DUYGUSAL ŞİDDET


Duygusal şiddete uğrayan insanları, çoğu kez ilk görüşte tanımak mümkündür. … Dalgın gözleri kolayca ıslanır, hafif sesle konuşurlar, konuşmalarını bölen sessiz boşluklar vardır; oturdukları yere yerleşmez, adeta ilişirler…
Genellikle iyi kalpli, nazik ve nitelikli insanlar olmalarına karşın çoğunun özgüvenleri zayıftır.
Yaşadıklarını tanımlamakta zorlanırlar, kendilerini sıklıkla suçlarlar.
Yaşadıkları da zaten, tanımlanması zor bir şeydir.
Duygusal şiddet, fiziksel şiddetten farklı olarak, yüz yerine kalbin darbe aldığı, kemikler yerine duyguların kırıldığı, beyin yerine benliğin sarsıntı geçirdiği bir şiddet türüdür.
Kötü olansa, bu şiddet türünün sonuçlarının, fiziksel şiddette olduğu gibi kolayca görülebilir, tanımlanabilir ve suç kabul edilip cezalandırılabilir olamayışıdır.
Duygusal şiddet, bir insanı, korkutarak, aşağılayarak, tehdit ederek, sürekli eleştirerek, suçlayarak, hakaret ederek, ondan hiç memnun olmayarak, sözel, sosyal, maddi ve bazen de fiziksel baskı yoluyla kontrol altında tutmaktır.
Duygusal şiddet, ”ayıp, yasak, günah” gibi, toplumda yerleşik değerlerden beslendiği için, çoğunluk tarafından, kolayca onaylanıp kabul görmektedir.
Duygusal şiddet, anne-babadan, diğer aile büyüklerinden, kardeşlerden, sevgiliden, eşten, çocuklardan, yöneticilerden ve arkadaşlardan gelebilir.
Duygusal şiddet, insanın kendine güvenini, saygısını, değerini yavaş yavaş kemiren bir beyin yıkama süreci olarak tanımlanabilir.
Ne kadar zeki, başarılı, çekici, becerikli olursa olsun, mağdur kendisini ”yetersiz, aptal, beceriksiz, suçlu, günahkâr, kirlenmiş” gibi hisseder.
Şiddeti uygulayan, karşısındakine vicdani sorumluluk yükleyerek kendini aklar.
Bazıları korkaktır ve şiddeti, mağdurun savunmasız olduğu ortamlarda, çoğu kez yalnızlarken uygular.
Dışarıya ise, son derece ilgi, sevgi ve sorumluluk dolu bir insan rolü oynar.
Bazısı ise, toplum içinde de bu davranışları açıkça sergilemekten ve karşısındakini küçük düşürmekten çekinmez.
Duygusal şiddet pek çok farklı biçimde kendini gösterse de, en sık üç şekilde karşımıza çıkar:
• Saldırganlık
İsim takma (salak, aptal, geri zekâlı, şişko, sıska, çirkin ördek), bağırma, aşağılama, suçlama, sorumlu tutma, fiziksel şiddetle, terk etmekle veya parasız bırakmakla tehdit etme, emir verme gibi, açıktan yapılan duygusal şiddet türüdür.
Şiddete başvuran kişi, karşısındakini kendisiyle eşit ve bağımsız bir birey olarak görmez.
Aralarındaki ilişkiye, sağlıklı iki yetişkinin ilişkisi denemez.
Bazen saldırganlık, ”yardım etme, yol gösterme, çözüm bulma” kılığında karşımıza çıkar.
Sorunları tek başına analiz edip kimin ve neyin iyi / kötü, haklı / haksız olduğuna ve çözümün ne olacağına kendi başına karar vermesi, her şeyin doğrusunu kendisinin bildiği algısını dayatması sıkça görülür.
İlişki adeta, bir ebeveynin çocuğuna karşı tutumu gibi şekillenir.
Şiddeti uygulayan, akıl verir, karar verir, ceza verir.
• Yadsımak (Yok saymak)
Bu türde, şiddet uygulayan, karşısındaki insanı dinlemeyebilir, görmezden gelir, cevap vermez, küsebilir, konuşmayabilir ve kendisini duygusal olarak çekebilir.
Karşısındakine isim takarak, mimikleriyle veya ses tonuyla örtülü aşağılama yaptığında, mağdurun itirazı halinde, ”Ben öyle bir şey söylemedim!” veya ”Neden bahsettiğini anlamadım! Nereden çıkarıyorsun bunları!” gibi tepkiler verir.
Verdiği sözleri tutmayabilir. Unutmuş gibi davranabilir.
Haber vermeden kolayca terk edip, aramayabilir!
Mağdur, olan bitene akıl erdiremez, kendisini suçlar ve aklından şüpheye düşer.
• Küçümsemek
Bu tepkide, şiddeti uygulayan, yaşanan olumsuz olayı kabul eder ama karşı tarafta yarattığı incitici sonuçları küçümser.
”Çok hassassın! Abartıyorsun! Amma büyütüyorsun!” diyebilir.
