Bir gülümseme ; sevginin ve insan olmanın anahtarıdır.

 

Bir gülümseme ; sevginin ve insan olmanın anahtarıdır.
Bir gülümseme ; iç dünyamızın güzelliklerini , dışa yansıtır.
Bir gülümseme ; bir külfeti yoktur , fakat çok şey kazandırır.
Bir gülümseme ; evde saadet , iş yerinde başarı.
Bir gülümseme ; başkalarına ikramda bulunmak demektir.

Bir gülümseme ; vereni fakirleştirmeden , alanı zenginleştirir.
Bir gülümseme ; bir an sürer , bazen ise ebediyen yaşar.
Bir gülümseme ; yorgun olan insanı dinlendirir.
Bir gülümseme ; ümitsiz olana neşe ve hayat bahşeder.
Bir gülümseme ; karanlık bir çehreyi aydınlatabilir.
Bir gülümseme ; satın alınmaz , rica ile elde edilemez.
Bir gülümseme ; ödünç verilmez , çalmak da mümkün değildir.
Bir gülümseme ; kendiliğinden verilmedikçe işe yaramaz.
Bir gülümseme ; ona ihtiyacı olanlara ilaç gibi gelir.
Bir gülümseme ; sevgi köprülerini sağlamlaştırır.
Bir gülümseme ; bazen bir hayat kurtarır.
Bir gülümseme ; bazen bir savaşı da önler.
Bir gülümseme ; bazen gülümseyemeyeni gülümsetir.
Bir gülümseme ; sadaka yerine geçer , sevap kazandırır.
Bir gülümsemeyi , gülümsemeye ihtiyacı olana bol bol verin.
Bir gülümsemeye, gülümseyemeyenlerin ihtiyacı olduğunu unutmayın!
Bir gülümseme ; için hiç kimse , ona ihtiyaç duymadan yaşayacak kadar zengin ve kuvvetli değildir.

İKİ İNSAN ARASINDAKİ EN KISA MESAFE GÜLÜMSEMEKTİR…
Alıntı

İç sesini işitmeyi öğrenmek

İnsan kendi iç sesinden ve yakınındakilerden hep güzel sözler işitmek ister. Farkındalığı azsa kötü huylarını görmez, iç sesini duyamaz bile. Birbirimize yapıcı eleştiride bulunmak bir rehberlik biçimidir. Kırıcı olmadan, yumuşak bir enerjiyle, duygudaşlık kurarak söylediğimiz yapıcı eleştiriler etrafımızdakiler için kapı açabilir. Fark etmediği bir huyunu fark etmesine yol açabilir ama yine de dikkatli olun çünkü kimse eleştirilmekten çok hoşlanmıyor.

Gelelim kendimizi eleştirebilme yeteneğimize yazının konusu bu. Çoğunuzun temiz bir iç sese sahip olduğuna eminim sorun onu ne kadar işitmek istediğimiz.

Hani doymuşken “ikinci tabağı yeme” diye yumuşakça fısıldayan, öfkeliyken “şimdi konuşmak için iyi bir zaman değil, sus” diyen, sürekli şikâyet ederken “teşekkür ederim” diyen o ılımlı, yumuşak ses…

Daima işbirliği içinde olmayı seçen, sağduyulu, iyileştirici olan bu ses hükmedici değildir ama söylediklerini dinlemek istersiniz. O yapma derken yaptığınızda ve sonuçları görünür olduğunda “keşke o sesi dinleseydim” dersiniz. Bilirsiniz ki o ses hiç yanılmaz; çünkü varlığınızın bilge yanıdır…

Bazen sizi karşısına alır ve en yakın dostunuz gibi söyleşir. Bazen “güzel çocuk” der bazen “evlat” der. Daha az uyumanızı, daha çok kitap okumanızı, şikayet etmek yerine şükretmenizi, doyunca yemeyi bırakmanızı, öfkelendiğinizde susmanızı, tembelleştiğinizde hareket etmenizi tatlı bir sesle size anlatırken onu dinlemek güzeldir.

Asıl iş söylenenleri unutmamak, hatırlayarak yaşamaktır. Oysa bizler çoğu zaman o sesi dinlemeye bile tahammül edemeyiz. Kendimizi şifalandırma yeteneği ellerimizde un ufak olur çünkü iyileşme süreci kendini tanımak ve sorunları çözmeye istekli olmakla başlar.

Bu andan itibaren o temiz sesi işitmeye niyet edelim. Her zaman eleştirmediğini de ekleyelim. Bazen yaptığınız güzel işler için “aferin sana evlat” ya da “iyi iş çıkardın ortak” diyen de onun sesidir.

nazlı akın heart ifade simgesi

Duyguların Efendisi Olmak Onları Tanımakla Mümkündür…

Ne kadar iddialı değil mi?

Bence de…

Duyguyu tanımlamanın hayatımızdaki en zor unsurlardan biri olduğunu düşünüyorum.

Ne dersiniz?

Duygularının efendisi olmak

Üstelik kendi duygularımızı bile tanımlayamazken başkalarının duyguları için nasıl da rahatça yorum yapabiliyoruz. Hiç düşündünüz mü?

Benim kızım, sinek, böcek gibi haşaratlardan inanılmaz şekilde ürker. Evdeki yardımcımız sürekli ona “ Korkacak ne var Nirvana?” deyip duruyordu. Kızımın pedagogunun aklımdan hiç çıkmayacak bir cümlesi var: “Ne yaparsanız yapın Başak Hanım. Ama asla birinin duygularını yok saymayın.”

Merak edip sordum kızıma: “Sinek görünce ne hissediyorsun?” diye, “Korkuyor musun?”

“Hayır korkmuyorum. Tiksiniyorum” dedi.

Bambaşka bir duyguydu hissettiği. Korkmakla, iğrenmek epeyce farklıdır. İşte tam da bu nedenle, başkalarının duygularını tanımlamaya çalışmayı bırakıp, kendi duygularımızı isimlendirmek gerekiyor.

Duygularımızı tanımlayabilmenin hayatımızdaki öneminin farkında mısınız?

Duygusal zekâ eğitimlerinin yapmamız gerekenlere odaklandığını fark etmiştim bu konuyla ilgili bir eğitim yazarken. Yani duyguları yönetmeye. Bence fazlasıyla sondan başlamak olurdu bu. Zira konu, duygularımızı tanımlayabilmekle başlıyor.

Eğitimlerde katılımcılara sorduğum ilk soru “Nasıl hissediyorsun?” olur.

Aldığım cevap ise çoğunlukla “İyi, fena değil” türünden cevaplardır.

Peki, iyi ne? Belli değildir.

Ya da “Yorgunum. Enerjim yok…”

Yorgunluğun; bir ruh hali, bu ruh haline sebep olan bıkkınlığın ise bir duygu olduğunu bilmiyoruz.

Ya da sıkça hissedilen öfke duygusunun mizacımızı asabileştirdiğini.

Oysa duygularımızın fizyolojik sonuçları vardır yüksek tansiyon, şeker, kalp hastalığı gibi. Sıkça hissettiğimiz duyguların fizyolojimize etkisi olduğunu da pek bilmiyoruz.

Mesela boyun ya da bel fıtığı rahatsızlığı, büyük ölçüde hayatta fazlasıyla sorumluluk almak ve kontrol etme isteğimizin yüksek oluşundan kaynaklanır. Ya da öfkeyle baş edemiyorsanız sürekli mide ve bağırsak gazı çekip, şişkin bir karınla dolaşabiliyorsunuz. Sıkça sesiniz kısılıyorsa istediğiniz halde kurmadığınız cümleleriniz var demektir.

Duygu hızla gelip geçerken, ruh halimiz daha uzun süre kalıcı oluyor.

Duygularımızın altında yatan bir düşünce sistematiğimiz olduğunu biliyor muydunuz?

Düşünce sistematiğimiz beynimizin programları gibi bir şey aslında. Ve büyük ölçüde alışkanlıklarımızla ilgili.

Düşünme alışkanlıklarımız:

• “ Kimseye güven olmaz” mantığında çalışan bir inanç sistemimiz; bizi şüphe, korku ve endişe duygularının esiri edebiliyor.

• Ya da “ herkes hata yapabilir” düşüncesi hoşgörü ve merhamet duygusunu daha sık yaşamamıza sebep olabiliyor.

“Ne düşünürsek o olur” gibi, “ne düşünürsek onun yarattığı duyguyu besliyoruz” bir nevi.

Duyguların bağımlılık yarattığını biliyor musunuz?

Hangi duyguyu sıklıkla hissediyorsak beynimizde ona bir nörolojik yol açıyoruz. Ve bir süre sonra bu alışkanlığımız haline geliyor.

O “Sulu gözlüdür” ya da “ gülmeden duramaz” gibi cümleler kurulur ya insanları tanımlamak için, işte iletişiminizin gücü, karşımızdaki insanlarda bıraktığınız duygularla ilgilidir. Hayatınızda aklınızda kalan anıları bir düşünün. Kaç yaşınızda olursanız olun, hatırladıklarınızın arkasında mutlaka bir duygu vardır.

Mesela rahmetli anneme ben 2 yaşındayken rahmetli dedemle bahçede yaşadığım anıyı anlattığımda inanamamıştı.

“Hatırlıyorum, anne. Dut ağaçları vardı ve ben dutu çok severim. Dedem, elinde bastonuyla ağaç dallarına vurup, dutları dökmüş ve çeşmede yıkayıp, elleriyle bana yedirmişti. Sonra etrafı mavi kenarlı, büyük beyaz bir tasta ben onun kel başını yıkamıştım. O sabunun kokusu hala aklımda” demiştim.

Her duygunun ardında DNA hücrelerimiz kanalıyla nesilden nesle aktarılan bir bilgi vardır.

Bazı toplumların neden cimri bazılarının neden hırçın ya da eğlenceli olduğunu izah edebileceğimiz kadar etki eden duygulardır bunlar bir nevi.

Duyguları tanımlamanın bir matematiği olduğunu eğitimi yazarken anladım.

Nasıl mı?

Mesela;

Nefret = Öfke + İğrenme

Kıskançlık = Kaybetme korkusu + Öfke

Korku > Güven = Boyun eğme

Güven >Korku = Teslimiyet

Duygular, çeşitli süreçlerde işler.

Hayal kırıklığı – Adaletsizlik (Haksızlık hissi) – Kızgınlık- ÖFKE

İşe yarayan ve yaramayan duygular vardır. Hoşgörü, merhamet veya nefret, kin, kıskançlık gibi.

Kendisi için “Ben çok duygusalım” diyenlere sorum şu olacak: “Hangi duygunun duygusalısın?”

İşte bütün mesele bu.

Başak Tacer… Martı Dergisi…