Olay şudur ki, Penelope bir halı örmeye başlar, eğer o halı bitmeden kocası gelirse ne ala, eğer gelmezse başka biriyle evlenmek zorunda kalacaktır.

Sinema haricinde birçok ilgi alanım var ama mitoloji ve tarih en önde gelenleri diyebilirim. Homeros’un yıllar yıllar önce yazdığı İlyada ve Odysseia destanı ise benim için en önemlisi diyebilirim. Daha çok küçük iken okuduğum bu destan beni çok derinden etkilemiş ve mitolojiye olan ilgimi arttırmıştı. Hepinizin bildiği gibi destanın bir bölümü Truva savaşını anlatır. Diğer bölümü ise İthaca Kralı Odysseus’un eve dönüş hikayesini konu alır. Savaşta kazanılan zaferin(hileli de olsa) mimarı Odysseus, evi İthaca’ya dönerken başından birçok olay geçmiştir. Askerleri ile evi dönüş yolculuğu yıllarını almıştır. İşte bu bekleyiş, en çok sevgili karısı Penelope’yi üzmüştür. İthaca ülkesi, kralsız ve lidersiz kalmıştır ve soylular tarafında kraliçe Penelope, biriyle evlenmesi yönünde yoğun bir baskı altına alınmıştır.Ayrıca, babasının da baskıları artık Penelope’u yıldırmıştır. Fakat o, halen çok sevdiği kocası Odysseus’un ölmediğini düşünmektedir ve kendince bir çıkış yolu bulur ve babasını ikna eder.

Olay şudur ki, Penelope bir halı örmeye başlar, eğer o halı bitmeden kocası gelirse ne ala, eğer gelmezse başka biriyle evlenmek zorunda kalacaktır. Her sabah halıyı örmeye başlayan Penelope, akşamları olunca bir bir ördüklerini çözer. Bu durum sayesinde Penelope’un halısı birtürlü bitmez ve kocası Odysseus geç de olsa İthaca’ya varır. İşte, o günden sonra Penelope’nin yünü diye bir deyim oluşur. Halen uluslararası ilişkiler dalında çokça kullanılan bu deyim, birtürlü çözüm yolu bulunamayan uzadıkça uzayan süreçler için kullanılır…

Her insanın hayatında varlığını ve değerini bilen, hisseden, fark eden kuyumcular mutlaka vardır.

Vaktiyle bir bilge hoca, yıllarca yanında yetiştirdiği öğrencisinin seviyesini öğrenmek ister. Onun eline çok parlak ve gizemli görüntüye sahip iri bir nesne verip:
“Oğlum” der, “Bunu al, önüne gelen esnafa göster, kaç para verdiklerini sor, en sonra da kuyumcuya göster. Hiç kimseye satmadan sadece fiyatlarını ve ne dediklerini öğren, gel bana bildir.
Öğrenci elindeki ile çevresindeki esnafı gezmeye başlar. İlk önce bir bakkal dükkanına girer ve “Şunu kaça alırsınız?” diye sorar. …  Bakkal parlak bir boncuğa benzettiği nesneyi eline alır; evirir çevirir; sonra: “Buna bir tek lira veririm. Bizim çocuk oynasın” der.
İkinci olarak bir manifaturacıya gider. O da parlak bir taşa benzettiği nesneye ancak bir beş lira vermeye razı olur.
Üçüncü defa bir semerciye gider: Semerci nesneye şöyle bir bakar, “Bu” der “benim semerlere iyi süs olur. Bundan “kaş dediğimiz süslerden yaparım. Buna bir on lira veririm.”
En son olarak bir kuyumcuya gider. Kuyumcu öğrencinin elindekini görünce yerinden fırlar.
“Bu kadar değerli bir pırlantayı, mücevheri nereden buldun?” diye hayretle bağırır ve hemen ilâve eder. “Buna kaç lira istiyorsun?”
Öğrenci sorar: Siz ne veriyorsunuz?”
“Ne istiyorsan veririm.”
Öğrenci, “Hayır veremem.” diye taşı almak için uzanınca kuyumcu yalvarmaya başlar:
“Ne olur bunu bana satın. Dükkânımı, evimi, hatta arsalarımı vereyim.”
Öğrenci emanet olduğunu, satmaya yetkili olmadığını, ancak fiyat öğrenmesini istediklerini anlatıncaya kadar bir hayli dil döker.
Mücevheri alıp kuyumcudan çıkan öğrencinin kafası karma karışıktır. Böylesi karışık düşünceler içinde geriye dönmeye başlar. Bir tarafta elindeki nesneye yüzünü buruşturarak 1 lira verip onu oyuncak olarak görenler, diğer tarafta da mücevher diye isimlendirip buna sahip olmak için her şeyini vermeye hazır olan ve hatta yalvaran kişiler..
Bilge hocasının yanına dönen öğrenci, büyük bir şaşkınlık içinde başından geçen macerasını anlatır.
Bilge sorar:
“Bu karşılaştığın durumları izah edebilir misin?”
Öğrenci: “Çok şaşkınım efendim, ne diyeceğimi bilemiyorum, kafam karmakarışık” diye cevap verir.
Bilge hoca çok kısa cevap verir:
“Bir şeyin kıymetini ancak onun değerini bileni anlar ve onun değeri bilenin yanında kıymetlidir.”
Her insanın hayatında varlığını ve değerini bilen, hisseden, fark eden kuyumcular mutlaka vardır.
Mesele kuyumcuyu bulmaktadır

