Çoğumuzun sevdiği Kaju Fıstığı ağacında bu şekilde yetişir.. sonra kurutulup kavrulduktan sonra soframıza ulaşır..
Kaju ağacı Hindistan, Brezilya ve Afrika Ekvator bölgesinde yetişir, en uygun iklimi buralarıdır, bu yüzden başka bölgelerde pek yetişmez. En büyük ihracatçısı Hindistan’dır, sonra sırada Brezilya gelir.
Bitkinin ve çekirdeğinin oluşum şekli son derece enteresan ve dikkat çekicidir..
Alıntı
Herkesin herşeyi kıymetlidir :))) Ama hepimizin asla feda etmek istemediğimiz bir nimeti vardır… Sivri, Hınzır ve Cüretkar bir bakışla, burçlara göre en bi üstüne titrenilen şeyin ne olduğunu AÇIKLIYORUMMM :)))) Yine hepiniz benden neffrett edeceksinizzzzzz :))))))
KOÇ: Gururunu! Şimdi aslına bakarsanız Koç öyle kendine iş arayan bir insan değildir :))) Rahatına düşkündür. ”Çalsın Sazlar Oynasın Kızlar” modunda yaşamaya bayılır… Ama Koç bir alfa yani bir sürübaşıdır! Kendisine ya da hakimiyeti altında gördüğü her hangi bir şeye ucundan accık ”tokanacak” birşey ortaya çıktı mı, Koç birden yerinden doğrulur, ”ahiyaaaakkk!” tarzı bir savaş çığlığı atar ve saldırı pozisyonuna geçer :))) Zira, Koç için bu bir gurur meselesidir! Bu yüzden de bir Koç’a istemediği bir şeyi yaptırmanın en iyi yolu, gururuna tokanacak bir laf etmektir. İktidarını ispat etmek için ”mantıksız” işler yapmaya pek müsaittir. Onu peşinize düşürmenin en iyi yolu da, ona ait olmayı reddetmektir :))) Çok gururu kırılır ve peşinize takılır… Yani ”ASLINDA BASİT BİR MEKANİZMALARI VAR” desem yalan olmaz :)))
BOĞA: Tercih Hakkını! Boğa ne istediğini bilen insandır. O kadar bilir ki, bir türlü UNUTAMAZ ve VAZGEÇEMEZ :))))) Tembeldir membeldir ama, Boğa’nın nefsi bir kere kabardı mı, kolay kolay yatışmaz… Aklı bir şeye takıldı mı, onu ille elde etmek ister ve olmadı mı, bir ömür, eline geçen her fırsatta yeniden dener! Öte yandan ”YOH!” dediği zaman da, yerinden kıpırdaması bir o kadar zordur. Durumu yeniden değerlendiren ve konum değiştiren uzuvlarını, oto-felce uğratır :)))) Yani Boğa’ya getir-götür, gel-git, yap-yapma diyen kaybeder… Boğa ile anlaşmanın yolu sevmek ve sevdirmektir :))) Hoşlanacağı ipuçlarını koyun önüne… O düşünür taşınır, makul bir noktaya gelir. Ne vakit Boğa bir şeyin kendi tercihi olduğuna inanır, o zaman hiç kimse onu dolduruşa geldiğine dahi ikna edemez :)))) Ama bak vicdanlı insanlardır… Yani ısrarcı insana zinhar yüz vermezler ama kabul etmemiş gibi davranıp – dolaylı olarak – ufak bi güzellik yapabilirler 😉
İKİZLER: Güvenlik Alanını… İkizler PİMPİRİKLİDİR 🙂 Böyle deli dolu, hoptidi zıptidi, hareketli olduklarına bakıp da, hiç bir şeyi kafalarına takmadıklarını sanmayın. Onların kendilerine has ritüelleri, titizlikleri, takıntıları vardır :)))) Ve bunların bir başkası tarafından anlaşılabilir bir mantığı da yoktur! O bir şeyi içine sindirdiyse sorun yoktur. Ama sindiremediyse zinhar değmez, tutmaz, aynı odada yatmaz… Rahatlatılmak istedikleri için çok soru sorar ve rahat bırakılmak istedikleri için de çok hareket ederler. Kontrol edilemezler ama gizli bir kontrol-manyaa durumları vardır :)))) Etraflarındaki hava boşluğu ve belirsizlik, sadece onların biraz geniş tutmak istedikleri güvenlik alanlarının uzantısıdır… Burçlar içinde anlayışa ve olduğu gibi kabul edilmeye en umutsuzca ihtiyaç duyan ve fakat başkalarını oldukları gibi kabul etmekte en bi zorlanan burç belki de İkizlerdir!
