
aşure için gereken malzemeler:
hazırlanması: 1. aşureyi pişirmeye başlamadan 8-9 saat önce buğdayı büyükçe bir tencereye alıp üzerini 4-5 parmak geçecek kadar kireçsiz su ile doldurun ve bir taşım kaynatın.
2. nohut ve kurufasulyeyi birlikte yıkayıp bir tencereye alın ve buğdaydaki işlemi tekrarlayın.
3. her iki tencere de kaynadıktan sonra altını kapatın ve 8-9 saat dinlendirin.
4. 8 saat sonra tencerelerin altını tekrar açın, kısık ateşte (buğdayları arasıra karıştırarak) buğdaylar iyice ezilinceye, nohut ve kurufasulyeler de yumuşayıncaya kadar (yaklaşık 2,5-3 saat) pişirin. eğer tencerelerdeki su azalırsa kaynamış su ekleyin. buğday tenceresinin kapağını taşma tehlikesi nedeniyle açık bırakın.
5. buğdayın pişmesine yakın tencereye iyice yıkanmış pirinci ekleyin. bir sürede pirinçlerle beraber pişirin.
6. hepsi pişince nohut ve kurufasulyeleri buğday tenceresine ekleyin. 10-15 dakika daha kısık ateşte kaynatın. çekirdeksiz üzümü, kuş üzümünü ve kayısıları tencereye ekleyin. 15 dakika daha pişirdikten sonra toz şekeri ekleyin, bir taşım kaynatıp altını kapatın.
7. aşurenin kıvamını kaynar su ekleyerek dilediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz.
8.aşure soğuduktan sonra kaselere paylaştırıp tarçın/ceviz/fındık/nar ile süsleyin.
not: piştikten sonra aşurenin bir kısmına veya tamamına bir portakal kabuğu rendesi eklerseniz çok güzel bir tat yakalamış olursunuz
Bazen hayat bir bilgisayar oyunu gibi geliyor.Bir seviyeyi atlamadan öbür seviyeye geçemiyorsunuz.O seviyeyi geçene kadar da hep aynı tipte karakterler karşınıza çıkıyor.Gelenin tipi değişse de sizi hep aynı yerinizden vuruyor, sizi hep aynı şekilde incitiyor.Sizi inciten şey her ne ise, onu bir de genellediniz mi, o zaman işler iyice karışıyor:”Bütün erkekler, kadınlar, patronlar birbirinin aynıdır” gibi.Halbuki onu birçokları içinden siz çektiniz ve seçtiniz.Onunla yola devam etmeye siz karar verdiniz.İşin püf noktasını keşfedip bulunduğunuz seviyeyi atlayana kadar hep aynı tiplerle oynamaya devam ediyorsunuz.Gözden kaçırdığınız şeyi bulup düzeltene kadar…Bütün bu aynıların içinde artık yeniye merhaba demek istiyorsanız, yapabileceğiniz birkaç şeyi hemen burada sıralayayım:
Tepkilerinizi değiştirin.
Karşınızdaki kişiye kızmaya başladığınızı fark ettiğinizde genelde ne yapıyorsanız, gidin hiç yapmadığınız bir şey yapın.
Mesela gidip dişlerinizi fırçalayın.
Böylece kendini tekrar eden döngüyü kıracak, otomatik tepki vermeyi bırakacaksınız.
Tepkileriniz sizi yönetmeyecek, siz tepkilerinizi yönetmeye başlayacaksınız.
İletişimle ilgili neyi farklı yapabileceğinize bakın.
Her olumsuz duygu, karşılanmamış bir ihtiyaçtan doğar.
Diyelim ki çok sinirlendiniz, kendinize sorun:
Benim aslında neye ihtiyacım var?
Hangi ihtiyacım karşılanmadığı için sinirlendim?
Bulduğunuz cevabı karşınızdaki kişiyle de paylaşın.
“Şuna ihtiyacım vardı ve bu ihtiyacım karşılanmadığı için şu davranışın karşısında sinirlendim” gibi.
Ve sonra ihtiyacınızı giderin.
Önceki ilişkilerinizden getirdiğiniz birikmiş üzüntü ya da öfkeyi temizleyin.
Bunu yapmadığınız sürece, yaşadığınız her olayı sizi yaralayan olaya benzetip otomatik tepki vermeye devam edeceksiniz.
Geçmişle ilgili depoladığınız yükü temizlemeden hayatınızın değişmesini beklemeyin.
Olaylara büyük pencereden bakın.
Kişiselleştirmeyin.
Büyük resimde olan bitenin o an hiç bilmediğiniz bir anlamı olduğunu hatırlayın.
O anki çatışmanın 10 sene sonra hiçbir anlamı kalmayacağını düşünün.
“Yaşadığım bu durum bana ne öğretiyor, bundan ne ders çıkarabilirim?” diye kendinize sorun.
Varsayımda bulunmayın.
“Bana çiçek getirmedi, demek ki beni sevmiyor.”
Neden çiçek getirmediğini öğrenmeye, anlamaya çalışın.
Beklediğiniz şeyi önce siz verin.
İlgi bekliyorsanız, ilgi; anlayış bekliyorsanız anlayış…
Yani bulmak istediğiniz şeyi önce kendinizde yaratın.
Bu yazıyı okuduktan sonra, “söylemesi kolay ama” diyerek söze başlamayın.


