Ama sen kurtulmak istemedikten sonra ben ne yapayım ?”

Görev yeri de Urfa ‘ nın şirin bir köyü.Bir gün mühendisler köy meydanında ahaliyi toplayıp bir konuşma yapıyor.
Burası baraj seviyesinin altında , baraj suları toplanıp köy sular altında
kalmadan önce
devletin sizin için yaptığı tepedeki yeni köyünüze taşınmanız lazım diyorlar.
Bir kaç ay sonra yağmurlarla beraber baraj su tutmaya başlıyor.
Köylüler üçer beşer köyü terkedip tepede toplanıyorlar.
Bu arada bir grup köylü imamın yanına geliyor.
– Hadi hocam toplan da gidelim. diyorlar.
Ama bizim hoca itiraz ediyor.
” Olmaz” diyor.”Ben camimi terkedip hiç bir yere gitmem”
Köylüler şaşkın
-Aman hocam etme.Bak sular yükseliyor .Boğulup gidersin burda.
“Allah beni kurtarır” diyor hoca.
Köylüler ısrar ediyor ama nafile. Hoca hem inançlı hem inatçı.
Ne yapsınlar çaresiz gidiyorlar.
Yağmurlar hızlanıyor.Sular yükselmeye başlıyor köy tamamen boşalırken
son kez hocaya yalvarıyorlar.
-Hocam gözünü seveyim inad etme boğulup gideceksin burda.
Hoca öfkeyle ayaklarını yere vurup bağırıyor.
-Bi şey olmaz ! Allah beni kurtarır dedim size.
Sular iyice yükselince hoca caminin kubbesine çıkıyor.
İçinde zerre kadar şüphe yok.”görsünler iman gücü neymiş”
Şiddetle yağan yağmur altında bu kez sarı muşamba yağmurluklarıyla
baraj işçileri motorlu bir kayıkla cami kubbesine yaklaşıyor.
-Hadi hoca atla da gidelim…diyorlar.
Hoca oralı bile değil.
“Gidin siz” diye bağırıyor.”Ben camimi bırakıp gitmem”
-Aman hoca etme eyleme ..diyor işçiler.Sular caminin boyunu aşacak .Boğulup
gideceksin.
Ama hoca vazgeçmiyor.”Allah beni kurtarır” diyor.
İşçiler çaresiz geri dönüyor.Durumu bölgedeki askeri birliğe iletiyorlar.
Sular artık iyice yükselince Hocamız bu kez minarenin en üst noktasına çıkıp
öylece
sarılıyor.
Askeri birliğin komutanı bir helikopter gönderiyor bölgeye.
Yağmur altında artık gücünü iyice yitirmiş olan hocaya yaklaşıp
ellerindeki megafonla bağırıyorlar.
-Hocam sana ip atıyoruz.Sıkıca tutun helikoptere çekelim seni.
Hoca eliyle “gidin” işareti yapıyor bunlara.
Bir yandan da bağırıyor.”Karışmayın siz Allah’ın işine.
Beni rabbim kurtaracak dedim size…”
Zaten hava iyice bozmuş .Helikopter bir süre daha
uğraşıyor hocayı almak için.Sonra dayanamayıp o da
gidiyor.
Suların bir kaç metre daha yükselmesiyle birlikte
bizim hoca sulara gömülüyor ve boğularak ölüyor.
***
Derken melekler gelip hocanın ruhunu manevi aleme
götürüyorlar.İmanının çokluğundan dolayı da Allah’u Teala nın
huzuruna çıkarıyorlar.Rabbimiz kulunun iman gücünden çok memnun olmuş
ona cennetin güzel köşelerinden birini verecek.Fakat o ne.
Bizim hoca surat asıyor.
Yaradanımız kulunun sıkıntısını biliyor ama yine de ona soruyor.
-Hayrola kulum hoşnut olmadığın bir şey mi var.
Hoca yüzünü çevirip.” Ben sana küstüm” diyor.
“Küstün mü ? Hiç kul rabbine küsermiymiş.O nasıl söz ?”
“Küstüm evet .” diyor hoca “Ben senin beni kurtaracağına
o kadar iman etmiştim ama sen beni boğulmaya terkettin
niye beni kurtarmadın” deyince Yaradan ;
“Seni kurtarmak için çok uğraştım” der “Sana önce
köylüleri gönderdim , dinlemedin.Kurtulasın diye kayık
gönderdim binmedin.Senin için helikopter bile gönderdim .
Ama sen kurtulmak istemedikten sonra ben ne yapayım ?”


Nurgül’lerin Ufak Oğlan Zamanı Bükebiliyormuş Doğru Mu?

Eeee? Bu Benim Dün Gönderdiğim Paket?..

erdil575s%20(2)[1]

Bardağı yere bırakın bugün…

 

Profesör, elinde, içi dolu bir bardak tutarak dersine başladı.

