İşler biraz değişmeye başlamış kalbinde…

 

 Nette tanışan iki genç arkadaş olurlar. zaman içinde sıkı bir dostluğa dönüşen beraberliklerini zedelememek için hiç bir zaman birbirlerini görmemeğe, fiziki özelliklerinden bahsetmemeye karar verirler.

İsimlerin, şekillerin olmadığı sadece ruhların derinliklerinden gelen en samimi duyguların dile getirildiği zaman ve mekan unsurlarından soyutlanmış bir birliktelik içinde sürer dostlukları.

Ve… bir gün bakarlar ki birbirlerini tamamlayan iki varlık olmuşlar. Yazışmadıkları gün hatta saat olmamaya başlamışlar. Adeta nefes alış gibi doğal bir bütünleşme, isim takamadıkları bir aşk gelişmiş içlerinde. Tüm beşeri sıfatlardan sıyrılmış, bambaşka bir halmiş bu.

Aradan geçen zaman zarfında, artık kesinlikle birbirlerinden asla kopamayacaklarına inandıkları gün; tanışmaya ve evlenmeye karar vermişler.

Ve ikisinin de çok iyi bildikleri bir kentin çok iyi tanıdıkları bir sahilinde buluşmak üzere anlaşmışlar.

Hanımın elinde kırmızı güller ve dudaklarında sevgi dolu bir gülümseme olacakmış. Erkek ise hiç bir alamet taşımayacakmış.

Nihayet beklenen gün gelmiş. Genç erkek sözleştikleri yere yaklaştıkça kalbi duracak gibi oluyormuş. İşler biraz değişmeye başlamış kalbinde. Ya çok çirkin bir kadınsa sevdiceği, ya kör, topal ise. Biraz hata yaptığını düşünür gibi olmuş ama çabuk savmış bu kendine ve aşkına yakışmayan düşünceleri zihninden.

Karşıda elinde bir gül tutan ve sağa ,sola bakınan hanımı görmüş. İçi hop etmiş fakat dudaklarında beliren düş kırıklığını biraz olsun giderebilmek için bir, iki derin nefes almış ve son derece kararlı adımlarla hanımın yanına yaklaşmış.

Annesi yaşında hatta daha da yaşlı, saçları pamuk gibi bembeyaz, yüzü yaşadığı yılların derin izleri ile buruşmuş fakat dudaklarında güzel bir o kadar da şaşkın bir tebessümle kendine doğru yaklaşan genç erkeğe bakıyormuş. Gözleri bin bir soru ile kıpırdıyor, yorgun göz kapakları arada bir feri kaçmış gözbebeklerini uzaklara yönlendiriyor ama yaşlı kadın gözlerini genç erkeğin bakışlarına kilitlemeye çalışıyormuş.

Zihninde çeşit, çeşit zıt fikirlerin koşuştuğu genç adam bir, iki yutkundu ve gücünün son raddesindeki bir hıçkırıkla,

– Merhaba aşkım. Nasılsın ? dedi.

Kadere teslim olmuştu. Söz vermişti. Biliyordu her şey olabilirdi. Bir an gözlerini kapadı ve yazışmalarını hatırlamaya çalıştı. Onca duygu dolu kelimeler, sevda yüklü vaatler, parlak gelecekler nasıl olmuştu da bu yaşı geçmiş hatunun kaleminden dökülebilmişti. Bir türlü inanamıyordu fakat gerçek gün gibi ortadaydı.

Yaşlı kadının elinde tuttuğu kırmızı güller aldı ve tarif edilemeyen bir duyguyla onları öptü. Sonra elini uzattı ve,

– Hadi kalkmana yardım edeyim aşkım buradan uzaklaşalım. dedi.

Olanları anlamsız gözlerle seyreden yaşlı kadın dudaklarını araladı ve,

– Ey oğul, ben yıllardır bu kelimeyi unutmuş anan belki ninen yaşta bir kadınım, neler oluyor anlayamadım ama o gülleri elimden niye aldın. Onları bana şu ilerde oturan genç kız verdi, birini bekliyormuş, burada buluşacaklarmış. Gelirse benim tarafımdan bu gülleri ona verir misin demişti. Ben de o genci bekliyordum, yoksa o sen misin?

Genç adam bir an soluksuz kaldı, boğazında düğümlenen hıçkırık ve karmakarışık duygularla yaşlı kadının işaret ettiği yöne baktı. Bir çift sevgi ve minnettarlıkla parlayan yeşil göz kendisine gülümsüyordu. Telaşla yaşlı kadının ellerini öptü ve gülleri ona tekrar vererek işaret edilen tarafa koşmaya başladı. Genç kız da ayağa kalkmış onu bekliyordu.

