
Haruki Murakami
Kıskançlık karşılaştırmadır. Bize karşılaştırma öğretilmiştir; karşılaştırmaya, her zaman karşılaştırmaya koşullanmışızdır. Başka birinin daha iyi bir evi vardır, başka birinin daha güzel bir vücudu vardır, başka birinin daha fazla parası vardır, başka birinin de daha karizmatik bir kişiliği vardır. Karşılaştırırsan, kendini her geçenle karşılaştırırsan, sonuç büyük bir kıskançlık olacaktır; bu, karşılaştırma için koşullanmanın bir yan ürünüdür.
Böyle yapmazsan, kıyaslamayı bırakırsan, kıskançlık yok olur. O zaman sadece kendi olduğunu, başka biri olmadığını ve buna ihtiyaç olmadığını bilirsin. Kendini ağaçlarla karşılaştırmaman iyi, yoksa çok kıskanırdın: neden yeşil olmadığını düşünebilirdin. Tanrı’nın çiçeklere karşı değil, sana karşı acımasız davrandığını düşünebilirdin. Kendini kuşlarla, nehirlerle, dağlarla karşılaştırmaman daha iyi; yoksa acı çekerdin. Kendini sadece insanlarla karşılaştırırsın çünkü sadece insanlarla karşılaştırma yapmaya koşullanmışsındır; kendini tavus kuşları veya papağanlarla karşılaştırmazsın. Yoksa gitgide kıskançlığın artardı: kıskançlıkla o kadar dolu olurdun ki, yaşamayı hiç beceremezdin.
Karşılaştırma çok aptalca bir tutumdur çünkü her insan benzersiz ve kıyaslanamazdır. Bu anlayış senin içine yerleştiğinde kıskançlık yok olur. Herkes benzersiz ve kıyaslanamazdır. Sen sadece kendinsin: şimdiye kadar kimse senin gibi olmamıştır ve bundan sonra da hiç kimse senin gibi olmayacaktır. Başka biri gibi olmana da ihtiyaç yoktur.
Tanrı sadece orijinalleri yaratır; kopyalara inanmaz.
Bir grup tavuk bahçede dolaşırken çitin üstünden bir futbol topu gelerek ortalarına inmiş. Horoz topun yanına gitmiş, iyice incelemiş ve tavuklara seslenmiş: “Şikayet etmiyorum kızlar ama yan komşuda becerdikleri işe bakın.”
Yan komşuda büyük işler olmaktadır: çimenler daha yeşil, güller daha pembedir. Herkes çok mutlu görünmektedir―senin kendinden başka herkes. Sen devamlı karşılaştırmaktasındır. Aynı şey başkaları için de geçerlidir, onlar da karşılaştırmaktadırlar. Belki onlar da senin bahçendeki çimenlerin daha yeşil olduğunu―her zaman uzaktan daha yeşil görünür―daha güzel bir karın olduğunu düşünüyorlardır… Sense bıkmışsındır, bu kadın tarafından nasıl tuzağa düşürülebildiğine inanamamakta, ondan nasıl kurtulacağını da bilmemektesindir―oysa komşun böyle güzel bir karın olduğu için seni kıskanıyor olabilir! Sen de onu kıskanıyor olabilirsin… Herkes diğerlerini kıskanmaktadır. Kıskançlık nedeniyle büyük bir cehennem yaratırız ve kıskançlık nedeniyle çok acımasız oluruz.
Yaşlı bir çiftçi üzüntüyle selden sonra etraftaki yıkıntılara bakıyormuş. Bir komşusu, “Hiram!” diye bağırmış. “Domuzlarının hepsi telef oldu.”
“Ya Thompson’ın domuzları?” diye sormuş çiftçi. Komşusu, “Onlar da gitti,” diye cevap vermiş. Çiftçi, “Ya Larsen’inkiler?” demiş. Komşusu, “Evet,” demiş. Çiftçi, “Oh!” demiş. “Durum düşündüğüm kadar kötü değilmiş.”
Eğer herkes sefalet içindeyse, kendini iyi hissedersin; eğer herkes kaybediyorsa, kendini iyi hissedersin. Eğer herkes mutlu ve başarılıysa, bu çok acıdır.
Ama en başka “diğeri fikri” aklına nasıl giriyor? Tekrar hatırlatayım: çünkü içindeki özsuyun akmasına izin vermedin; kendi mutluluğunun büyümesine izin vermedin, varlığının tomurcuklanmasına izin vermedin. Bu yüzden için boş olduğu için, herkesin dışına bakarsın çünkü sadece dışarısı görülebilir.
Kendi için bilirsin ve başkalarının da dışını bilirsin: bu, kıskançlık yaratır. Onlar da senin dışını, kendilerinin de içini bilmektedir: bu, kıskançlık yaratır. Başka hiç kimse senin içini bilmez. Orada hiçbir şey olmadığını, değersiz olduğunu bilirsin. Ve diğerleri dışarıda çok mutlu görünmektedir. Gülümsemeleri sahte olabilir ama sen bunu bilemezsin. Belki kalpleri de gülümsemektedir. Kendi gülümsemenin sahte olduğunu bilirsin çünkü kalbin hiç de gülümsememekte, ağlamaktadır.
Kendi içini bilirsin ve sadece sen bilirsin, başka kimse değil. Herkesin de dışını bilirsin ve insanlar dışlarını güzelleştirmişlerdir.
Dıştakiler gösteriş içindir ve çok aldatıcıdır.
Eski bir Sufi hikâyesi vardır:
Bir adam çok acı çekiyormuş ve her gün Tanrı’ya dua edip, “Neden ben? Başka herkes çok mutlu görünüyor, ben neden böyle acı çekiyorum?” diyormuş. Bir gün büyük bir umutsuzlukla Tanrı’ya dua etmiş: “Bana başka herhangi birinin acısını verebilirsin, onu kabul etmeye hazırım ama benim acımı al. Artık dayanamıyorum.”
O gece güzel bir rüya görmüş―güzel ve çok açıklayıcı. O gece rüyasında Tanrı’nın gökyüzünde görünüp herkese, “Bütün acılarınızı tapınağa getirin,” dediğini görmüş. Herkes kendi acısından bıkmış durumdaymış―aslında herkes hayatının bir döneminde, “Herhangi birinin acısını kabul etmeye hazırım ama benimki al; benimki çok fazla, dayanılmaz,” diyormuş.
Böylece herkes kendi acılarını torbalara doldurmuş, tapınağa gitmiş ve herkes çok mutlu görünüyormuş; artık dualarının kabul olduğunu düşünüyorlarmış. Bizim adam da tapınağa koşmuş.
Tanrı, “Torbalarınızı duvar kenarına koyun,” demiş. Bütün torbalar duvar kenarına konmuş ve Tanrı, “Şimdi seçebilirsiniz,” demiş. “Herkes istediği torbayı alabilir.”
Ve en şaşırtıcı şey şuymuş: bu her zaman dua eden adam, başka herkesten önce kendi torbasını seçebilmek için yanına koşmuş! Ama çok şaşırmış çünkü herkes kendi torbasına koşuyor ve tekrar onu seçmekten mutlu görünüyormuş. Ne oluyormuş? İlk defa olarak herkes başkalarının sefaletlerini, başkalarının acılarını görüyormuş―onların torbaları da büyükmüş, hatta daha da büyükmüş!
Ve ikinci sorun şuydu ki, insan kendi acılarına alışıyordu. Şimdi başka birininkini seçmek―torbada ne tür acılar olduğunu kim bilebilirdi? Uğraşmak niye? En azından kendi acılarını tanırsın, onlara alışmışsındır, katlanılabilirler. Yıllarca onlara katlanmışsındır―niye bilinmeyeni seçesin?
Herkes evine mutlu bir şekilde dönmüş. Hiçbir şey değişmemiş, aynı acıları geri götürüyorlarmış ama herkes kendi torbasını alabildiği için mutluymuş ve gülümsüyormuş.
Ertesi sabah Tanrı’ya dua etmiş ve, “Dua için teşekkür ederim,” demiş. “Bir daha asla böyle bir şey istemeyeceğim. Sen bana her ne verdiysen iyidir, benim için iyi olmalı ki bana verdin.”
Kıskançlık yüzünden sürekli acı içindesin, başkalarına karşı acımasız oluyorsun. Kıskançlık yüzünden sahte olmaya başlarsın çünkü -mış gibi yapmaya başlıyorsun. Sahip olmadığın şeylere sahipmişsin gibi, sahip olamayacağın, senin için doğal olmayan şeylere sahipmişsin gibi davranmaya başlarsın. Gitgide daha yapay hale gelirsin. Başkalarını taklit ederek, başkalarıyla rekabet ederek başka ne yapabilirsin? Eğer birisi bir şeye sahipse ve sen değilsen, sahip olma olasılığın da yoksa, tek yol onun için ucuz bir yedek bulmaktır.
Bu yaz Jim ve Nancy Smith’in Avrupa’da çok iyi zaman geçirdiklerini duydum. Her yere gitmişler ve her şeyi yapmışlar. Paris’e, Roma’ya ve daha bir çok yere gitmişler. Ama eve dönmek ve gümrükten geçmek çok utandırıcı olmuş. Gümrük memurlarını bilirsin, bütün kişisel eşyalarını nasıl didiklerler. Bir çantayı açmışlar ve içinden üç peruk, ipek iç çamaşırları, parfüm, saç boyası vs. çıkarmışlar… Gerçekten utanç verici. Üstelik bu Jim’in çantasıymış!
Sadece kendi çantana bak ve orada pek çok yapay, sahte şey bulacaksın―ne için? Neden doğal ve kendiliğinden olamıyorsun?―kıskançlık yüzünden.
Kıskanç adam cehennemde yaşar. Karşılaştırmayı bırakırsan, kıskançlık yok olur, acımasızlık yok olur, sahtelik yok olur. ama onu ancak içsel hazinelerini büyütmeye başlarsan bırakabilirsin; başka yolu yoktur.
Büyü, gitgide daha özgün bir insan haline gel. Kendini sev ve Tanrı’nın seni yaratış şekline saygı duy. O zaman cennetin kapıları senin için hemen açılacaktır. Her zaman açıktırlar ama sen onlara bakmamışsındır.OSHO-BİLGELİK KİTABİ
Tatil dönüşü durumu: Eve boş gözlerle bakmak…
Boş buzdolabına bomboş gözlerle bakmak…
Dolu bavulu açıp boş çamaşır sepetine koymak…
Desktopun karşısına geçip büyük ekrana şaşkın şaşkın bakmak
Mutfakta bir şişe su bulup şükreden gözlerle bakmak…
En nihayetinde her şeyi boşverip uykuya tatlı tatlı bakmak:)
Anette
İnsan ilişkilerinin aşamalarını düşünüyordum.Daha bir kaç gün önce çekingen bir edayla kapımı çalan bu adamın, hangi aşamalardan geçerek bana bağıracak kadar yakınlaştığını metak ediyordum.insanların birbirini ilk tanıma anındaki mesafeyi yok eden şey neydi; konuşmak mı, bir arada zaman geçirmek mi, birbirini daha iyi tanımak mı?siz’den sen’e geçil gşbi, ne zaman ve neden öyle ılduğu anlaşılamıyan bir şeydi bu.
Zülfü Livaneli
Az önce yıldız kaydı…
Hem de gökyüzünün bir ycundan taaa diğer ucuna…
Acil dilek dilemem lazım diyerek
Durdum ve düşündüm bşr an
Veee diledim…
Hayırlara vesile olsun efem:)
Anette
Bir tane daha kaydı gecenşn karanlığını ışığıyla aydınlatarak
Beni bu manzara karşısında soluksuz bırakarak…
Bundan sonraki dileklerim sizin için cancanlar:)
Anette