Kendini ayrıcalıklı sayma. Konumuna ya da mevkine, ismine veya şöhretine güvenme. Şu hayatta tüm zahiri kisveler sabun köpüğünden ibarettir.

547526_482187891850882_1764835168_n[1]

 

Birini ne kadar çok aşağılar yahut dışlarsan, onun durumuna düşme ihtimalin o kadar artar. Kainatın matemetiğidir. Bir koyar, bir alır insan. Bilmeden kendi hesabını dürer diyor dost…
Hiçbir konuda emin olma diyor dost…
Kendini ayrıcalıklı sayma. Konumuna ya da mevkine, ismine veya şöhretine güvenme. Şu hayatta tüm zahiri kisveler sabun köpüğünden ibarettir.

kAYNAK: bERRİN OCAKOĞLU

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Nasıl olur da insan kendine uygun gördüğü rol uğruna, kendini ortadan kaldırır?

Nasıl olur da insan kendine uygun gördüğü rol uğruna, kendini ortadan kaldırır?

Simone de Beauvoir

Geldi, Gitmek Bilmedi Arkadaş…

Karikatür kategorisinde yayınlandı. Etiketler: , , . Leave a Comment »

Fethiye’de Yamaç Paraşütü Yapılır…

Beş kafadar’la çıktığımız Ege gezimizde Assos, Kazdağları, Çandarlı, Dikili, Foça, Selçuk, Kuşadası, Didim, Bodrum, Datça durduğumuz durakların bazılarıydı. Hepimiz de çıktığımız bu yolculuktan çok ama çok mutluyduk. Her yerde başka bir güzellik keşfediyorduk. Ve şimdi sırada Dalyan vardı. Bakalım o bize neler sunacaktı…

Dalyan’a akşamüzeri vardığımızdan önce otelimize yerleştik, arkasından Dalyan’ın merkezine indik. Geniş birkaç sokaktan ibaret olan merkez restoranlar, cafeler ve hediyelik eşya dükkanlarıyla süslenmişti. Kalabalık gördüğümüz bir lokantaya oturup yörenin meşhur mavi yengeçlerinden sipariş ediyoruz. Garson mavi yengeçle doymayacağımızı söyleyince de yanına yine yörenin meşhur kefalini ve deniz börülcesini (geren) ilave ediyoruz. Siparişlerimizi verdikten birkaç dakika sonra garson koliye doldurduğu mavi yengeçleri getirip bize gösteriyor. Onları öyle kıpır kıpır görüp, biraz sonra da öleceklerini düşününce içimiz cız ediyor ama onların görevi de bize hizmet etmek, hem içimizde bir parçaları daima yaşayacak diyerek kendimizi teselli ediyoruz. Az sonra da masaya harika bir sunumla gelen yengeçleri afiyetle yiyoruz. Yemekten sonra ise dükkanları dolaşıp yörenin simgesi olan deniz kaplumbağalarıyla bezenmiş tişörtlerden, kalemlerden, biblolardan birkaç tane almayı ihmal etmiyoruz.

Ertesi gün sabah erkenden kalkıp tekne turlarının yapıldığı yere gidiyoruz ve orta ölçekli bir tekneyle anlaşarak içine kuruluyoruz. Tekne kalkış saatini beklerken de karşı kıyıdaki yamacın tepesine oyulmuş kral mezarlarını hayranlıkla seyretmeye başlıyoruz. Tapınak cepheli bu kaya mezarların yanına da gidilebiliyormuş ama biz böyle uzaktan seyretmeyi tercih ediyoruz.

Tekne bazen sağa bazen sola kıvrılan sazlık bir labirentin içinde gitmeye başlıyor. Su nasıl berrak anlatamam, içindeki tüm yosunları, balıkları ve deniz canlılarını görmek mümkün. Suyun üstündeki ördeklerin rengiyse inanılmaz güzel. Yaklaşık yarım saatlik bu inanılmaz yolculuktan sonra İztuzu plajına varıyoruz. Burada hiçbir tesis yok. Sadece derme çatma bir büfe ve birkaç şezlong var. Yumuşacık ve altın renkli kum öyle davetkar görünüyor ki gözümüze kestirdiğimiz ilk yere kuruluveriyoruz. Alev buranın Caretta Caretta’ların üreme bölgesi olduğunu söylüyor. Ayrıca kedi, köpek gibi evcil hayvanların kumu eşeleyip kaplumbağa yumurtalarına zarar vermemesi için bölgeye girmeleri yasakmış. Dişi kaplumbağa yaklaşık yüz tane yumurta yumurtluyormuş ama yavrulardan bir ya da ikisi bile yaşasa çok iyiymiş. Yani böyle yüksek bir ölüm oranı varmış. Ayrıca yavrularını dolunayda yumurtadan çıkacak şekilde kumsala gömüyorlarmış. Böylelikle yeni doğmuş kaplumbağalar dolunay ışığıyla denizi bulmaya çalışıyorlarmış. Başka bir ışık gördüklerinde de şaşırıp denizi bulamıyorlarmış. O yüzden de geceleri plaja girmek yasakmış.

Güneşin altında iyice ısındıktan sonra Akdeniz’in tuzlu sularına kendimizi bırakmaya çalışıyoruz ama su anca dizimize geliyor. Serinlemek için bayağı ilerilere yürümek gerekiyor. Denizden çıkıp kurulanırken bir yandan Akdeniz’e bir yandan da teknenin bizi getirdiği tatlı su tarafına bakarken, kaptanın hararetle bize el salladığını fark ediyoruz. Apar topar toparlanıp bir sonraki durağa gitmek üzere tekneye koşuyoruz.

