BOĞAZI YÜRÜYEREK GEÇMEK …

amphea0mxrqoplk5e[1]

 


Zaman 1954’ün Şubat ayı. İnsanlar İstanbul Boğazı’nın bir yakasından diğerine, denizin üstünden yürüyerek gidiyorlar.

O tarihte Tuna’dan Karadeniz’e akan büyük buz blokları Büyükdere, Çengelköy, Kanlıca ve Ortaköy kıyılarını bir buz denizi haline çevirmişti.

Tarihçiler, İstanbul’un bu tip kışları zaman zaman yaşadığını söylüyorlar. İstanbul yakın tarihimizdeki en şiddetli kışı, tavuk ve kuşların donup bir buzdan heykel haline geldiği söylenen 1929 yılında yaşamış

İstanbul’un kışları 25 Şubat 2001 tarihli Milliyet Gazetesinde, “Boğaz ve Haliç buz tutmuştu” başlığı altında şu şekilde anlatılmış: “47 yıl önce bu hafta İstanbul Boğazı’nda buz parçaları yüzüyordu. Üstelik bu bir kereye mahsus değildi. İstanbul Boğazı ve Haliç belirli aralıklarla buz tutarmış. Bir de şimdiki kışlara bakın.

Bundan 47 yıl önce İstanbul Boğazı’nın iki yakasında bulunan Poyrazköy-Rumeli Kavağı arasında denizin üstünden yürümek mümkün olmuştu.

Hayır, bu hikaye Hz. Musa ve Kızıldeniz macerasının 20’nci yüzyıl versiyonu değil. 24 Şubat 1954’te İstanbul Boğazı’nın sularına bakanlar – 2001 yılında sıkça gördükleri gibi – parlayan güneşin yansımasını değil, buz parçaları ve minyatür buzdağları gördü. Çünkü Tuna’dan Karadeniz’e akan büyük buz blokları uzun seyahatlerine Boğaz’dan devam etmeyi uygun görmüşlerdi.

Büyükdere, Çengelköy ve Kanlıca kıyıları koyları buzla doldu. Ortaköy önleri de öyle. Ve gerçekten de Poyrazköy ve Rumeli Kavağı arasında yürüyerek karşıdan karşıya geçenler oldu. Vapur seferleri iptal edildi. Buz akımı da marta kadar sürdü.

Buz üstünde fotoğraf – 24 Şubat 1954’te görünen buz kütleleri yine Boğaz trafiğini aksatmıştı. Meraklılar buz üstünde yürümüş, hatta kimileri sandallara atlayıp bu buz kütlelerinin yanına gitmiş, yanlarında getirdikleri bayrakları dikerek fotoğraf çektirmişlerdi. Bu olayın en önemli yanı ise, bu tarihten sonra böyle bir tecrübenin yaşanmamış olmasıdır.

Küresel ısınmadan mıdır bilinmez, bu kış İstanbul’da sıcaklık hep mevsim normallerinin üzerinde seyretti. Gazetelerde üç günde bir çıkan “Müthiş soğuk geliyor, kar her yeri vuracak” haberleri hep ıska geçti. Bayram sırasında bol bol edilecek “Nerede o eski bayramlar” muhabbetine ısınma hareketleri dahilinde, gittik tarihçi Eser Tutel’in kapısını çaldık; “Nerede İstanbul’un o eski kışları?” diye sorduk. İşte kimi Tutel’in ağzından dökülen, kimi kitaplarında yazılı eski İstanbul kışları

• 401 yılında, Bizans İmparatoru Arkadius zamanındaki donma 20 gün sürmüş. 739 yılında bir kez daha… 755’teki kışta ise Karadeniz kıyılarının, bütün Haliç’in, hatta Marmara’nın kuzey kesiminin baştan sona buzlarla kaplandığına dair belgeler var.

• 763 kışında Haliç’in çevresindeki kıyılar 100 adım mesafeye kadar donmuş. Hem de yer yer 30 metre derinliğe kadar. Karadeniz’deki buzlar çözülürken, kütleler kenetlenince Boğaziçi ve Haliç tıkanmış. Dönemin metinlerinde, insanların ve hayvanların Üsküdar’dan Galata’ya yürüdükleri yazıyor

• Tam 100 yıl sonra bu hadise yeniden gerçekleşmiş. Sonra 928’de bir daha. Üstelik buzların erimesi dört ay sürmüş. Ardından 934’te bir daha… 1232’de bir daha…

• İstanbul, Osmanlı İmparatorluğu’nun himayesine girdikten sonraki ilk büyük don olayı 9 Şubat 1621’de gerçekleşmiş. Yine Boğaziçi ve Haliç donmuş. İnsanlar çoluk çocuk, yaşlı genç demeden Üsküdar’dan Galata’ya yürümüşler; buzların arasında sıkışıp kalan kayıkların arasından geçerek.

