
Tuba Edman / T&E Trend Tracker Turkishny.com
Tüm dünyadan sinema ve moda severlerin merakla beklediği 86. Oscar Ödülleri Los Angeles’ın Dolby Tiyatrosu’nda düzenlenen muhteşem bir törenle sahiplerini buldu.
56 yaşındaki ünlü talk show yıldızı Ellen DeGeneres’in sunduğu gecede,12 Years A Slave (12 Yıllık Esaret) En İyi Film seçilirken, En İyi Yönetmen ödülünü Gravity ile Alfonso Cuarón kazandı. Gecede En İyi Erkek Oyuncu Matthew McConaughey ve En İyi Kadın Oyuncu ise Cate Blanchett seçildi. En iyi kostüm ödülün ise Catherine Martin’e gitti. Ve Dior imzalı elbisesi ile bu sene de düşen Jennifer Lawrance kırmızı halıya damgasını vurdu. 
Günler öncesinden başlayan ve iki gün devam eden şiddetli yağmurun hazırlıklarına damgasını vurduğu gecede, korkulan olmadı. Meteoroloji tahminleri doğru çıkti ve Dolby Tiyatrosu’nun girişinde gerçekleşen, tüm dünyadan yaklaşık 1 milyar kişinin izlediği tahmin edilen Oscar Ödül Töreni görkemine yakışır şekilde yağmursuz bir akşamda gerçekleşti. Akademi Ödülleri’nde, yağmur nedeniyle son olarak 2010 yılında konuklar çadır altında karşılanmış ve kırmızı halı seremonisi yağmur altında tamamlanmıştı.

Hollywood Bulvarı’ndaki meşhur Dolby Tiyatrosu her yıl olduğu gibi yine birçok ünlüye ev sahipliği yaptı. Gecede, yarışan sadece filmler değildi, kırmızı halıda en ünlü modacıların kıyafetlerini taşıyarak gecenin şıkları arasına girmeye çalışan, patlayan flaşlar eşliğinde objektiflere poz veren birbirinden güzel yıldızlar başka bir yarışın daha parçası olduklarını iyi biliyorlardı. Tabi smokinlerini giyen Hollywood’un ünlü erkek oyuncuları da bayanlar kadar iddialılardı. 
Geçen sene en iyi kadın oyuncu ödülünü almaya çıkarken Dior Couture marka elbisesine takılıp düşen ve aylarca manşetlerden inmeyen Jennifer Lawrance bu senede aracından inerken düştü ve yine gecenin en çok konuşulan ünlüsü olmayı başardı.
Benim favorim bu sene Charlize Theron. Theron, olağan üstü vücut hatlarını tamamı ile ortaya çıkaran nüde renk askılı muhteşem siyah elbisesi ve ışıltılı pırlanta kolyesi ile kelimenin tek anlamı ile rüya gibiydi. 12 Years A Slave’daki performansı ile en iyi yardımcı kadın ödülünü kazanan Lupita Nyong, geçtiğimiz ay BAFTA’ ödüllerinin kırmızı halısında giydiği Christian Dior marka yeşil elbisesi ile uzun süre konuşulmuştu. Açık mavi, uçuş uçuş derin dekolteli Prada imzalı elbisesi ile yine Oscar gecesinin yıldızı olmayı başardı. Gecenin ilgi odagi, Dior imzalı kırmızı elbisesi içinde muhteşem görünen Lawrance da arkaya taradığı kısa saçları ve klasik pırlanta kolyesi ile süperdi.

Blue Jasmine (Mavi Yasemin) filmi ile en iyi kadın oyuncu ödülünü kazanan Cate Blanchett, nüde rengi tül üzerine tamamı pullarla işli Armani Prive elbisesi içinde kırmızı halıda da en çok ilgi gören isimlerden biri oldu.En iyi film ödülünü kazanan 12 Years A Slave’in yıldızlarından Brad Pitt’in partneri Angelina Jolie, hatırlasanız BAFTA gecesinde giydiği Valentino takımı ile günlerce magazin başlıklarından inmemişti. Jolie bu sefer metalik gümüş rengi Elie Saab marka seksi tuvaleti ve göz kamaştırıcı güzelliği ile geceye katılanları büyüledi.En iyi kadın oyuncu ödülü adaylarından Sandra Bullock da koyu mavi Alexander McQueen marka tuvaleti ile herkesi kendine hayran bıraktı. 
