<img class="alignleft" alt="Fotoğraf: Ölçüsü kaçtı mı, en güzel şeyler bile bıktırır insanı.
_____ Homeros _____” src=”https://fbcdn-sphotos-h-a.akamaihd.net/hphotos-ak-ash3/c64.0.403.403/p403x403/156301_10151369092729106_261258036_n.jpg” width=”335″ height=”255″ />
Ölçüsü kaçtı mı, en güzel şeyler bile bıktırır insanı.
_____ Homeros _____
1.Önce Allahtan gelen mucize şifa enerjisini sevgiyle aktaymaya niyet ediyorum diyoruz
2.Sonra iki elimize birbirine sürtüyoruz
3.Tepe çakramıza avuçiçlerimizi yanyana koyuyor ve 2-3 dakika orada tutuyoruz
4.İki elimizi tekrar birbirine sürtüyoruz
5.Bu sefer ellerimizi yanyana ağrıyan yerin üstüne koyup bir kaç dakika bekletiyoruz…
Bülent GARDİYANOĞLU 2013 Antalya Hayata Yeniden Başlama Kampı Ders Notlarından Alınmıştır…
<img class="alignleft" alt="Fotoğraf: …
Çok küçükken bana; “en çok hangi rengi seversin?” diye sorduklarında “sarı” derdim “en çok sarı rengi seviyorum”. Yıllar yılı hep seçeneğim “sarı” oldu, öyle ya madem sarı rengi seviyorum ve özelleştiriyorum, ayrıştırıyorum diğerlerinden sarı rengi sevdiğimin pekiştirici kanıtları olmalıydı ve bunu herkese bir t-shirt rengi seçimiyle göstermeliydim ve yahut bir çanta, bir toka, herhangi bir nesne ile… Ancak büyüdükçe fark ettim ki kalıp bir şekilde özellikle ve en çok bir şeyi, bir rengi, bir düşünceyi, bir inancı benimsetme doğrultusunda soruyor insanlar bana en çok “anneni mi babanı mı seviyorsun?”, “en sevdiğin renk nedir?”, “en ama en sevdiğin yemek nedir?” diye ve kendileri gibi bir kalıba sığdırmaya çalışıyorlar beni de. Ve ben fark ettim ki bir kıyas yapmak istemiyorum ben her şeyden biraz ya da çokça seviyorum, her şeyin tadına varmak istiyorum, kıyas yapmadan, ayrım yapmadan, tanıyarak, görerek, öğrenerek, bilerek, bilincinde ve farkında olarak… Ve fark ettim ki ben sadece sarıyı değil yeşil rengi de seviyorum, ve turuncuyu… Ve maviyi… Ve geri kalan tüm renkleri… Anladım ki ben tüm renkleri seviyorum.” src=”https://fbcdn-sphotos-g-a.akamaihd.net/hphotos-ak-snc6/c0.0.403.403/p403x403/250756_522738274415016_1697613382_n.jpg” width=”358″ height=”277″ />
Çok küçükken bana; “en çok hangi rengi seversin?” diye sorduklarında “sarı” derdim “en çok sarı rengi seviyorum”. Yıllar yılı hep seçeneğim “sarı” oldu, öyle ya madem sarı rengi seviyorum ve özelleştiriyorum, ayrıştırıyorum diğerlerinde…n sarı rengi sevdiğimin pekiştirici kanıtları olmalıydı ve bunu herkese bir t-shirt rengi seçimiyle göstermeliydim ve yahut bir çanta, bir toka, herhangi bir nesne ile…
Ancak büyüdükçe fark ettim ki kalıp bir şekilde özellikle ve en çok bir şeyi, bir rengi, bir düşünceyi, bir inancı benimsetme doğrultusunda soruyor insanlar bana en çok “anneni mi babanı mı seviyorsun?”, “en sevdiğin renk nedir?”, “en ama en sevdiğin yemek nedir?” diye ve kendileri gibi bir kalıba sığdırmaya çalışıyorlar beni de.
Ve ben fark ettim ki bir kıyas yapmak istemiyorum ben her şeyden biraz ya da çokça seviyorum, her şeyin tadına varmak istiyorum, kıyas yapmadan, ayrım yapmadan, tanıyarak, görerek, öğrenerek, bilerek, bilincinde ve farkında olarak…
Ve fark ettim ki ben sadece sarıyı değil yeşil rengi de seviyorum, ve turuncuyu… Ve maviyi… Ve geri kalan tüm renkleri… Anladım ki ben tüm renkleri seviyorum.