Seni izledim. şayet gülleri almayıp geri dönseydin sessizce buradan uzaklaşacaktım. Seni doğru tanımışım aşkım . . .

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Isırıyo ama buuuu…. günün fotosu 20/09/2011

Günün Fotosu kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Eskişehir’de lületaşı var, gondol var, çi börek var…

Geçen sene mayıs ayında Yunus Emre Kültür ve Sanat Etkinlikleri kapsamında iki günlüğüne Eskişehir’e gittim… Aslında İstanbul’dan trenle Eskişehir’e çok kolay ulaşıldığını duydum ama otobüs yolculuğuna çok alışık olduğum için otobüsle gitmeyi tercih ettim…

Eskişehir’e varınca ilk olarak Yunus Emre müzesine gittim… Yunus Emre’den bir sürü dörtlükler asılmış müzeyi büyük bir huşu içinde gezdim…

“Sevelim…

Sevilelim…

Bu dünya kimseye kalmaz…”

dizelerinin başında uzun süre durdum… Nedense bu dizelere bir zaafım var… Arkasından hayat hikayesini okudum, bol bol fotoğraf çektim ve istemeyerek de olsa oradan ayrıldım… Çünkü yapacak, gezecek çok şey var bu şehirde…

Hemen şehrin ortasından geçen Porsuk çayının olduğu yere gittim… Burası zaten şehrin can damarı… Sağlı sollu kafeler ve dükkanların olduğu uzunnn bir cadde burası…  Porsuk çayının üzerine sıra sıra köprüler yapılmış ve hepsi ayrı bir renge boyanmış… Önce biraz yürüyerek etrafı keşfetmek istiyorum… Mor, mavi, beyaz köprüler yanımdan bir bir akıp gidiyor… Cadde inanılmaz hareketli, gencecik insanlar şarkılar söyleyerek, neşeli bir şekilde yanımdan geçiyorlar… Bunları bir de dereden görmek lazım diyip tekne turuna katılıyorum… Yaklaşık bir saat sürüyor tekne turu ve sizlere de mutlaka tavsiye ederim… Ne kadar çok köprü yapılmış öyle… Hepsi birbirinden farklı modelde köprüler çok şirin gözüküyor.

Şehrin yaş ortalaması çok düşük… 20’li yaşlarda insanlar burayı doldurmuş ve onların coşkusu, enerjisi size de geçiyor… Buraya öğrenci şehri demelerinde yerden göğe haklılar… Aynı zamanda çok düzenli ve temiz bir şehir… Operasına, arkasından cam ve lületaşı müzesine ve son olarak da açık hava uçak müzesine rahatlıkla ulaşıyorum…

Müzeler çok keyifli… Camın ve lületaşının nasıl işlendiğini gösteren atölyeleri görebiliyorsunuz. Lületaşından yapılmış pipoların işçiliği ise muazzam…  Ben lületaşından yapılmış bir tespih almaya karar veriyorum ama aklım pipolarda kalıyor… Sonra uçak müzesinde bin bir çeşit uçağın içine oturup keyif yapıyorum… Pilotlara çok özeniyorum… Başka bir hayatta pilot olmayı denemem lazım diye düşünüyorum

Artık soluklanmak istediğim için hafif raylı metroya binip Porsuk çayının oralara gidip bir lokantaya çöküyorum… Bu yörede “çi” börek yememi tavsiye etmişlerdi… Tavsiyelerine uyup bir porsiyon “çi” börek söylüyorum…   Tatar kültüründen geliyor bu börek ve sonunda ‘ğ’ harfi olmadan söylediğinize emin olmanız gerekiyor… Yoksa garson size ters ters bakıyor benden söylemesi… Porsiyonda büyükçe altı adet “çi” börek geliyor… Bunu ben nasıl yerim diye düşünürken kendimi hepsini yemiş buluyorum… İnanılmaz lezzetli… Kızgın yağın içine bir batırıp, bir de çevirdiklerinden içi yağda tutmuş… Nefis bir börek bu “çi” börek… Benden söylemesi…

Oradan Anadolu Üniversitesi’ne geçiyorum… İnanılmaz büyük bahçesi olan bir kompleks… Yürü yürü bitmiyor…  Okul yıllarım aklıma geliyor, çayırda çimende defterleriyle oturmuş çocuklara bakıyorum ve içimi bir özlem duygusu dolduruyor…

Vee akşam saatleri olmaya başladığından Yunus Emre Kültür Merkezine doğru yola koyuluyorum… Burada şiir dinletisi var… Çeşitli ülkelerden gelmiş bir sürü şair Yunus Emre’nin anısına şiir okuyacak… Dans gösterileri yapılacak… Merkeze varıyorum… Çok kalabalık… Kendime zar zor bir yer bulup yerleşiyorum… Üç saatin nasıl geçtiğini anlamıyorum. Çıkışta bize üç kitaptan oluşan bir Yunus Emre seti hediye ediyorlar, çok hoşuma gidiyor…

Yürüye yürüye otelime giderken sokakta yapılan bir gösteriye daha denk geliyorum… Çok güzel yerel kıyafetlerle halk oyunları yapılıyor… Onu da seyredip yorgun argın otelime varıyorum… Ertesi gün gezilecek bir sürü yerin listesiyle uyuya kalıyorum… Onları da bir sonraki yazımda paylaşmak üzere…

Sağlıcakla,

Anette Inselberg

Çalakalem Gezilerim... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Gece ile gündüzü nasıl ayırt edersiniz…

 

 

Bir bilge kişi, çölde öğrencileriyle otururken demiş ki; “?Tam olarak ne zaman karanlık başlar, ne zaman ortalık aydınlanır?”

Öğrencilerden biri; “Uzaktaki sürüye bakarım,” demiş, “koyunu keçiden ayıramadığım zaman akşam olmuş demektir.”

Başka bir öğrenci söz almış ve “Hocam” demiş, “İncir ağacını, zeytin ağacından ayırdığım zaman, anlarım ki sabah başlamıştır.”

Bilge kişi, uzun süre susmuş. Ögrenciler meraklanmışlar ve  “Siz ne düşünüyorsunuz hocam?” diye sormuşlar.

Bilge kişi şöyle demiş;  “Yürürken karşıma bir kadın çıktığında, güzel mi çirkin mi, siyah mı beyaz mı diye ayırmadan
ona “bacım” diyebildiğimde ve yine yürürken önüme çıkan erkeği, zengin mi yoksul mu diye bakmadan,
milletine, ırkına, dinine aldırmadan, kardeşim sayabildiğimde anlarım ki; sabah olmuştur,

AYDINLIK başlamıştır
Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

İnsanlara zarar vermeden bulduğumuz gibi hatta iyileştirerek bırakalım…

 

 

Nasıl bir yerden giderken arkamızı toplayıp gidiyorsak, etrafı temizleyip gidiyorsak, bir insanla yolumuzu ayırırken de zarar vermeden gitmesini bilmeliyiz…

Hatta ilişki sürerken onu iyileştirip, olduğundan iyi hale getirip öyle gitmesini bilmeliyiz…

Sonra bu kadar kırgın, hırçın ve öfkeli insan nerden çıktı diye şaşırmamız gerekir…

Sağlıcakla,

Anette İnselberg

Çalakalem Yazılarım... kategorisinde yayınlandı. 1 Comment »

Yarın gelip başlıyim o zaman ben…

Karikatür kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Herkes kendi haddini bilmeli…

 

 Çok eskiden, kendini beğenmiş şımarık bir fare ile, akıllı ve alçak gönüllü bir …deve yaşardı.

Bir gün karşılaşıp arkadaş oldular.Fare:
… -Sana kılavuzluk etmeliyim! dedi…Yularından çekip istediğim yere götürmeliyim!…
Deve arkadaşının küstahça teklifine razı oldu. Bir süre gittikten sonra küçük bir dere kenarına ulaştılar.
Devenin diz kapaklarına bile ulaşmayan su, Fare için uçsuz bucaksız bir deniz gibiydi…
-Ben buradan geçemem diye fısıldadı korkuyla…
Deve:-Ne bekliyorsun? diye çıkıştı. Kılavuz önden gider, dal bakalım suya…
-Ama… diye kekeledi Fare, görmüyor musun su çok derin?
Fare mahcup olmuş, boyundan büyük işlere giriştiği için kıpkırmızı kesilmişti…
-Sizin için küçük ama, bana göre çok büyük bir su diye inledi. Ben artık kılavuz olmaktan vazgeçiyorum. Keşke daha önceden düşünseydim de boyumdan büyük işlere girişmeseydim…
..-Evet, dedi Deve, yumuşak bir sesle, herkes kendi haddini bilmeli ve asla aldatıcı gurura kapılmamalı…

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Balık köfte…

 

1 veya iki adet palamut/lüfer

3 Adet Yumurta

2 Dilim Bayat Ekmek

3 Adet Domates

4 Adet Soğan

1 Tatlı Kaşığı Toz Şeker

1 Kahve Fincanı Fıstık

1 Kahve Fincanı Üzüm

1 Paket Yenibahar

Yeterince Un ve Kızartma Yağı

Yeterince Tuz ve Karabiber

YAPILIŞI

                      Balıkları temizledikten sonra güzelce yıkayalım. İri parçalara bölüp üstüne kadar su doldurup haşlayalım. Kapağı açık 20 dakika kaynatıldıktan sonra balıkları sudan çıkaralım. Derisi kılçıkları ve siyah etleri ayıklayalım.

                      Ayıkladığımız etleri köfte yapmak için çukur bir kaba koyalım. İçine yumurta ,ıslatılıp sıkılmış ekmek, haşlanmış patates, soğan rendesi, toz şeker ve biraz tuz ilave edip yoğuralım. Yoğururken fıstık, üzüm, yenibahar, karabiber ekleyip köfte hamuru yapalım. Bu harçtan küçük parçalar alıp yuvarlayarak ince uzun köfteler yapalım. Bekletmeden una bulayıp kızgın yağda kızartalım

Yemekte Ne Var ??? kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Nihayet son kurabiye kalınca kadın: “Bu küstah adam şimdi ne yapacak?” diye düşündü…

 

 Büyük bir hava meydanının bekleme salonunda, genç bir kadın uçağına binmek üzere bekliyordu.

Uçağın hareketine saatler olduğu için zaman geçirmek için bir kitap ve bir paket küçük kurabiye satın aldı.

… Dinlenmek ve kitabını okumak için VIP salonunda bir koltuğa yerleşti.

Kurabiye paketinin durduğu sehpanın yanındaki koltuğa bir adam oturdu; dergisini açıp okumaya başladı.

Genç kadın ilk kurabiyesini aldı. Adam da bir tane aldı. Bayan çok rahatsız hissetti kendisini ve:

“Sinir birşey! Havamda olsaydım bu cüretinden dolayı onu yumruklardım!”diye düşündü.

Bayan bir kurabiye alıyor, adam da bir tane alıyordu. Çıldıracak gibiydi bayan ama olay çıkarmak istemiyordu.

Nihayet son kurabiye kalınca kadın: “Bu küstah adam şimdi ne yapacak?” diye düşündü.

Adam son kurabiyeyi aldı; onu ikiye böldü ve bir parçayı kadına verdi

Aaaa! Bu kadarı da fazla! Çok öfkelenmişti şimdi! Kadın sinir içinde kitabını ve diğer şeylerini alıp bir fırtına gibi giriş salonuna oradan da uçağın içine yöneldi.

Uçaktaki koltuğuna oturdu. Gözlüğünü almak için çantasını açtı. Ne görsün? Kurabiye paketi açılmamış olarak orada duruyordu.

Çok utandı. Çok büyük bir yanlış yaptığını anladı. Kurabiyelerinin paketini açmadan çantasına koyduğunu unutmuştu.

Adam kendi kurabiyelerini, hiç sinirlenmeden, yüksünmeden kadınla paylaşmıştı,

Kadın kurabiyelerinin paylaşıldığını düşünerek çok sinirlenmişti. Ve şimdi bu durumu açıklama şansı yoktu. Özür dileme olanağı da kalmamıştı.

Telafi edemeyeceğiniz dört durum vardır.

Taş atıldıktan sonra!

Söz ağızdan çıktıktan sonra!

Fırsat kaçtıktan sonra!

Zaman geçtikten sonra!

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Civcic suda yüzüyor… günün fotosu…19/09/2011

Günün Fotosu kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Yaşamak ne demektir?

Yaşamak ne demektir?

Kendin olabilmektiir!   

 Kendine gelebilmektir!   

Kendini sevebilmektir!   

Kendini bulabilmektir!     

Kendinle olabilmektir

Kendini affedebilmektir…

Kendine güvenebilmektir…

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Hangisini seçerdiniz ? Zenginliği mi, Başarıyı mı? Sevgiyi mi?

Üç İhtiyar Misafir

…Bir kadın, kapıdan dışarı çıktığında, bembeyaz sakallı üç ihtiyarın kendi evinin önünde oturduklarını görür.

‘Ben sizi hiç tanımıyorum, der..