Julia Roberts da en iyi yardımcı kadın adayı olduğu gecede, klasik Givenchy marka siyah dantel peplum elbisesi ile son derece şıktı.En iyi kadın oyuncu adaylarından Amy Adams da 2013’de giyindiği gümüş rengi ışıltılı Armani Privé marka elbisenin yerine bu yıl tercih ettiği safir mavisi traples Gucci elbisesi ile asil bir prenses gibiydi.Geçen yılki açık pembe Prada elbisesi ve uyumsuz kolyesi ile eleştiri yağmuruna tutulan Anne Hathaway, Geceye Gucci koleksiyonundan tüm bedeni parlak taslarla bezeli bir elbise ile katılarak geçen seneyi unuttursa da, iki elbisenin kesim benzerliği kimsenin gözünden kaçmadı.
Tüm dünyanın gözlerinin çevirdiği, aylarca kritiklerinin yapılacağı, en iyisinin en kötüsünün haftalarca tartışılacağı Armani’den Dior’a, Valentino’dan Elia Saab’a, dünyaca ünlü tasarımcıların son koleksiyonlarını üzerlerinden taşıyan aktrisleri ile Oscar’ın kırmızı halısından iste, sizin yorumunuza bıraktığım kareler, bakalım siz kimleri şık kimleri rüküş bulacaksınız. 
Tuba Edman / T&E Trend Tracker
Kaynak:tuba edman.blogspot.com
NOT : Çay demliğine 1 lira büyüklüğünde kurutulmuş kabuk atmanız yeterlidir.
Meyve ve meyve suyu olarak tüketilen narın kabuğunun, meme kanseri başta olmak üzere hemen hemen tüm kanser türlerini önleyici ve iyileştirici faydaları olduğu bildirildi.
Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Kimya Eğitimi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. İbrahim Uslu, narın insan sağlığına faydalarının saymakla bitmeyeceğini, bu nedenle de bol bol tüketilmesi gereken bir meyve olduğunu söyledi.
Tacıyla adeta meyvelerin kralı olan narın, her derde deva bir ilaç olduğunu ifade eden Uslu, ”Nar bağışıklık sistemini güçlendirerek, bizleri başta kanser olmak üzere pek çok hastalıktan da korumaktadır.
İçerdiği flovanoidler, vitaminler, polifenoller, antosiyaninler, taninler vasıtasıyla kolesterol ve şekeri de dengeleyen özellikle hicaz narı, kalp ve damar sağlığımızı koruduğu gibi, kanser hücrelerinin de gelişmesini çok önemli oranda engellemektedir” dedi.
Mucizevi bir şifa kaynağı olan narın kabuk, zar, çekirdek ve sudan oluştuğunu vurgulayan Uslu, şunları söyledi:
”Nar suyunun genel damar sağlığını, özellikle de kalbi koruduğu, damar tıkanıklıklarını geriletme ve tansiyon düşürücü etkileri herkes tarafından bilinmektedir. Halkımız narı, suyunu içerek tüketmektedir.
Narın içindeki zarlar ile yendiğinde mide ülserini iyileştirdiği ise pek az kişi tarafından biliniyor. Yine son günlerde pek çok firmanın satışa sunduğu nar çekirdeği yağı, çok değerli punicic acid içermektedir. Nar çekirdeği yağı özellikle cildimizde kırışıklıkları ve yaşlanmayı gidermekte, saçlarımızda canlılık ve saç çıkarıcı etkileri nedeniyle ilaç endüstrisi tarafından önemli miktarda kullanılmaktadır.”
”Nar kabuğu, suyundan daha fazla değerlidir”
Nar kabuğunun ise Türk halkı tarafından hiç kullanılmadan çöpe atıldığına dikkati çeken Uslu, şöyle devam etti:
”Halbuki Çin’deki Instutute of hygiene and Environmental Medicine (Hijyen Enstitüsü ve Çevresel Tıp Bilimi) kuruluşunun yaptığı son araştırmalara göre, nar kabuğu, suyuna göre daha fazla oranda değerli bileşikler içermektedir. Yani nar suyu bir ilaç gibi sağlığımız için faydalıdır, ancak kabuğu suyundan daha fazla değerlidir. Nar kabuğu içinde bulunan ellagik asit, başta meme kanseri olmak üzere hemen hemen tüm kanser türlerini hem önleyici hem de iyileştirici faydalar sağlamaktadır. Nar kabuğundaki flavanoitler, fenolik bileşikler ve antioksantlar suyundan çok daha fazla miktardadır.”