“Bu bardağın ağırlığı sizce ne kadardır?” diye sordu.

Öğrenciler, ’50gr!’ …. ‘100gr!’ …. ‘125gr’ cevabını verdiler.

“Bardağı tartmadıkça gerçekten ben de bilemem” dedi profesör ve devam etti:

Ama, benim sorum şu: 

Bu bardağı böyle birkaç dakikalığına tutsaydım ne olurdu?”

– Hiçbir şey 

– Tamam, peki 1 saat boyunca tutsaydım ne olurdu?

– Kolunuz ağrımaya başlardı. 

– Haklısın; peki ya 1 gün boyunca tutsam ne olur?

– Kolunuz iyice ağrır, adaleniz spazm yapar, belki de

çözüm bulmak için hastaneye gitmek zorunda kalırsınız.

Sorularına cevap alan profesör, can alıcı noktaya temas etti:

– Peki tüm bu sorunlar olurken bardağın ağırlığında bir değişme ortaya çıktı mı?

Öğrenciler bir ağızdan cevapladılar: 

“Hayır.” 

– Peki o takdirde, zaman içinde kolun ağrımasına ve kas spazmına yol açan olay neydi?

Profesör ikinci bir soru daha sordu: 

– Acıdan ve ağrıdan kurtulmak için ne yapmam gerekir bu durumda?

– Bardağı bırakırsanız, rahatlarsınız.

Profesör beklediği cevabı almıştı.

Öğrencilerini kutladı ve bütün bu soruları sormasına sebep olan açıklamayı yaptı:

“Hayatın problemleri de böyle bir şeydir. Onları kafanda birkaç dakika tutarsan, bir sorun yaratmaz.Uzun bir süre düşünürsen, başın ağrımaya başlar. Ama hiç aklından çıkarmazsan,artık başka bir şey düşünemez hale gelirsin; bu seni bitirir. Elbette hayatınızdaki sorunları düşüneceksiniz; halletmeye çalışacaksınız.Ama en önemlisi, onları, her günün sonunda, uyumadan önce yere bırakmaktır.Bu şekilde strese girmez ve sabah taze bir beyinle uyanırsınız. Taze bir güne,yeni sorunlarla mücadele azmini kazanarak başlamış olursunuz. Bu yüzden arkadaşlarınıza vereceğiniz en önemli tavsiye,

‘Bardağı yere bırak’ olmalıdır.”

Alıntı

Yaşamayı Bilenlerin Öyküsü…

 

Bir keşiş araştırma yapmak için bir köye gitmişti. Önce o köyün mezarlığına girdi. Çünkü kültürlerin, yaşam felsefesinin böyle yerlerde gizli olduğuna inanıyordu.

Gözleri birden mezar taşlarının üzerindeki rakamlara takıldı. Mezar taşlarında 5, 867, 900, 20003, 4293, 8, 183 örneği birbiriyle hiç de bağlantısı olmayan rakamlar vardı. Uzun uzun düşündü, fakat bu rakamların anlamını çözemedi.

Köyün en bilge kişisine gitti, ona sordu:

“Nedir bu rakamlar Allah aşkına?” dedi. “Bu rakamların gösterdikleri ay mıdır, yıl mıdır, saat midir?”

Bilge kişi gülümseyerek yanıtladı:

“Bizler bebeklerimiz doğduğu zaman, bellerine bir ip bağlarız.” dedi. “Yaşamı boyunca her güldüğü an, o ipe bir düğüm atarız. Öldükten sonra ise, bellerindeki düğümleri sayar, düğümün sayısını mezar taşına yazarız.”

 

Bilge kişi, karşısındaki keşişin bir şey anlamadığını görünce açıklamasını sürdürdü:

“Böylece onun, ne kadar yaşamış olduğunu anlarız.”

 

