalarına katılın. Bu çalışmalar aura temizliği, karma çalışmaları ile birlikte başlayabilir. Ve DNA aktivasyonları kendi üzerinizde nasıl çalışacağınızla ilgili genişlemiş bir bilgiyle birlikte devam edebilir.
2) ZİHİN BEDENİ KONTROL EDEN EGZERSİZLER Sadece koşulsuz sevgi, neşe, mutluluk, minnettarlık gibi güç veren duygusal yüksek frekanslı düşünceler içinde olarak; zihin bedeninizi kontrolünüz altına alın. Korku, anksiyete, umutsuzluk ve depresyon gibi durumlardan uzak durun. Bu durumların tümü düşük frekans taşıdığından, size düşük frekanstaki insan ve durumları çekerler.
3) MEDİTASYON / YOGA YAPIN Mümkün olduğunca meditasyon, yoga ya da diğer teknikler yoluyla, teta, delta dalgaları gibi derin zihin hallerine girin. Bu gibi derin haller, sizin Tanrı kimliğinize ve kuantum fiziğinde “gözlemci” denen duruma en yakın olduğunuz, düşünce tezahüründe, enerji dalgalarının uzay/zaman atom-altı parçacıklarının içinde çöktüğü anlardır. Umarım bu yazıyla rezonansa girmiş ve titreşimin yaşamımızın her halinde nasıl etkili olduğunu fark etmişsinizdir
alıntıdır…

“Bu yaz, denizkızı mı olmak istersiniz, yoksa bir balina mı?

 

 

 

Avustralya’da, bir spor salonunun camında bir reklam; zayıf ve bronz tenli bir kadın, hemen yanında şu yazıyor:

“Bu yaz, denizkızı mı olmak istersiniz, yoksa bir balina mı?

Afişteki mankenin fiziksel özelliklerinden çok uzak olan orta yaşlı bir kadın, spor salonunun reklamına sesli bir cevap veriyor:

İlgilenenlere duyurulur,

Balinaları arkadaşları asla yalnız bırakmazlar, yunuslar, deniz aslanları, meraklı insanlar..

Aktif bir cinsel yaşamları vardır, hamile kalır, sevimli bebek balinalar doğururlar.

Denizde yüzer, oynarlar. Polinezya adalarının mercan kayalıkları gibi muhteşem yerleri görme şansına sahiptirler.

Balinalar harika şarkı söylerler, CD’leri bile vardır.

Bazı insanlar dışında, onlara zarar vermek isteyecek tek bir varlık yoktur. Dünyada herkesin sevdiği, koruduğu ve hayran kaldığı şahane hayvanlardır.

Denizkızı?

Öncelikle, denizkızı diye birşey yoktur.

Var olsalardı da kimlik karmaşası sebebiyle psikolog kapılarında sıra oluştururlardı. Balık mısın? İnsan mı?

Cinsel hayatları yoktur. Yanlarına yaklaşan erkekleri öldürüyorlar, nasıl olabilir ki? hem, iyice bir bakın, gerekli donanım nerede??

E, sonuç olarak çocukları da olmaz.

Zaten balık kokan bir kadını kim ister ki?

Sonuç?

Ben balina olmayı tercih ederim.

Medya sadece zayıf insanların güzel olduğunu savunuyor ama ben çocuklarımla dondurma yemeyi, beni heyecanlandıran adamla güzel bir akşam yemeğinde sohbet etmeyi, arkadaşlarımla çikolata paylaşmayı çok seviyorum.

Zamanla kilo alıyoruz; çünkü, kafamıza o kadar çok bilgi yüklüyoruz ki yer kalmıyor ve bedenimizin diğer bölümlerine yerleşmeye başlıyor. Yani, biz kilolu değiliz, inanılmaz kültürlü, eğitimli ve mutluyuz.

Bugünden itibaren, aynaya bakıp da kalçamı gördüğümde, şunu düşüneceğim:

“Allah’ım ne kadar da akıllıyım!”

Akşam yattığımda, o gün yaptıklarımdan utanacağım günleri, geleceğimden sil TANRIM. Kendimi severek uyuyacağım günlerin devamını sağla tanrım.

Kızlarım baba nasıl dua edilir sorarlar diye bu satırları yazdım. Onlar sorana kadar ben kendim kullanıyorum. Belki hoşunuza gider bir kısmını da siz kullanırsınız, eklediklerinize de bana gönderin, bende kendi duama ekleyeyim.

Ey Tanrım,

Senden rica ediyorum, her sefer ki sadece beynimle düşünüyorum, sadece beynimle plan yapıyorum, sadece beynimle yazıyorum, beni durdur. Bütün beynimde oluşan düşünceleri kalp filtremden geçir. Düşündüğümü ancak hissetmediğimi, yazmayayım, söylemeyeyim, yapmayayım.