Prof. Dr. Uslu, araştırmaların, nar kabuğunun kötü huylu kolesterolü azalttığı, beta hücrelerini artırarak diyabetli hastalara, kalp ve damar hastalarına suyuna göre çok daha önemli faydalar sağladığını gösterdiğini anlatarak, şunları kaydetti:
”Nar kabuğunda bulunan ellagik asit antioksidan, anti-mutajen ve anti-kanser özelliklere sahiptir. Çalışmalar meme, yemek borusu, cilt, bağırsak, prostat ve pankreas kanserlerinde anti-kanser özelliğini göstermiştir. Ellagik asit P53 geninin kanser hücrelerince yok edilmesini engellemektedir. Ellagik asit kansere neden olan moleküllere bağlanarak onları çok önemli bir oranda etkisizleştirmektedir. Bu yüzden özellikle kanserli hastaların kullanımı amacıyla ellagik asitli içecekler başta İsrail olmak üzere pek çok ülkede eczahanelerde satılmaktadır. Nar kabuğu narın en değerli yeri iken ülkemizde meyve suyu fabrikaları bu değerli maddeyi üstüne bir de para vererek çöpe atmaktadır.
Yine kanserli hastaları tedavi etmek için nar kabuğundan hazırlanmış ellegik asitli kapsüller 50 gramı 50 dolardan eczahanelerde satılmaktadır. Bir firma yüzde 95 saflıktaki nar kabuğundan ürettiği ellagik acitin 1 gramını 83 avrodan satmaktadır. Görüldüğü üzere nar kabuğu nar suyundan çok çok daha fazla değerlidir.
Kanserli hastaların ilk başta vücutlarının pH’sını 7.4′ün üzerine çıkarmaları gerekmektedir. Bunun için gerekli çabayı göstermeleri gerekmektedir. O halde hem kansere yakalanmamak için hem de kansere çözüm amacıyla artık hiçbir işe yaramayan siyah çay, asitli içecekler yerine yeşil çay, ada çayı, zeytin yaprağı çayı gibi bitki çayları ve özellikle de nar kabuğu çayını tüketelim.”
”Sıkılan narın kabukları asla atılmamalı”
Ellagik asit sayesinde nar kabuğunun, kanser hastalığına karşı çok önemli koruyucu, hatta kanseri tedavi edici özellikleri olduğu vurgulayan Uslu, ”Bununla ilgili literatürde çok fazla makale yayınlanmıştır. Tüm bu etkileri nedeniyle özellikle meyve suyu fabrikalarından atılan tüm nar kabuklarının kurutularak özellikle büyükbaş hayvanların gıdalarına karıştırılması durumunda bu hayvanların da daha az hastalığa yakalanması ve sağlıklı olmaları sağlanacaktır. Böylece büyükbaş hayvanlara gereksiz yere antibiyotikler verilmeyeceğinden, bu hayvanların sütünü ve etini kullanan bizlerin de bu antibiyotiklerden etkilenmemizin önüne geçilmiş olacaktır” dedi.
Prof. Dr. Uslu, evde sıkılan narın kabuklarının asla atılmaması gerektiğini de belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü:
”Gölgede veya 40-50 dereceyi geçmeyecek ortamlarda kurutarak, ufaladığımız nar kabuklarını serin bir yerde saklayalım. Daha sonra
100 gram kaynamış suya, 2 gram nar kabuğu atarak, yaklaşık 10 dakika kaynatıp suyunu hemen her gün çay olarak tüketelim. Böylece başta kanser, kalp ve şeker hastalıkları olmak üzere pek çok hastalıktan kendimizi korumuş olacağız. Hatta çay içmekten üşenirsek, kurutulmuş ve parçalanmış nar kabuklarını, kahve çekme makinelerinde toz haline getirip, bir çay ya da kahve kaşığı tozu salata, peynir gibi gıdalarla direk olarak ta tüketebiliriz. Özellikle şeker hastaları beta hücrelerini artıracak bu tozu tüketmeye özel çaba göstermelidir.