Bir Hirsizin Portresi

Genç Macar Sanatçı Arpad Sebesy multimilyoner Elmer Kelen’in portresini yapmak icin gorevlendirilmisti.Gorev ozellikle zordu, cunku Kelen sadece uc kisa poz vermeye razi olmustu.Sonucta, Sebesy portrenin  cogunu ezberden yapmak zorunda kalmisti.
Kisitlamalara ragmen, Sebesy portrenin Kelen’e yeterince benzedigi gorusundeydi.Ancak, Kelen ayni fikirde degildi.Kibirli  milyoner  resmin kendisine benzemedigini one surerek portrenin parasini odemeyi   reddetti.Genc ressam resmini yapabilmek icin saatlerce titizlikle calismisti ve birdenbire bunu gosterecek hic bir seyi olmadigini fark  etti.
Milyoner studyodan ayrilirken, sanatci bir ricada bulundu,
“Portreyi size benzemedigi icin reddettiginizi belirten bir mektup yazabilir misiniz?”
Kelen bu kadar kolay kurtulduguna sevinerek razi oldu.Aylar sonra, Macar Sanatcilari Dernegi, Budapeste Guzel Sanatlar Galerisinde sergi acti.Kelen’ in telefonu calmaya basladi.Biraz sonra galeriye geldiginde Sebesy’nin yaptigi portresinin, uzerinde “Bir Hirsizin Portresi” etiketiyle teshir edildigini gordu.Magrur milyoner resmin indirilmesini istedi.
Mudur reddedince, Kelen resmin kendisini topluma alay konusu edecegi icin dava acmakla tehdit etti.Bunun uzerine mudur Kelen’in resmin kendisine
benzemedigi icin almayi reddettigini belirten imzali mektubunu cikardi.
Milyoner, artik resmin parasini odeyip almaktan baska care kalmadigini anlamisti.
Genc sanatci sadece son gulen olmakla kalmamis, ayni zamanda guclugu karli bir alisverise dondurmustu.Cunku milyoner resmi  almaya kalktığında fiyatın eskisinden on kat daha fazla oldugunu  gormustu.
Gordugunuz gibi, gucluklere teslim olmayi kabul etmemisti.Bunun yerine ofke ve aciya teslim olmaktansa yaratici ve yararli bir kapi acacak bir yol dusundu.
Kısaca ressam değerli bir prensip keşfetmişti.Yeni fırsatlar bizi genellikle sikintili anlarda ziyaret eder, ama bir kapi  kapanirsa, baska bir kapi acilir.

Alıntı

El Yakıyor Bunlar… Günün Fotosu…12.11.2013

Hiçbir yere taşmıyorum, Kendime sızıyorum yalnız.”

 

 

Hiçbir yere taşmıyorum
Kendime sızıyorum yalnız.”

  Edip Cansever

Her derde deva arkadaşlarım!

Arkadaşlarımın hepsini bir araya toplasam bayağı kafası karışır herhalde insanların. “Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim” lafının  anlamı kalmaz.

Neden hepsi birbirinden bu kadar farklı benim arkadaşlarımın?

Neden bazıları marjinal ötesi?

Biri arkadaşımsa diğeriyle nasıl anlaşabiliyorum? Neden kimse anlayamıyor?

Galiba onların hepsi içimdeki çok farklı “ben”leri gün ışığına çıkarıyor da ondan.

Biriyle uslu, kibar kız oluyorum.

Diğeriyle küfürlü konuşup, abuk şakalar yapıyorum.

Biriyle oturup ciddi ciddi konuşuyorum.

Diğeriyle saçma sapan şeylere kıkırdıyorum.

Biriyle evde oturup çay içiyorum.

Diğeriyle bara gidip dans ediyorum.

Birinin derdini dinleyip öğüt veriyorum.

Diğerinin bana verdiği öğütleri dinliyorum.

Hepsi bir bulmacanın parçaları sanki, tamamlayınca ortaya bir hazine çıkıyor. Arkadaş hazinesi!

Beni bazen benden daha iyi anlayan, iyi günümde, kötü gönümde beni yalnız bırakmayan arkadaşlarım…

ACELE KARAR VERMEYİN…

Lao Tzu Resimli Sözleri


Çin düşünürü Lao Tzu’nun öyküsü…

Köyün birinde bir yaşlı adam varmış. Çok fakirmiş ama Kral bile onu kıskanırmış… Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki, Kral bu at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış..

“Bu at, bir at değil benim için; bir dost, insan dostunu satar mı” dermiş hep. Bir sabah kalkmışlar ki, at yok. Köylü ihtiyarın başına toplanmış: “Seni ihtiyar bunak, bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın” demişler…

İhtiyar: “Karar vermek için acele etmeyin” demiş. “Sadece at kayıp” deyin, “Çünkü gerçek bu. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı? Bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez.”

Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler. Aradan 15 gün geçmeden at, bir gece ansızın dönmüş… Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine. Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş. Bunu gören köylüler toplanıp ithiyardan özür dilemişler.
“Babalık” demişler, “Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için, şimdi bir at sürün var..”

“Karar vermek için gene acele ediyorsunuz” demiş ihtiyar. “Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç.
Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?”

Köylüler bu defa açıkça ihtiyarla dalga geçmemişler, ama içlerinden “Bu herif sahiden geri zekalı” diye geçirmişler… Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler ihtiyara. “Bir kez daha haklı çıktın” demişler.

“Bu atlar yüzünden tek oğlun, bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın” demişler. İhtiyar “Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz” diye cevap vermiş.

“O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba ne kadar doğru. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez.”

Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın
kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin sonunda ya öleceğini ya da esir düşeceğini herkes biliyormuş.