Alıntı…
<img class="alignleft" alt="Fotoğraf: *AFFETMEK İYİLEŞTİRİYOR*
Affetmek.
Başkalarını affettiğimizde biz özgürleşiriz.
Nefret yaşamdan zevk almamızı, insanların güzel yanlarını görmemizi
engeller.
Hiç kimse saf iyi ya da saf kötü değildir.
Salt kötülükleri görmek bir süre sonra şüphe, depresyon ve umutsuzluk
denizinde boğar insanı.
Nefret dolu bir yaşam, mutsuz bir yaşamdır.
Affetmek insanı derinleştirir.
Affetmek için, insanın ruhsal ve zihinsel olarak kendisini hazır hissetmesi
gerekir.
Çünkü affetmek bir seçimdir.
Kimsenin zorlamasıyla affetmek mümkün değildir.
Affetmek bir süreçtir.
Birdenbire affedişler bile bir sürecin ürünüdür.
Affetmeyi seçtiğinizde kimse size borçlanmayacaktır.
Yani koşullu affetme yoktur.
Diğer insanın da sizi affetmesini, değişmesini veya sizin istediğiniz gibi
olmasını beklemeyin.
Affetmek bir seçimdir.
Amacı sizin rahatlamanızdır, sizin özgürleşmenizdir.
Nefret duyduğunuz kişinin yaşıyor ya da ölmüş olması sizin affetme
sürecinde duyduğunuz acıların yoğunluğunda bir farklılık oluşturmayacaktır.
O acılar sizin acılarınız.
Affetmek kolay değildir.
Fakat özgürleşmek için gereklidir.
Çoğu insan affetmenin nefret ettiği kişiyi suçsuz ya da haklı bulduğu
anlamına geleceğini sanır.
Oysa affetmek, geçmişteki anıların boyunduruğundan kurtulmak, yaşamımızı
kontrolü altında tutmasına son vermek demektir.
Affetmek, o kişiyi sevmek değil.
Affetmek, o kişiyle konuşmak zorunda olmak değil.
Affetmek, o kişiyle ilişkiyi sürdürmek değil.
Affetmek, o kişinin beklentileri doğrultusunda davranmak değil.
Affetmek, o kişiyi kucaklamak değil.
Affetmek, o kişiyi suçsuz bulmak değil.
Affetmek, o kişiyi hakli bulmak değil.
Affetmek, o kişinin verdiği zararları telafi etmek için çaba göstermemek
değil.
Affetmek kırgınlığın, kızgınlığın, nefretin hapishanesinden özgürlüğe
çıkmaktır.
Affetmek artık acıyı hissetmemektir.
zihinsel olarak unutmak zaten mümkün değildir.
“Duygusal unutma” affetmenin diğer adıdır.
İşte Bu yüzden AFFEDİN…” src=”https://fbcdn-sphotos-f-a.akamaihd.net/hphotos-ak-prn1/c69.0.403.403/p403x403/521615_486436741418574_1903237870_n.jpg” width=”363″ height=”252″ />
Affetmek.
Başkalarını affettiğimizde biz özgürleşiriz.
Nefret yaşamdan zevk almamızı, insanların güzel yanlarını görmemizi engeller.
… Hiç kimse saf iyi ya da saf kötü değildir.
Salt kötülükleri görmek bir süre sonra şüphe, depresyon ve umutsuzluk denizinde boğar insanı.
Nefret dolu bir yaşam, mutsuz bir yaşamdır.
Affetmek insanı derinleştirir.
Affetmek için, insanın ruhsal ve zihinsel olarak kendisini hazır hissetmesi gerekir.
Çünkü affetmek bir seçimdir.
Kimsenin zorlamasıyla affetmek mümkün değildir.
Affetmek bir süreçtir.
Birdenbire affedişler bile bir sürecin ürünüdür.
Affetmeyi seçtiğinizde kimse size borçlanmayacaktır.
Yani koşullu affetme yoktur.
Diğer insanın da sizi affetmesini, değişmesini veya sizin istediğiniz gibi olmasını beklemeyin.
Affetmek bir seçimdir.
Amacı sizin rahatlamanızdır, sizin özgürleşmenizdir.
Nefret duyduğunuz kişinin yaşıyor ya da ölmüş olması sizin affetme sürecinde duyduğunuz acıların yoğunluğunda bir farklılık oluşturmayacaktır.
O acılar sizin acılarınız.
Affetmek kolay değildir.
Fakat özgürleşmek için gereklidir.
Çoğu insan affetmenin nefret ettiği kişiyi suçsuz ya da haklı bulduğu anlamına geleceğini sanır.
Oysa affetmek, geçmişteki anıların boyunduruğundan kurtulmak, yaşamımızı kontrolü altında tutmasına son vermek demektir.
Affetmek, o kişiyi sevmek değil.
Affetmek, o kişiyle konuşmak zorunda olmak değil.
Affetmek, o kişiyle ilişkiyi sürdürmek değil.
Affetmek, o kişinin beklentileri doğrultusunda davranmak değil.
Affetmek, o kişiyi kucaklamak değil.
Affetmek, o kişiyi suçsuz bulmak değil.
Affetmek, o kişiyi hakli bulmak değil.
Affetmek, o kişinin verdiği zararları telafi etmek için çaba göstermemek değil.
Affetmek kırgınlığın, kızgınlığın, nefretin hapishanesinden özgürlüğe çıkmaktır.
Affetmek artık acıyı hissetmemektir.
zihinsel olarak unutmak zaten mümkün değildir.
“Duygusal unutma” affetmenin diğer adıdır.
İşte Bu yüzden AFFEDİN
Anne ve babalarımız bütün hayatları boyunca bizim için endişe ederler, gerilirler, akıllarından korkunç senaryolar geçirirler. Fakat bilmezler ki, bu yaptıklarıyla bizi desteklemek yerine aşağı çekerler. Artık ailelerimizi karşımıza alıp bu cümleleri söylememizin zamanı geldi…
”Ben yaradanın bana verdiği ilahi koruma altında doğru yoldayım. Ve ilahi aşkla güvendeyim. Siz de öyle…”
Fakat diyorsanız ki ben bunları söyleyemem o zaman ”Ben güvendeyim ve benim için artık içiniz rahat olsun ” deyin. Hatta bunu sizin için endişe eden tüm aile bireylerinize, arkadaşlarınıza,sevgilinize de söyleyebilirsiniz. Böylelikle ortaya çıkaracağınız pozitif enerjiyle omzunuzdan büyük bir yük kalktığını kısa zamanda fark edeceksiniz.
Sevgiyle Kalın…
Bu sözler Bülent Gardiyanoğlunun 2013 Şubat Antalya Yeniden Hayata Başlangıc Kampı Ders Notlarından Alıntıdır…
Küfeyi Atma
Çin’in kırsal kesiminde yaşam savaşı veren bir aile vardı. Dede, baba, anne ve çocuktan oluşan bu aile oldukça sıkıntı çekiyordu.
Bir gün baba, yılların verdiği yorgunlukla bir köşede oturmaktan başka işe yaramayan dedeyi, pazar küfesine koyarak nehre doğru yola çıktı. Nehrin kenarında arkadaşlarıyla oynayan çocuk, babasına ne yaptığı sordu.
Baba “Büyük babanın bize yük olmaktan başka yaptığı bir şey yok. Onu bu küfe ile beraber nehre atmaya karar verdim” dedi.
Çocuk heyecanlanarak atıldı. “Aman baba, küfeyi atma. Çünkü bir gün gelip sen de yaşlandığında o küfe bana lazım olacak”
•Kendinize vermiş olduğunuz fakat bir türlü tutamadığınız sözler
•Kullanmadığınız halde evinizde, işyerinizde bulundurduğunuz her türlü materyal.
•Görüşmek istemediğiniz halde “ayıp” olur düşüncesinden ötürü iletişim halinde olduğunuz herkes.
•Geçmişinizde affedemediğiniz, hala zihninizde kavga halinde olduğunuz aile fertleri ve kişiler.
•Evinizde sizi bekleyen fakat bir türlü vaktiniz olmadığı için yapamadığınızı ifade ettiğiniz birikmiş tadilat veya işler.
•İstemeyerek giriştiğiniz her türlü proje.
•Sevmediğiniz fakat “kim sevdiği işi yapıyor ki?” dediğiniz işiniz
.•Her türlü dağınıklık.
•”Yarın yaparım” diyerek ertelediğiniz, her yeni hayaliniz.
•Canınızı sıktığı halde görüşmeye devam ettiğiniz herkes.
•Her yıl ertelemeye yöneldiğiniz ya da bir görev misali gittiğiniz tatiliniz.