• 1823’te, II. Mahmud padişahken yaşanan dondurucu soğuklarda sadece Haliç değil, şehrin çeşmeleri de donunca halk susuz kalmış.

• 1878 yılında aynı olay yaşandığında, Osmanlılar, Plevne’de Ruslar’la savaş halindeymiş. Rumeli’yi kırıp geçiren soğuklar nedeniyle Sultan II. Abdülhamid orduya yardım gönderememiş.[/size]

• Günümüzde hayatta olanların anımsayabilecekleri en şiddetli kış 1929 kışıdır. Önce, şubat ayında Haliç dondu. Ardından 1 Mart’ta Karadeniz’den Boğaz’a giren büyük buz kütleleri limanın ağzına yığıldı, şehir hattı vapurları çalışamadı. Sadece Galata Köprüsü-Harem seferleri yapılabildi. Köprü ile Kadıköy arasındaki seferler de aksadı. Buzların üzerinde bulunan, Macar katanalarına ait nal izleri, bu buzların Tuna’dan geldiklerini gösteriyordu.

Çocukların hokkalarındaki mürekkeplerin bile donduğu, kümeslerde yaşayan tavukların kaskatı kesilerek buzdan heykele döndüğü o günleri yaşayanlar, ağaçlarda donarak dallardan düşecek kuşları kapmak için ağızları açık, ağacın altında bekleyen uyanık sokak kedilerini anlatırlar.

Uğursuzluk alameti – Haliç’in tümü, Boğaz’ın da bir bölümü donunca tarihçi Vasıf durumu “Deniz 68’de dondu, buzdan bendeniz geçtim” diye nakletti.

Osmanlı döneminde buz kütleleri Karadeniz’den geldikçe devrin müneccimleri olayı uğursuzluğa yormuşlar, şehri büyük faciaların beklediğine inanmışlar.

Dönemin şairlerinden Seyyid Haşimi, bu olayla ilgili olarak şu mısra ile olayın geçtiği tarihi Hicri takvime göre de belirtiyordu:

“Yol oldu Üsküdar’a, bin otuz’da Akdeniz dondu!”

Şair Neşati ise şöyle yazmış:

“Lütfen ve mana ana dedi Neşati tarih
Be meded dondu bin otuzda soğuktan derya!”

1755 yılında yaşanan soğukta Haliç’in bütün, Boğaz’ın da önemli bir bölümü donunca halk Defterdar ile Sütlüce iskeleleri arasında halk denizi yürüyerek geçmiş.

Boğazın bir yanından diğerine yürüyerek geçemedik ama üniversitedeyken “Deli Tekin’in” motorsikleti ile köprüyü geçmişiliğim vardır :

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Ateşi Düşürmek İçin…

13412942_507144479481846_5127033906387544699_n[1]

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Vücuttaki Organlara Benzeyen 11 Sağlıklı Gıda

Bazı sağlıklı gıdaların vücuttaki çeşitli organlara neden benzediğini hiç düşündünüz mü? Ve bunlar benzedikleri organlar için faydalıyken diğerleri için neden faydalı değiller? Bu tesadüfi durum sizce de şaşırtıcı değil mi?

Doğanın ne kadar zeki olduğunu hepimiz biliriz ancak bizimle böylesine açık bir şekilde konuşması gerçekten hayret verici.

 

Doğa ananın yaptığı hiçbir şeyin rastgele ya da sebepsiz olmadığı ve biz göremesek bile her şeyin bir nedeni olduğu söylenir. Bugünkü makalemizde 11 farklı sağlıklı gıdanın vücudumuzdaki organlara olan benzerliğini ve aynı zamanda vücuttaki etkilerini paylaşacağız.

