Yolculuk Kılavuzu

hayatta-dogru-yolda-olmak-iskelede-kadin[1]
1] Yol bir dönüm noktasıyla, yol ayrımıyla başlar. Oradayken durup hangi yönü takip edeceğinizi düşünebilirsiniz. Fakat düşünmekle çok zaman harcamayın, yoksa o noktayı asla bırakamazsınız. İlk adımınızı attığınız andan itibaren, o dönüm noktasını, yol ayrımını sonsuza kadar unutun yoksa kendinize daima şu faydasız soruyla eziyet edersiniz: “Acaba doğru yolu mu seçtim?”
2] Yol sonsuza kadar sürmez. Yolda bir süre seyahat etmek bir nimettir, fakat bir gün yolun sonu gelecektir, bu nedenle onu her an bırakmaya daima hazırlıklı olun. Hiçbir şeye çok alışmayın. Ne mutluluk sarhoşu olduğunuz saatlere, ne de her şeyin çok zor göründüğü ve gelişimin çok yavaş olduğu, bitmeyecekmiş gibi görünen günlere. Er ya da geç bir meleğin ortaya çıkacağını ve yolculuğunuzun bir sona varacağını unutmayın.
3] Yolunuzu onurlandırın. Bu sizin seçiminizdi, sizin kararınızdı. Ayak bastığınız toprağa saygı duyarsanız, toprak da sizin ayaklarınıza saygı duyacaktır. Her zaman yolunuzu muhafaza etmek ve sürdürmek için en iyisi ne ise onu yapın, yol da sizin için aynısını yapacaktır.
4] İyi donanımlı olun. Küçük bir tırmık, kürek ve çakı taşıyın. Çakıların kuru yapraklar için bir işe yaramayacağını, tırmıkların ise köklü bitkiler için bir işe yaramayacağını anlayın. Her ânınızda, hangi aleti kullanacağınızı iyi bilin.
5] Yol hem ileri, hem geri gider. Bazen geri dönmeniz gerekir çünkü ya bir şey kaybolmuştur ya da iletmeniz gereken bir mesaj cebinizde unutulmuştur. İyi bakılmış bir yol size büyük zorluklar çıkarmadan geriye dönme imkânı verir.
6] Etrafınızdakilerden önce yolunuzla ilgilenin. Yol kenarındaki kuru yapraklar, ya da başkalarının kendi yollarıyla nasıl ilgilendiği sizin dikkatinizi dağıtmasın. Enerjinizi sizin adımlarınızı kabul eden toprağın bakımı ve muhafazası için kullanın.
7] Sabırlı olun. Bazen yabani otları ayıklamak ve aniden bastıran yağmur sonrası oluşan çukurları kapamak gibi, aynı görevler tekrarlanmak zorundadır. Bu durumun sizi rahatsız etmesine izin vermeyin – bu yolculuğun bir parçasıdır.
8] Yollar kesişir. İnsanlar havanın nasıl olduğunu söyleyebilir. Nasihatleri dinleyin ve kendi kararınızı verin. Size emanet edilen yol için yalnızca siz sorumlusunuz.
9] Doğa kendi kurallarını izler. Böylece, sonbaharın ani değişimleri, kışın kaygan buzu, baharın baştan çıkarıcı çiçekleri, yazın harareti ve yağmurları için hazırlıklı olmak zorundasınız. Her mevsimin tadını çıkarın, ve karakteristik özelliklerinden şikayetçi olmayın.
10] Yolunuzu kendinizin aynası hâline getirin. Hiçbir şekilde başkalarının kendi yollarıyla ilgilenme biçimlerinin sizi etkilemesine izin vermeyin. Dinleyeceğiniz bir ruhunuz ve ruhunuzun söylediklerini size anlatacak kuşlar var. Hikâyelerinizin çevrenizeki herkes ve her şey için güzel ve keyifli olmasını sağlayın. Her şeyden önce, yolculuğunuz esnasında ruhunuzun anlattığı hikâyelerin yolun her bir ânında yankılanmasına izin verin.
Paulo Coelho

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Lahana Yaprağı Ağrıları Mıknatıs Gibi Çekiyor…

İşte-Lahana-Yaprağın-Faydaları-1-768x751[1]