Genelde tüm meyvelerde olduğu gibi narın da en değerli yeri kabuğudur.
Bir ilaç gibi içtiğimiz nar suyundan arta kalan kabukları da asla atmayalım ve başta kanser, şeker ve kalp olmak üzere hemen hemen tüm hastalıklardan korunalım.”
Prof. Dr. İbrahim Uslu
Çoğumuzun sevdiği Kaju Fıstığı ağacında bu şekilde yetişir.. sonra kurutulup kavrulduktan sonra soframıza ulaşır..
Kaju ağacı Hindistan, Brezilya ve Afrika Ekvator bölgesinde yetişir, en uygun iklimi buralarıdır, bu yüzden başka bölgelerde pek yetişmez. En büyük ihracatçısı Hindistan’dır, sonra sırada Brezilya gelir.
Bitkinin ve çekirdeğinin oluşum şekli son derece enteresan ve dikkat çekicidir..
Alıntı

Herkesin herşeyi kıymetlidir :))) Ama hepimizin asla feda etmek istemediğimiz bir nimeti vardır… Sivri, Hınzır ve Cüretkar bir bakışla, burçlara göre en bi üstüne titrenilen şeyin ne olduğunu AÇIKLIYORUMMM :)))) Yine hepiniz benden neffrett edeceksinizzzzzz :))))))
KOÇ: Gururunu! Şimdi aslına bakarsanız Koç öyle kendine iş arayan bir insan değildir :))) Rahatına düşkündür. ”Çalsın Sazlar Oynasın Kızlar” modunda yaşamaya bayılır… Ama Koç bir alfa yani bir sürübaşıdır! Kendisine ya da hakimiyeti altında gördüğü her hangi bir şeye ucundan accık ”tokanacak” birşey ortaya çıktı mı, Koç birden yerinden doğrulur, ”ahiyaaaakkk!” tarzı bir savaş çığlığı atar ve saldırı pozisyonuna geçer :))) Zira, Koç için bu bir gurur meselesidir! Bu yüzden de bir Koç’a istemediği bir şeyi yaptırmanın en iyi yolu, gururuna tokanacak bir laf etmektir. İktidarını ispat etmek için ”mantıksız” işler yapmaya pek müsaittir. Onu peşinize düşürmenin en iyi yolu da, ona ait olmayı reddetmektir :))) Çok gururu kırılır ve peşinize takılır… Yani ”ASLINDA BASİT BİR MEKANİZMALARI VAR” desem yalan olmaz :)))
BOĞA: Tercih Hakkını! Boğa ne istediğini bilen insandır. O kadar bilir ki, bir türlü UNUTAMAZ ve VAZGEÇEMEZ :))))) Tembeldir membeldir ama, Boğa’nın nefsi bir kere kabardı mı, kolay kolay yatışmaz… Aklı bir şeye takıldı mı, onu ille elde etmek ister ve olmadı mı, bir ömür, eline geçen her fırsatta yeniden dener! Öte yandan ”YOH!” dediği zaman da, yerinden kıpırdaması bir o kadar zordur. Durumu yeniden değerlendiren ve konum değiştiren uzuvlarını, oto-felce uğratır :)))) Yani Boğa’ya getir-götür, gel-git, yap-yapma diyen kaybeder… Boğa ile anlaşmanın yolu sevmek ve sevdirmektir :))) Hoşlanacağı ipuçlarını koyun önüne… O düşünür taşınır, makul bir noktaya gelir. Ne vakit Boğa bir şeyin kendi tercihi olduğuna inanır, o zaman hiç kimse onu dolduruşa geldiğine dahi ikna edemez :)))) Ama bak vicdanlı insanlardır… Yani ısrarcı insana zinhar yüz vermezler ama kabul etmemiş gibi davranıp – dolaylı olarak – ufak bi güzellik yapabilirler 😉
İKİZLER: Güvenlik Alanını… İkizler PİMPİRİKLİDİR 🙂 Böyle deli dolu, hoptidi zıptidi, hareketli olduklarına bakıp da, hiç bir şeyi kafalarına takmadıklarını sanmayın. Onların kendilerine has ritüelleri, titizlikleri, takıntıları vardır :)))) Ve bunların bir başkası tarafından anlaşılabilir bir mantığı da yoktur! O bir şeyi içine sindirdiyse sorun yoktur. Ama sindiremediyse zinhar değmez, tutmaz, aynı odada yatmaz… Rahatlatılmak istedikleri için çok soru sorar ve rahat bırakılmak istedikleri için de çok hareket ederler. Kontrol edilemezler ama gizli bir kontrol-manyaa durumları vardır :)))) Etraflarındaki hava boşluğu ve belirsizlik, sadece onların biraz geniş tutmak istedikleri güvenlik alanlarının uzantısıdır… Burçlar içinde anlayışa ve olduğu gibi kabul edilmeye en umutsuzca ihtiyaç duyan ve fakat başkalarını oldukları gibi kabul etmekte en bi zorlanan burç belki de İkizlerdir!