Teknenin önüne kurulup çevrenin güzelliğini seyretmeye dalmışken ikinci durağımız Kaunos antik kentine varıyoruz. MÖ 5. yy’da kurulmuş Kaunos önemli bir ticari liman, tuz ise önemli bir ticari metaymış. Kaunos kentini görmek için nar ağaçlarının yanından başlayan bir yoldan yavaş yavaş yukarı doğru tırmanıyoruz. Kente ulaştığımızda soluk soluğa kalıyoruz ama gördüklerimiz bu yorgunluğa değiyor. Tapınak, hamam, adak yeri, tiyatro, agora, kale ve surlar derken koskoca bir kentin ve yaşanmışlığın içinde geziyoruz. Eşekler, keçiler ve hatta siyah yılanlar da bize eşlik ediyor. Gezinti sırasında buranın efsanesini anlatmaya başlıyorum: Apollo’nun oğlu Karya Kralı Miletos’un ikizleri olmuş. Erkeğe Kaunos, kıza ise Byblis adını vermişler. Büyüdüklerinde Byblis, Kaunos’a aşık olmuş ancak ondan karşılık bulamamış. Bu yasak aşkı öğrenen kral, oğlunu ülkesinden kovmuş. O da kendisini sevenlerle birlikte gitmiş ve kendi adını taşıyan kenti kurmuş. Byblis ise aşık olduğu kardeşi Kaunos’tan ayrı kalınca günler geceler boyu ağlamış ve sonunda da bir kayadan atlayarak canına kıymış. Dalyan’da labirenti andıran kanallar Byblis’in gözyaşlarından oluşmuş…

Tekneyi bekletmemek için koştura koştura geri dönüyoruz. Sırada öğle yemeği olduğunu duyunca da çok seviniyoruz. Dere kenarında çok şirin bir lokantada mola veriyoruz. Yemek yerken o meşhur kaplumbağalardan birinin kafasını uzatmış bizi seyrettiğini fark edince hepimiz heyecan içinde fotoğraf makinelerimize sarılıyoruz. Kimimiz de hayvanı daha yakına getirmek için ekmekleri parçalayıp dereye atıyoruz. Bu gırgır şamatadan sonra da tekneye binip çamur banyosu yapmak üzere yolumuza devam ediyoruz.

Güzellik çamuru adı verilen merkez ana baba günü gibiydi. Gençleşip güzelleştirdiği ve sağlık verdiği inanılan çamur banyosuna girmek için epey bir kuyruk vardı. Kuyrukta beklerken çamurdan yayılan kokular bizi bu işten bayağı bir soğutuyor ve sadece ellerimize çamuru sürmekle yetiniyoruz. Halbuki insanlar bütün vücutlarına çamuru sürmüş, kuruması için de güneşin altında salına salına geziniyorlardı. Arkasından da sıcaklığı 39 dereceyi bulan kaplıca suyuna girip kendilerini çamurdan temizlemeye çalışıyorlardı. Valla biz elimize sürdüğümüz çamuru bile çıkarana kadar çok zorlandık, onlar nasıl temizlendiler bilmem. Neyse o çamur banyosundan sadece ellerimizi gençleştirerek çıktıysak da etrafta çamura bulanmış insanların fotoğrafını çekerek çok eğleniyoruz. Akşam yine dere kenarında kral mezarlarını seyrederek yediğimiz akşam yemeğinden sonra (lagos ızgara yedik ve harikaydı) otele dönüyoruz ve sabah erkenden Fethiye’ye doğru yola çıkıyoruz.

Neyse sonunda otelimize varıyoruz ve mayolarımızı giyip kendimizi Çalış plajına atıyoruz. Çalış plajı ne kadar uzun size anlatamam. Şöyle bir yürüyelim dedik git Allah git bitmiyor. Meğerse kumluk kısmı üç çakıllı kısmı ise bir kilometre uzunluğundaymış. Yürüyüşümüz bitince otelin önündeki şezlonglara kıvrılıp yol yorgunluğumuzu atıyoruz ve Fethiye’yi yani nam-ı diğer Telmessos’u gezmeye çıkıyoruz. Telmessos’un MÖ 5. yy’da kurulduğu ve MÖ 4. yy’da da Likya uygarlığına katıldığı düşünülüyor.

Likya’lıların kralları için yaptığı anıt mezar Amintas şehrin simgesi haline gelmiş. Biz de ilk önce bu kral mezarını ziyaret etmeye karar veriyoruz. Tepedeki kayaya oyularak yapılmış bu kral mezarına ulaşmak için birçok basamak çıktıktan sonra önünde poz poz fotoğraf çekiyoruz ve bu anıt mezarın güzelliği karşısında büyüleniyoruz. Sonra oradan inip Paspatur çarşısına gidiyoruz. Çarşı iç içe geçmiş dükkanlarıyla bizi hemen kucaklıyor. Baharatçısı, dericisi, kilimcisi, halıcısı derken zamanın nasıl geçtiğini anlamıyoruz ve biraz da kordonboyunu gezmek istediğimizden üzülerek çarşıdan çıkıyoruz…