Çok açıktan saldırgan olmayan bu şiddet türünde, mağdur, iç çatışma yaşar, giderek kendinden ve duygularından şüphe duymaya başlar.
Gerçeklik algısı bozulur.
Duygusal şiddet şu durumlara yol açabilir:
Sürekli duygusal şiddete maruz kalmak insanı, korku içinde yaşamaya ve delireceği endişesine sürükleyebilir.
Depresyon bulguları, ölüm isteği ve intihar düşünceleri, madde ve alkol bağımlılığı, endişe bozuklukları, utanç ve suçluluk duyguları ortaya çıkabilir.
Sosyal ilişkiler, aile ilişkileri ve cinsel yaşam bozulur.
Sürekli yorgunluk, uykusuzluk, aşırı yeme veya hiç yememe şeklinde beslenme sorunlarına sıkça rastlanır.
Yaygın ağrılar, çeşitli organ sistemlerinde sağlık sorunları ortaya çıkabilir.
Kontrol etmekte zorlanılan bir öfke duygusu vardır.
Duygusal şiddete uğrayan insanlar, bu davranışları öğrenebilir, benimseyebilir ve başkalarına da uygulayabilir.
Alışık oldukları bir davranış olduğu için, aynı davranışı gösteren insanları arkadaş, eş olarak seçebilirler.
Şiddete eğilimli bireyler tarafındansa, cazip bir av olarak tercih edilebilirler.
Neler yapılabilir:
• Sorumluluk almak:
Yaşanan durumda, mağdurun buna izin vermesinin payı da vardır.
Mağdur, yaşanana baş kaldırmakla sorumludur.
Sürekli yaptığı boyun eğici davranışları değiştirmesi ve bunu net bir biçimde karşı tarafa bildirmesi gereklidir.
Mevcut durumu sürdürmenin bedelinin çok ağır olabileceği gerçeği unutulmamalıdır.
İnsan onurunun bedeli yoktur ve onur, hiçbir şey karşılığında, şiddeti uygulayana teslim edilmemelidir.
• İlişki ve iletişim konusunda yardımcı olabilecek yetkin bir uzmanla çalışmak:
Bu yöntemin başarılı olması, mağdurun kararlılığı ile yakından ilgilidir.
Şiddet uygulayıcı, geleneksel değerleri arkasına alarak, haklı çıkmanın yollarını, tedavi sürecinde de kullanmaya çalışacaktır.
Tedavi sürecinde söylenenleri çarpıtarak haklılığını kanıtlama çabasına yönelik eğilimin olacağı gerçeği her zaman göz önünde tutulmalıdır.
Toparlayacak olursak:
Duygusal şiddet, çoğu kez, en yakınımızdaki, sevdiğimiz ve güvendiğimiz insanlardan ve sinsice gelir!
Baştan çok ilgili ve sevecen görünen kişiyle kurulan ilişki, zamanla, tam bir duygusal şiddet fırtınasına dönüşebilir.
Şiddet uygulayıcısı, aralarda düzgün davranıp, mağduru her şeyin düzeldiğine inandırabilir ve sonra tekrar şiddet eğilimine geri döner.
Mağdurun kendisine bağımlı kalması için elinden geleni yapar. Zamanla onu, çevresinden ve ailesinden uzaklaştırabilir.
Dışarıya karşı çok bilgili, duygulu özenli biri izlenimi verirken, içeride, mağdura kan kusturur.
Karşısındakini tahrik edip, onun tepkisiyle alay edebilir.
Her konuda çifte standardı vardır. Kendisi kızabilir, üzülebilir, yorulabilir; karşısındaki bunları yaptığındaysa, yapılan ona göre, sorun çıkarma, huysuzluk ve kapristir.
Kendisinin sorunu olmadığını, tedaviye mağdurun ihtiyacı olduğunu söyler.
Şiddeti uygulayan çoğu kez ne mağduru sever, ne de kendisini! Sevme bilinci yeterince gelişmemiştir. Çözülmemiş iç meseleleri vardır.
Duygusal şiddet, zamanında tanınmaz ve çözümlenmezse, hayat kalitesini ciddi biçimde düşürebilen, insanın yaşam sevincini öldüren, sağlığı olumsuz etkileyen çok ciddi bir şiddet türüdür!
Unutmayın!
İlişkilerde anlaşmazlık ve uzlaşmazlık olması kaçınılmazdır ama sağlıklı ilişkilerde sorunlar, duygusal şiddete başvurmadan akıl ve sevgiyle çözümlenebilir.
Seven insan, sevginin yanı sıra, saygı ve özen de gösterir.
Seven insan, sizin duygularınıza ve ihtiyaçlarınıza duyarlı, açık ve saygılıdır!
Seven insan, sizi dar alana hapsetmek veya kontrol altında tutmak yerine, yolunuzu açar, güçlenmenize ve gelişmenize destek olur!
Bir insanın onuruna saldırılabilir, incitilebilir, şiddet uygulanabilir ama onur, sahibi eliyle teslim etmedikçe, kimsenin elinden alınamaz!
 Doç. Dr. Şafak Nakajima