Başkalarının fikirlerini, çok beğensem bile ben uygulamadan kimseye tavsiye etmeyeyim. Benim yapamadıklarımı sadece bildiğim için başkalarına yapıyormuşum gibi göstermemem müsaade etme.

İçimde sevgi var dediğimde, cidden içimde sevgi olsun, hissedeyim. Korkuyorum dediğimde cidden korkayım. Güldüğümde kalbimden güleyim, ağladığımda kalbim acıdığından ağlayayım.

İyi bir insan olmaya çalışmayayım artık olayım. Dostlarım dostluğumdan korkmasın, düşmanlarım ne olursa olsun kötülük yapamayacağımı bilsin.

Tanrımdan, yarattığı insanlardan, istemekten korkmayayım, verileni almaktan utanmayayım. Tanrının yardımıyla çok çok verebileyim.

İnsanların teşekkürün de, verebildiğim için hep utanayım, mahcup olayım, aslında iyi niyetimden başka hiçbir şey veremediğimi unutmayayım. Dostlarımın zihinlerinde hep bir tebessüm olarak kalayım…

Kızmayayım kabul edeyim, şımarmayayım hazmedeyim, aldığım kadar da vermeyi bileyim.

Verdiğin nimetler için, beni sevdiğin için, bana bu hayatı hediye ettiğin için sana her zaman dua edebilme gücünü ver Tanrım.

Akşam yattığımda, o gün yaptıklarımdan utanacağım günleri, geleceğimden sil TANRIM. Kendimi severek uyuyacağım günlerin devamını sağla tanrım.

Sıhhat, huzur, mutluluk, ruh güzelliği ailem ve dostlarımın zenginliği olsun.

Kötü insanları, kötü olayları ve dünyadaki kötülükleri ders olarak alabilecek ve anlayabilecek zihin açıklığını ver Tanrım.

Akşamları yatmadan babama bir öpücük vermeği unutturma Tanrım, sonra çok üzülüyor…

Selim Gabay

Bir Paket Kurabiye ve Önyargılarımız

Önyargı üzerine müthiş bir hikaye.

 

Büyük bir hava meydanının bekleme salonunda, genç bir kadın uçağına binmek üzere bekliyordu. Uçağın hareketine saatler olduğu için zaman geçirmek için bir kitap ve bir paket küçük kurabiye satın aldı.

Dinlenmek ve kitabını okumak için vip salonunda bir koltuğa yerleşti. Kurabiye paketinin durduğu sehpanın yanındaki koltuğa bir adam oturdu; dergisini açıp okumaya başladı.

Genç kadın ilk kurabiyesini aldı. Adam da bir tane aldı. Bayan çok rahatsız hissetti kendisini ve:

“Sinir bir şey! Havamda olsaydım bu cüretinden dolayı ona haddini bildirirdim!”diye düşündü.

Bayan bir kurabiye alıyor, adam da bir tane alıyordu. Çıldıracak gibiydi bayan ama olay çıkarmak istemiyordu.

Nihayet son kurabiye kalınca kadın: “Bu küstah adam şimdi ne yapacak?” diye düşündü.

Adam son kurabiyeyi aldı; onu ikiye böldü ve bir parçayı kadına verdi.

Aaaa! Bu kadarı da fazla! Çok öfkelenmişti şimdi! Kadın sinir içinde kitabını ve diğer şeylerini alıp bir fırtına gibi giriş salonuna oradan da uçağın içine yöneldi.

Uçaktaki koltuğuna oturdu. Gözlüğünü almak için çantasını açtı. Ne görsün? Kurabiye paketi açılmamış olarak orada duruyordu.

Çok utandı. Çok büyük bir yanlış yaptığını anladı. Kurabiyelerinin paketini açmadan çantasına koyduğunu unutmuştu.

Adam kendi kurabiyelerini, hiç sinirlenmeden, yüksünmeden kadınla paylaşmıştı,

Kadın kurabiyelerinin paylaşıldığını düşünerek çok sinirlenmişti. Ve şimdi bu durumu açıklama şansı yoktu. Özür dileme olanağı da kalmamıştı.

Telafi edemeyeceğiniz dört durum vardır.

Taş atıldıktan sonra!

Söz ağızdan çıktıktan sonra!

Fırsat kaçtıktan sonra!

Zaman geçtikten sonra!

Amannnn, Terkedersen Terket Be!!!

Karikatür kategorisinde yayınlandı. Etiketler: , . Leave a Comment »