 

Eğer sabah kalktığınızda sürekli başınız ağrıyor ise uyumadan önce;

1-Bacaklarınıza lahana yaprağı sarın ve faydasını 1 gecede görün. Çünkü lahana yaprakları vücudumuzdan ağrıları mıknatıs gibi çeker alır. Ayrıca lahana yaprakları belirli bölgelerdeki ağrılara da çok iyi gelir

2- Darbelere bağlı şişliklere lahana yaprağı çok faydalıdır Elinizi bacağınızı gün içinde istemsiz olarak çarptınız ve ağrılı şiş oluştu. Hemen o bölgeyi lahana yaprağı ile sarın ve bir bandaj ile iyice sıkın. El ayak bilek bacak gibi bölgelerdeki şişlerin bir gecede geçtiğini göreceksiniz.

3- Tiroid bezine lahana yaprağı çok faydalıdır Tiroid bezindeki anormalliklerin düzenlenmesi için doğal yöntemler deneyebilirsiniz. Akşamları yatmadan önce lahana yaprağını boğazınıza sarın ve uyuyun.

Kaynak:nasılorulur.com

 

Bitki Alemi kategorisinde yayınlandı. 2 Comments »

Kederden oradan oraya savrulduğum, mutsuzluk girdaplarına sürüklendiğim zamanları yavaş yavaş aşarken şunu fark ettim birden.

17098239_10212452259922927_3680003659367526096_n[1]

 

 

Kederden oradan oraya savrulduğum, mutsuzluk girdaplarına sürüklendiğim zamanları yavaş yavaş aşarken şunu fark ettim birden. Bütün bunlar güçlü bir yaşama sevinci ile ilgili… İçindeki yaşama tutkusu olmasa ufacık şeylerle böyle yıkılmazsın zaten… Yani hayatı bu kadar sevmesen onun sana verdiği üzüntülere niye bu kadar isyan edesin ki? En sevdiklerinden gelen küçücük bir düşüncesizlik nasıl da yaralar insanı. Bir başkasından gelse belki de aldırmayacağın bir davranış, çok sevdiğin biri yapınca bir ihanet gibi algılanabiliyor.
Yaşama sevinci dünyayı ve insanları sevmekle ilgili biraz da. Bazen çiçek açmış bir ağaç bile insanın yerlerde sürüklenen moralini yükseltebiliyor. Hiçbir şeyin fayda etmediği bir eşik, bir zehirlenme hali vardır tabii ki. Böylesi dönemlerde, dünyanın en güzel manzaralarına bakarken bile yalnızca içinin karanlığını görebilir insan. Bu ruh hali içinde upuzun tren yolculukları anımsarım. Cam kenarında oturan kadının her şeyin önüne geçen karanlığı karşısında şahane manzaraların hüzün coğrafyalarına dönüştüğü zamanlardı bunlar. Yine de bir umut vardır her zaman. İçi ne kadar buruk olursa olsun doğanın kibirsiz yalınlığı iyileştirebilir insanı.Bu keder hiç bitmeyecek sanırken bir sabah uyanırsın ve dünyanın genişliği karşısında anlamsız görünür seni üzen… Denize doğru bakarsın, gökyüzüyle bakışırsın ve bunun dışındaki her şey silikleşir. Mutsuzluk için sayısız gerekçe vardır kuşkusuz ama tek bir mutluluk nedeni bütün bunları gölgede bırakır bir an. Güneşle ışıl ışıl yanan sulara dalar, doğanın kollarına bırakırsın kendini… Ne kadar yalındır her şey gök kubbenin altında.En karanlık zamanlarda bir yerlerde açmış böyle bir çiçek olabilir mi diye bakarım hep.
Bazen içindeki çığlık öylesine güçlüdür ki geri plandaki güzel melodiyi işitemezsin. Aslında en ulaşılmaz sandığın ne denli yakındadır bilemezsin. Seni üzen, utanç veren bir durum kahkahalarla gülünebilecek bir şeydir bazen… Birden bir güzel insan ayna tutar sana. Utancının içindeki masum kahkahayı keşfeder. Gözyaşların kahkahalara karışır. Bir içten kucaklayış gerginliğini alıp götürür. En karanlık anında bazen bir melek gelip seni kollarına alır ve başka bir dünyaya uçurur. Çok olmuştur bu ama bazen nasıl da imkânsız görünür. Yaşadıklarına dair kurduğun anlatılar, kelimelerin karanlık örgütlenişi perişan eder seni. Dışarıya çıkıp göremezsin halinin ne denli saçma olduğunu. Sorunu görüp çözümünü oluşturmak yerine içinde debelenip durursun.
Her şey, her yanlışlık insana dairdir. Kendine kızdığın durumların ardında senin biricik tarihin, onun biriktirdiği kırılmalar gizlidir. Bunları en iyi sen bilebilirsin. Bilmek yeterli değildir tabii… Keder geriye dönüp yaşananları değiştirememektedir daha çok da… İnsan olmak bununla ilgilidir sonuçta. Düşe kalka ilerlersin kalbin açtığı çetrefilli yollarda.
Suçluluk duyguların, mutluluğu hak etmediğine dair bir örtük algıya dönüşür bazen. Oysa doğal insanlık halleridir yaşanan… Masum değilizdir belki ama hayat da izin vermemiştir zaten buna…
Öyle zamanlar vardır ki nutku tutulur insanın. Kendini anlatamaz bir türlü… Kırılıp dökülmüştür içindeki harfler, düzgün cümleler kuramaz onlardan.
Oysa bir gerilim filmindeki gibi tırmanmıştır olay; sayısız ayrıntı açıklar son dehşet sahnesini.
İki ya da daha fazla taraf vardır bütün uzlaşmazlıklarda. Küslüğün şiddeti canını yakar insanın ama elinde değildir onu değiştirmek. Hayat, kopuşlarla, bölünmelerle, aşılmaz duvarlarla, geçilmez nefret kaleleriyle doludur.
Bir çocuk kalbi taşıyanlar bağışlamaya hazırdır ancak. Bazen hayat böylesi kalpleri öylesine paramparça eder ki sadece gözlerde mahzun bir bakış kalır geriye. Anlatabilmek ister insan içinden geçenleri, bütün olup biteni, olanca içtenliğiyle… Yaşantı çoğu kez böylesi bir saydamlaşmaya izin vermez ama. Bir bahçenin sessizliğinde ağaçlarla, çiçeklerle paylaşırsın sen de bunu, bir kıyıda denizin dalgalarına fısıldarsın ancak. Kederini alıp gider doğa… Nasıl da hafiflediğine sen bile şaşarsın. Kendini de başkalarını da bağışlarsın. Boşlukta uçuşan bir melodi gibi dönersin geriye…:) 🙂 🙂