Vücut fonksiyonları ile ilişkili sağlıklı gıdalar

1. Havuç ve gözler

Havuç, sağlık için gerçekten çok önemli bir sebzedir. Özellikle içeriğindeki yüksek miktardaki beta karoten sayesinde göz sağlığı için vazgeçilmezdir. Ayrıca havuç sahip olduğu ciddi derecede A, B1, B2, B3, B6, B9, C, E, K vitaminleri ve kolin ile potasyum, magnezyum, demir, kalsiyum ve fosfor gibi mineraller sayesinde yiyebileceğiniz en sağlıklı gıdalardan biri haline gelir.

Bu besin değerleri özellikle göz sağlığı için çok önemlidir. Konuyla ilgili fikir vermesi amacıyla şu örnek verilebilir; eğer vücudunuzda hiç A vitamini kalmazsa gece körlüğü yaşayabilirsiniz. Ayrıca havuç, katarakt ve yaşlanmaya bağlı maküler deformasyon oluşumun önlenmesine de yardımcı olur.

Eğer bir havucu eni boyunca keserseniz, iç kısmının görüntüsünün bir insanın gözüne ne kadar benzediğini görebilirsiniz. Çizgilerin göz bebeği ve irise benzediğini fark edeceksiniz.

İstediğiniz kadar çok havuç yiyebilirsiniz. Ancak havucu pişirmek biraz daha tatlanmasını sağlamasına rağmen göze faydalı olan antioksidanların yok olmasına neden olur.

Havuç, doymuş yağ ve kolesterol içermeyen yüksek oranda karbonhidrat ve lif kaynağıdır. Ayrıca çok az kalori (100 gramlık porsiyonda 40 kalori) içermesinden dolayı kilo vermek için ideal bir gıdadır.

2. Çilek ve dişler

Aşağıdaki resimde de gördüğünüz gibi, dişin ve çileğin iç kısmı birbirine gerçekten çok benzer. Doğal diş beyazlatıcıların en başında gelen çilek; güçlü ve sağlıklı dişlere, diş etlerine ve ağız yapısına sahip olmanızı sağlar.

çilek diş

3. Zencefil ve mide

Sağlıklı gıdaların en başında gelen bir diğer yiyecek ise, geleneksel Doğu tıbbında yüzyıllardır mide rahatsızlıklarını iyileştirmek için kullanılan zencefildir. Eğer yakından bakarsanız zencefilin mideyle aynı şekilde olduğunu fark edeceksiniz.

Vücuttaki Organlara Benzeyen 11 Sağlıklı Gıda – Sağlığa bir adım

zencefil mide

4. Domates ve kalp

Tam ortadan kesilmiş bir domatese baktığınızda çekirdeklerin yer aldığı ayrı odacıklar göreceksiniz. Bu odacıkların yerleşimi kalpteki odacıkların şekline çok benzerdir.

Domates en sağlıklı yiyecekler arasında bulunur. Kalp rahatsızlıklarına karşı bizi koruyan ve kolesterolün olumsuz etkilerini yok eden bir sebze pigmenti olan likopen yönünden çok zengindir.

İlginçtir ki, domates gibi karakteristik olarak kırmızı olmadığı halde likopen içeren fasulye ve maydanoz gibi sebzeler de vardır.

kalp domates

5. Fasulye ve böbrekler

Fasulye ve böbreklerin fiziksel benzerliği diğerlerine göre çok daha belirgindir. Bu sebze böbrekler için güçlü bir arındırıcı etkiye sahiptir. Geleneksek Çin tıbbında fasulye, böbrek fonksiyonlarını iyileştirmek ve güçlendirmek için kullanılır.

fasulye böbrek

6. Portakal ve meme bezi

Portakal, limon, misket limonu (lime) ve greyfurt ilginç bir şekilde insan göğüsüne benzer. Bu meyveler, meme bezlerindeki lenfatik drenajı arttıran ve göğüslerdeki kanser hücrelerinin gelişimini engelleyen özelliklere sahip maddeler içerir.

portakal göğüs

7. İncir ve cinsel organlar

İncir, hem kadınlarda hem erkeklerde libidoyu, doğurganlığı ve cinsel gücü arttırır. Ayrıca bu meyve, mutluluk hormonu olan serotoninin salgılanmasından sorumlu olan yüksek miktarda B6 vitamini içerir.incir cinsel organ

8. Ceviz ve beyin

Ceviz, içeriğindeki yüksek miktarda omega-3, omega-6 ve omega-9 yağ asitleri sayesinde beyin için ideal bir yiyecektir. Şaşırtıcı olan şey ise, cevizin üzerindeki kıvrımların, katların ve hatta kabuğun şeklinin bile insan beyninin görünüşüyle aynı olmasıdır.