YENGEÇ: Valla sevdiği hiç bir şeyi feda meda edemez :))) Yengeç onu mutlu eden şeylerle kendini şımartmaya bayılır… Bu nedenle ona keyif veren, hayat kalitesini yükselten her şeyle sevgi bağı kurar ve onları elinin altından, gözünün önünden ayırmak istemez. Haa, diyeceksiniz ki ”bunları iyi mi kullanır”… Şimdi valla bu soruyu bir Yengeç’e sorsanız aynen şöyle der: ”SANA NE BE! BENİM değil mi ister üstüne yatarım, ister dolapta tutarım!” Siz siz olun, Yengeç’ten herhangi bir şeyini ”lazım değilse” almayı talep etmeyin! Siz istediğiniz anda, onun aklına bin tane lüzum teşkil edecek şey gelir :))) Eski sevgililerinin bile evlendiğini öğrenince içten içe bozulmalarının… Çocuklarını mocuklarını da öyle kolay kolay gelin/damat edememelerinin temel nedeni, BENİM’sedikleri şeyleri kimseye kaptırmaya razı olamamalarıdır :))))
ASLAN: Ayyy haşmetmeapın en kıymetli şeyi kendi ”tiri vicudu”dur :)))) Malum… kendisi bakanı titretmek ve mümkünse zülfüne kurban, hüsnüne hayran etmek ister 😉 O yüzden Aslanlar güzelliklerine, sağlıklarına, vücut hatlarına pek bi düşkündürler. Bir çoğu süslüdür! Aralarında pek sade ve aristokrat bir çizgisi olanlar da vardır ama arka planda mutlaka üzerinde iyi düşünülmüş bir vitrin dizaynı mevcuttur :))) Üstelik yalnız kadınları böyle değildir! Gözaltı kremi kullanan, detoks yapan, pediküre giden, SPA’ya üye olan erkek görürseniz, ASLANMISINIZ diye bi sorun :))))) Veee onlara ne kadar iyi göründüklerini söylemeyi, kirpiklerinizi kırpıştırarak bakıp hayran görünmeyi asla ihmal etmeyin 😉
BAŞAK: Şimdi öteki burçlara biraz tuhaf gelicek ama onların en kıymetli şeyi İÇLERİNDEKİ HASSAS AYAR MEKANİZMASI’dır :))) Bir Başak’ın kendine has ve milim şaşmaz bir ÖLÇÜ anlayışı vardır. Ölçü kaçtı mı, Başak iç çamaşırının içine karınca kaçmışcasına huzursuz olur :)))) İşte bu yüzden Başak her şeyi feda eder… Ama kendisinin ”DUR TAMAMMMM” dediği yerde durma ve mümkünse diğerlerini de durdurma HAKKINI – evet onlara göre bu doğal bir haktır – feda edemez :))) Ayrıca ona göre daha tamam değilse de, zinhar hoşnut ve tatmin olabilemez :))))) Konu Başaksa, ”Ama Nedeennn?” diye sormayacaksın… Dediğini yapacaksın!!!!!!