YENGEÇ: Valla sevdiği hiç bir şeyi feda meda edemez :))) Yengeç onu mutlu eden şeylerle kendini şımartmaya bayılır… Bu nedenle ona keyif veren, hayat kalitesini yükselten her şeyle sevgi bağı kurar ve onları elinin altından, gözünün önünden ayırmak istemez. Haa, diyeceksiniz ki ”bunları iyi mi kullanır”… Şimdi valla bu soruyu bir Yengeç’e sorsanız aynen şöyle der: ”SANA NE BE! BENİM değil mi ister üstüne yatarım, ister dolapta tutarım!” Siz siz olun, Yengeç’ten herhangi bir şeyini ”lazım değilse” almayı talep etmeyin! Siz istediğiniz anda, onun aklına bin tane lüzum teşkil edecek şey gelir :))) Eski sevgililerinin bile evlendiğini öğrenince içten içe bozulmalarının… Çocuklarını mocuklarını da öyle kolay kolay gelin/damat edememelerinin temel nedeni, BENİM’sedikleri şeyleri kimseye kaptırmaya razı olamamalarıdır :))))
ASLAN: Ayyy haşmetmeapın en kıymetli şeyi kendi ”tiri vicudu”dur :)))) Malum… kendisi bakanı titretmek ve mümkünse zülfüne kurban, hüsnüne hayran etmek ister 😉 O yüzden Aslanlar güzelliklerine, sağlıklarına, vücut hatlarına pek bi düşkündürler. Bir çoğu süslüdür! Aralarında pek sade ve aristokrat bir çizgisi olanlar da vardır ama arka planda mutlaka üzerinde iyi düşünülmüş bir vitrin dizaynı mevcuttur :))) Üstelik yalnız kadınları böyle değildir! Gözaltı kremi kullanan, detoks yapan, pediküre giden, SPA’ya üye olan erkek görürseniz, ASLANMISINIZ diye bi sorun :))))) Veee onlara ne kadar iyi göründüklerini söylemeyi, kirpiklerinizi kırpıştırarak bakıp hayran görünmeyi asla ihmal etmeyin 😉
BAŞAK: Şimdi öteki burçlara biraz tuhaf gelicek ama onların en kıymetli şeyi İÇLERİNDEKİ HASSAS AYAR MEKANİZMASI’dır :))) Bir Başak’ın kendine has ve milim şaşmaz bir ÖLÇÜ anlayışı vardır. Ölçü kaçtı mı, Başak iç çamaşırının içine karınca kaçmışcasına huzursuz olur :)))) İşte bu yüzden Başak her şeyi feda eder… Ama kendisinin ”DUR TAMAMMMM” dediği yerde durma ve mümkünse diğerlerini de durdurma HAKKINI – evet onlara göre bu doğal bir haktır – feda edemez :))) Ayrıca ona göre daha tamam değilse de, zinhar hoşnut ve tatmin olabilemez :))))) Konu Başaksa, ”Ama Nedeennn?” diye sormayacaksın… Dediğini yapacaksın!!!!!!