Köylüler, gene ihtiyara gelmişler… “Gene haklı olduğun ortaya çıktı” demişler. “Oğlunun bacağı kırık, ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler, belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer…”

“Siz erken karar vermeye devam edin” demiş, ihtiyar. “Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde… Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şnssızlık olduğunu sadece Allah biliyor.”

Lao Tzu, öyküsünü şu nasihatla tamamlamış:
“Acele karar vermeyin. Hayatın küçük bir dilimine bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar; aklın durması halidir.
Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur.
Buna rağmen akıl, insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar. Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, başkası açılır. Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen
oracıkta olduğunu görürsünüz.”

Kalk Kız Bi Bak, Nahide Teyzenler Evde Mi?

Sizin durup soluklandığınız ve kendinizi toparlayabildiğiniz kaç adanız var çevrenizde …

Tanınmış gezgin Thomas Cook bir araştırma gezisi sırasında Atlas Okyanusu’nun ıssız bir yerinde çığlıklar atan milyonlarca kuşun havada daireler çizerek uçtuğunu gördü. Kulakları sağır edecek denli yüksek sesle çığlıklar atan kuşların kimileri yoruldukça kendilerini okyanusun dev dalgaları arasına atıyorlardı. Onlar bu son hareketleriyle yaşamlarına son veriyorlar kendilerini okyanusun dalgalarına bırakırken çaresizlikten ölüme teslim oluyorlardı.
Bu olaya yalnızca Thomas Co…ok değil¤ o bölgede ki balıkçılarda yıllardır tanık olmuşlardı. Kuş bilimcileri ise yaptıkları araştırmalarda göçmen kuşların farklı yönlerden gelerek okyanusta bu noktada birleştiklerini keşfediyorlar fakat onların birbirleri peşisıra kendilerini ölümün kucağına atmalarının nedenini bir türlü çözemiyorlardı.
Gerçek geçtiğimiz yüzyılın ortalarında anlaşıldı. Bu trajik olayın yaşandığı yerde bir zamanlar bir ada vardı. Göçmen kuşların göç yolu üzerinde bulunan bu ada bir deprem sonunda okyanusa gömülmüştü. İnsanların yok olduğunun bile ayırdına varamadıkları ada göç yollarının ortasında kuşlar için vazgeçilmez “dinlenme” durağıydı. Kuşlar binlerce yıllık kalıtımsal alışkanlıklarıyla adanın yerini bilmekteydiler ve yıpratıcı uzun yolculuklarının ortasında biraz dinlenebilmek ve toparlanabilmek için yine binlerce yıllık kalıtımsal güdüleriyle okyanusun ortasındakiadaya geliyorlardı ama… Olması gereken yerde adayı bulamayınca yorgunluktan bitkin bedenlerini çığlık çığlığa okyanusun sularına bırakmak zorunda kalıyorlardı.
Söz kendini toparlamaktan açılmışken soralım. Sizin hiç “kendinizi toparlayacağınız” bir adanız oldumu? Yaşamın uzun “göç yolları”nda acaba sizinde bir yudum taze soluk alabileceğiniz yolunuzun kalan bölümüne dinç olarak devam etmenizi sağlayabileceğiniz bir adaya sahip olabildiniz mi? Birgün yerinde bulamadığınızda ise ona illede ulaşmak ve sığınmak için başınız dönercesine dengeniz bozulurcasına çırpınıp kanat çırptığınız bir ada yaratabildiniz mi yaşantınızda kendinize?
Herşeyi sınırsızca paylaşabildiğiniz bir dost yola birlikte çıkacak denli güven duyduğunuz bir arkadaş size her zaman huzur verecek bir eş ulaşmak için yıllardır uğraş verdiğiniz bir amaç edinebildiniz mi? Şöyle daha bir iyi bakın çevrenize… Size gelen¤ size sığınan…Sizin gittiğiniz sizin sığındığınız…Sizin bulduğunuz dostlarınızı bir düşünüverin. Sonra da bir gerçeği görüverin gözlerinizle:
Sizin durup soluklandığınız ve kendinizi toparlayabildiğiniz kaç adanız var çevrenizde ve…
Durup sığınmak ve kendilerini toparlayabilmek gereksinimi duyan kaç dostunuz için siz bir adasınız?

Hayatın 7 Temel Kuralı…

Ben kalpleri kırarak değil, kazanarak hükmetmek isterim.

Ben kalpleri kırarak değil, kazanarak hükmetmek isterim.

Atatürk

“Sahip olduğunuz her şey bir bavula sığmalı; o zaman zihniniz özgür olabilir “…

“Sahip olduğunuz her şey bir bavula sığmalı; o zaman zihniniz özgür olabilir “…
-Charles Bukowski-