Gürül gürül akan bir derenin etrafında yemyeşil kocaman bir yeşil alan varmış. Cıvıl cıvıl hayat dolu, bin bir çiçekle, bin bir böcekle, kuşlarla dolup taşarmış bu mera. Suyun maviliği, yeşilin canlılığı, güneşin parlaklığı, dünyanın bu köşesinden hiç eksik olmazmış. Bu uçsuz bucaksız merada zamanı gelince, fırtınalar da olurmuş, yangınlarda çıkarmış, kuraklık bile olurmuş ancak bu meranın adı hep sulak, yemyeşil, aydınlık mera olarak geçermiş.
Ben gönlümde, zihnimde yarattım o merayı. Her sabah uyandığımda gözlerimi açmadan, meramı hayal ederim ve bugün yine o aydınlık günlerden biri olacak, merak etme Selim derim.
Bu sabah uyandığımda meramda hiç tanımadığım, ürkek, tetikte, canlı, merama renk getiren bir ceylan gördüm. Ceylan kocaman gözleriyle bana baktı; Eğer avcıysan ben av değilim, sadece buradayım ne olur müsaade et merana alışayım. Serin suyunu içeyim, körpe otunu yiyeyim, kendimi emniyette hissedeyim.
‘’Gel’’ dedim küçük ceylan, bulunduğun alan yeteri kadar büyük, huzurunu bul, emniyeti hisset, saati gelince ne de olsa fırtınaya da beraber karşı koyarız, su baskınına da.
‘’Ne istiyorsun benden?’’ dedi, ‘’bu sabah için günaydın’’ de, ‘’bir hayat seni onurlandırsın’’ de, ‘’bir ben burada bu an mutluyum de bana yeter’’, dedim…
Selim Gabay
03 Aralık 2009 11:42