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Kimi der ki kadın…

17191250_1732906017020612_2307043070319717426_n[2]

Kimi der ki kadın
Uzun kış gecelerinde yatmak içindir.
Kimi der ki kadın
Yeşil bir harman yerinde
Dokuz zilli köçek gibi oynatmak içindir.
Kimi der ki ayalimdir,
Boynumda taşıdığım vebalimdir.
Kimi der ki hamur yoğuran.
Kimi der ki çocuk doğuran.
Ne o, ne bu, ne döşek, ne köçek, ne ayal, ne vebal.
O benim kollarım, bacaklarım, başımdır.
Yavrum, annem, karım, kızkardeşim,
Hayat arkadaşımdır.
Nazım Hikmet Ran

8 Mart Dünya Kadınlar Günü

images[3]
1857 yılında ABD’nin New York kentinde konfeksiyon ve tekstil fabrikalarında çalışan 40.000 işçinin insanlık dışı çalışma koşullarına ve düşük ücrete karşı başlattığı grev, polisin saldırısıyla kanlı bitti. Saldırı sırasında çıkan yangında çoğu kadın 129 işçi can verdi. 1910 yılında Danimarka’nın Kopenhag kentinde toplanan 2. Enternasyonale bağlı kadınlar toplantısında, Almanya Sosyal Demokrat Parti önderlerinden Clara Zetkin, bu yangında yaşamını yitiren 129 kadın işçi anısına 8 Mart gününün Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kutlanmasını önerdi. Kadın hakları hareketini, özellikle oy hakkını onurlandırmayı amaçlayan Kadınlar Günü önerisi oy birliği ile kabul edildi. 1975 yılında Dünya Kadınlar Yılı’nı ilan eden Birleşmiş Milletler Örgütü, 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart’ın tüm kadınlar için Dünya Kadınlar Günü olarak kutlanmasını kararlaştırdı. Kadınlara eşit hakların verilmesinin Dünya barışını güçlendireceği kabul edildi. Böylece 8 Mart, dünyada kadınların yüzyıldır yürüttüğü özgürleşme mücadelesinin kutlandığı ve kadınların güncel taleplerinin ifade edildiği bir gün haline geldi.