•Yapamadığınızı, başaramadığınızı düşündüğünüz her şey. (hayallerinizdeki işiniz, hayallerinizdeki eşiniz, hayallerinizde yaşamak istediğiniz yer…)
• “Hayır” diyemediğiniz, iyi niyetli olduğunuz için yaptığınızı sandığınız her şey.
•Mutsuzluğunuzdan kaynaklı gösteremediğiniz performans.
•Tutamadığınız her türlü söz.
• “Keşke” diyerek hayıflandığınız her şey.
•Vermek istediğiniz ama bir türlü veremediğiniz cevaplar.
•Sağlığınızla ilgili aldığınız ama bir türlü uygulayamadığınız kararlarınız. ( spora gitmek…)
•Vermek istediğiniz kilolarınız.
•Cevaplamadığınız mailler.
•Tamamlanmamış, ötelediğiniz, ertelediğiniz, sizi yiyip bitiren her şey!”
•Kendinize vermiş olduğunuz fakat bir türlü tutamadığınız sözler
Gökyüzünde gezen yalnız bir kartal varmış; dağların doruklarından havalandı mı, karanlık inene kadar, kanatları yorgun düşene kadar uçar sonra da yuvasına dönüp aşık olacağı bir kartalı hayal edermiş. Günlerden bir gün kartal yine bulutlarla raks edip, güneşin ışıklarıyla şarkılar söylerken çok güzel ve alımlı bir kartal gelmiş yanına. bakışmışlar bir süre. sonra akşama kadar beraber kanat çırpıp koklaşmışlar. çok mutlularmış. birbirlerine ait olduklarına inanmışlar. gel zaman git zaman kartallar uzaklara gidemedikleri ve artık özgür olamadıkları için üzülmeye başlamışlar. gün boyu dağların ardındaki o özlem duydukları özgür günlerini düşünür dururmuşlar. ve kartal dayanamayıp sevgilisine, güzeller güzeli kartala şöyle demiş ‘yıllarca birbirimizin hayalini kurduk. birbirimizi istedik. sen beni bulduğunda dünyanın en mutlu çifti olduğumuza inandık. fakat bir şeyi unuttuk; artık özgür değildik. aşk özgürleştiriyorsa aşktır. özgürlüğü öldüren aşk aşk değildir. ikimizin de aklı bulutların beyazında, dağların doruklarında ve gidilmemiş görülmemiş ovaların ve nehirlerin gizeminde. beraberiz ama mutlu değiliz. beraberiz ama kolumuz, kanadımız kökünden kırılmış gibi. aşk kanat çırparsa aşktır; kanadı kırık aşk kartala ölümdür. aşk dağların doruklarına konabiliyorsa aşktır; toprağa kök salmış aşk sevdiğini gömmektir ölmeden…’ kartallar sarılmışlar birbirlerine, gece boyu ağlamışlar, sevişmişler…sevişmişler, ağlamışlar…gün ağarmadan birbirlerin, ölene kadar bu aşkı özgürlükleri kadar seveceklerine dair söz vermişler ve vedalaşmışlar. köleleştiren aşkın bir sahibi vardır o da ızdıraptır!
hikayeyi dinleyen kabilenin gençleri, her bu hikayeyi dinlediklerinde biraz daha özgürleşirmişler ve bilirlermiş; aşk tenin tene, gözün göze, elin ele değmesi değilmiş, aşk tenin, gözün ve elin değmediğini sevebilmekmiş. aşk sevdiğini özgürlüğü ile sevebilmekmiş…” src=”https://fbcdn-sphotos-c-a.akamaihd.net/hphotos-ak-snc6/c0.0.403.403/p403x403/408373_582481451781836_1294141782_n.jpg” width=”335″ height=”275″ />Bir Kızılderili kabilesinin gözleri görmeyen büyücüsü gençleri başına toplar onlara iki kartalın hikayesini anlatırdı. Çadırların uzağında yanan ateşin iniltileri ve gecenin sessizliği dışında her şey ve herkes susardı, büyücü görmeyen gözl…erini uzaklara gömüp, o heybetli sesiyle iki kartalın hikayesini anlatmaya başlardı. Gökyüzünde gezen yalnız bir kartal varmış; dağların doruklarından havalandı mı, karanlık inene kadar, kanatları yorgun düşene kadar uçar sonra da yuvasına dönüp aşık olacağı bir kartalı hayal edermiş.