TERAZİ: Yaw elbette İKNA YETENEĞİ’ni :))) Terazi’nin hiç birşeyi olmasına gerek yoktur! O herkesi istediği her şeye ikna etmenin bir yolunu bulabildiği sürece, zaten dünya onun itidir :))) ”Size Katılıyorum!” diye kolunuza girip, sizi az önce itiraz ettiğiniz kapıdan güle oynaya çıkaran birini tanırsanız, bilin ki o bir Terazidir! Birilerini olmayacak bir şeye ikna etmeye o kadar meraklıdırlar ki, çıtayı devamlı yükseltip, kendileri için hayırlı olmayan insanların aklına girmeyi tutku haline getirebilir, bu yüzden sonradan pişman olacakları anlaşmalar yapabilirler :))) Bu kadar kronik vaka olmayan bir versiyon ise – her şeyi tam istediği gibi bulduğunda bile – sırf herkesin bakış açısını kendi gönlüne göre çekeleyebildiğinden emin olmak adına, bir takım rötuşlar talep edebilir… Sanıldığından biraz daha karanlık bi ruh olduklarını hiç söylemişmiydim :)))))
AKREP: Elbette SENARYOLARINI… ”Nassı Yaniii” oldunuz dimi :))) Her Akrep – kendi çapında – bir risk yönetimi dehasıdır! Kafası hep ”Peki ya…” diye başlayan senaryolara işler. Bu yüzden de, her giriş için birçok çıkışı, her OLASI sorun için birden fazla çözümü, her OLASI kayıp için fantastik telafi yöntemleri ve her yenilgi için ertelense de özenle saklanan bir takım intikam planları vardırrrrr :))))) Beklediğinin aksine bir gelişme oldu mu, hemen senaryolarını gözden geçirir… Günceller… Bir sonraki adımı bekleyip, kendi tahmin yeteneğini ölçer… Niye öyle gizemli ve derin göründüklerini anladınız mı; kafa kafa değil 32 kısım tekmili birden tefrika roman… Deriiin deriiin boşluğa bakmasın da naapsın :)))))
YAY: İşte maalesef DİZGİNLERİNİ :))) Valla konu Yay ise… En uygun cümle ”Hangi Çılgın Ona Zincir Vuracakmış Şaşarım”dır :))) Ya Anacım… bunlar bir şeye sardıkları zaman üstüne gitmekten kendilerini alamaz, ama sen ona ”İyi tamam len gel…” dediğin zaman da, memleket versen içinde duramazlar… İlle bi kayışı koparıp dolanmak, bi münasebetsizlik icat etmek ZORUNDADIRLAR! İçlerinde adeta çılgın bir AT koşturmakta ve bizim ”fazla özgür” dediğimiz hayatları, aslında o atın peşinde telef olmaktadır… Yani bakmayın ”üzünlüdür” aslında hikayeleri… Siz küçük dünyalarında mutlu mutlu yaşayan küçük insanlar! Sizler, yalnız bir kovboy olmanın ve atına sevdalanmanın ne demek olduğunu bilemezsiniz…. :))))))))))))))))))
OĞLAK: Pransiplerini :)))) Evet efendim! Prensip az gelir… PRANSİP o PRANSİP :))) Şimdi o kendince ölçmüş, biçmiş, en uygun olan sistemi oluşturmuş, ve işleri yoluna koymak için ince ayar bir takım düzenlemelere gitmiştir… Hani bütün bunları böyle yapana kadar tabiri caizse, dibi de çıkmıştır! Eh şimdi sen gel… En dallama halinle ona ”KEŞKEM ŞURASINI ŞÖYLE YAPSAYDIN” demeye cüret et… :)))) Valla bence kafanızı kendi isteğinizle münasip bir duvara, hatta bulursanız buzdağına çarpmak daha iyidir :)))) Oğlak ona böyle dediniz diye sizi paralamayabilir… Ama öyle bir bakar ki, yedi ceddinizin ruhu titrer :))) Ve fakat ardından, alır onu bir endişe… ”Yaw şimdi bu da istendi” diye kurarrr kurarrr, takarrr sökerrr… Naapar eder, bir şekilde hem kendi PRANSİP’lerine hem de gelen taleplere uygun bir hale getirmek için bi çare bulur. Ay bak ”gıcık şeyler noolucak” filan demeyin yazık beee :))))
KOVA: Hayallerini… Evet Kova’nın hayalleri vardır! O bu dünyayı olduğundan daha fazla bir yere dönüştürmek için doğduğuna inanmıştır… Sakın onlara ”YAW ANAM BABAM GEÇ BUNLARI!” demeye cüret etmeyin! Barış yanlısı ve vejetaryen olduğunu unutup kalbinizi parmaklarıyla sökmek ve çiğ çiğ yemek ister gibi üstünüze saldırabilir :)))) Fiziksel olarak saldırıya geçmesi de gerekmez! Öyle bir elektrik yayar ki, dikenli tele yapışmış gibi olur ve beyin kıvrımlarınızın düzleştiğini hissedersiniz :))) Kova hayallerinden konuşmaya başladı mı, ona müdahale neyin etmeyin! Bırakın anlatsın… Sakın itiraz etmeyin… Uç noktalarını törpülemeye filan kalkmayın… Konuşsun rahatlasın… Kafa sallayın… Hatta devreleriniz o yoğun baskı altında hala çalışıyorsa düşünün… Cephe almayın feyz alın feyz :))))
BALIK: Manevra kaabiliyetini :)))) Şimdi siz bakmayın onların öyle sakiiiin, geniiiiş, kaygısııııız göründüklerine! Balığın aklı hep kapıdadır… İçinde hep ”Ya buradan da gitmek istersem” fikrinin getirdiği bir depresyon, en mutlu ortamlarda, en zirve durumlarda aniden gelen bir melankoli vardır… Aslında konu kimsenin ona ne yapması gerektiğini söylemesine müsade etmemektir :))) O kalmak istediği sürece yakalayıp atamazsınız, bir şekilde parmaklarınızın arasından sıvışır ve kendince uygun bir yere sığışır. Ama şu dünyada Yay bile zapt edilir de, içine ”GİT” virüsü girmiş Balığı zapt etmenin bir yolu yoktur. Sıkıldıysa, hevesi geçtiyse, ya da aklı başka bir yere takıldıysa, Balık vıııjjjjt kaçar :))) Hiç bir yere kaçamıyorsa, içine kaçar… Öyle yok olur ki, varlığı abes gelir, kapıyı açıp siz salarsınız… Aklınız ermedi dimi :))) Ermezzzz…
By Juno: Kendi Halinde Bir Yıldız Gözlemcisi…
Jüpiter Retro döneminde çıkmaya hazırlandığı günlerdeyiz… 6 Mart itibariyle, bereketin efendisi, en sevdiği burç olan Yengeç’te düze çıkacak ve yazdan beri Lilith kavuşumu yüzünden sefasını süremediğimiz iyicilliğini artık göstermeye başlayacak. Merkür retrosu bitti. Venüs de önce retro sürecini tamamladı, şimdi de korse içine girdiği Oğlak’tan çıkmaya hazırlanıyor… Dolayısıyla hayatın sunduğu taze nimetleri kucaklamaya daha bir açık olacağız…
Öte yandan Mars ve Satürn, 1 Mart’ta gerçekleşen Yeniay’ın ardından retro devrelerine girdiler… Dolayısıyla hataları idrak ve telafi etme ve hayatları yapılandırma devresi, Mayıs ortasına kadar sürecek… Ama Yengeç’teki Jüpiterin kanadı ve Pluto – Chiron üçgeninin yol göstericiliği altında…
Retro Jüpiter’in Uranüs ile karesi, geçmişte yaşadığımız bazı olayların bire bir tekrarı ya da yakın anımsatıcılarını, altından geçtiğimiz bir balkondan düşen saksılar gibi önümüze getirdiğini söylemiştim. Bu kare, YANILGILARIMIZ veya YANILTICI TAVIRLARIMIZ hakkında, yıldırım çarpmasına benzer açığa çıkışlar, itiraflar, farkındalıklar yaşanmasına neden oluyor… Biz de, etrafımızdakiler de arkasına saklanacak bahane bulamaz hale geliyoruz!
Ve bugün Koç’a giren AY Uranüs ile kavuşarak, bu etkiyi tetikliyor;
Koç’taki AY, duyguların yükselmesine ve tepkilerin sertleşmesine neden olur… Uranüs ile kavuşunca da duygusal patlamalar yaşamamıza neden olan gelişmelerle karşılaşır… ya da başkalarında böyle duygusal patlamalara yol açan hareketler yaparız!
Kişisel veya sosyal düzlemde, kontrolsüz sözler ve davranışlar birbirini izleyebilir… Bayram zamanı yolda yanlışlıkla üstüne basılan bir çatapat misali, beklenmedik bir olayla tetiklenen, bir dizi hareketlilik yaşanabilir…
Uranüs ve Ay söz konusu olduğunda daima iletişim araçları, teknoloji, televizyon ve Internet gibi medya ortamları devreye girer… Dolayısıyla, medya ve iletişim ortamlarından yayılacak bir haber, okuduğumuz bir yazı, aldığımız bir mesaj bizi harekete geçirebilir. Biz de buna mukabil atacağımız bir adımla bir olaylar dizisini harekete geçirebiliriz…
Ya da, alevlenen, kabaran duygularımızın, kızgınlık, arzu, etkileme ihtiyacı gibi dürtülerin uzantısı olarak, biz bir mesaj göndermeye, bir yazı yazmaya, bir telefon etmeye, ya da orta yere bir laf etmeye kalkışabilir… Ve hiç beklenmedik gelişmeleri başlatabiliriz!
DİKKATSİZLİK ve SAKARLIK bu açının uzantılarıdır… Kendimizi kaptırıp bir yöne doğru giderken aslında fark etmemiz gerekenleri atlayabilir, ya da kendimizce ortalığı toplamaya çalışırken, başka bir şeyleri devirip etrafa saçabiliriz…
Kişisel düzlemde dikkat edilmesi gereken, Jüpiter’in retrodan çıkarayak bize sorduğu sorulardır;
– Emin misin? Yani gerçekten bir kez daha ortalığı karıştırmak, aslında cevabını bildiğin soruları bir kez daha – ve bu kez karşındakilerin omuzlarını sarsa sarsa – sormaya ”hakikaten” ihtiyacın var mı? Sonunda sen de, ötekiler de bir yıkım yaşayacaksanız… Hatta belki de kendine ve diğerlerine verdiğin zarar yüzünden kendine küseceksin. Hayatındaki ”saygı, onur, güven” gibi direkler bir kez daha yıkılacak… Öyleyse ”elindeki bir avuç külden ateş çıkartmak” sana ne kazandıracak?
– Sen bu patlamış mısır tenceresine daha önce de düşmüştün :))) Hatırla bakalım… Neleri yanlış yapmıştın? Peki… bu defa ne yapacaksın? Kendini kaptırıp, herkesle birlikte dağılmaktan ve ortalığı dağıtanlardan biri olmaktan nasıl korunacaksın? Olaylar ne kadar tahrik edici olsa da, gözlem yeteneğini yitirmemeyi, anlamadan dinlemeden adım atmamayı, önceliklerini hatırlamayı, pişman olacağın şeyler söyleyip yapmamayı başarabilecekmisin?
– Bilmediğin bir şey değildi ama inkar edilen, ya da görmezden gelmek istediğin bir durumdu… Bak yine karşına getirildi… Ne yapacaksın? Yine saçını süpürge eden anne, kahraman fedai veya gönüllü kurban rolünün arkasına saklanıp, alıştığın ilişki dengelerini korumaya mı çalışacaksın… Yoksa ”Benim başıma sürekli bunlar geliyorsa, bende bir kerizlik var!” demeye artık cüret edecek misin?
– Eziğe bağlamaktan vazgeçip ”aslında herşeyi istediğin ve sevdiğin için yaptığını” ve seçimin sana ait olduğunu fark edebilecekmisin?
– Korkuların veya başka bir alternatif bilmeyişin yüzünden sürdürdüğün tavırlarına dışardan bakmaya, enerjini başka bir mecraya yönlendirmeye, sorumluluğu paylaşmaya, ”benim sınırım budur!” demeye niyet edecekmisin?
– Başkalarını bu kadar cüretkar hale getirenin, senin ”aşırı” koruyuculuğun olduğunu ve bunun sevgi değil, bir tür karşılıklı bağımlılık ilişkisi olduğunu itiraf edebilecekmisin?
– Ya da ancak birilerin sabır sınırlarını zorlayarak onlara güven duymaya, sevildiğini ancak böyle anlamaya alışkın olduğundan, ”haddi aştığını” ama kimsenin sana özgüvenini kazandıramayacağını anlayabilecekmisin?
Daha önce yapamadık ve bunun çok acısını çektik… Artık yapabilecekmiyiz?
Sanki bir kez kendimizi aşmayı denemekten göreceğimiz bir zarar yok da, ‘ben böyleyim” deyip denememekten dolayı kaybedebileceğimiz çok şey var 🙂
By Juno: Kendi Halinde Bir Yıldız Gözlemcisi…