Bazen Beni Yeterince Sevmediğini Düşünüyorum Hayrettin…

Kendi Yaşam Hikayenizi Yazarken Kalemi Başkasının Tutmasına İzin Vermeyin…

Bundan Sonraki Hayat Felsefem:

Karikatür kategorisinde yayınlandı. Etiketler: . Leave a Comment »

insana kâlbini nasıl duyacağını öğretmek gerekmektedir.

 

 

İnsana kâlbini nasıl duyacağını öğretmek gerekmektedir. Cem şen

AHİRETTE 2 KADIN :

+ Selam benim adım Selma –
Selam Benimkide Özge, Sen nasıl öldün ?
+ Donarak öldüm. – Ne kadar korkunç..
+ Yok o kadar kötü değildi, soğuktan titremem geçince ısınmaya başladım ve uyku bastı, sonunda huzur dolu bir ölüm.
+ Peki sen nasıl öldün ? – Ağır bir kalp krizi geçirdim. kocamın beni aldattığını sandım, onu iş üstünde yakalamak için eve erken geldim, fakat evde tek başına …televizyon seyreder halde buldum.
+ Sonra ne oldu ? – Kesinlikle evde başka bir kadın olduğundan emindim, bütün evi aramaya başladım, çatıyı, yatakların altını her yeri aradım fakat bulamadım, ararken aşırı yorulmuşum, kalp krizi geçirdim ve öldüm.
+ Ah be güzelim birde derin dondurucuya baksaydın, şu anda ikimizde yaşıyor olacaktık…:))))))
Karikatür kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Olsun Nermin Teyze, Biz Kredi Kartı da Kabul Ediyoruz…

Arkadaşlar, yeni enerjiye açmak demek,evinizi yeniden dizayn etmek için bir iç mimara teslim etmek gibidir.

Arkadaşlar, yeni enerjiye açmak demek, evinizi yeniden dizayn etmek için bir iç mimara teslim etmek gibidir. Mimar sizden gelecek talimatı bekler. Siz de hadi dediğiniz anda başlar ekibiyle çalışmaya. Önce evinizdeki tüm eşyaları çıkarttırır. Her ne varsa. Bu arada o eşyaların altından unutulmuş neler neler çıkar. Nasıl toz toplamıştır altı yumak yumak böyle. Hani normalde kendi evimizi cillop gibi yaparız da ruhumuzun evlerini temizlemeyiz pek. Hatta alışkanlıklarımız nedeniyle babaanne evlerine benzer ruh evlerimiz. Girip gezebilsek normal evlerimiz gibi neredeyse çıldırtıcı şekilde kendimize ait eşyalar sandığımız şeylerin aslında hep atalarımızdan kalanlar olduğunu, onlardan miras aldıklarımızı doldurduklarımızla yaşadığımızı görürdük ruhumuzun evlerinde. Mobilyalar dededen gelir, yatak odası takımı anneden, örtüler perdeler anneanneden, yemek takımları babaanneden, iş eşyaları babadan… Sizin kendinizin beğenip aldığı anca birkaç oyuncak vardır belki de… İşte bizlerin ruhsal evleri aynen böyledir ve buraya o kadar alışmışızdır ki elbette ki iç mimar girip ne var ne yok attırırken içimizden parçalar sökülür resmen…
“Ama ama ama o benim anneannemin perdesi… Bana ‘Kızım böyle gezilir mi sere serpe, ne der elalem’ dediği gün takmıştım evime” diye itiraz edersin; ama iç mimarla kontratında der ki “Bir kere mimar girdiğinde eve işini bitirmeden çıkışı olmaz ve mimar tüm evi baştan aşağı değiştirme hakkına sahiptir” Bunu yapmalıdır çünkü yeni yapacağı tasarıma o perdeler gitmez. Dedenin “Ağır oturaklı olacak erkek dediğin, ne öyle zıp zıp zıplıyorsun” koltukları da gitmez yeni tasarıma… Babanın “Öyle oyunla falan geçirecek zamanın yok, ekmek aslanın ağzında, sürünürsün” diyerek aldığı çalışma masası da…
Mimar büyük eşyaları çıkarttırır ve ardından bir bakarsın evin içini olduğu gibi tahtakuruları sarmış. Kemirilmiş ruhunun evi. Önce tüm ahşaplar sökülür. Hayatını dayandırdığını sandığın her ne varsa. Sonra da ilaçlama ekibi girer devreye, iyice dezenfekte eder ruhunuzun evini… Bu arada bir sürü gizli bölme bulur ekip, oralara neler tıkılmıştır ailenizden saklamaya çalıştığınız neler. Ne oyuncaklar, ne resimler, ne anılar. Çok sevmişsinizdir ama korkmuşsunuzdur paylaşmaya… Mimar onları gülümseyerek, restore ettirmeye yollar bir arkadaşına. Elden geçirtecektir onları, parlattıracaktır ve yeni tasarımda camdan bir pano içinde sergileyeceksinizdir evinizin içinde onu…
Fakat siz bunları bilmezsiniz. Ruh evinize bir girer bakarsınız ve tuğlaları görünen bir inşaat kalmış geriye. Bir an paniklersiniz “Ben ne yaptım” diye. Ortaya neyin çıkacağına dair bir fikriniz yoktur. Etraf felaket durumdadır…
İşte şu anda hemen hepimizin yaşadığı böyle bir şey… Yeni enerjiyi davet ettik ve mimar evimize daldı. Şu anda kimimizin evlerinden eşyaları çıkartılıyor, kimimizinki ise tuğlalarına kadar sökük vaziyette. Planlara bakmak istiyorsunuz ama Mimar “Sen bana güven, ben seni çok iyi tanıyorum. Ortaya çıkacak evde yaşamaya doyamayacaksın. Ama planlara karışırsan olmaz, bazı şeyleri henüz algılamayabilirsin. Sen keyfine bak, her şey harika olacak” diyor…
Tabii şimdi biz de “Ustalara güven olmaz” inancı vardır. Bırakırsın ustaya evin içine de edebilir deneyimini de yaşamışızdır da hani bu usta bizim köşedeki kartonpiyerciden biraz farklı. Özünde evrenleri, galaksileri, gezegenleri yaratmış yaratıcının ruhundan almış.  Kendimizi bırakabiliriz rahatlıkla…
Bakalım proje bittiğinde nasıl ruh evlerimiz olacak… Ben kendiminkini merak ediyorum. Şu anda benimki de tuğlalarına kadar sökük. Onlar içeride çalışmalarını yaparken ben de dışarıya çıkartılmış eski eşyalarımı inceliyor ve hangisi bana kimden gelmiş, nasıl etkileri olmuş onları inceliyorum vedalaşmadan onlarla… Yıllarca kullandım onları, her ne kadar onları kendim zannetsem de… Vedalaşmadan son bir teşekkürü hakediyorlar… Ama onlara yeniden sahip olmaya veya onların başında da geçirmeye niyetim yok proje devam ederken tüm zamanımı. Görüyor ve teşekkür ediyorum. Zaten yıllarım onlarla geçti, Mimar Usta diyor ki “Hadi vedalaş da biraz git denize gir. Senin evin deniz kenarındaymış da fark etmemişsin bile… Biz işimizi bitirdiğimizde, peyzajcılar girecek bahçene, sonra da belediye… Hep birlikte sadece evini değil, yaşadığın çevreyi de elden geçireceğiz. Bugüne kadar çağırmamıştın bizi hiç ama zamanı geldi. Hadi bakalım biz işimize, sen de denize…”