Ceviz, nörotransmitterlerin gelişimini maksimuma çıkarır ve beynin kimyasal dengesinin korunmasına katkıda bulunur. Ayrıca, düzenli ceviz tüketiminin depresyon ve bunama gibi rahatsızlıklara karşı mücadele ettiğini destekleyen çalışmalar da mevcuttur.

ceviz beyin

9. Avokado ve rahim

Resimde de gördüğünüz gibi avokadonun şekli gerçekten rahme benzemektedir. Sağladığı birçok faydanın yanı sıra bilinmesi gereken bazı ilginç bilgiler de vardır:

  • Avokadonun içeriğinde, hamile kalma olasılığını arttıran bir madde olan folik asit vardır.
  • Folik asit, kansere dönüşebilecek anormal bir durum olan servikal displazi riskini azaltır.
  • Bir diğer ilginç bilgi ise şudur: Avokadonun bir çiçekten meyveye dönüşmesi, bir bebeğin ana rahminde gelişmesiyle aynı sürede, yani 9 ayda gerçekleşir.

avokado rahim

10. Kereviz ve kemikler

Görüntüsü kemiğe benzeyen kereviz, ilginç bir şekilde kemik gelişimine katkıda bulunur. Ön kol kemiği ve dirsek kemiği kerevizin sapları gibi ince ve güçlüdür.

Bu sebze, kemiklerin güçlenmesi için temel olan silis maddesini yüksek miktarda içerir. Ayrıca kemiklerimiz için gerekli bir diğer element olan kalsiyum yönünden de çok zengindir. Hatta çarpıcı benzerliklerini daha da ileri götürüp şu bilgiyi verebiliriz: Hem kerevizin hem de kemiklerin %23’ü sodyumdan oluşmaktadır.

kereviz kemik

11. Muz ve eller

Muzun, eklem sağlığı için ve aynı zamanda eklem ve kas deformasyonlarına karşı gerekli olan potasyumu yüksek miktarda barındırdığı herkes tarafından bilinir.

muz

Doğa gerçekten hayret verici ve yeni yeni anlamaya başladığımız bir dil olan benzerlikler dili aracılığıyla bize mesajlar gönderiyor. Bu dili öğrenmek gerçekten çok önemli, çünkü doğaya ne kadar çok yaklaşırsak aslında kendimize de bir o kadar çok yaklaşmış oluruz.

kaynak: sağlığa bir adım

Bitki Alemi kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Bir Kez Kırıldın Diye Niye Dünya Durdu Zannediyorsun A Çocuk?

IMG_0418

 

Aşk acısı çekmemiş olan var mı aramızda? Hiç zannetmiyorum. Hem de bu acı; insanın sokaklarda deliler gibi amaçsızca dolaşmasına, sebepli sebepsiz ağlamasına, ben öldüm bittim artık yaşayamam diye düşünmesine, hatta gözünün ferinin sönmesine bile yol açmıştır.

İnanın ki bu işin daha kolay kısmı (yandım-bittim diye dolaşma hali), esas zor kısım ne biliyor musunuz? Tüm bu şok, ve içinden geçmek istemediğiniz- ama geçmek zorunda bırakıldığınız- bu acı geçtikten sonra neler olacağı?

Yeni bir ilişki mi? Allah korusun deyişinizi duyar gibiyim ama insanoğlu işte bir noktadan sonra aşksız yaşayamayacağını anlıyor ve mutlaka bir başkası karşısına çıkıveriyor.

İşte esas mesele de burada başlıyor…

O kırılma-o acı- geçmesine geçiyor da ne geçmiyor biliyor musunuz? İzi… Ve kendini tekrar o acıdan koruma içgüdüsü doğuyor birden. Ben kendimi tekrar o kadar kaptıramam diyorsunuz ve abuk subuk davranmaya başlıyorsunuz. Kendinizi bırakmakla- bırakmamak arası bir yerde gidip geliyorsunuz.

Tam kendinizi bırakacak gibi olurken-Yemezler- deyip kendinizi şöyle bir silkeliyiveriyor ve uzaklaşıyorsunuz.

Bu sefer özlüyorsunuz ama ağzınızdaki eskiye ait buruk tadı unutmak ne mümkün. Yine de yandan yandan yaklaşıyorsunuz tekrar o heyecana. Böyle yaklaş-uzaklaş şeklinde son derece dengesiz hareketlerinize dayanamayan karşı taraf gittiğinde ise ‘’çok şükür gitti’’ diyen bir tarafınızla, ‘’aptal, niye kendini bırakmadın’’ diyen öbür tarafınız aranızdaki savaş tekrar başlıyor.

Birinin yaptığı hatayı, bir diğerine yüklemek niye? Evet mantık tüm cevapları vermeye hazır ama yalnızlık o kadar emin bir duygu hali ki, yalnız olmayı seçiyorsun son kertede ve iyi halt ediyorsun?

Aşkın kollarına kendini bırakmayarak yaşamından çalıyorsun sadece. Bunu bilmiyor musun? Anlamıyor musun? Anlıyorum da hazır değilim mi diyorsun. Valla yalan. Billa yalan. Külliyen de yalan. O cesareti bir daha toplayana kadar karşına kim çıkarsa çıksın kaybedeceğini biliyorsun değil mi? Yazıktır çocuğum yapma, yakma hayatını… Korkuyu yenmenin en iyi yolu, onun içinden geçmektir. Kimse söylemedi bunu sana… Derin derin nefesler al ve gir tekrar aşkın kanatlarına… Gerekirse tekrar acı çek. Bilmiyor musun aşk da geçecek, aşksızlık da geçecek, korku da geçecek(eğer izin verirsen), koca hayat geçiyor bu mu geçmeyecek?

Ama hayatının hakkını ver, duygularını yaşa, bastırma… Ne olursun bastırma… Emin kalende yaşamak çok güzel geliyor sana biliyorum… Çok güvenli geliyor sana biliyorum. Çok acısız geliyor sana biliyorum… Ama hayat nerede o zaman? Damarlarında hızlı hızlı akması gereken kan nerede o zaman? Kendini, canlıyken cansızlığa mahkum etme… Aç tekrar kendini duygularının gerçeğine…

Geçenlerde bir arkadaşımın kızı benle aşk hakkında dertleşti… Kendisi henüz 15 yaşında ne dedi biliyor musun? ‘’Bir önceki aşkında çok incinmiş o yüzden kendini bir süre ilişkilere kapamış’’ Ya cancanım sen bunu 15 yaşında dersen biz ne diyelim? Tabi ki biraz köşene çekilicen, yaralarını sarıcan, ne oldu, neden oldu muhasebesine giricen? Ama karşına yeni biri çıktığında, ne olur geçmişin günahını yenisine ödetme olur mu?

Ne çektin be aşktan çocuğum… Evde bacağını kırıp otursan olmuyor? Dışarda koşup yeni birisini arasan olmuyor? Ne çektin ve be aşktan çocuğum…Ne çektin?

Hepimize aşkı dolu dizgin yaşayacak taze ve cesur bir yürek diliyorum…

Not: Tabi bir de kalpte kıvılcım çaktıracak adam lazım :)))

Sağlıcakla,

Anette İnselberg

Çalakalem Yazılarım... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Karen Kabilesi Kadınları… Günün Fotosu…14/06/2016

IMG_7617

Chiang Mai- Taylandda yaşadığım dönemde Karen Kabilesine Yaptığım Ziyaret Sırasında Çektim… 2010-Anette İnselberg

Myanmar-Tayland sınırı yakınında yer alan Mae Hong Son’da yaşayan Long Neck Karen boyunlarına taktıkları halkalar nedeniyle tüm dünyanın ilgisini çekiyor. Red Karen (Karenni) Kabilesi‘nin bir alt gurubu olan ve Dünyanın en uzun boyunlu kadınları unvanını taşıyan Padaunglar, Chiang Mai şehrine gidenler için mutlaka görülmesi gereken bir yer…

Efsaneye göre Karenlerin ataları dişi bir ejderha ile rüzgâr tanrısından geliyor. Karen kadınlarının boyunlarını uzatma geleneği ise ejderhanın görünüşünün yansıtma çabasıymış. Kadınlar ejderhayı, erkekler rüzgârı sembolize ettiği mitolojilerinde, sadece ejderha olanlar bu altından boyunlukları takabilirlermiş. Bu halkaları sadece çarşamba günü doğmuş kadınlar yine sadece dolunay zamanlarında takarmış. Herhangi bir yazılı kayıt olmadığı için, eldeki bilgiler ağızdan ağıza aktarılan hikâyeler ile biliniyor.