TERAZİ: Yaw elbette İKNA YETENEĞİ’ni :))) Terazi’nin hiç birşeyi olmasına gerek yoktur! O herkesi istediği her şeye ikna etmenin bir yolunu bulabildiği sürece, zaten dünya onun itidir :))) ”Size Katılıyorum!” diye kolunuza girip, sizi az önce itiraz ettiğiniz kapıdan güle oynaya çıkaran birini tanırsanız, bilin ki o bir Terazidir! Birilerini olmayacak bir şeye ikna etmeye o kadar meraklıdırlar ki, çıtayı devamlı yükseltip, kendileri için hayırlı olmayan insanların aklına girmeyi tutku haline getirebilir, bu yüzden sonradan pişman olacakları anlaşmalar yapabilirler :))) Bu kadar kronik vaka olmayan bir versiyon ise – her şeyi tam istediği gibi bulduğunda bile – sırf herkesin bakış açısını kendi gönlüne göre çekeleyebildiğinden emin olmak adına, bir takım rötuşlar talep edebilir… Sanıldığından biraz daha karanlık bi ruh olduklarını hiç söylemişmiydim :)))))
AKREP: Elbette SENARYOLARINI… ”Nassı Yaniii” oldunuz dimi :))) Her Akrep – kendi çapında – bir risk yönetimi dehasıdır! Kafası hep ”Peki ya…” diye başlayan senaryolara işler. Bu yüzden de, her giriş için birçok çıkışı, her OLASI sorun için birden fazla çözümü, her OLASI kayıp için fantastik telafi yöntemleri ve her yenilgi için ertelense de özenle saklanan bir takım intikam planları vardırrrrr :))))) Beklediğinin aksine bir gelişme oldu mu, hemen senaryolarını gözden geçirir… Günceller… Bir sonraki adımı bekleyip, kendi tahmin yeteneğini ölçer… Niye öyle gizemli ve derin göründüklerini anladınız mı; kafa kafa değil 32 kısım tekmili birden tefrika roman… Deriiin deriiin boşluğa bakmasın da naapsın :)))))
YAY: İşte maalesef DİZGİNLERİNİ :))) Valla konu Yay ise… En uygun cümle ”Hangi Çılgın Ona Zincir Vuracakmış Şaşarım”dır :))) Ya Anacım… bunlar bir şeye sardıkları zaman üstüne gitmekten kendilerini alamaz, ama sen ona ”İyi tamam len gel…” dediğin zaman da, memleket versen içinde duramazlar… İlle bi kayışı koparıp dolanmak, bi münasebetsizlik icat etmek ZORUNDADIRLAR! İçlerinde adeta çılgın bir AT koşturmakta ve bizim ”fazla özgür” dediğimiz hayatları, aslında o atın peşinde telef olmaktadır… Yani bakmayın ”üzünlüdür” aslında hikayeleri… Siz küçük dünyalarında mutlu mutlu yaşayan küçük insanlar! Sizler, yalnız bir kovboy olmanın ve atına sevdalanmanın ne demek olduğunu bilemezsiniz…. :))))))))))))))))))
OĞLAK: Pransiplerini :)))) Evet efendim! Prensip az gelir… PRANSİP o PRANSİP :))) Şimdi o kendince ölçmüş, biçmiş, en uygun olan sistemi oluşturmuş, ve işleri yoluna koymak için ince ayar bir takım düzenlemelere gitmiştir… Hani bütün bunları böyle yapana kadar tabiri caizse, dibi de çıkmıştır! Eh şimdi sen gel… En dallama halinle ona ”KEŞKEM ŞURASINI ŞÖYLE YAPSAYDIN” demeye cüret et… :)))) Valla bence kafanızı kendi isteğinizle münasip bir duvara, hatta bulursanız buzdağına çarpmak daha iyidir :)))) Oğlak ona böyle dediniz diye sizi paralamayabilir… Ama öyle bir bakar ki, yedi ceddinizin ruhu titrer :))) Ve fakat ardından, alır onu bir endişe… ”Yaw şimdi bu da istendi” diye kurarrr kurarrr, takarrr sökerrr… Naapar eder, bir şekilde hem kendi PRANSİP’lerine hem de gelen taleplere uygun bir hale getirmek için bi çare bulur. Ay bak ”gıcık şeyler noolucak” filan demeyin yazık beee :))))
