Malzemeler
30 gr (2 çorba kaşığı) yağ
3 sivribiber (Sap ve çekirdekleri temizledikten sonra, ince doğranmış)
300 gr (3 orta boy ) küp şeklinde doğranmış domates
1/2 çay kaşığı tuz
100 gr beyaz peynir (tercihen sert ve tam yağlı, rendelenmiş)
1/2 demet maydanoz (ince kıyılmış)
5 yumurta
Hazırlanışı
Yağı bir sahanda eritin. Yağ kızınca biberleri ilave edip, sık sık karıştırarak, 2 dakika sote edin. Domatesi ve tuzu koyup, pişirin. Domates suyunu bırakıp tekrar çekince peyniri ve maydanozu ilave edip, karıştırın.
Yumurtaları ayrı bir kasede çırptıktan sonra sahana katın. Hemen karıştırın. Yumurtalar sertleşmeye başlayınca sahanı ateşten alın. Menemeni sıcak olarak servis yapın.
Birinci köşe:
-İçinde başlangıç yapılan her an, doğru andır. Her şey doğru anda başlar, ne erken ne geç. Hayatımızda yeni bir şeyler olmasına hazırsak, o da başlamaya hazırdır.
… İkinci köşe:
-Karşına çıkan kişiler her kimse, doğru kişilerdir. Bunun anlamı şudur, hayatımızda kimse tesadüfen karşımıza çıkmaz. Karşımıza çıkan, etrafımızda olan herkesin bir nedeni vardır, ya bizi bir yere götürür ya da bize bir şey öğretirler.
Üçüncü köşe:
-Yaşanmış olan her ne ise, sadece yaşanabilecek olandır. “Şöyle yapsaydım, böyle olacaktı” gibi bir cümlenin yani “keşke” lerin manası yoktur. Ne yaşandıysa, yaşanması gereken, yaşanabilecek olandır. Her ne kadar zihnimiz ve egomuz bunu kabul etmek istemese de, hayatımızda karşılaştığımız her olay, mükemmeldir.
Dörtüncü köşe:
-Bitmiş olan bir şey bitmiştir. Bu kadar basittir. Hayatımızda bir şey sona ererse bu gerekiliğindendir. Bu bizim gelişimimize hizmet eder. Bu yüzden serbest bırakmak, gitmesine izin vermek ve elde etmiş olduğun bu tecrübeyle ileriye, yeni bir başlangıç yapma anına doğru bakmak daha iyidir.
Uzun uzun gözlerinin içine bak insanların, hiç kimsenin tanıdıklarına bile selam vermediği kalabalık caddelerde yürürken. Gözlerin utandırsın bakışlarını senden kaçıranları.
Merhaba de insanlara, yanıt vermeseler de sana. İster pejmürde kılıklı bir evsiz olsun, ister kendini yeryüzünün sahibi zanneden kalın enseli bir züppe. Hatırlat onlara sıcak bir merhabanın ırk ve sınıf tanımayacağını.
Sadece aynı havayı soludukları ve aynı güneşte ısındıkları için günaydın de insanlara. Anlat onlara sebepsiz yere sevebilmenin ne demek olduğunu. Gökyüzünü maviye ve ağacı yeşile boyadığı için değil sadece insan olduğu için bu sevgiye hakkı olduğunu nefes alan her canlının…
…
Bugün sadece kendin için bir şey yap;
Çıkarsızca sev bu dünyayı
‘sev sevebildiğin kadar’
M. Coşku

Duygularımızı yüklerden hafifletmek gerekiyor, öğrenmenin sadece geçmişten ders çıkarmak olmadığını fark ederek , güvenle ve gülümserek yeniye kucak açmalıyız. Zenginleşmek, üretmek, yaratmak, barışmak, ilerlemek için tamanlanmak için, yeni deneyimlere gitmenin zamanıdır…

Patlıcan
Domates
Yeşil biber
Sarımsak
Salça
Tavuk eti
Karabiber, pulbiber
Sıvı yağ, tuz
Patlıcanları alacalı soyup dilimleyin ve tuzlu suda acısı çıkana kadar bekleyin.. Tüm malzemeyi soyup doğrayın.. Tepsiyi yağlayın..Tavuk etini tepsiye alın ve doğradığınız tüm malzemeyi ekleyip üzerine Salçayı bir miktar su ile sulandırıp tuzunu ekleyin.. Baharatı ise bolca ilave edip tepsiye tavuk ve patlıcanların üzerine ilave edin Ve Fırında kızarana kadar pişirin.. Afiyet olsun..