Hasan “Sonsuz” Çeliktaş

”Boşver be yaşı başı!

 

 

”Boşver be yaşı başı!

Gönlün ne kadar şık sen ondan haber ver?..

Şöyle atıp koyu grileri-siyahları sabahtan,

Sarı bir kaşkol atabiliyor musun boynuna, ondan haber ver?

Koyma bir kenara yüreğini, aç kapılarını,

Gelene geçene yol verme girsin diye içeri ama

Gömme başını toprağa bir çift güzel göz uğruna.

Bilirim yine yeşerecek bir çiçek bulursun bir dalda,

Ama aklını kaybedecek bir aşk varsa avuçlarında,

Bırak aksın yollarına.

Yağ geç, yık geç, kimse inanmazsa inanmasın.

Sen inan yüreğine,

Hem ona geçmezse kime geçer sözün?..

Büyü büyü… bak ellerin ayakların kocaman.

Aklın da maaşallah yerinde,

E ne diye tutarsın yüreğini uçmasın diye.

Akıllı ol, yüreğin gelir peşinden,

Boşver yaşı başı,

Aşk var mı aşk, sen ondan haber ver?

Takılmışsın yüzündeki gözündeki çizgilere.

O çizgilerin yüreğine neler kazıdığını düşün,

Atmak mı istiyorsun kendini bir dereye soğuk bir

Kış günü, öl gitsin…

Parayı pulu savurup,

Bir balıkçı köyünde balık tutmak mıdır isteğin,

Savrul gitsin…

Boş ver be yaşı başı, kim tutar seni kim,

Kendi yüreğinden başka kim?.

Aklını al da öyle git,

İster bir duvara, ister bir od aya, ister kıra

Bayıra vur da git.

Dert etme ellerini, onlar da gelir seninle

Bırakmadıkça birine.

O biri de gelir gerçekten istediğin oysa,

Seveceksen ve öleceksen uğruna…

Yaşa be, yaşa da öyle git, gireceksen toprağa…

Yaş 70′e gelse bile, hayat daha bitmemiş.

Sen mi biteceksin?

Çekeceksen bile bayrağı,

Yaşadım ulan dibine kadar diyemiycek misin?”

Can Yücel / Boşver Be Yaşı Başı…

Şiir kategorisinde yayınlandı. Etiketler: . Leave a Comment »

Fırtınadan Sonra Daima Gökkuşağı Vardır…

YAŞADIKLARIMDAN ÖĞRENDİĞİM BİRŞEY VAR


Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği
İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa …
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya
 Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin
İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına
İnsan balıklama dalmalı içine hayatın
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına
Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın
Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana
Ataol BEHRAMOĞL

Çünkü ömür dedigimiz sey, hayata sunulmus bir armagandir. Ve hayat, sunulmus bir armagandir insana…”

 

 

Yasadiklarimdan  ögrendigim bir sey var:

Yasadin mi büyük yasayacaksin,
irmaklara, göge, bütün evrene karisircasina.

Çünkü ömür
dedigimiz sey, hayata sunulmus bir armagandir.
Ve hayat, sunulmus bir armagandir insana…”

Ataol Behramoglu’

Şiir kategorisinde yayınlandı. Etiketler: . Leave a Comment »

İnsansın, birinin canı yanarken…Seninde canın yanıyorsa..

 

 

Oysa insan olmak
Çoğalabilmektir başkalarıyla
İnsansın, birinin canı yanarken
Seninde canın yanıyorsa..

Ataol Behramoğlu

Fazla Demleyelim Ya, İçilir…

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Etiketler: , . Leave a Comment »