Son zamanlarda seyrettiğim en başarılı filmlerden biri. Çok etkileyici. İnsanı daha çok gençliğinde hissettiği idealizm fikirlerine geri götürüyor ve ne kadar da törpülenmişim sorusunu gündeme getiriyor.
Gerçek hayatta böyle insanlar var mı? Şüphesiz tek tük var. Onlar hepimizin ilham kaynağı… İyi ki varlar.
Özellikle filmin kapanış sahnesinde mimar Howark’ın mahkemede yaptığı bir konuşma var ki defalarca seyredilesi…
İşin heyecanı kaçmasın diye davanın sonucunu buraya yazmıyorum
Ya o aşk hikayesi, asıl aşkın ruhların birlikteliği olduğunu tekrar hatırlatıyor. Zaman sadece geçer, gerçek ruh birlikteliği her koşulda devam eder…
Kitap yaklaşık 987 sayfa olduğundan gözüm korkmuştu ve filmini seyretmeyi tercih etmiştim şu andaysa kitabı sipariş ettim ve kitabın satırlarında kaybolmayı bekliyorum…
Aşağıda filmle ilgili harika bir yorum buldum onu da paylaşmak istedim.
İyi seyirler, iyi okumalar…
Anette İnselberg
Ayn Rand’ın aynı adlı romanından uyarlanan film, o yıllarda mimarlık dünyasının en temel konusu olan, modernizm ile karşılaşmayla başlar. Nerdeyse bütün film boyunca da arka planda, modern mimarlığın izlerini yansıtan binalar ve kent imgesi izlenir. Hem özel hayatına hem de mesleğine ilişkin belirgin ilkeleri olan bir mimar, popüler kültürün taleplerine veya medyanın egemenliğindeki piyasa koşullarına rağmen prensiplerinden ödün vermeyen bir karakteri canlandırır. Öyle ki, ilkelerinden vazgeçmektense ‘meslek piyasasının’ dışına itilmeyi göze alan mimar, mesleğini bırakır; hayatta kalmak için bir taş ocağında işçi olarak çalışmaya başlar. Romantizmle de beslenen konu mimarın, ilkelerinden taviz vermeksizin, düşmeden-şaşmadan yoluna devam etmesiyle derinleşir, çatallanır. Bir zaman böyle devam ettikten sonra, mimarın karşısına kendi görüşlerine saygı duyan müşteriler çıkar, ufak da olsa bazı projelerle tekrar meslek piyasasına döner. Ancak en son projesi dikkat çeker ve medya ile mimar arasındaki ilkesel tartışmalar şiddetlenerek yürür gider. Medya besleneceği bir kaynak bulmanın sevinciyle coşarken, kamuoyunun beklentilerine uymadığını savunduğu ‘lüks apartman’ binasını yerden yere vurur. Bu arada mimarın baskıların kendisini ezemeyeceğine olan inancı dikkat çeker. “Yönetilemeyen ve kontrol edilemeyen birisinin yok edilmesinin toplum için faydalı olduğuna” dair örtük vurgu eşliğinde tekrar meslek dışına itilen mimar, bir zaman sonra ufak işlerle yeniden sesini duyurur. Geri döndüğünde yok olmamasının nedenini ise “kendi gözüyle görüp, kendi aklıyla düşünen birkaç insanın var olmasına” bağlar. Bu sırada piyasada önemli bir sosyal konut projesinin yapılması fikri vardır —ki 1940’lı yıllar, sosyal konut üretiminde önemli bir döneme karşılık gelmektedir— ama onu yapabilecek donanımda bir mimar ancak başroldeki mimardır. İşi getiren kişiden istediği tek şey —telif hakkından da vazgeçmek pahasına— inandığı işi sadece onun ilkeleriyle yapacağına söz vermesidir; gizli bir anlaşma yapılır. Ancak inşaat sürecinde söz sahibi olanların bina üzerinde değişiklik yapmasıyla filmin konusu, başka bir yoruma doğru kayar. Mimarla birlikte, filmin başından beri aralarında örtük bir sevgi bağı olan gazeteci kadın, birlikte bir plan hazırlarlar. Bu plana göre inşaatı henüz tamamlanmamış olan binalar gizlice bombalanır ve konu yargıya taşınır.
Kaynak: imre özbek eren
manifold press
Bir Cevap Yazın