Ama aç ve susuz olmalısınız.. Lütfen içeriye gelin de sizlere bir şeyler ikram edeyim…’

‘Evin erkeği içerde mi?’ Diye sorar adamlar.

‘Hayır, der kadın. Şu an evin dışında.’

‘O evde olmadığı sürece bizim bu eve girmemiz mümkün değil…’ diye cevap verirler.

Akşam olup kocası eve döndüğünde kadın olanları anlatır.

‘Peki, onlara söyleyebilir misin, der adam. Ben evdeyim artık, bu eve gelebilirler…’

Kadın dışarı çıkıp bu kişileri içeri davet eder.

Ama bu defa da;

‘Hepimiz aynı anda içeri girmeyiz’ der yaşlı adamlar.

Kadın öğrenmek ister;

‘Niye giremezsiniz?..’

İhtiyarlardan biri açıklar:

‘Onun adı ZENGİN, der bir arkadaşını göstererek.

Diğeri BAŞARI..

Ben ise SEVGİ..’

Sonra ekler; ‘Şimdi içeri gir ve kocanla konuş. Hangimizi evinizde istersiniz?..’

Kadın içeri girip söylenenleri kocasına anlatır. Adam duyduklarıyla neşelenerek;

‘Ne güzel, der. Madem öyle, Zengin’i içeri çağıralım ve evimizi zenginlikle doldursun…’

Karısı itiraz eder;

‘Canım, niçin Başarı’yı çağırmıyoruz?’

Bu sırada, evin diğer köşesinde bulunan gelinleri konuştuklarını duyar. Koşarak gelir ve kendi fikrini söyler;

‘Sevgi’yi çağırsak daha iyi olmaz mı? Evimiz sevgiyle dolar!..’

‘Gelinimizin teklifini dikkate alalım, der adam karısına… Dışarı çık ve bizim misafirimiz olması için Sevgi’yi davet et.’

Kadın dışarı çıkar ve yaşlı adamlara sorar;

‘Hanginiz Sevgi idi? Lütfen içeri gel ve misafirimiz ol…’

Sevgi ayağa kalkar ve eve doğru yürümeye başlar. Fakat diğer iki yaşlı adam da onu takip ederler… Kadın şaşırmış bir halde Zengin ve Başarı’ya sorar;

‘Ben sadece Sevgi’yi davet ettim, siz niye geliyorsunuz?’

Zengin ve Başarı bir ağızdan cevap verirler:

‘Eğer Zengin’i ya da Başarı’yı davet etmiş olsaydın diğer ikisi dışarıda kalırdı. Ama sen Sevgi’yi davet ettin… O nereye giderse biz de ardından oraya gideriz. Çünkü
nerede Sevgi varsa, orda Başarı ve Zenginlik de vardır!..’

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Kirayı yatırmış mıydın?

Karikatür kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Rüzgarı suçlamayı bırak, yelkenleri kullanmayı öğren…

Çaresizlik öğrenilmiştir Başarılı olmak da öğrenilebilir. Sende sandığından fazlası var! Gelebileceğin en iyi yerde değilsin.

Yeni bir hayat için gereken, yeni bir akıldır. Doğru şeyi yapmak için yanlış zaman yoktur.

Rüzgarı suçlamayı bırak, yelkenleri kullanmayı öğren! Seyirci koltuğundan sıkıldıysan, sahneye çık. Sahnede  her zaman bir kişiye daha yer var. Her şey seninle başlar!

Başkaları yapabildiyse, sen de yaparsın.

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Sorumluluk kimde…

 

…Çocuğumuz düşüp kafas ını masaya çarpınca biz hemen masayı döveriz,’he masa ehhhh sen niye orada duruyorsun’ diye.

 Çocuk masa orada durmasa kafasını çarpmayacağını sanır ve büyüdükçe yaptığı her hatayı yükleyecek birini veya bir şeyi mutlaka bulur.’ 

Malum…

 

Dolar patlarsa?

Enflasyon Canavarı’ndan

 

Sanal ‘sorumlumuz’ bile var… Yollarda her gün 20 insanımız heba oluyor.

Trafik Canavarı’ndan…

  Evleri su basıyor.

Yağmurdan…

 

Ormanlar yanıyor.

Sigaradan…

 

Gemi batıyor.

Dalgadan…

 

İyi de kardeşim, uçak neden düşüyor?

Rahmetli pilottan…

 

Peki bu şartlarda hayatta kalmayı nasıl başarıyoruz?

 

Allah’tan…

 

Üstün Dökmen

 

Ruhsal Büyüme... kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »