
Farenin burnuna nefis bir peynir kokusu gelmişti.
Araştırmak üzere deliğinden başını çıkarınca, bir kedi sesi işitti ve hemen deliğine sindi. Ertesi gün, yine fare delikten başını çıkarınca, kedi sesini duyup deliğine çekildi.
3. gün, fare iyice acıkmıştı. Kediyi nasıl aldatabilirim düşüncesiyle, delikten başını çıkardığında bu defa kedi sesi değil köpek havlaması işitti. Fare sevindi. Demek ev sahipleri kedi yerine köpek edinmişlerdi.
Kendinden emin ve rahat şekilde, peynirin kokusuna doğru giderken, odanın bir köşesinde gizlenen kedi, bir sıçrayışta fareyi yakaladı. Ve yanında kendisini merakla izleyen yavrusuna:
— Gördün mü yavrum, dedi, yabancı dil bilmenin faydasını…
* Vücudu serinletir.
* Su ihtiyacının bir bölümü kavundan sağlanabilir.
* İdrar söktürücü özelliği vardır.
* Kabızlığın giderilmesinde yardımcı olur.
* Yatıştırıcı etkisi ile rahatlık verir ve uykusuzluğa iyi gelir.
* Böbrekleri temizleyici özelliğinin yanı sıra böbrek taşlarını ve kumlarını dökmeye yardımcı olur.
* Hücre koruyucu özelliği sayesinde yaz aylarında güneşin zararlı etkilerine karşın cildimizi nemlendirir ve rahatlatır.
* Sıcakta artan besin bozulması, mikrop üremesi veya iltihaplanma gibi olaylara karşı bağışıklık sistemimizi güçlendirerek direnç sağlar.
* Bireylerdeki yağ hücrelerinin çoğalma ve gelişmesini baskılayarak zayıflama ve ideal kilonun korunmasını mümkün kılar.
Kaba saba, soluk, yıpranmış giysiler içindeki yaşlı çift, Boston treninden inip utangaç bir tavırla rektör’ün bürosundan içeri girer girmez, sekreter masasından fırlayarak önlerini kesti…
Öyle ya, bunlar gibi ne idüğü belirsiz taşralıların Harvard gibi üniversitede ne işleri olabilirdi?
Adam, yavaşça rektörü görmek istediklerini söyledi. İşte bu imkansızdı..
Rektörün o gün onlara ayıracak saniyesi yoktu..
Yaşlı kadın, çekingen bir tavırla; “Bekleriz” diye mırıldandı…
Nasıl olsa bir süre sonra sıkılıp gideceklerdi.. Sekreter sesini çıkarmadanmasasına döndü..
Saatler geçti, yaşlı çift pes etmedi..
Sonunda sekreter, dayanamayarak yerinden kalktı. “Sadece birkaç dakika görüşseniz, yoksa gidecekleri yok” diyerek rektörü iknaya çalıştı. Anlaşılan çare yoktu..
Genç rektör, isteksiz bir biçimde kapıyı açtı. Sekreterin anlattığı tablo içini bulandırmıştı. Zaten taşralılardan, kaba saba köylülerden nefret ederdi. Onun gibi bir adamın ofisine gelmeye cesaret etmek, olacak şey miydi bu? Suratı asılmış, sinirleri gerilmişti.
Yaşlı kadın hemen söze başladı. Harvard’da okuyan oğullarını bir yıl önce bir kazada kabetmişlerdi. Oğulları, burada öyle mutlu olmuştu ki, onun anısına okul sınırları içinde bir yere, bir anıt dikmek istiyorlardı.
Rektör, bu dokunaklı öyküden duygulanmak yerine öfkelendi. “Madam” dedi, sert bir sesle, “Biz Harvard’da okuyan ve sonra ölen herkes için bir anıt dikecek olsak, burası mezarlığa döner…”
“Hayır, hayır” diyerek haykırdı yaşlı kadın.. “Anıt değil… Belki, Harvard’a bir bina yaptırabiliriz”.
Rektör, yıpranmış giysilere nefret dolu bir nazar fırlatarak, “Bina mı?” diyerek tekrarladı, “Siz bir binanın kaça mal olduğunu biliyor musunuz? Sadece son yaptığımız bölüm yedi buçuk milyon dolardan fazlasına çıktı…”
Tartışmayı noktaladığını düşünüyordu. Artık bu ihtiyar bunaklardan kurtulabilirdi..
Yaşlı kadın, sessizce kocasına döndü: “Üniversite inşaatına başlamak için gereken para bu muymuş? Peki, biz niçin kendi üniversitemizi kurmuyoruz, o halde?”
Rektör’ün yüzü karmakarışıktı.. Yaşlı adam başıyla onayladı.
Bay ve bayan Leland Stanford dışarı çıktılar. Doğu California’ya, Palo Alto‘ya geldiler. Ve Harvard’ın artık umursamadığı oğulları için onun adını ebediyyen yaşatacak üniversiteyi kurdular.
Amerika’nın en önemli üniversitelerinden birini: STANFORD‘u.
*******
Ayağınıza kadar gelip, sizinle görüşmek isteyen insanlara yaklaşmadan önce bir kez daha düşünün
fw mail
Beldelerden birinde, her beldede bir örneğine rastlanan zengin ama cimri bir adam vardı.
Herkesin kendisini cimri diye bilmesinden rahatsız olan adam, bir gün o beldenin bilge kişisine gidip dert yanma ihtiyacı hissetti.
“Niye herkes benden nefret ediyor, anlamıyorum” dedi cimri. “Halbuki, öldükten sonra malımın bir kısmını hayır hasenat işlerine bırakacağım diye söz vermiştim. Bunu duymayan da kalmadı.”
Bilge kişi, adamın sözleri üzerine bir müddet sessiz kaldı. Sonra:
“Sana bir öykü anlatayım” dedi. “Domuz ile ineğin öyküsünü…”
“Tamam” dedi cimri, “anlat bakalım.”
Bilge kişi öyküsüne başladı:
“Bir gün, çiftliğin birinde bir domuz komşu ahırdaki ineğe, insanların kendisini hiç sevmediğinden dert yanmaya başlamış.
‘Senden ise’ demiş, ‘hep güzel sözlerle bahsediyorlar. Anlıyorum; sen onlara süt veriyorsun. Ama ben onlara daha da fazlasını veriyorum. İnsanlara etimi veriyorum, derimden ayakkabı yapılıyor. En iyi fırçalar da benim kıllarımdan yapılır. Hâlâ daha beni niye sevmezler, anlamıyorum?’
İnek, üzüntü içindeki domuza bir müddet öylece baktıktan sonra:
‘Belki de’ dostum dedi, ‘sen bütün bunları insanlara ancak öldükten sonra verdiğin halde, ben verdiklerimi hayatta iken verdiğimdendir…
Siz siz olun her şeyi hayattayken yapın…
fw mail
Bir gün bir ineğin çiftliğine dönmesi için bakir bir ormanın içinden geçmesi gerekti.
Mantıklı düşünme yetisi olmayan bir hayvan olduğundan kıvrıla kıvrıla ilerleyen, önce yokuş yukarı sonra yokuş aşağı devam eden, zorlu bir rota izledi.
Ertesi gün yolu aynı yere düşen bir köpek, ormanın öte yanına geçmek için ineğin gittiği yolu takip etti.
Sonra sıra bir koyun sürüsüne geldi. Sürünün lideri patikanın zaten açılmış olduğunu görünce oraya daldı ve tüm sürü de onu izledi.
Ardından insanlar da bu patikayı kullanmaya başladı: Bir sağa bir sola dönerek, ağaç dalları ve çalılardan kaçınmak için eğilip bükülerek ve bir yandan da -haklı olarak- söylenip küfürler ederek bu patikadan gidip geldiler.
Ama hiç kimse daha iyi bir alternatif yaratmak için bir şey yapmadı.
Böylesine yoğun kullanılması sonucunda patika zamanla küçük bir yola dönüştü.
İsteseler öte tarafa sadece yarım saatte geçebileceklerinden habersiz, insanlar ve ağır yük taşıyan zavallı hayvanlar, bir ineğin açtığı bu yolu takip ederek ormanın öte yanına üç saatte geçmeye mecbur kaldılar.
Yıllar geçti ve küçük yol bir kasabanın ana yolu, daha sonrasında da bir şehrin en önemli caddesi oldu. Ve herkes trafikten şikayet etti durdu, çünkü cadde olabilecek en kötü rotaya sahipti.
Bütün bunlar olurken yaşlı ve bilge orman, insanların var olan bir yolu, bunun en doğru seçim olup olmadığını bir kez bile kendilerine sormadan, nasıl da körü körüne takip ettiklerini seyrederek gülüyordu.
fw mail
Mutlu olmadığın biriyle mutlu görünmeye çalışma.
Olan sana olur …
Bukowski
Malzemeler
4 adet patlıcan
4 orta boy soğan …