Tutunmayı (kontrol ilüzyonunu) bırakıp da her şeyin kendiliğinden olmasına izin verirsen, o zaman özgürleşirsin;hatta yaşamdan ve ölümden bile. Bu sayede her şeyi dönüştürürsün.
Bodhidharma

Cherokee kabilesinin yaşlılarından biri hayat, aşk ve evlilik üzerine konuşurken şunları söylüyor:
”…
İçimizde iki kurt var ve bunların arasında da korkunç bir savaş.
…
Kurtlardan biri korkuyu, öfkeyi, kıskançlığı, pişmanlığı, açgözlülüğü, kibiri, kendine acımayı, küskünlüğü, aşağılık duygusunu, yalanları, üstünlük taslamayı ve bencilliği temsil ediyor.
Diğeri ise; zevki, huzuru, sevgiyi, umudu, paylaşmayı, cömertliği, dinginliği, alçak gönüllülüğü, nezaketi, yardımseverliği, dostluğu, anlayışı, merhameti ve inancı temsil ediyor.
”
Gençlerden biri ”hangi kurt kazanacak?” diye soruyor ve yaşlı kızılderili cevap veriyor:
”Beslediğiniz!”

“Bazen hepimiz bir filme hapsolmuşuz hissine kapılıyorum… Repliklerimizi biliyoruz, nereye doğru yürüyeceğimizi biliyoruz, nasıl oynayacağımızı biliyoruz, sadece kamera yok…Yine de çıkamıyoruz filmin içinden!
Ve film kötü…”
Charles Bukowski
Şimdi açsam pencereyi de beklesem..
Sen gelsen..
Olmaz ya hani geliversen..
Hiçbirş…ey sormasan..
Hiç birşey söylemesen..
Sussam..
Sussan..
Sussak..
Susuşların anlattığını dinlesek..
Sırt sırta otursak..
Katılasıya ağlasak…
Sormasak birbirimize sebebini…
Sonra dönsek yüzyüze..
Sarılsam..
Sarılsan..
Sarılsak..
Ve yine hiçbirşey konuşmasak..
Ama anlasak..
Ne vardı sahi..
Olmaz ya..
Hayal ya..
Hani diyorum ; olsa ne vardı …

Malzemeler
3 adet rendelenmiş kabak
4 adet rendelenmiş patates
2 yumurta
1 kase rendelenmiş kaşar peyniri
1 buçuk su bardağı un
İstenen baharatlar ve tuz
Hazırlanışı
Kabak ve patatesi elimizle iyice sıkıp suyundan arındırıyoruz. Kalan malzemeleri ekleyip karıştırıyoruz (Kıvamlıysa elinizle şekil verebilirsiniz). Kaşıkla küçük parçalar alıp tavada kızartıyoruz. Afiyet olsun
O yaz havalar çok sıcaktı.İstanbul’da geceleri uyunmuyordu. Ne yapmalı ne yapmalı diye evin içinde dolanırken tabi ya Karadenize gitmeli dedim. Bunu dediğimde günlerden çarşambaydı. Cuma günüyse kendimi Bukla turla Ayder yaylasında buldum.İstanbul’da tişörtle,elbiseyle terlerken Ayder’de polarla, yağmurlukla gezmeye başladım. Yeşilin her tonuyla ilk defa orada tanıştım. Zirveye çıkmanın mutluluğunu ilk defa orada tattım. Mıhlama’yı, kara lahana yemeğini ilk defa orada yedim. Ve ben neler kaçırmışım dedim…
Her gün o yayla senin bu yayla benim yürüyoruz.Yayla hayatı hakkında bilgiler alıyoruz. Yaylalarda hayat sabah dört gibi başlarmış. Önce hayvanlar otlatılır arkasından sağılırmış.Güneşin doğuşuyla beraber de hayvanlar ağıla dönermiş. Çeşitli yayla görüntüleri…
Dereler yanınızdan şırıl şırıl akarken yürümek kolay. Ama bazen rota gereği derenin sağından soluna, sonra solundan sağına geçmek gerekiyor. Hatta bunu defalarca tekrarlamak gerekiyor.Taşların üstünden seke seke bu geçişleri yapıyoruz. Geçişlerde dengeyi korumak çok önemli…Yoksa islandın gitti.
Yürüyüşten döndükten sonra kısa bir dinlencenin ardından, oberjde yemek ve horon zamanı başlıyor. Bizleri en iyi şekilde ağırlayıp, gezdiren Mikael’e, Muhammede, Osman’a, Sadığa,Uğur’a ve herkese teşekkür ediyorum.
Sağlıcakla,


rabindranath
tagore