Kabilenin neden bu boyunlukları kullandığına dair aktarılan bilgilerden diğer biri de; vahşi hayvan saldırılarından korunmak için olduğu söyleniyor. Köle ticareti zamanında kadınların kendilerini çirkin göstermek amacıyla takıyor oldukları ise diğer bir bilgi.

Günün Fotosu kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Zonguldak’ta 4112 Yaşında Porsuk Ağacı Bulundu

 

Zonguldak’ta yeni tespit edilen bir Porsuk ağacı tam 4112 yaşında çıktı ve dünyanın bilinen en yaşlı Porsuk ağacı oldu.

Ağaç ilk olarak Bronz Çağı’nda filizlenmiş.

Zonguldak'ta Bronz Çağ'a tarihlenen Porsuk ağacının (Taxus baccata), Anadolu'nun bilinen en yaşlı ağacı olduğu ortaya çıktı. Ağaç aynı zamanda dünyanın en yaşlı beş ağacı arasına girdi.

Zonguldak’ta Bronz Çağ’a tarihlenen Porsuk ağacının (Taxus baccata), Anadolu’nun bilinen en yaşlı ağacı olduğu ortaya çıktı. Ağaç aynı zamanda dünyanın en yaşlı beş ağacı arasına girdi.

4112 yaşındaki Porsuk ağacının tarihlendirilmesi, Karadeniz Teknik Üniversitesi Orman Fakültesi’nden Dr. Ercan Oktan ve Anturia Danışmanlık’tan Dr. Murat Yıldız tarafından yıllık halkaların laboratuvarda incelenmesiyle yapıldı. Yapılan incelemelerde ortaya çıkan sevindirici sonuçlardan biri de ağacın hala oldukça sağlıklı olması ve insanlar tarafından zarar görmediği sürece en az 4.000 yıl daha yaşayabileceği.

Zonguldak'ta 4112 Yaşında Porsuk Ağacı Bulundu

Dünyanın en yaşlı beş ağacından biri olan ağaç, Zonguldak Doğa Koruma ve Milli Parklar İl Şube Müdürü Sezgin Örmeci tarafından tespit edildi. Örmeci, Arkeofili’ye yaptığı açıklamada bir köylünün kendisine haber verdiğini ve daha sonra bölgede incelemeler yaptıklarını belirtti. Örmeci, ağacın bulunduğu 1500 dekar alanın Tabiat Anıtı olarak ilan edilerek mevcut Gumeli Tabiat Anıtı’na ekleneceğini de duyurdu.

Zonguldak’taki Gumeli Tabiat Anıtı, dünyanın en yaşlı ormanlarından biri olarak kabul ediliyor. İçindeki birçok yaşlı ağacın yanısıra, 1987 ve 1164 yaşlarında iki ağacı barındırıyor.

kaynak: arkeofoli.com

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Sana Verecek Kızımız Yok…

13427780_737879413020485_7944613214532219841_n[1]

Karikatür kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Sana Verecek Kızımız Yok…

13427780_737879413020485_7944613214532219841_n[1]

Karikatür kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.

can_yucel_15[1]

 

Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.
“O olmazsa yaşayamam.” demeyeceksin.
Demeyeceksin işte.
Yaşarsın çünkü.
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
Çok sevmeyeceksin mesela. O daha az severse kırılırsın.
Ve zaten genellikle o daha az sever seni, Senin o’nu sevdiğinden.
Çok sevmezsen, çok acımazsın.
Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
Çalıştığın binayı, masanı, telefonunu, kartvizitini…
Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın.
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
Paldır küldür yürüyebileceksin.
İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin,
Güneşi, ayı, yıldızları…
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
“O benim.” diyeceksin.
Mutlaka sana ait olmasını istiyorsan bir Şeylerin…
Mesela gökkuşağı senin olacak.
İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın.
Mesela turuncuya, yada pembeye.
Ya da cennete ait olacaksın.
Çok sahiplenmeden,
Çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi, Hem de
hep senin kalacakmış gibi hayat.
İlişik yaşayacaksın. Ucundan tutarak…

CAN YÜCEL..

Atı Gördüğünüzde Paylaşın…

13346501_199114777151242_8301565155758146660_n[1]

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »