
Günlük hayatın ayrılmaz parçası stresle baş etmenin etkin ve az bilinen bir yolu da “Hayır!” demesini öğrenmek… – İşyerinizde çat kapı sizi ziyarete gelen arkadaşınıza çok yoğun olduğunuzu söyleyemiyor musunuz? – Lokantada yağsız istediğiniz salatayı yağlı getirdiklerinde “neyse..” diyerek alıkoyuyor ve söylene söylene yiyor musunuz? – Sizden istenenleri asla reddedemiyor musunuz? – Bir grup konuşmasında insanlarla aynı fikirde olmadığınızı söyleyemiyor musunuz? – Haksızlığa tahammül edemediğinizi düşündüğünüz için kuyrukta önünüze geçenlere avazınız çıktığı kadar bağırıyor musunuz?Kulübe hoş geldiniz, atılganlık (assertiveness) becerinizi geliştirmeniz gerekiyor! Davranış bilimi alanında yapılan araştırmalar gösteriyor ki, pasif (edilgen) ya da agresif (saldırgan) iletişim yollarını daha çok kullanan insanlar stresten ve zamanı iyi kullanamamaktan da muzdarip. Pasif iletişim tarzı baskın olan kişiler, hayır diyemeyen, genelde başkalarının fikirlerini paylaşan ve bunun sonucunda üzüntü ve yılgınlık yaşayan kişilerdir. Bunun tam tersi olan agresif davranış şekli baskın olanlar ise, başkalarının haklarını hiçe sayan, her koşul altında hakkını öfkeyle arayan kişilerdir. Psikolojik sağlık açısından baktığımızda her ikisi de aynı miktarda stres vericidir.
Atılganlık ise her ikisi de değildir. Atılgan davranışı basitçe, fikirlerimizi öfkelenmeden ifade etmek, istemediğimiz şeyler için hayır diyebilmek becerisi olarak tarif edebiliriz.
…
Atılgan insanlar yalnızca sözcükleriyle değil, beden dilleri ve ses tonlarıyla da karşı tarafa fikirlerini kararlı ancak kırıcı olmayan bir şekilde iletebilirler.
İşte daha atılgan olmak için birkaç ipucu:
Ne istediğiniz ve ne istemediğiniz konusunda olabildiğince açık olmaya çalışın: Yanlış: çok geç kalma! Yanlış: Hele bir geç kal da…! Doğru: ….saat 5’den önce evde olmanı isterim.
Vermek istediğiniz mesajı sahiplenin başka bir değişle “ben dili” kullanın: Yanlış: yanlış düşünüyorsun! Doğru: ben senin gibi düşünmüyorum. Yanlış: bak yine beni kızdırıyorsun. Doğru: eve bu saatte gelmene sinirleniyorum.
Değişmesini istediğiniz durum ya da davranışı söyleyin ve sizin nasıl olmasını tercih ettiğinizi ekleyin. Yanlış: Yine geç kaldın! Doğru: Toplantıya geç gelmene sinirleniyorum, bir dahaki sefere vaktinde gelmeni istiyorum.
Unutmayın, atılgan davranış dürüst bir tutumdur ve başkalarına saygı göstermeyi de içine alır. Alışkın olmadığınız için başta kullanmakta zorluk çekseniz bile, yalnız kaldığınızda deneyerek ve önce basit durumlarda kullanarak, yavaş yavaş öğrenebilirsiniz.
Bir an için su olduğunu düşün. Su denli özel, su denli yararlı ve su denli çok, tükenmez… İnanıyorum ki gerçekten de öylesin. Ama ister çeşmelerden dökül, ister göklerden yağ, ister nehirler dolusu ak; dibi olmayan bir kovayı dolduramazsın… Unutma! Daha çok bağırdığında daha çok dinlenmezsin, gürültünün parçası olursun yalnızca!…
Ormandaki hiç bir hayvan, ırmağın gürültüler koparan yerinden su içmeye çalışmadı şimdiye kadar. Hepsi hep sabahın en sakin anını bekledi; suyun durgun yerlerini bulabilmek için. Gittiler ve sakin sakin gereksinimlerini giderdiler, onlar için en uygun olan kendi istedikleri zamanda! Sen hep bir su olduğunu düşün. Su gibi güzel, su gibi özel, su gibi yararlı, su gibi vazgeçilmez… Ve su gibi yaşam kaynağı olduğunu düşün. Ama su gibi yaşatıcı ol.
Su gibi yıkıcı, sürükleyici ve öldürücü değil! Tarlalarını basma insanların, yuvalarını yıkma; sana ´felaket´ denmesin. Vadiler ve ovalar varken önünde, yayılabileceğin küçük ırmaklara ayırabiliyorsan kendini ve bardaklara bölebiliyorsan, yaşam verirsin çevrene. Yoksa hep duyulmayan, dinlenmeyen, korkulan ve kaçılan olursun seller afetler gibi.