KOVA: Hayallerini… Evet Kova’nın hayalleri vardır! O bu dünyayı olduğundan daha fazla bir yere dönüştürmek için doğduğuna inanmıştır… Sakın onlara ”YAW ANAM BABAM GEÇ BUNLARI!” demeye cüret etmeyin! Barış yanlısı ve vejetaryen olduğunu unutup kalbinizi parmaklarıyla sökmek ve çiğ çiğ yemek ister gibi üstünüze saldırabilir :)))) Fiziksel olarak saldırıya geçmesi de gerekmez! Öyle bir elektrik yayar ki, dikenli tele yapışmış gibi olur ve beyin kıvrımlarınızın düzleştiğini hissedersiniz :))) Kova hayallerinden konuşmaya başladı mı, ona müdahale neyin etmeyin! Bırakın anlatsın… Sakın itiraz etmeyin… Uç noktalarını törpülemeye filan kalkmayın… Konuşsun rahatlasın… Kafa sallayın… Hatta devreleriniz o yoğun baskı altında hala çalışıyorsa düşünün… Cephe almayın feyz alın feyz :))))
BALIK: Manevra kaabiliyetini :)))) Şimdi siz bakmayın onların öyle sakiiiin, geniiiiş, kaygısııııız göründüklerine! Balığın aklı hep kapıdadır… İçinde hep ”Ya buradan da gitmek istersem” fikrinin getirdiği bir depresyon, en mutlu ortamlarda, en zirve durumlarda aniden gelen bir melankoli vardır… Aslında konu kimsenin ona ne yapması gerektiğini söylemesine müsade etmemektir :))) O kalmak istediği sürece yakalayıp atamazsınız, bir şekilde parmaklarınızın arasından sıvışır ve kendince uygun bir yere sığışır. Ama şu dünyada Yay bile zapt edilir de, içine ”GİT” virüsü girmiş Balığı zapt etmenin bir yolu yoktur. Sıkıldıysa, hevesi geçtiyse, ya da aklı başka bir yere takıldıysa, Balık vıııjjjjt kaçar :))) Hiç bir yere kaçamıyorsa, içine kaçar… Öyle yok olur ki, varlığı abes gelir, kapıyı açıp siz salarsınız… Aklınız ermedi dimi :))) Ermezzzz…
By Juno: Kendi Halinde Bir Yıldız Gözlemcisi…
Jüpiter Retro döneminde çıkmaya hazırlandığı günlerdeyiz… 6 Mart itibariyle, bereketin efendisi, en sevdiği burç olan Yengeç’te düze çıkacak ve yazdan beri Lilith kavuşumu yüzünden sefasını süremediğimiz iyicilliğini artık göstermeye başlayacak. Merkür retrosu bitti. Venüs de önce retro sürecini tamamladı, şimdi de korse içine girdiği Oğlak’tan çıkmaya hazırlanıyor… Dolayısıyla hayatın sunduğu taze nimetleri kucaklamaya daha bir açık olacağız…
Öte yandan Mars ve Satürn, 1 Mart’ta gerçekleşen Yeniay’ın ardından retro devrelerine girdiler… Dolayısıyla hataları idrak ve telafi etme ve hayatları yapılandırma devresi, Mayıs ortasına kadar sürecek… Ama Yengeç’teki Jüpiterin kanadı ve Pluto – Chiron üçgeninin yol göstericiliği altında…
Retro Jüpiter’in Uranüs ile karesi, geçmişte yaşadığımız bazı olayların bire bir tekrarı ya da yakın anımsatıcılarını, altından geçtiğimiz bir balkondan düşen saksılar gibi önümüze getirdiğini söylemiştim. Bu kare, YANILGILARIMIZ veya YANILTICI TAVIRLARIMIZ hakkında, yıldırım çarpmasına benzer açığa çıkışlar, itiraflar, farkındalıklar yaşanmasına neden oluyor… Biz de, etrafımızdakiler de arkasına saklanacak bahane bulamaz hale geliyoruz!
Ve bugün Koç’a giren AY Uranüs ile kavuşarak, bu etkiyi tetikliyor;
Koç’taki AY, duyguların yükselmesine ve tepkilerin sertleşmesine neden olur… Uranüs ile kavuşunca da duygusal patlamalar yaşamamıza neden olan gelişmelerle karşılaşır… ya da başkalarında böyle duygusal patlamalara yol açan hareketler yaparız!
Kişisel veya sosyal düzlemde, kontrolsüz sözler ve davranışlar birbirini izleyebilir… Bayram zamanı yolda yanlışlıkla üstüne basılan bir çatapat misali, beklenmedik bir olayla tetiklenen, bir dizi hareketlilik yaşanabilir…
Uranüs ve Ay söz konusu olduğunda daima iletişim araçları, teknoloji, televizyon ve Internet gibi medya ortamları devreye girer… Dolayısıyla, medya ve iletişim ortamlarından yayılacak bir haber, okuduğumuz bir yazı, aldığımız bir mesaj bizi harekete geçirebilir. Biz de buna mukabil atacağımız bir adımla bir olaylar dizisini harekete geçirebiliriz…
Ya da, alevlenen, kabaran duygularımızın, kızgınlık, arzu, etkileme ihtiyacı gibi dürtülerin uzantısı olarak, biz bir mesaj göndermeye, bir yazı yazmaya, bir telefon etmeye, ya da orta yere bir laf etmeye kalkışabilir… Ve hiç beklenmedik gelişmeleri başlatabiliriz!
DİKKATSİZLİK ve SAKARLIK bu açının uzantılarıdır… Kendimizi kaptırıp bir yöne doğru giderken aslında fark etmemiz gerekenleri atlayabilir, ya da kendimizce ortalığı toplamaya çalışırken, başka bir şeyleri devirip etrafa saçabiliriz…
Kişisel düzlemde dikkat edilmesi gereken, Jüpiter’in retrodan çıkarayak bize sorduğu sorulardır;
– Emin misin? Yani gerçekten bir kez daha ortalığı karıştırmak, aslında cevabını bildiğin soruları bir kez daha – ve bu kez karşındakilerin omuzlarını sarsa sarsa – sormaya ”hakikaten” ihtiyacın var mı? Sonunda sen de, ötekiler de bir yıkım yaşayacaksanız… Hatta belki de kendine ve diğerlerine verdiğin zarar yüzünden kendine küseceksin. Hayatındaki ”saygı, onur, güven” gibi direkler bir kez daha yıkılacak… Öyleyse ”elindeki bir avuç külden ateş çıkartmak” sana ne kazandıracak?
– Sen bu patlamış mısır tenceresine daha önce de düşmüştün :))) Hatırla bakalım… Neleri yanlış yapmıştın? Peki… bu defa ne yapacaksın? Kendini kaptırıp, herkesle birlikte dağılmaktan ve ortalığı dağıtanlardan biri olmaktan nasıl korunacaksın? Olaylar ne kadar tahrik edici olsa da, gözlem yeteneğini yitirmemeyi, anlamadan dinlemeden adım atmamayı, önceliklerini hatırlamayı, pişman olacağın şeyler söyleyip yapmamayı başarabilecekmisin?
– Bilmediğin bir şey değildi ama inkar edilen, ya da görmezden gelmek istediğin bir durumdu… Bak yine karşına getirildi… Ne yapacaksın? Yine saçını süpürge eden anne, kahraman fedai veya gönüllü kurban rolünün arkasına saklanıp, alıştığın ilişki dengelerini korumaya mı çalışacaksın… Yoksa ”Benim başıma sürekli bunlar geliyorsa, bende bir kerizlik var!” demeye artık cüret edecek misin?
– Eziğe bağlamaktan vazgeçip ”aslında herşeyi istediğin ve sevdiğin için yaptığını” ve seçimin sana ait olduğunu fark edebilecekmisin?
– Korkuların veya başka bir alternatif bilmeyişin yüzünden sürdürdüğün tavırlarına dışardan bakmaya, enerjini başka bir mecraya yönlendirmeye, sorumluluğu paylaşmaya, ”benim sınırım budur!” demeye niyet edecekmisin?
– Başkalarını bu kadar cüretkar hale getirenin, senin ”aşırı” koruyuculuğun olduğunu ve bunun sevgi değil, bir tür karşılıklı bağımlılık ilişkisi olduğunu itiraf edebilecekmisin?
– Ya da ancak birilerin sabır sınırlarını zorlayarak onlara güven duymaya, sevildiğini ancak böyle anlamaya alışkın olduğundan, ”haddi aştığını” ama kimsenin sana özgüvenini kazandıramayacağını anlayabilecekmisin?
Daha önce yapamadık ve bunun çok acısını çektik… Artık yapabilecekmiyiz?
Sanki bir kez kendimizi aşmayı denemekten göreceğimiz bir zarar yok da, ‘ben böyleyim” deyip denememekten dolayı kaybedebileceğimiz çok şey var 🙂
By Juno: Kendi Halinde Bir Yıldız Gözlemcisi…