Üç hayatımız var: Hayal ettiğimiz, hak ettiğimiz ve elde ettiğimiz.

Üç hayatımız var: Hayal ettiğimiz, hak ettiğimiz ve elde ettiğimiz. Hayalimizdeki hayat isteklerimizin yansımasıdır. Hak ettiğimiz hayat, bedeli ödenmiş isteklerin karşılığıdır. Yaşadığımız hayat ise, istekler ile bedeller, umutlar ve gerçekler, şans ve hatanın etkileşiminden geriye kalandır.

Mümin Sekman

Ay Senin Şu Lafların Beni Öldürüyor Nietzsche…

Oha Hayatı Iskaladım…

Karikatür kategorisinde yayınlandı. Etiketler: . Leave a Comment »

Buddha’nın Hayatını Biliyormusunuz?

Buddha ile ilgili bir çok efsane var. Aynı eksende dönen, farklı senaryolar. Eksene indiğinizde olayın özünü kavrıyorsunuz. Başlangıç bölümü her senaryoda aynı çünkü gerçek bir hayat hikayesi anlatılıyor. Başlangıç bölümü çoğunlukla şöyle; Siddhartha ( gelecekteki Buddha ) bir kralın oğludur. Doğumundan kısa bir süre sonra, geleneksel olarak kahinler ve bilgeler… onun yıldızlarını izlemişler ve geleceği ile ilgili öngörülerde bulunurlar. Yıldızları takip eden bilgeler, Siddhartha’nın geleceğine dair iki seçenek ile karşılaşırlar. O ya dünyayı yönetecek kadar güçlü bir kral olacak. Ya da ruhuna hükmedecek. Öngörülerini baba kral ile paylaşışlar ve kral şöyle bir yorum yapar. ‘ Dünyayı hükmetmek kolay, buna inanabilirim. Ancak ruhuna hükmetmek! Kimse bu kadar güçlü olamaz. Buna inanamam. ’ Ancak bir yandan oğlunun ruhuna hükmetmesinden çok dünyaya hükmektesi fikrinden pek hoşlanan kral baba, kahinlerden aldığı yönlendirmeler ile bir plan yapar. Plan Siddhartha’nın hiç bir zaman acıyı tatmaması üzerinedir.

Çünkü Siddhartha acıyı tadarsa ruhuna yönelecektir. Bu plana göre Siddhartha’nın hayatını önceden planlarlar. Bu plan Siddhartha 29 yaşına gelene kadar sürmelidir der bilgeler krala. Böylece kral baba 20’li yaşlarına kadar Siddhartha ( gelecekteki Buddha) için izole bir dünya yaratır gerçekten de. Bu dünyada yaşlı yok, ölüm yok, acı yok. Her şey renkli ve güzel gözüküyor çünkü insanlar yaşlandıkça saraydan uzaklaştırılıyor. Hastalandıkça terk ediliyor. Güzel kadınlar ve yakışıklı erkekler sarayın içinde dolaştırılıyor. Yaşlandıklarında ise gönderiliyorlar. Bu yöntem ile gelecekteki Buddha’nın gerçek dünya ile bağı koparılıyor. Ancak Sidhartha’nın hayatına onu çok kıskanan bir kuzen giriyor bir gün. Bu kuzen ise bir dizi olayın başlamasına sebep veriyor. Aynı kötülüğün iyiliği çağırdığı gibi bir ilişki yumağı içindeler kuzeni ve Siddhartha. Peki neden? Bir bakalım dilerseniz …
Çünkü kuzeni Buddha’nın sevdiği kızı acımasızca ve kıskançlık duygusu ile öldürüyor. Buddha 19 yaşında ilk defa acı ile karşılaşıyor. Bu acı onun dönüşümünün başlangıcı oluyor. Zaten yüksek bir potansiyel ile doğmuş olan Budhha’nın gözünün önündeki sahte sahne kalkmaya başlıyor. 9-10 yıl süren kararsızlık bir dönemi yaşıyor. 29 yaşına bastığında arkasında çocuğunu ve karısını bırakarak saraydan ayrılıyor. Sarayı terk ediş amacı zihnini rahatsız eden ‘ O ‘ gerçeği bulmak ve aydınlanmak! Hindistanda gerçeği aramak ve aydınlanmak için münzevi hayatına çekilmek geleneksel bir durum. Kişi bu uğurda ailesini terk ettiği, yollara düştüğü için dilenmesi de normal karşılanıyor. Bu bir gelenek. Halk münzevilerle karşılaşınca onlara yardım ediyor. Bu da geleneğin bir parçası. Prensin artık dilenecek olması prensesi çok üzüyor ama yine de yola çıkıyor prens. Prensesin onun için üzülmesinin tüm ağırlığına rağmen, aydınlanma çağrısı ağır basıyor. Gözyaşlarının hükmettiği bir ayrılık seramonisinden sonra saraydan dışarı ilk adımını atıyor Siddhartha. Adımını saraydan attığı andan itibaren geri dönene kadar, yani toplam 5 yıl boyunca aydınlanma yolundaki macerası her gün yeni insanlara, derslere, öğretilere, üstadlara ve öğrencilere gebe devam ediyor.
5. yılın sonunda tam pes etmekte iken mucizevi bir olay yaşanıyor. İşte bu noktaya kadar binlerce yıldır anlatılan ve yazılan tüm hikayeler genellikle bu şekilde akıyor ama aydınlanma anı ile ilgili binlerce efsane var. Ben sizinle sadece bir tanesini paylaşacağım. İkinci bölüm; Aydınlanma Anı Bir hikayeye göre Buddha, bir ağacın altında Samadhi meditasyonuna geçiyor. Yani bilincini evren içinde istediği alana gönderebildiği meditasyon boyutuna. Çok uzun süre bu halde kalıyor ve dış dünyada hareketsizlikten kasları erime noktasına geliyor. İç dünyasında ise Budhha ilk önce cehenneme gidiyor. Onu içeri almak istemiyorlar. İçeri girmek için ısrar ediyor ve giriyor. Cehennemin en alt katmanlarına kadar ulaşıyor ve en ağır işkenceleri kendi rızası ile çekiyor. Kendi rızası ile de cehennemden ayrılıyor. Ayrılırken.Yapabileceğiniz ancak bu kadar mı diye soruyor? Budhha acıyı alt ediyor. Bu sefer de cennete yöneliyor. Cennete kolayca kabul ediliyor. İçerdeki konforu tadıyor. Ve ayrılıyor. Beni baştan çıkarmak için sunduğunuz bu kadar mı diye soruyor? Yine ayrılırken.
Budhha’nın zihni cennetin vaadlerine kapılıp kaybolmuyor. Bu yolculuktan sonra dünyaya iniyor. Bilincini açıyor. İndiğinde susuzluktan çatlamış dudaklar, çocuk kadar kalmış bir beden ile karşılaşıyor. Kendi bedeni. Yardım ediyorlar. Bedenini iyleştirmek için dinleniyor. Zaman akıyor, dünyaya yeniden uyum sağlıyor. Derken artık daha farklı olduğunu fark ediyor. Maddeyi eğip bükebiliyor, düşündüğünü o anda gerçekleştiriyor, düşünceleri okuyor ve onlarla akıyor. Savaşların içinden geçip, savaşı durdurabiliyor. Azılı bir katil ile konuşarak onun acılarını hafifletebiliyor. Budhha sanki rüyada gibi ne düşünürse o senaryoyu kurup, senaryoyu ise gerçek hayatta yönetebiliyor. Bizim gözümüzle gerçek dünya, onun gözü ile illüzyon.

İç dünyanızın dışınıza yansıdığını düşünürsek…

 
Kullandığınız eşyalar sizin enerjinizden etkilenirler. Bu gerçekten ilginç bir konudur ancak bir şekilde kişisel enerjimiz, çevremizi ve çevremizdeki eşyaları etkilemektedir. Ben bu konuda kendi iç dünyamızı, evimize, arabamıza ve eşyalarımıza yansıttığımızı düşünüyorum.
 
Evinizdeki musluklarda, radyatörlerde su sızıntıları oluyorsa bazı duygularınızı bastırıyorsunuz ve artık bu duygular patlama noktasına gelmiş demektir. Su elementinin duyguları simgelemesini ve sızan sularla arasındaki ilişkiyi düşünürsek bu bağlantı şaşırtıcı olmayacaktır. Eğer evinizde penceleriniz bozuluyorsa durumu tam olarak görmekte zorlanıyor olabilirsiniz.
 
Kapılarınızdaki sorunlar kendinizi güvende hissetmediğinize işaret edebilir. Arabanızın frenlerindeki sorun artık durmanız gerektiğini farlarının bozulması önünüzü görmekte zorlandığınızı, viteslerindeki sorun yol almakla ilgili korkularınızı gösterebilir.
Eğer kullandığınız eşyalarda, evinizde veya arabanızda bir sorun çıkarsa kendinize o eşyanın ne işe yaradığını sorun ve daha sonra hayatınızın o alanı ile ilgili bir sorun olup olmadığını düşünün. İç dünyanızın dışınıza yansıdığını düşünürsek bu bilginin size kendinizle ilgili çok değerli iç görüler kazandıracağına inanıyorum. Sevgilerimle. Berna Özcan Demir

Siz Gelmiyo Musunuz Lan?

Karikatür kategorisinde yayınlandı. Etiketler: . Leave a Comment »

Gül Gibi Kadınsın…

Karikatür kategorisinde yayınlandı. Etiketler: . Leave a Comment »

“Davranış, herkesin kendi yüzünü gösterdiği bir aynadır.”

 

 

“Davranış, herkesin kendi yüzünü gösterdiği bir aynadır.”
(Goethe)

Haliç’te Balık Akını…Günün Fotosu…28\10\2013

Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm.

Yaşlı Kızılderili Reis kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boğuşup duran iki köpeği izliyorlardı. Köpeklerden biri beyaz, biri siyahtı ve on iki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli o köpekler dedesinin kulübesi önünde …boğuşup dururlardı. Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri köpekti bunlar.
Çocuk, kulübeyi korumak için biri yeterli gözükürken niye ötekinin de olduğunu, hem niye renklerinin illa da siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık.
O merakla sordu dedesine:   Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı. “Onlar” dedi, “benim için iki simgedir evlat.”   “Neyin simgesi” diye sordu çocuk. “İyilik ile kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur.
Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları.” Çocuk, sözün burasında, mücadele varsa, kazananı da olmalı diye düşündü ve her çocuğa has bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi: “Peki, sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?” Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa: “Hangisi mi evlat? BEN HANGİSİNİ DAHA İYİ BESLERSEM O KAZANIR…

Uyanır Uyanmaz 2 Bardak Su İç Organları Aktive Eder…

Sadece Yazdıklarımdan Anlaşılabilirim…

”Bütün yaptıklarımdan ve bütün söylediklerimden
Kimse anlamaya çalışmasın kim olduğumu
Bir engel vardı,bir engel,bütün eylemlerimi
Ve baştan aşağı tutumumu değiştiren hep bir engel vardı
Tam konuşacağım sıra susturuverdi beni
En göze çarpmamış davranışlarımdan
En kapalı sözlerimden, yazdıklarımdan
Yalnız onlardan anlaşılabilirim”.
Kavafis

Lan Aşık Kadınla Evlilik Ne Zormuş…

Ben sadece kendimim…

Ben sadece kendimim…
Bir sabah adamın biri beni görmeye geldi. Ve “Sen ermişsin,” dedi.
“Haklısın,” dedim….   O orada otururken, bana karşı olan bir adam geldi ve o da; “Sen şeytan gibisin,” dedi. “Haklısın,” dedim. İlk adam biraz endişelendi. Ve araya girdi: “Nasıl yani? Bana haklısın dedin.   Bu adama da haklısın diyorsun. …İkimiz birden… haklı olamayız.” Konuşmaya başladım. “Sadece ikiniz değil, milyonlarca insan benim hakkımda haklı olabilir. Çünkü benim hakkımda söyledikleri her şeyle, aslında kendilerini anlatıyorlar. Beni nasıl bilebilirler? Bu imkansız. Onlar daha kendilerini tanımamış. Söyledikleri her şey kendi yorumları.” Bunun üzerine adam sordu: “O zaman sen kimsin? Eğer benim yorumum, senin ermiş olduğun ise, onun yorumu senin şeytan olduğun ise, sen kimsin?”
“Ben sadece kendimim. Kendim hakkında bir yorumum yok. Buna bir ihtiyaç duymuyorum. Sadece kendim olduğum için, bu ne anlama gelirse gelsin çok mutluyum. Kendim olmak bana yetiyor.”
Osho