İçe Atma Dışa At… Ama Nasıl???

1621874_523814164398237_1388271705_n[1]

Yıllarca her şeyi içine atmış ve bundan çok zarar görmüş biri olarak size rahatlıkla söyleyebilirim ki içe atma dışa at… Tabi dışa at demekle olmuyor. Nasıl atacağımız hakkında da çalışmalıyız. Ben dışa atma çalışmaları yapmaya karar verdiğimde sonuç aynen şu oldu: Karşımdaki ne demek istediğimi anlamadı. Valla anlamadı. Neden mi? Çünkü ben ne söylemek istediğimi toparlayamadım, neyi ne kadar söylemek istediğimi toparlayamadım, içimde zaten birikmiş şeyleri de aralardan fışkırttım. Karşımdaki de hiçbir şey anlamadı. Ben de kendimi söyledim işte diye sanıp rahatladım. Arkasından da aldı mı beni bi korku. Kötü mü yaptım, keşke söylemese miydim, ya şimdi onu kaybedersem. Bu sefer başladım karşımdakini bir alttan almaya inanılır gibi değil. Sanki bunca zaman dolmuş olan ben değilim de o. Yani anlayacağınız daha saçma sapan bir durum ortaya çıktı…

Her günde olumlama çalışıyorum; kendimi iyi bir şekilde tatlılıkla ve erprili bir şekilde ifade etmek istiyorum diye ama nafile. Bir şey söyleme çalıştığımda ya bağırır gibi konuşuyorum (içimde neler ukte kaldıysa böyle etkiliyor demek ses tonunu), ya rest çeker gibi konuşuyorum. İşin tatlılıkla yakından uzaktan alakası yok. Ve hiçbir sonuca ulaşamıyorum.

Sonra istediği her şeyi istediği gibi söyleyen insanları izledim. Gamsızlar anacağım. Esprili de söylüyorlar. Gerektiğinde kırarak da söylüyorlar. Ağlatıyorlar da. Ama kendi istediklerini, rahatsız olduklarını çatır çatır söylüyorlar. Ben de bir cesaret aldım söyliyeyim dedim; aman gene insanları kırıyor muyum, üzüyor muyum, kaybediyor muyum, aman beni sevecekler mi telaşı geri geldi. Söylediğime söyleyeceğime pişman oldum. Bir yandan da kendimi rahatlatmaya çalışıyorum; sen üzüleceğine, sen idare edeceğine, sen karşındakinin isteklerini yapacağına bırak biraz da onlar yapsın. Yapmıyorsa da uyuşmuyorsanız da o zaman uyuşan gelir. Kimse cefa çekmez. Bunu sürekli tekrarlayıp kendimi rahatlatmaya çalışıyorum. Konuşmadıkça, rıza gösterdikçe kendimin değil başkasının hayatını yaşıyorum çünkü. İçimde başlıyor bir bomba birikmeye.

Sonra birine böyle dan dan ne düşündüğümü söyledim, ‘’Aaaa sana ne oldu böyle. Sen iyi değilsin herhalde, biraz dinlen yarın konuşuruz’’ dedi. Hiç kaale almadı. Bir başkası ‘’sen dağdan mı indin ne o öyel hırt hırt’’ dedi. Öteki ‘’kendini çok iyi gizlemişsin vallahi bravo’’ dedi. Diyemiyorum ki arkadaşlar benim tüm derdim konuşamamak. Sonra birikiyor birikiyo abuk subuk patlıyo.

Yani anlayacağınız bilmem kaç sene uyguladığımız konuşmama programını bir kere de konuşma programına çevirmek zor. Ama kaşı gözü yara yara öğreniliyor. Bugünlerde nispeten daha çok ifade ediyorum kendimi. Sonrada diyorum ki ilerde kaybedeceğime şimdi kaybedeyim. Ya da bana uyan gelsin. İdare idare bana da yazık günah yani. Ben de hayatımı kendi isteklerime göre yaşamak istiyorum. Ya da en azından ortada buluşmak istiyorum. Bir geyşa gibi karşı tarafın her istediğine evet, evet demek istemiyorum zaten bir süre sonra bomba gibi patlıyorum. Uymuyorsa uymuyor kardeşim. Zorla değil yani. Kendime bol bol şu cümleyi tekrarlıyorum; Uyan gelsin… Uyan gelsin… Uyan gelsin…

Bir de şunu anladım ki bunları yapabilmek için insanın kendini sevmesi ve kendini değerli görmesi gerekiyor. Ve bu konularla ilgili de çalışma yapmaya başladım. O tabi başka bir yazının konusu. 

Size şunu da net söyleyebilirim eskiden vücudun ifade merkezi olan boğaz çakram, yani boğazım sürekli ağrırdı. Yani sene 365 gün benimki 395 gün ağrırdı. Sürekli mavi giyerdim. Şimdilerde bu ağrıların ne kadar azaldığını anlatamam. Yani anlayacağınız kafayı, gözü yara yara kendinizi anlatın arkadaşlar. Bir noktadan sonra öğrenilmeye başlanıyor. Aman söylemeyeyim ayıp olur diyoruz ya esas kendimize ayıp oluyor!!! 

Sağlıcakla,

Anette İnselberg