Geçenlerde kişisel gelişim seminerine gittim… Konuşmacı Joseph adında biriydi… kendi anlatacaklarını bitirdikten sonra sıra soru-cevap kısmına geldi… Herkes sırayla bir soru soruyordu… Sıra bana gelince ‘karşımdaki insanı nasıl affedebilirim ‘ diye bir oru sordum… Bunun üzerine hepimize şu alıştırmayı yaptırdı… Sizlerle de paylaşmak istedim…
Önce bir sandalyeye oturun… Bir kaç kez nefes alıp verin, gözlerinizi kapatın ve gevşeyin… Şimdi affetmek istediğiniz kişiyi düşünün ve size öğrettiği şeyler için ona teşekkür edin… Arkasından ikinizi bağlayan uzun ve kalın bir ip olduğunu düşünün… Şimdi elinize koca bir makas alın… Ve kişiyle aranızda tuttuğunuz ipi yavaşça kesin… Bunu yaparken hem kendinizi hem karşınızdakini affettiğinizi söyleyin… Ve aslında her ikinizin de elinizden gelenin en iyisini yaptığınızı söyleyin… Ve kişiye tekrar teşekkür ederek onu uğurlayın…
Bir kaç kez daha derin nefis alın ve yavaşça gözlerinizi açın… Umarım kendinizi daha hafif hissetmeye başlamışsınızdır …dedi Joseph…
Ve gerçekten de öyle hissettiğimi söyledim… Buyrun denemesi sizden…
Sağlıcakla,

Tibet ölüler kitabı / Bardo Thödol
“Dünyada iki kusursuz insan vardır. Biri, henüz doğmamış, diğeri ise ölmüş insandır.” Çin Özdeyişi
Tibet’in Ölüler Kitabı, yaşarken gelişmeyi, dönüşmeyi ve bilgi edinmeyi önerir. Bireysel gelişim; bireyin varlık olarak kendini anlaması, tanıması ve bilmesi sürecidir.
Hayatın anlamını her insan kendi vicdanında aramak zorundadır.
İnsanın yaşarken kendisini tanıması, bilmesi, yaratması ve kendine özgü olması demektir. Herkes bize hayatımız için bir rehber vermeye çalışır oysa asıl rehber bizim kendi içimizdedir.
Sorularımıza yanıt, dışımızda değil bizdedir. Ulaşmamız gerekli olan benlik de dışımızda değil, karanlık olan içlerimizdedir.
David: Özgür iradeye ne oldu?
Thompson: Özgür iradeyi daha önce denemiştik. Sizleri avcı-toplayıcı yaşam biçiminden Roma İmparatorluğu’na geçirdikten sonra kendi başınıza ne yapacağınızı görmek için geri çekildik. Karanlık orta çağı yarattınız. Bunun üzerine de biz tekrar devreye girdik. Bisiklete binerken destek tekerleklerini çıkarmadan önce sizin daha iyi eğitilmeniz gerektigi söylendi. Biz de rönesansı, aydınlanma çağını verdik, bilimsel gelişmeler oluştu. 600 sene boyunca belirli bir sebeple dürtülerinizi kontrol etmeyi öğrettik. 1910’da tekrar geri çekildik. Sizse 50 yıl içinde İlk Dünya Savaşı’nı, Büyük Ekonomik Krizi, faşizmi, soykırımları yaratıp tüm yeryüzünü yok olmanın eşiğine getiren Küba Krizi’ni üzerine krema olarak sundunuz. Bu noktada kendinize bizim dahi geri alamayacağımız bir noktaya getirmemeniz için tekrar devreye girdik. Özgür radeniz bulunmuyor David. Özgür iradenin ilüzyonuna sahipsiniz.
– The Adjustment Bureau, 2011
Kararlarımız, seçimlerimiz, düşüncelerimiz, hatta dürtülerimiz olan bizler, özgür olduğumuzu düşünüyor ve bu düşünceyle yolumuza devam ediyor, işimizi yapıyor, yaşamlarımızı yaşıyoruz. Yaşamlarımızı yaşıyor, eğitimimizi tamamlıyor ve çocuk yapıp aileye karışıyoruz. Belirli bir oranda sapmalar da hayatımızın rengi oluyor. Toplumsa sabit bir yer edinerek duruşumuzu ortaya koyuyoruz.
Hala farkında değilseniz, bu önceden belirlenmiş tüm olasılıkları da bir kurgu. Alışverişe çıktığımızda seçimlerimizi kestirmek veyönlendirmek için çalışan bilim adamları ve pazarlamacılar bulunuyor. Cebinizdeki, eviniz ve ofisinizdeki cihazlar, bireyleri doğrudan olmasa da, topluluklar hakkında veriler toplamakta. Nedense birey olduğu için doğrudan yapılmaktan kaçınılan tüm bu faaliyetler, aslında gerçek bir bedeni olmayan topluluklara uygulanabiliyor. Gelecek güvencesi korkusuyla paketleyerek sundukları her aracı kabul ediyoruz; yeter ki sistem tarafından terkedilmiş birisi olmayalım. Bize bahşedilen 15 günlük bir dinlenme süresi ve belirli bir kalitede yaşama hakkı için yılda 340 gün, 24320 saatimizi bu yapının çarklarını yağlamamız gerekiyor. O da uslu durur ve önümüze konan sözleşmeleri içeriğine bakmadan imzalarsak.
Orwell, 1984 ile konunun yönetimsel açısına değinmişti. Üzerinde durmadığı nokta, kapital odaklarının kurgudaki yeri idi. Dönemin politikasından ilhamla betimlenmiş olan komünizmin kötü bir karikatürü idi. Muhtemelen bu bile manipüle edilmiş bir sonuç; ne de olsa ortaya çıkışı bile sistemin içinde gerçekleşti ve yine bir kontrol aracı olan Hollywood’da filmi çekildi. Alternatif olduğunu iddia eden her yol / tarz / akım rotadan çıkmaya yatkın olanları da kontrol edebilmek için bir araç; istediği kadar özgün ve
samimiyetle ortaya konmuş olsun. Heavy metal, punk rock, anarşizm gibi radikal gözüken, hatta spiritüel olan akımlar dahi biriken gazın boşaltımını sağlayan birer sektör sadece. Neredeyse tüm new-age spiritüel oluşumlar, kariyer, mutlu aile, huzurlu toplum gibi hikayelerle artık uyutulamayan bireyin içinde oluşan kara deliği yamamayı hedefliyor, ufak mutlulukları aydınlanma gibi göstererek biraz oluşan farkındalığı ve dikkati yine dağıtıyor.
Bilimi izleme altına aldılar, çünkü maddenin yapıtaşlarının altında çıkabilecekleri kontrol etmeleri gerekiyordu. Yeni bir Google vakası yaşamak istemediklerinden ön öremedikleri, kurgulayamadıkları herşeyi takip etmek için bankerlerle destekli büyük bir yatırımcılar ordusu yarattılar. Belki biliyorsunuz; Google, iki üniversiteli tarafından geliştirilmiş akademik bir arama motoruyken 2000’lerdeki dotcom çöküşü sonrasında oluşan ve reklam sektörünün vazgeçtiği bir alanda tam da yapılamaz deneni başararak, internet reklamcılığını tekrar var ederek büyüdü. Apple, büyük bir çöküntü ve umutsuzluk döneminde atıldıktan sonra yönetime geri çağırılan Steve Jobs sayesinde kendini yenileyebildi. Jobs da beklenilmeyeni yaparak miktar yerine kaliteyi ön planda tuttu. Tekil şarkı satışının imkansız görüldüğü bir ortamda bunu kullanacak ürünleriyarattıktan
sonra iTunes gibi bir marka-mağaza yaratarak sadece müzisyenlere değil, artık korsanlık sebebiyle para kazanamayan yazılımcılara da para kazandırmayı sağladı.
Bu örnekler, başarılı girişim örnekleri değil; beklenilmeyeni yaparak akışı değiştirenlerin örnekleri. Kendinizi var etmekistiyorsanız, ön görülemeyeni yapmalısınız. Bu, önünüze sürülen türlü ilüzyonla, statü, refah, varlık gibi hediyelerle unutturulmaya çalışılacak. Sevdikleriniz sizi bu gerçeklikte tutmaya çalışacak, kahramanları alkışlayanlar
dahi sizin kahraman olmanıza izin vermeyecek. Daha da önemlisi, kendi zihniniz bile size bu yolda ihanet edecek; çünkü çocukluktan beri ona öğretilen davranış
biçimi ve alinabilecek tepkiler kurgulanmış halde.
Bu durumda ne yapmalıyız? Bu sistemle, kapitalle ve sonu gelmez üretim-tüketim deliliğiyle savaşmak yersiz. Oluşturacağınız tüm direnç noktaları, zayıf noktalarınızdır; size saldırılacak ilk hedefler de bunlar olacaktır. Sivil itaatsizlik, 68 kuşağı ve Gandhi’nin ortaya koyduğu etkili bir tutum. Size sunulan cazibeleri almayı reddederek, herhangi bir taraf olmayarak bu sisteme katılmayan olabilirsiniz. Buddha’nın sözünü hatırlayın: “Bütün dünyayı aydınlatmanıza gerek yok, sadece kendi çevrenizi aydınlatın,
yeter.”. Herkes, sadece ufak bir sivil itaatsizlik göstermeye başlasa dahi bu, mermeri delip geçen su damlası gibi bir etki oluşturur. Kontrol edilmeyen, ana akımların dışında kalan fikirsel kaynaklardan beslenmek yararlı olabilir, ama bunun için neyin sisteme yaradığına dair bir farkındalık gerekli. Uyuşup unutmamak, rehavete kapılıp tembelleşmemek için de dikkat gerekli. Yediklerimizin psikolojimizi yönlendirdiğini görebilirseniz beslenmemizin dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta olduğunu görürsünüz. En basitinden çikolatanın keyif verdiği bilinir; daha detaylı bir incelemeyle yiyecekler ve çeşitli yollarla vücudumuza giren mikroorganizmaların hormonlarımızı,
organlarımızı etkiledikleri için de duygularımızı etkilediklerini görebilirsiniz. Çin 5 element sistemi ve buna bağlı geliştirilen beslenme ilkeleri bunun en derin örneği. Şimdiye kadar önümüze sürülen, öğretilen, anlatılan bilgilerin hemen hemen hepsi yönlü ve çıkarları destekleyen bilgiler; kolestrolden tahıl ağırlıklı beslenmeye kadar
her konunu arkasında kazanç odaklı düşüncel bulabilmek mümkün. Demek ki şüphecilikle yaklaşmamız, yaşamımızda farkındalığı elde tutarak birer gnostik
olmamız gerek. Önümüze konulan ve bizi korkutan, hayatımızın tepetakla olacağının iddia edildiği durumlar, aslında farkında olmamızı, ayırd etmemizi
ve bilinçle yaklaşmamızı sağladığından muhtemelen daha doğru olma olasılığı taşıyor. Çıkar düzenleri, maddi gücün sürekli tutulmasını sağlamak için
bilinçli olmamızı istemez.
Farkındalığımızı geliştirebilmek için korkularımızlayüzleşmemiz gerekiyor. İstesek de istemesek de öleceğiz, kaybedeceğiz, kaybolacağız, başarısız olacağız. Durumumuzu ve geleceğimizi kontrol edemeyeceğimiz gerçeğini kabullendiğimizde, iyi ve kötü arasında tercih yapmadığımızda doğal olan, sağlıklı olan, hakiki olan ışımaya başlıyor. Ondan
sonrası mı? Bırakın, o da sizin maceranız olsun…
Cem Gencer…