Tercih elindeydi hep ve hep elinde olacak…
Ya dilini tutmayı öğreneceksin, ya da hiç durmadan konuştuğun için, yalnızca bomboş ve anlamsız sesler çıkartan birisi olduğunu zannettireceksin çevrendeki insanlara! Düşüneceksin, kimin dinleyip dinlemediğini, kimin anlayıp anlamadığını. Düşüneceksin, anlatmak istediklerinin ne kadarını anlatabildiğini… Hatta anlayanların anladıklarının da, senin anlattıklarının ne kadarı olduğunu düşüneceksin…
Konuşmak için en uygun zamanı bekleyecek, en az ama en uygun sözcükleri seçmeye çalışacaksın… Yolcuların, önceden aldıkları biletleri ceplerinde olduğu halde, saatlerini kontrol ederek, zaman yaklaştığında, vapurun kalkacağı iskelede hazır olmaları gibi, sen de fikrini bildireceğin kişinin ´kıyıya yanaşmasını´ bekleyeceksin!.. ´Ben canım isteyince giderim iskeleye, vapur da o saniyede gelmek zorunda!..´ demeyeceksin.
´Ben aklıma geleni aklıma geldiği biçimde söylerim. Karşımdaki de değil duymak, değil dinlemek, anlattığımdan bile fazlasını anlamak zorunda!..´ demeyeceksin. Keşke öyle olsaydı. Keşke haklı olsaydın ama maalesef değil… Ağzını açıp ´Şelaleden dökülen suyu´ içmeye çalışan bir tavşan gördün mü hiç?… Ya da önüne çıkan ağaçları bile sürükleyen bir selden susuzluk gidermeye uğraşan bir ceylan gördün mü?… Kaplanlar bile içebilmek için suyun durulmasını bekler; beyni olan her canlı gibi! Hadi… Sen şimdi ´su olduğunu´ düşün ve kendini ´su gibi´ hisset… Su gibi özel, su gibi güzel, su gibi yararlı… Su gibi yaşam kaynağı ve su gibi bitmez tükenmez olduğunu anımsa… Ve yine su gibi ´bir küçük bardağın içine´ sığdır ki kendini, girebilmeyi öğren insanların damarlarına. Yaşam ver… Vazgeçilmez ol…
Murat Gökmen…

Iphone için geliştirilen fotoğraf paylaşma uygulamasıdır … Şu an için sadece iPhone uygulamasına sahip olan Instagram çok kısa bir sürede 7 milyon kişi tarafından kullanılır hale geldi. Peki bu uygulamayı bu kadar popüler yapan ya da diğerlerinden ayıran neydi? iPhone ile hızlı bir şekilde fotoğraf çekme, farklı efektler uygulama ve en önemlisi çok kolay bir şekilde sosyal ağlarda paylaşma imkanı sunan Instagram’ın bu kadar popüler olmasının nedeni de hiç şüphesiz sosyal ağlara olan bağımlılığımızdan kaynaklanıyor
http://instagr.am adresinden bedavaya programı indirebiliyorsunuz…
Bu arda www.blurb.com isimli sitenin integram resimlerinizi istediğiniz boyutlarda basıp, albüm haline getirip, evinize postalama hizmeti olduğunu öğrendim… Bir arkadaşım salon duvarını bu küçük küçük çektiği fotoğraflardan oluşan bir tablo-albümle süslediğini görünce zihnim bir adım açıldı diyebilirm…
Teknoloji bizleri nereye götürür tahmin bile edemiyorum…
Sağlıcakla,

Sorunları halletmek için, bazen üzerine oturup… Düşünmek lazım…
Di mi ama:)))
Eğer Budha’nın sözlerini okursak çok ilham alırız, Lao Tzu’nun sözleri de çok ilham vericidir. Ancak bu büyük insanların tamamı, “bir gerçeği” fark etmişlerdir. Bu gerçeğe ulaştıktan sonra bize, bu gerçeği bir takım kurallar ve anlayışlar çerçevesinde aktarmışlardır.
Fakat bizler bütün bu kuralların içsel anlamlarını bilmeden şekilde kaybolur gidersek o zaman şefkatli olmak bir hapishanedir, öfkelenmemek bir hapishanedir, tatlı sözlü olmak bir hapishanedir. Eğer yöntemini bilmiyorsan öfkelenmemek yalnızca bir laftır, şefkat yalnızca bir laftır. Sadece damarımıza basılıncaya kadar iyi olur, damarımıza basıldığı anda deliririz. Bana iyi davranıldığı sürece iyi davranmayı başarmak kolaydır.
Lafta iyi kalpli, eleştirmeyici, şefkatli, öfkesiz olmak kolaydır; O yüzden aman dikkat … Lafta ne olduğumuzun bir önemi yok… Önemli olan bu öğretilerin içine girebilmek ve uygulamaya , öğrenmeye çalışmaktır… Anlamadığımız, içini dolduramadığımız herşey bizim hapishanemizdir…
Cem Şen
Çevrendeki olaylara ve akışa uyum göstermek zorundasın. Su içicem diye çağlayanlarda beklersen zarar görürsün…
Susadıysan sakin bir dere kenarına gidip suyunu içmelisin… Biraz yol yordam bilmelisin…
Unutma! Daha çok bağırdığında daha çok dinlenmezsin, gürültünün parçası olursun yalnızca!…
Bir yuzme havuzunun kenarinda otururken avuclarindan birisini biraz su ile doldurdu ve bana uzatip sunu soyledi: “Elimde tuttugum bu suyu goruyor musun? Bu “sevgi”yi sembolize ediyor.
Ben bunu soyle goruyorum: Elini ozenle acik tutar ve suyun(yani sevginin) orada kalmasina izin verirsen, her zaman orada kalacak. Ancak, parmaklarini kapamaya
kalkar ve sahip olmaya calisirsan buldugu ilk araliktan akacak.
Insanlarin sevgi ile karsilastiklarinda yaptiklari en buyuk hata bu. Buna sahip olmaya calisirlar, talep ederler, beklerler ve aynen elinizi kapadiginizda elinizden dokulen su gibi sevgi, ask da sizden kacar. Cunku sevgi ozgur olmalidir, onun dogasini degistiremezsiniz. Eger sevdiginiz insanlar varsa, onlarin ozgur birer varlik olmalarina izin verin.
Verin ama beklentiye girmeyin.
Tavsiyede bulunun ama emretmeyin.
Verir misin deyin ama hic bir zaman talep etmeyin.
Kulaga kolay gelebilir ama bu, gercekten anlayabilmek icin bir omur isteyebilecek bir derstir. Bu, gercek sevginin sirridir. Gerceten ogrenmek icin sevdiklerinizden ictenlikle birsey beklememeli ama onlara kosulsuzca ozen gostermelisiniz.”
Hayat aldigimiz nefes sayisi ile degil, nefesimizi kesen anlarla olculur.
Yasayin!

Hepimiz bir ağacın dalları değilmiyiz?
Hepimiz aynı yolun yolcuları değilmiyiz?
Ey insanoğlu ne diye kendi kusurlarını görmeyip de
Diğer insanların iyisine kötüsüne bakıp durursun?
Telgraf uzun mesafe iletisiminde en hizli yol oldugu zamanlarda, genc bir adam Mors Alfabesi operatoru olmak icin is basvurusunda bulundu.
Gazetede cikan bir ilana yanit vermek amaciyla ilanda yer alan adrese gitti.Oraya vardiginda buyuk, gurultulu, daginik ve islek bir binaya girdi. Arkada da telgrafin sesi vardi.
Resepsiyonistin masasindaki bir levha, is basvurusunda bulunanlarin bir form doldurmalarini ve icerideki ofise cagirilincaya kadar beklemelerini yaziyordu. Genc adam formu doldurdu ve diger 7 basvuranin bekledigi bekleme salonunda bir koltuga oturdu. Bir kac dakika sonra genc adam kalkti, odanin diger tarafina gecti ve icerideki ofisin kapisini acip dogrudan iceriye girdi. Dogal olarak diger is basvurusu icin bekleyenler, ne oldugunu anlamadan baslarini kaldirdilar. Aralarinda henuz kimseyi cagirmadiklariyla ilgili fisildastilar. Iceriye giden genc adamin bir hata yaptigini ve isi alamayacagini varsaydilar.
Birkac dakika icinde isveren, ofise giren genc adama ofisten disariya cikarken eslik etti ve bekleme odasinda diger basvuru icin bulunanalara “Beyler, geldiginiz icin cok tesekkur ederiz ama bu is pozisyonu doldu” dedi. Diger basvuruda bulunanlar birbirlerine sikayetlenmeye basladilar ve birisi konustu:
“Bir dakika! Anlamiyorum. O son olarak geldi ve biz hic bir zaman gorusme sansini bile yakalayamadik ama isi o aldi. Bu haksizlik!”
Isveren: “Ozur dilerim ama hepiniz burada otururken telgraf Mors alfabesinde su mesaji veriyordu: “Bu mesaji anliyorsaniz, o zaman iceriye gelin, is sizin!”
Ama hic biriniz duymadiniz veya anlamadiniz. Bu genc adam anladi. Is onundur.”
Hepimiz cok fazla işlek, hareketli, gurultu ve patirtili bir dunyada yasiyoruz. Insanlarin dikkatleri daginik ve kendi iç seslerini duyamiyorlar. Ne istediklerini, ne hissettiklerini, ne düşündüklerini duyamıyorlar….
Arkadaslar, kendi iç sesinizi duymaya ne dersiniz???
Sağlıcakla,