Ortaya Karışık kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Çekim Yasası…Başkasının iyi şansına sevindiğinizde onların iyi şansı size yapışır…

17190419_10155086334639419_6144651427689198310_n[1]

Başkasının iyi şansına sevindiğinizde onların iyi şansı size yapışır…

Başka bir insandaki bir şeyi beğendiğiniz de ya da takdir ettiğiniz de o özellikleri kendinize yapıştırırsınız.

Ama biri hakkında olumsuz düşünür ya da konuşursanız o olumsuzlukları da kendinize yapıştırırsınız ve hepsini hayatınıza alırsınız.

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Hayatın anlamı: İkigai’mizi bulma yolculuğu

ikigai-mizi-bulma-yolculugu-nedir-e1485198241796[1]

 

Yaşama sebebi veya tutkusu olarak çevirisi yapılan ikigai kelimesini Japonlar “sabah uyandığınızda sizi yataktan çıkaran şey” diye çeviriyor.

Sodexo’nun yaşam kalitesini yükselten tavsiyeleri paylaşmak için oluşturduğu “İyi Yaşa” platformunda önerilerde bulunan Kişisel Gelişim Uzmanı ve Yaşam Koçu Mehmet Y. Özel, “Bir tarih kitabını okurken karşıma “ikigai” diye bir kelime ve sayfanın altında da çok kısa bir açıklaması çıktı.
Japonca kökenli bu kelimeyi biraz araştırdığımda “iki”; yaşam, hayat anlamına gelirken, “gai” ise etki, sebep, yarar anlamına geliyor. Bu iki küçük kelimenin yan yana gelmesinden ortaya “yaşama sebebi” diye derin bir anlam çıkıyor.”

Mehmet Özel, sözlerine şöyle devam etti: Aslında bu kelime bize yaşama dair heyecanımızı ve tutkumuzu nasıl oluşturduğumuzu anlatıyor.
İsmini aldığı otantik yerleşim Tokyonun 800 mil güneyinde Okinawa takım adaları (tam 161 tane) en uzun sağlıklı yaşam beklentisine sahip insan nüfusunu barındırıyor.
Bitkisel ağırlıklı besleniyorlar ve ortalama yüz sene üzerinde yaşıyorlar. Ne yediklerinden ziyade daha da önemli olanı nasıl yedikleri. Fazla yememek için farklı yöntemler geliştirmişler, küçük tabaklar kullanma, yemeği masada değil de tezgahta servis etme gibi.
Uzun ve sağlıklı yaşam beklentisinde dünya birincisi olan bu insanların hayatlarında daha da önemli olan bir fark da emeklilik anlamına gelen herhangi bir kelimelerinin mevcut olmaması, aksine hayatlarına anlam ve enerji katan “İkigai” kelimesi var.

Japonlara göre her bir bireyin farklı bir ikigai’si var. Bunu bulması için bireyin uzun ve derin bir iç yolculuğa çıkması gerekiyor. İçe doğru hem de bireyin kendisinden doğru bir yolculuk sandığınızdan daha zorlu olsa da bu anlamlı yolculuğun sonunda bir ışık var.
İşte yolun sonunda o ışığa ulaştığımızda varoluş sebebimizi, yaşam gayemizi, nasıl bir insan olduğumuzu veya aslında kim olmadığımızı, yani kendimize özgü “ikigai”mizi bulacağız. Bulduktan sonra da yaşama daha güçlü sarılıyor, enerjimizi daha bir yukarılara çıkarıyor olacağız.
“İkigai”mizi bulma yolculuğuna çıktığımızda bize bu dört element aslında birbirinden anlamlı dört farklı soru rehberlik edecek:
Neyi seviyorum? (Tutkumuz)
Dünyanın neye ihtiyacı var? (Misyonunuz)
İyi olduğum şeyler neler? (Ustalıklarımız)
Neyden ötürü ücret alıyorum? (Uğraşlarımız)
Bu dört farklı sorunun ardından yanıtlarımızın kesişim noktası ise bizim ikigai’mizi, yaşam gayemizi çok sade ve bir o kadar güçlü bir şekilde anlatıyor.
Hayatın asıl anlamı yani sır da tam burada :
Gayemizin, iyi yaşamak adına bize anlattıklarının adını koyup hakkını daha çok verebilmek.
Hayattaki duruşumuz ve yaptıklarımızla, yakın veya uzak fark etmez, çevremize bir fayda sağlıyorsak gerçekten bir “ikigai”miz yani yaşama dair bir tutkumuz var demektir. Böylesine bir yaşam gayesini, yaşadıklarımızdan daha çok keyif alma ve yaşamımıza daha çok anlam katma olarak da tanımlayabiliriz.
Yaşamımızı mutlu olmak, güçlü olmak ya da başarılı olmak temeline oturtmuş olabiliriz. Anlamlı bir hayatımızın olması ise bunların her birinden ve hepsinden çok daha güçlü bir tutku katıyor yaşamdaki adımlarımıza. Gayesi güçlü olanların niyetleri de güçlüdür, sırf bu yüzden de eylemleri bir o kadar olumluya dönüşür.

İç veya dış parazitlerle uğraşmayıp, iyi yaşamaya odaklanmanın en önemli adımlarından birisi yaşama gayemizi yani “İkigai”mizi bıkmadan usanmadan düşünmektir. Bulması ne kadar zor olursa olsun yaşatması, bize değer katması o kadar güçlü olacaktır.
İyi yaşamanın birçok sırrı mevcut, en önemli tılsımı ise yarınları beklemek değil, bugün güçlü yaşam tutkusu ile var olmaya devam etmektir. Böylesine bir varoluş ise hayallerimizi gerçekleştirmek yolculuğunda bize çok daha fazla cesaret ve güç verecektir.

Kaynak: indigo dergisi

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. 1 Comment »

Dört Kaşığı Kanseri Önlüyor…

17155779_1905124856374715_7600060582234095894_n[1]

15 limon-12 diş sarımsak

1 kg bal, 400 gr ceviz

400 gr filizlenmiş buğday

Filizlenmiş buğdayı, cevizi ve sarımsak dişlerini karıştırdıktan sonra iyice öğütün. Başka bir yerde 5 limonu kabuğu ile birlikte öğütün. Öütülmüş limonu diğer karışıma ekleyip karıştırın. Kalan 10 limonun suyunu da bu karışıma ekleyip birbiriyle bütünleşene kadar karıştırın. Son olarak balı ilave edin ve tahta kaşıkla karıştırın. Bu karışımı cam kavanoza koyup 3 gün buzdolabında tutun. 3 gün sonra Dr. Mermerskinin kanser tedavi ilacı hzır olacaktır.

Kahvaltıdan ve akşam yemeğinden yarım saat önce, 1-2 yemek kaşığı ve uyumadan önce de 1 yemek kaşığı tüketin.

Kaynak: Sağlık haberleri.com

Bitki Alemi kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Enerji Bitiriciler- Enerji Yükleyiciler

10428416_374208732767409_1446479059643570933_n[1]

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

BİLİNCİN YÜKSELDİKÇE NELER OLUR?

Bilinç-Yükseldikçe-Ne-Olur[1]

 

 

Bilinci henüz senin kadar yükselmemiş olanların konuşmaları sana eski tadı vermemeye başlar.
Kendin gibi olan insanları arar ve onlarla bir şekilde karşılaşmaya yeni dostluklar oluşturmaya başlarsın.
Sana söylenen şeyleri olduğu gibi doğru kabul etmek yerine sorgulamaya başlarsın.
Korkuların azalır.
Eskiden zoraki yaptığın şeyleri artık yapmaya mecbur hissetmezsin.
Kendini çok daha rahat ifade etmeye başlarsın.
İstemediğin şeylere rahatça “Hayır” diyebilirsin.
Tek başına kalmaktan keyif almaya başlarsın.
Hayatta gerçekten yaşamak istediğin gibi yaşayıp yaşamadığını sorgulamaya başlarsın.
Gerçekten ne yapmak sana heyecan veriyorsa onun peşine düşersin.
Olumsuzluklar seni eskisi kadar üzmez olur.
Kötü giden şeylere dertlenmek yerine çözüm bulmaya odaklı olursun.
Etrafta sıkıntı veren şeyler seni etkilemez.
Gelecek için kaygılanmazsın.
Başına kötü bir şey geldiğinde eskiden olduğu kadar üzülmezsin.
Birisi sana hakaret ettiğinde, bağırdığında etkilenmez ve aynı şekilde tepki verme ihtiyacı duymazsın.
Birisi seni haksız yere suçladığında kendini savunma ihtiyacı
duymazsın.
İltifatlar da seni eskisi gibi etkilemez.
Onaylanma ve takdir edilme ihtiyacı hissetmezsin.
Birilerine bir şeyleri ispat etme isteğin ve çaban biter.
Seni rahatsız eden zihin konuşmaları gitgide azalır ve zor duyulur hale gelir.
Öfke ya da üzüntü gibi duygular ara sıra gelir ama senin üzerindeki etkileri dakikalar içinde geçer üzerine yapışmaz ve seni günlerce rahatsız edemezler.
Reklam

Diğer insanların zenginliğini kıskanmazsın.
İnsanların senin hakkında ne düşüneceklerini umursamazsın.
İnsanları kategorilere ayırmazsın ve herkese aynı davranırsın.
Yapılan hataları çok çabuk affedersin.
Dışarıda ne olursa olsun içinde sebepsiz bir sevinç olur.
Her yerde ve herkesin yanında kendin gibi olursun.
Herkesin içinde aynı Öz’ün parçası olduğunu fark etmeye başlarsın.
Dünya bir oyun alanı gibi gelmeye başlar.
İçinde sürekli hissettiğin huzuru kimse bozamaz.
Sevgiyle
Önce İnsan
Özlem Hatipoğlu

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. 2 Comments »

Melatonin Ne

1931284_559101880923095_5384361689528707871_n[1]

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. 2 Comments »

Dilersen aylık sadece 9.99 luk küçük bir farkla

17201376_1736396906670875_56593092794815057_n[1]

Karikatür kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Alzheimer’ı Egelleyen Denge Egzersizi…

16730641_10206593369193517_324666612239220359_n1

İlk bir hafta sayamamanız çok normal… Vücut bir haftadan sonra yavaşça alışacaktır…

Sert bir zemin üzerinde, gözleriniz tam kapalı, sağ ve sol ayak üzerinde, her iki kol T şeklinde açık, sesli olarak 100’e kadar sayın..

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Babaannem derdi ki;Mutlu isen mutlu görün, değilsen zorlamanın bir alemi yok kızım…

images1

 

Babaannem derdi ki;
Mutlu isen mutlu görün, değilsen zorlamanın bir alemi yok kızım…
Kimseyi yaşadıklarına inandırmak zorunda değilsin. Birileri üzülecek diye, sürekli gülmek zorunda da değilsin. Bir kere taşımaya kalktın mı kimse inmek istemeyecektir sırtından, yorulmaya dahi hakkın olmayacaktır. Seversin, layık görülmezsin sevmeye, gitmeye kalkarsın, kaçan olursun. Hep hazırda olmanı beklerler ama, kimsenin ayağına dolanan olmamalısın…
Her zorluğun altından tek başına kalkmaya çalışma kızım, bırak herkes üzerine düşeni yapsın. Taşkın sel olma, duru, hatta kimsenin ha deyince gelemeyeceği, bulamayacağı dağ gölü ol. Gerçekten ulaşmak isteyen sana dokunsun…
Evet içinde dağları delecek, çölleri aşacak gücün var, ama sen ne Ferhat’sın ne Mecnun. Sen Ferhat’ın sevdiği Şirin, Mecnun’un yandığı Leyla’sın kızım…
Ve şunu söylemekten çekinme;
Çok yorgunum, ”yardıma ihtiyacım var”…

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

BİR EV, NE ZAMAN EV OLUR… ?

17155799_283481242080811_9079744607676906274_n1

🏡
Ne kiralamakla olur, ne satın almakla, ne yaptırmakla… Görünmez aynaların, görünmez bir imbikten, bin yıl süzülmüş ışıklarıyla olur.
O zaman, ne mutfak mutfak kokar; ne banyo karanlıkça bir rutubet kovuğuna dönüşür; ne partal terliklerle eski püskü ayakkabılar, giriş kapısının dışıyla iç yanını, depreme uğramış bir kavaf dükkânının ardiyesine çevirir.
Antrenin yanmış ampulü, bir hafta boyunca değiştirilmeyi beklemez.
Süpürge, leğen, kova, portakal sandıkları, kömür ve odun yığılmaz arka balkonlara…
Halı her zaman tozsuzdur, sigara tablaları her zaman temiz, masa her zaman çiçekli…
Duvarlarda, çoğaltılmış türden dahi olsa, sevilmiş tablolar vardır; anıları renklerinde saklı…
Geceleri, mızrak mızrak göze batmaz yanan elektrik.
Perdelerde çiğ gölgeler oynaşmaz…
Öylesine ustaca düzenlenmiştir ki abajurlar, sert rüzgârlı karanlıklar çökerken sokaklara, ılık bir aydınlıkta yüzmeye başlar ev…
* * *
Salt dekor da yetmez evin ev olmasına…
Büyük olması yetmez, küçük olması yetmez…
Çok uzak zamanlara bile; çekim alanının dışına çıkamayacağın bir mıknatıs olması gerekir, tabaklarında, bardaklarında, koltuklarında, yatağında…
Bir mıknatıs…
Çocukluk günlerinden kalma, buluğ yaşının hayallerinden kalma, ilk öpüşlerden, ilk kahvaltılardan, ilk çıkan kirazın paylaşıldığı akşam yemeklerinden kalma…
* * *
Evler vardır; kaçıp canını kurtarmak istersin…
Evler vardır; yalnız, soğuk, buz gibi…
Evler vardır; her gece bir çift cesedin üstüne, bir mezar taşı gibi kapanır kapısı…
Evler vardır; sofrası kurulmayan, yarım ısıtılmış bayat pilavdan ayaküstü birkaç kaşıkla hemen kahveye koşulan…
Evler vardır; penceresinin kırık camına yastık tıkılmış…
Evler vardır; “sobası tüten ve bir türlü yanmayan ve saati durmuş…”
Evler vardır; oda kapıları bitmeyen bir sinir patlamasıyla çarpılarak vurulur; taşla bir yılan başı eziyormuş gibi çarpılarak konur tabakları, bardakları masaya…
Evler vardır; gerilmiş yüzlerden canavar küfürleri çıkan…
Evler vardır; içinde kızarmış şişkin gözlerle dolaşılan ve hıçkırıktan başka bir şey duyulmayan…
Evler vardır; çocuk bezleri ortada, kirli çoraplar yatağın kıyısında, iki gündür yıkanmamış bulaşıklar mutfakta, öğleden arta kalmış ekmek kırıntıları daima sofranın üstündedir.
Evler vardır; cehennemdir, cehennemden beterdir.
* * *
Bir ev ahenginin ne olduğunu, daha doğarken öğrenmemişler, sonradan çok zor öğrenirler.
Çok zor öğrenirler, pijamayla yatak odasından çıkılmayacağını…
Çok zor öğrenirler, pabuçların yatak odasında çıkarılmayacağını…
* * *
Her sabahı yeniden tiril tiril yaratmak; her akşamı tükenmez bir sevgiyle sevecenliğin, güven veren gülücüklerinde yakutlaştırmak; ancak görünmez aynaların, görünmez bir imbikten bin yıl süzülmüş ışıklarıyla olur…
Unutulmayan yaş günleriyle, unutulmayan tanışma günleriyle, unutulmayan evlenme günleriyle olur………………………………………….
…………………………….. / ÇETİN ALTAN