Kordonboyunda önlerinde günübirlik tur rota ve saatlerinin olduğu tabelalar asılı büyüklü küçüklü birçok tekne sıralanmış. Teknelerden birini seçip ertesi gün için kaydoluyoruz ve kordonboyunda tatlı tatlı esen rüzgarla beraber yürümeye devam ediyoruz. Yorulunca da merkezdeki antik tiyatroyu gezip dönmeye karar veriyoruz. 1993 yılında yapılan kazılar neticesinde ortaya çıkan antik tiyatro Roma döneminde 5000 kişi kapasiteli olarak inşa edilmiş, MS 2.yy’da onarım geçirmiş ve Bizans döneminde arena olarak kullanılmış. Günümüzde ise Türkiye’nin denize yakın en eski tiyatrosu ünvanını almış. Tiyatroyu gezdikten sonra Çalış sahiline gidip, güzel bir balık lokantasına kuruluyoruz. Güneşin batışına denk geldiğimizden gökyüzünün sarı, turuncu, mavi, mor halelerine hayranlıkla bakıp şerefe kadeh kaldırıyoruz. Karşımızdaki şövalye adasına da sanki şövalyeleri görecek gibi bakıp onlara doğru da kadehlerimizi kaldırmayı ihmal etmiyoruz.

Sabahleyin teknede iyi bir yer kapmak için otelden erken ayrılıyoruz ve 9:30’da teknenin içinde yerimizi alıyoruz. Havlularımızı üst kata serip 10:00’daki kalkış saatini bekliyoruz. Tekne yavaş yavaş dolunca da erken gelerek ne kadar iyi yaptığımızı anlıyoruz. Teknemizin rotası Kelebekler Vadisi, Soğuksu, St. Nicholas Adası, Camel Beach ve Akvaryum koyu olarak belirlenmiş. Bütün gün keyifle koylar arasına dolaşıp denize girdiğimiz gezide ben en çok Kelebekler Vadisi’ni beğeniyorum. Kelebekler Vadisi’nde yaklaşık bir saat mola verildiğinden vadinin içlerine doğru ilerleyip şelaleyi görme fırsatımız oluyor. Şelale beklediğimizden ufak ve cılız olduğundan biraz hayal kırıklığına uğruyoruz ama neyse ki çevrede vadiye adını veren kaplan kelebeklerinden bolca var da keyfimiz yerine geliyor.

Tekne turu bitince Kayaköy’e gidiyoruz. Kayaköy 14. yy’da dağın yamacına kurulmuş eski bir Rum köyü. Burada evler bir veya iki katlı olarak ve birbirinin güneşini kapatmayacak şekilde yapılmış. Her katta bir veya iki odası olan bu evlerin zemin katı ahır ya da kiler olarak kullanılmış. 1923 yılında Yunanlılarla yapılan anlaşma gereği buradaki Rumlarla, Batı Trakya’daki Türkler yer değiştirmişler. Fakat buraya getirilen Türkler Kayaköy’ün yaşam şartlarını beğenmeyip gidince koca köy ıssız bir görüntüye bürünmüş. Köyün boş sokaklarında dolaştıktan sonra otelimize doğru yola çıkıyoruz.

Ertesi gün Saklıkent’e gitmek üzere erkenden yola koyuluyoruz. Saklıkent Fethiye’den tam 65 kilometre uzaklıkta ama arabada sürekli şamata yaptığımızdan yolun nasıl geçtiğini anlamıyoruz. Otelden çıkarken kahvaltı etmediğimizden önce Saklıkent’in girişinde dere boyu sıralanmış gözlemecilerden birine girip kahvaltı ediyoruz. Bir yandan tatlı tatlı ısıtan güneş, bir yandan suyun şırıltısı derken hepimizin gözleri kapanmaya başlıyor ama Mehmet başkumandan edasıyla “haydi arkadaşlar hareket vakti” deyip hepimizi ayaklandırıyor.

Böylece kanyona girmek için sol yamaca tutturulmuş dar tahta köprünün üstünde yürümeye başlıyoruz. Yaklaşık 100 metrelik yürüyüşten sonra dimdik sarp kayalıklarla çevrelenmiş daha geniş suların çağladığı düzlüğe ulaşıyoruz. Burada marifet kanyondaki yürüyüşe devam etmek için aradaki dereyi aşmak. Derenin yüksekliği en fazla dizinize geliyor ama esas mesele soğukluğu. Suya ayağınızı soktuğunuzda soğuktan kalbiniz duracak gibi oluyor. Bir de derenin altı çakıl taşlarıyla dolu olduğundan mutlaka suya sandaletle girmek gerekiyor. Bir yandan soğuk, bir yandan akıntı, bir yandan taşlar derken dizinizden çok daha fazla ıslanıp titreye titreye karşı kıyıya varabiliyorsunuz. Uzunluğu 18 km’yi bulan bu kanyonda biraz daha ilerleyip, yüksekliği yer yer 600 metreyi bulan kayalıkları seyredip geri dönüyoruz.

Arkasından Tlos antik kentine doğru yola çıkıyoruz. Tlos uçan kanatlı atı Pegasus ile ünlenen mitolojik kahraman Bellaforonte’nin yaşadığı kent olarak biliniyormuş. Tlos’a varmak için soluk soluğa tepeye çıkıyoruz ve bu eski kente ait hamamı, tiyatroyu ve stadyumu geziyoruz. Ama bizi en çok etkileyen tepedeki kayaya oyulan kral mezarlığı oluyor. Tepede biraz soluklanıp manzarayı seyrettikten sonra Ölüdeniz’e gitmek için arabaya doluşuyoruz.

Fethiye’yi geçtikten sonra çamlar içinde nefis bir yoldan devam ediyoruz ve karşımıza Belcekız koyu çıkıyor. Burada arabadan inip kumların üstünde yürümeye başlıyoruz ve nihayet Ölüdeniz’e ulaşıyoruz. Ölüdeniz maviden yeşile, yeşilden turkuaza renkleriyle adeta bizi büyülüyor. Bir de su o kadar kıpırtısız duruyor ki inanamıyoruz ve gerçekten adını hak etmiş olduğunu düşünüyoruz. Burada şezlong kiralayıp doğanın tadını çıkarmak için bir süre sessiz kalıyoruz.  Aynı zamanda Babadağ’ından yamaç paraşütüyle atlayanların tepemizde süzülüşünü izliyoruz. Denize girip çıktıktan sonra acıkmış olduğumuzdan etrafımıza bakınmaya başlıyoruz. Yemekten sorumlu bakanımız Ebru hemen devreye giriyor ve kenarda dizili büfelerden birine gidip yörenin meşhur pastırma çemenli (yoksa çemenli pastırma tostu mu) tostundan hepimize sipariş ediyor. Tostlarımızı yerken ben Belcekız koyunun efsanesini anlatmaya başlıyorum.

Eski çağlarda gemiler bu koyun açığında demirler, sandalla birileri sahile çıkar su alırmış. Su almaya gelen kaptanın yakışıklı oğluyla Belcekız birbirlerini görüp aşık olmuşlar. Ondan sonra delikanlı buradan su almak için fırsat kollar olmuş. Bir gün gemileri fırtınaya yakalanmış ve delikanlı kaptan babasına “baba orda bir koy var oraya sığınıp fırtınadan korunabiliriz” demiş. Fakat Belcekızı görmek için öyle söylediğini sanan babası oğluna inanmamış. Gemi tam kayalara çarpacakken oğlunu denize atmış ve dümeni kontrol etmeye çalışmış. Tam o sırada da oğlunun doğru söylediğini anlamış ama kayaya düşen oğlu oracıkta ölmüş. Onun öldüğünü gören Belcekız da kayalara atlayıp kendini öldürmüş. İşte o günden beri kızın öldüğü yere Belcekız, delikanlının öldüğü yere de Ölüdeniz denirmiş.

Bu hüzünlü hikayeden sonra toparlanıp otelimize dönüyoruz. Ertesi gün Fethiye’den ayrılacağımız için de eşyalarımızı topluyor ve erkenden yatıyoruz. Sabah Emir’in “ben yamaç paraşütü yapmak istiyorum” sözleriyle uyanıyoruz. Tamam deyip 1975 metre yükseklikteki Babadağ’ına çıkıyoruz. Emir Mehmet’e sen yapmayacak mısın der gibi bir bakış atıyor ama Mehmet hiç oralı olmuyor. Biz kızlarsa zaten iyice sinmiş durumdayız. Böylelikle Emir atlayış kıyafetlerini giyip pilot eşliğinde Babadağ’ından aşağıya doğru süzülüyor. Yarım saat sürecek olan paraşüt keyfinin (?) bitiş noktası Belcekız plajı olacağı için oraya doğru yola çıkıyoruz ve yarım saat sonra onu alkışlarımızla karşılıyoruz. Ne de olsa kendisi grubumuzun medar-ı iftiharı olmuş durumda. Kaş’a doğru yola devam ederken de “aahhh süper bir tecrübeydi, denemediniz ve çok şey kaçırdınız” diye konuşup durmasına da hiçbirimiz aldırmıyoruz…

Sağlıcakla,

Anette Inselberg

Herkes Bir Yaşam Seçer ve Seçtiği Yaşmın Bedelini Öder…

Saksıyı Çalıştır…

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Etiketler: , . Leave a Comment »

25 Nisan Akrepteki Dolunay ve Ay Tutulması Burçlara Nasıl Etki Edecek?

ECLIPSE...

Koç ve Yükselen Koç

Koç’ların maddi kazanç getirmesini umdukları ya da prestijlerini arttırmak için kalkıştıkları işlerde temkini elden bırakmamalarında veya beklentiyi fazla yüksek tutmamalarında fayda var… Özellikle başkalarından gelecek destekler, hisseli işler ve satışlar, alınacak borç veya kredilerde gecikmeler olması, istenilenin altında miktarlar gelmesi ya da koşulların ağır, bedellerin yüksek olması ihtimali dikkate almanız iyi olur. Eğer yeni bir ilişkiye giriyorsanız, keyifli maceraların da özgürlük alanınızı kısıtlayacağını düşünmeniz, hele de yasak bir maceraya kalkışıyorsanız, bunun  daima bir risk anlamına geldiğini bilerek adım atmanız yerinde olacaktır… Size sunulan her meyveyi kabul etmek zorunda değilsiniz! Bazen sınırlarını bilmek, insanın kendine duyduğu saygıyı ve öz-değer algısını pekiştirmesine neden olur…

Boğa ve Yükselen Boğa

Boğa’ların ne zamandır sürüp giden ”yeraltı dehlizlerinde kaybolma” hissini nihayet atmaya heveslenecekleri, kendilerini arzu ve hevesle dolu hissedecekleri bir dolunay! Ama yine de ABARTMAMALARINDA fayda var… Herşeye sahip ve hakim, her konuda değerli hatta üstün olduklarını hissetikleri anlara dikkat etmeleri, bu hissi özen ve temkin ile dengelemeye gayret etmeleri iyi olur. Ortaklık ettikleri, bel bağladıkları, gönül verdikleri insanlar ya da kurdukları bağlantılar düşündükleri kadar verimli çıkmayabilir. Nefislerini fazlaca kabartan durumlara kendilerini kaptırmaları halinde, kabartma tozu tam işini bitirmeden açılan fırın kapağı yüzünden içine çöken bir kek gibi sönebilir havaları amman diyeyim! Çok kıymetli olmayı istemek de bir zaaftır… Neyin kıymetli olduğunu bilip hakkını vermek, size değer katanın ne olduğunu bilip ondan feragat etmemek, kısa vadede tutumlu ve temkinli olmayı gerektirse de, uzun vadede kazancı garantili olur…

İkizler ve Yükselen İkizler

İkizler’in sakladıkları gerçekler, ya da kendilerine bile itiraf edemedikleri durumlar bu Dolunay’da düşüncelerinin baş köşesine oturabilir! Sorumluluk duygusunu, dürüstlüğü göz ardı ederek davranmaları halinde, hayatlarındaki önem verdikleri şeyleri tehlikeye atabilirler… Öte yandan kendilerini fazlaca bastırdıklarını, gereksiz fedakarlıklar yaptıklarını, sorumluluk ya da alışkanlık duygusu nedeniyle öz-değer anlayışlarından ya da mutluluklarından mahrum olduklarını düşündükleri alanlar, artık kaldıramayacakları bir baskı unsuruna dönüşebilir. Görev duyguları, alışkanlıkları,  korkuları, sırları ve gerçek arzuları arasında bir tercih yapmak, kendilerine dürüst olmak adına zaaflarıyla yüzleşmek zorunda kalabilirler. İş hayatları ya da gündelik düzenlerini bir biçimde masaya yatıracakları bir Dolunay bekliyor İkizler’i! Kolay gele 🙂

Yengeç ve Yükselen Yengeç

Yengeçler bu Dolunayda kendilerini istemeden kabul ettikleri durumların altında fazlasıyla bunalmış hissedebilirler! Fırsat olarak gördükleri ya da bir biçimde beklentilerini karşılayacağını farkettikleri durumların yan etkileri ya da sonuçları, onlara en değer verdikleri şeylerden fedakarlık etmiş gibi hissettirebilir. Yengeç’lerin unutmaması gereken; endişelerini ya da içlerinde hissettikleri duygusal baskıyı fazla abartıyor olmaları pekala mümkün 🙂 Bu Dolunay’da kendi kendinizi gaza getirmek yerine, en büyük zaafınız olan dayanıksızlık bahanesine sığınmaktan ve depresyona-girmece oyunu oynamaktan vazgeçmeniz gayet yerinde olur;) Hadiiii … kesinlikle bundan daha iyisini yapabilirsinizzz!

Aslan ve Yükselen Aslan

Sizin niyetiniz yeni atılımlar yapmak ya da hakkınız olduğunu düşündüğünüz mevki ya da terfileri almak da… Bu Dolunay’da dizginlerinize asılan birşeyler olması pek mümkün. İş hayatında yapmak istediğiniz çıkışlara özel hayatınızdaki sorunlar ya da ailenizin yaptığı itirazlar nedeniyle ara vermeniz söz konusu olabilir. Ya da geçmişten gelen engelleri ortadan kaldırmadan taşıyamayacağınız yeni atılımlara girişmemeniz gerektiğini fark edebilirsiniz. Hesaplarınızı kapatmadan, gerekli destekleri almadan ve sırtınızı güvenli bir duvara dayamadan atacağınız her adım, sonradan sizde zaafa neden olacak bir riski beraberinde getirecektir! İyisi mi duvara toslamadan VİTES KÜÇÜLTÜN KEDİCİKLER 🙂

Başak ve Yükselen Başak

İnandıklarını ve iddialarını hayata geçirmek… Galiba hepimizin en zorlandığı konulardan biridir! Bu Dolunay’da bu konuda insanlardan tepki gören ya da beklemediği davranışlarla karşılaşan siz olabilirsiniz… İnsanlar nezdinde prestij kazanmak adına tutamayacağınız sözler vermiş olma ihtimaliniz de var! Yapabileceğinizden emin olduğunuz kadarını ifade etmeye dikkat edin. Ayrıca başkalarını yargıladığınız konularda yargılanmanız da mümkün… Çok fazla şey beklediğiniz ve yüklediğiniz insanlardan gelebilecek yanıltıcı mesajlara da dikkat etmenizde fayda var. Durumlar hakkında yorum yapmaktan çok gözlemeye önem verin. İnsan ilişkilerindeki beklenmeyen dalgalanmalarla sınanacaksınız bu Dolunay’da. Size ayna tutanlara kızmayın… Kendinizi seyredin 🙂

Terazi ve Yükselen Terazi

Beklentiler yüksek kazanımlar az, ya da tüketilenler yüksek ama sağladığı memnuniyet az  ise en büyük tehlike kendimize duyduğumuz saygının ve yaşama yüklediğimiz anlamın azalmasıdır! Teraziler için, ifrata kaçtığınız konularla ilgili yeniden değerlendirmeler yapma zamanı… Ama yargıda bulunur ya da karar alırken bir uçtan diğerine de savrulmamaya dikkat edin 🙂 Sadece abarttığınız kısımları kırpın… İpi çekmeyin! Duruşunuz, dış görünümünüz, edindiğiniz konum gibi konularda da bu kadar kaygılı olmanıza gerek yok aslında 🙂 Size verilmeyenler ile ölçmeyi bırakın değerinizi… Ben bunu gerçekten istiyor muydum yoksa mahrum kaldığım için mi kıymet veriyordum diye kendinize bir sorun!

Akrep ve Yükselen Akrep

Akreplerin aşk hayatlarından ya da birleri ile ortak yaptıkları işler ve girdikleri kontratlardan yana sıkıntısı var bu Dolunay’da… Arzular şelale ama işler kesat 🙂 Çok daha iyi şeyleri hak ettiğinizden eminsiniz de, elinizi kolunuzu bağlayan anlaşma koşulları var. Ya da ne yapsanız ne deseniz size istediğiniz krediyi vermeyen partnerler… Ne yapacaksınız? Kaybetme korkularınızla yüzleşeceksiniz elbette… Vazgeçememek bir zaaftır! Ne yardan ne serden geçemediğiniz sürece dalgalanıp da durulamayan hep siz olursunuz… İyisi mi  siz önceliklerinizi bir daha gözden geçirin bu Dolunay’da. Neyi daha çok istediğinizden emin olursanız, belki neyi ne kadar gözden çıkartabileceğiniz konusunda daha bir net olursunuz…

Yay ve Yükselen Yay

Yaylar zincirlerine sığmayıp taşma arzusundalar ama … onları bağlayan görünmez zincirler var. Neyi hak ettiklerine neyin altından kalkabileceklerine, neyi sindirebileceklerine, sınırlarının ya da kapasitelerinin nerede bittiğine karar vermeleri gereken bir zaman. Engellenme ya da yetersiz kalma korkusu, geçmiş deneyimlerin oluşturduğu  duygusal çöküntüler, ya da gözardı etmek istedikleri sorumlulukların baskısı ellerini ayaklarını bağlıyor olabilir. Hatta korkular ve duygusal baskılar nedeniyle depresyon eğilimi hissetmeleri ya da psikolojik temelli bazı sağlık sorunları yaşamları da mümkün. Destek almak, akıl danışmak, güven duymak ya da duygusal yakınlıklar kurmak istedikleri kişiler de kendilerine umdukları kadar yararlı olmayabilir. Galiba kaynaklarını, zamanlarını nasıl kullandıklarını ve neyi neden önemsediklerini şöyle bir elden geçirmelerinde fayda var…

Oğlak ve Yükselen Oğlak

Oğlakların ayaklarının altına kırmızı halılar serilip, önlerine ziyafet masaları açılabilir bu Dolunay’da… Hedonist bir sarhoşluk hali ya da heyecan verici fırsatlarla sınanmaları mümkün 🙂 Oğlakcımlar… biliyorsunuz bütün bu tantana kırmızı bir elma yüzünden başladı :)))) Zevk ile görev, ödül ile risk, eğlenme arzusu ile sorumluluk duygusu arasında bir denge kurmanız ve daha iyi bir hayatı hak ediyorum tarzı düşüncelere fazla kapılmamanız yerinde olur! Hayır sonra dişlerinizi geçirdiğiniz elma umduğunuz gibi çıkmazsa, sizin suçluluk hissiniz Zodyak’ın diğer 11 burcunun toplamından fazla olur 😉

Kova ve Yükselen Kova

Kovalar evlerinin huzuru, analarının kucağı, yarin sıcağı, ya da insana kendisini çocukluğuna dönmüş gibi güvende ve keyifli hissettiren her şeye doğru çekiliyorlar bu ara ama onları enselerine yapışmış geri çeken de bir sürü birşey var… Tanıdık ve davetkar keyiflerin akışına kapılmak ile sorumluluk duyguları ve sağduyularının sesini dinlemek arasında asılı kalmış gibiler. Neyin yakışık alıp almayacağı, neyin prestijlerine zarar verip vermeyeceği hakkında tedirginler. Hani bir ufacık ceviz kırmaya niyetleri var ama ”DEĞER Mİ?” diye de ödleri kopuyor :))) Kendileriyle değil de çocuklarına karşı zaaflarıyla mücadele eden Kovalara mesaj; çocuğunuz zaafınız ise ona yararınız olmaz!

Balık ve Yükselen Balık

Dağıtmaya pek yatkın hatta çoktan dağıtmış olduğunuzu biliyorsunuz dimi derya kuzuları :))) Ya şu ”naapiyim çok hoşuma gidiyordu” durumunuza nasıl bir çare bulucaz biz sizin! Herşeye olur demeyin… Her buyur diye açılan kapıdan girmeyin… Herkesi arkadaş sanmayın… En önemlisi, yanılma ihtimalinizi görmezden gelmeyin! Güvende hissettiğiniz her suya kulaç atıyorsunuz ama dıştan gelen güvenlik hissi daima geçicidir. Kalıcı olan güvenlik duygusunu bize sadece gerçekleri bilmek verir. Kendinizi sınırlamaktan  hoşlanmadığınızı biliyorum ama, unutmayın; İnsanı asıl özgürleştiren gerçektir!

http://junoastrology.com/2013/04/23/25-nisan-akrepteki-dolunay-ve-ay-tutulmasi-burclara-nasil-etki-edecek/

İbretlik bir Hikaye…Buyrun…

Delinin biri camiye girer, belli ki namaz kılacak. Ama oturmaz, meraklı ve şaşkın gözlerle etrafı süzer-dolanır.. … Bir oraya, bir buraya her köşeye dikkatlice bakar ve hızla çıkar gider..
Az sonra sırtında bağlanmış odunlarla tekrar ge…lir camiye ve tam namaza başlamak üzere olan cemaatle birlikte saf tutar.. Ama sırtındaki odunlarla güç bela bitirir namazını.
Eğilip kalktıkça yere düşen odunlar, çıkardığı ses vs. derken, tabii cemaat de rahatsız olmuştur bu durumdan.. Nihayet biter namaz, bitmesine ama her kafadan bir ses çıkar.. Herkes kıpırdanmaya, adama söylenmeye başlamıştır bile.. İmama kadar ulaşır sesler, hafiften tartışmalar..
İmam aynı mahalleden, bilir az çok garibin halini, şefkatle yaklaşır meczubun yanına ve der ki:
“Oğlum böyle namaz mı olur, sırtında odunlarla, sen ne yaptın? Hem kendini hem de çevreni rahatsız ettin bak, bir daha namaz kılmaya yüksüz gel olur mu?”
Bunu duyan meczub melül-mahzun, ama manalı bir bakışla sorar
“Âdetiniz böyle değil mi?”
“Ne âdeti?!” der Hoca..
Cemaat da toplanmış, merak ve şaşkınlıkla olayı izlemektedir o sıra..
Der ki meczub bu kez:
“Hocam ben namaz kılmak için girdim camiye, şöyle kendime uygun bir yer ararken içeridekilere baktım, gördüm ki herkesin sırtında bir şeyler var. Zannettim ki adet böyledir, ben de şu odunları yüklendim geldim işte, neden kızıyorsun? Kızacaksan herkese kız, tek bana değil!
Hoca şaşırır: “Benim sırtımda da mı var?” der..
“Evet” der meczub, “Hepinizin sırtı yüklü!”..
Cemaatte ise hafiften “deli işte!” manasına,bıyık altından gülüşmeler başlamıştır..
Meczub bu kez öne atılır ve tek tek cemaati işaret ederek, saf bir çocukça, heyecanla bağırır:
“Bak bunun sırtında mavi gözlü bir çocuk, bunda kocaman bir elma ağacı vardı..
Bunda kırık bir kapı, bunda bir tencere yemek, bunda kızarmış tavuk, şunun sırtında yeşil gözlü esmer bir hatun, bununkinde de yaşlı annesi vardı!..”
Sonra iki elini yanlarına salar başını sallar ve umutsuzca;
“ Boş yok, boş yok hiç!..diye tekrarlar.
O böyle söyleyince, herkes dehşet içinde şaşkınlıkla birbirinin yüzüne bakar!
Aynen doğrudur dedikleri çünkü; Kimi doğacak çocuğunu düşünüyordur namazda, kimi bahçesindeki meyve ağaçlarını, biri onaracağı kapıyı, diğeri lokantasında pişireceği yemeği.. Biri açtır aklında yiyeceği tavuk, birinin sırtında sevdiği kadın, diğerinde de bakıma muhtaç annesi vardır.
“Peki söyle bakalım bende ne vardı?” der, bu kez endişeyle Hoca..
O da der ki: “Zaten en çok da sana şaştım hoca! Sırtında kocaman bir inek vardı!
Meğerse efendim, hocanın ineği hastaymış, “öldü mü ölecek mi?” diye düşünürmüş namazda…
“Harâbât ehlini hor görme sakın, defineye mâlik viraneler var.” Bildirince bildiren, yüreği olan görüyor elbetDevamını Gör

Artizlik Yapma…Sigortalı Bi İşe Gir Yeter…

Çantada keklik sandığını kaybetmiş olan kişi, sonunda hiçbir şeyin ona ait olmadığını öğrenir

559923_347902581978171_2087936735_n[1]

 

Birine ya da bir şeye sadık olmak zorundaysam, öncelikle kendime SADIK davranmalıyım. Gerçek aşkı arıyorsam, karşıma çıkan ortalama aşkları DEFTERDEN silmeliyim. Edindiğim azıcık deneyim bana gösterdi ki kimse herhangi bir şeyin efendisi değildir, hepsi sadece bir YANILSAMADIR; maddi zenginlikler de ruhsal zenginlikler de… Çantada keklik sandığını kaybetmiş olan kişi, sonunda hiçbir şeyin ona ait olmadığını öğrenir. Ve hiçbir şey BANA ait değilse, benim olmayanlar için KAYGILANMANIN gereği de YOK demektir. Bugün, ömrümün ilk ya da SON günüymüş gibi yaşamam DAHA doğru…”

____ PAULO COELHO ______

Daha sert,ukala,kibirli olunca daha degerli ya da sevilebilir olunmadığı gibi, guclu degil komik gorunuyor.

429646_4793901880561_1164098417_n[1]

Daha sert,ukala,kibirli olunca daha degerli ya da sevilebilir olunmadığı gibi, guclu degil komik gorunuyor.Kusursuz imaj cizmeye calisip yorulmak yerine,hatalarinla eksikliklerinle ‘gercek’ olmak doğru yol.Gercek olmak, her sekilde sahte bir mukemmellikten degerlidir. İlişkilerde de durum aynı.

Birini sadece beklentilerini karsiladigi icin seversen, beklentilerin karsilanmadiginda ondan nefret ede…rsin.Kendi sorunlarinin cozumunu iliskinden bekledikce iliski kirlenir.Bagimli oldugumuz kisinin, bunu yuzumuze vurmasindan hatta suistimal etmesinden cok korkuyoruz. Oysa bagimli olmayi secen biziz. Sonuçta, kendini yaşatamadığın, oyun oynadığın, sürekli karşındakinden beklediğin bir ilişki sadece kabus olur.

İki tarafın da gerçek olduğu ilişki, çatışmalarla bezense de orta yolunu bulur, senin ilişkin olur. Bunu anlamadıkça masal bir hayalin peşinde sadece karşındaki yüzler değişir, aradığın ilişki yaşanmaz.

/ Gerçekten Yaşıyor Musun?’dan Cümleler

aRET vARTANYAN

Kalbin konuşması sonsuzluktan gelir.

Kalbin konuşması sonsuzluktan gelir.

Aborjin Öğretisi

İnsanlar, kendi yaşamlarını istekleri doğrultusunda şekillendirebilmek ve gerek gördüğünde değiştirebilmek için ihtiyaç duyduğu tüm kaynaklara kendi içinde sahiptir."

545463_10151020125894254_826656330_n[1]

İnsanlar, kendi yaşamlarını istekleri doğrultusunda şekillendirebilmek ve gerek gördüğünde değiştirebilmek için ihtiyaç duyduğu tüm kaynaklara kendi içinde sahiptir.”

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Bilmediğimiz Gerçekler…

Ortaya Karışık kategorisinde yayınlandı. Etiketler: , . Leave a Comment »

Bir Kez Kırıldın Diye Niye Dünya Durdu Zannediyorsun A Çocuk?

598813_226640060815545_1696713723_n[1]

 

Aşk acısı çekmemiş olan var mı aramızda? Hiç zannetmiyorum. Hem de bu acı; insanın sokaklarda deliler gibi amaçsızca dolaşmasına, sebepli sebepsiz ağlamasına, ben öldüm bittim artık yaşayamam diye düşünmesine, hatta gözünün ferinin sönmesine bile yol açmıştır.

 

İnanın ki bu işin daha kolay kısmı (yandım-bittim diye dolaşma hali), esas zor kısım ne biliyor musunuz? Tüm bu şok, ve içinden geçmek istemediğiniz- ama geçmek zorunda bırakıldığınız- bu acı geçtikten sonra neler olacağı?

 

Yeni bir ilişki mi? Allah korusun deyişinizi duyar gibiyim ama insanoğlu işte bir noktadan sonra aşksız yaşayamayacağını anlıyor ve mutlaka bir başkası karşısına çıkıveriyor.

İşte esas mesele de burada başlıyor…

 

O kırılma-o acı- geçmesine geçiyor da ne geçmiyor biliyor musunuz? İzi… Ve kendini tekrar o acıdan koruma içgüdüsü doğuyor birden. Ben kendimi tekrar o kadar kaptıramam diyorsunuz ve abuk subuk davranmaya başlıyorsunuz. Kendinizi bırakmakla- bırakmamak arası bir yerde gidip geliyorsunuz.

 

Tam kendinizi bırakacak gibi olurken-Yemezler- deyip kendinizi şöyle bir silkeliyiveriyor ve uzaklaşıyorsunuz.

 

Bu sefer özlüyorsunuz ama ağzınızdaki eskiye ait buruk tadı unutmak ne mümkün. Yine de yandan yandan yaklaşıyorsunuz tekrar o heyecana. Böyle yaklaş-uzaklaş şeklinde son derece dengesiz hareketlerinize dayanamayan karşı taraf gittiğinde ise ‘’çok şükür gitti’’ diyen bir tarafınızla, ‘’aptal, niye kendini bırakmadın’’ diyen öbür tarafınız aranızdaki savaş tekrar başlıyor.

 

Birinin yaptığı hatayı, bir diğerine yüklemek niye? Evet mantık tüm cevapları vermeye hazır ama yalnızlık o kadar emin bir duygu hali ki, yalnız olmayı seçiyorsun son kertede ve iyi halt ediyorsun?

 

Aşkın kollarına kendini bırakmayarak yaşamından çalıyorsun sadece. Bunu bilmiyor musun? Anlamıyor musun? Anlıyorum da hazır değilim mi diyorsun. Valla yalan. Billa yalan. Külliyen de yalan. O cesareti bir daha toplayana kadar karşına kim çıkarsa çıksın kaybedeceğini biliyorsun değil mi? Yazıktır çocuğum yapma, yakma hayatını… Korkuyu yenmenin en iyi yolu, onun içinden geçmektir. Kimse söylemedi bunu sana… Derin derin nefesler al ve gir tekrar aşkın kanatlarına… Gerekirse  tekrar acı çek. Bilmiyor musun aşk da geçecek, aşksızlık da geçecek, korku da geçecek(eğer izin verirsen), koca hayat geçiyor bu mu geçmeyecek?

 

Ama hayatının hakkını ver, duygularını yaşa, bastırma… Ne olursun bastırma… Emin kalende yaşamak çok güzel geliyor sana biliyorum… Çok güvenli geliyor sana biliyorum. Çok acısız geliyor sana biliyorum… Ama hayat nerede o zaman? Damarlarında hızlı hızlı akması gereken kan nerede o zaman? Kendini, canlıyken cansızlığa mahkum etme… Aç tekrar kendini duygularının gerçeğine…

 

Geçenlerde bir arkadaşımın kızı benle aşk hakkında dertleşti… Kendisi henüz 15 yaşında ne dedi biliyor musun? ‘’Bir önceki aşkında çok incinmiş o yüzden kendini bir süre ilişkilere kapamış’’ Ya cancanım sen bunu 15 yaşında dersen biz ne diyelim? Tabi ki biraz köşene çekilicen, yaralarını sarıcan, ne oldu, neden oldu muhasebesine giricen? Ama karşına yeni biri çıktığında, ne olur geçmişin günahını yenisine ödetme olur mu?

 

Ne çektin be aşktan çocuğum… Evde bacağını kırıp otursan olmuyor? Dışarda koşup yeni birisini arasan olmuyor? Ne çektin ve be aşktan çocuğum…Ne çektin?

 

Hepimize aşkı dolu dizgin yaşayacak taze ve cesur bir yürek diliyorum…

 

Sağlıcakla,