Bazen hayatta gideceğimiz yol belli olsa bile, hayat yolumuza devam etm…ek için enerji ve öz irademizden gelen istek gücüne ihtiyaç duyarız. Böyle zamanlarda tek yapmamız gereken, hayatımızdaki güzel şeyleri farkedip ŞÜKÜR etmek ve hayatımızda var olan güzelliklerden motivasyon alarak enerji üretmektir…Bunu başardığımızda, hayat bize ödülünü o yürüdüğümüz yollarda bir şekilde sunacaktır. ☼¸¸.•*¨♥

Sana kaybettiğin cüzdanı getiren yaşlı küçük kadına,
Sana; “Gülünce gözlerinde ışık parlıyor gülümse” diyen sevgiliye
Seni basit şeylerle şaşırtan küçük bir çocuğa,
Yemeğini seninle paylaşan fakir adama,
İnanırsan herşeyin mümkün olacağını gösteren bilge adama,
Yolunu kaybettiğinde aniden karşına çıkıp sana yol gösteren bir yabancıya,
Seni seven hiç kimsenin kalmadığını düşündüğünde, kalbine dokunan bir arkadaşa
Teşekkür etmeli…

İçinizde, derinden gelen sese kulak verin..Sonsuzluğu dinleyin..,ve: Hatırlayın..! İhtiyacınız olan herşey sizde mevcut.. !
Hayatının yönetmenliğini başkasının yapmasına izin verirsen, sürekli o insana,oyunculuğunu beğendirmek zorunda kalırsın..”

Gün gibi, Güneş gibi Doğmalı Kalplere…
Sevgi İle…
DOUG COPP’UN ÖNERİLERİ
1996’da benim hayatta kalma metodumun geçerliliğini ortaya koyan bir film yaptık. Türk hükümeti, İstanbul belediyesi, İstanbul Üniversitesi, Case yapımcılık, ve ARTI bu pratik ve bilimsel testin filme alınmasında işbirliği yaptılar. İçinde 20 maket (mannequis) olan bir okulu ve evi yıktık. On maket ‘çömel ve korun’ metodunu uygularken, 10 maket ‘hayat üçgeni’ metodumu uyguladı.
Tasarlanmış yıkımdan sonra görüntüleri filme almak ve sonuçları belgelemek için enkazı geçip binaya girdik. Bina yıkımlarında oluşabilecek şartlar dahilinde direk olarak gözlemlenebilen ve bilimsel şartlar altında hayatta kalma tekniklerimi uyguladığım film ‘çömelip korunan/saklanan’ kişiler için hayatta kalma şansının sıfır olduğunu ortaya koydu.
Hayat üçgeni metodumu kullananlar için hayatta kalabilme şansı yaklaşık olarak % 100 oldu. Bu film Türkiye’de ve Avrupa’nın geri kalan kısmında milyonlarca izleyici tarafından izlendi. Bu film ABD, Kanada ve Güney Amerika’da RealTV programında izlendi.
Enkazına girdiğim ilk bina 1985 Mexico City depreminde bir okuldu. Bütün çocuklar sıralarının altındaydı. Her bir çocuk kemiklerinin kalınlığına kadar ezilmişlerdi. Sıralarının yanındaki koridorlara uzanmış olsalardı hayatta kalmış olabilirlerdi. Bu ‘ayıptı, gereksizdi’ ve çocukların neden koridorlarda (sıraların arasında) olmadığını merak ettim. O an, çocuklara bir şeyin/eşyanın altına saklanmalarının söylendiğini bilmiyordum. Basitçe ifade edilirse, binalar yıkılırken, objelerin üzerine düşen tavan ağırlığı veya içerideki mobilyalar bu nesnelere çarparken yanlarında bir yer, boşluk bırakırlar. Bu boşluk benim ‘hayat üçgeni’ dediğim alandır. Nesne ne kadar büyük ve ne kadar dayanıklı olursa daha az ezilecektir
Basitçe ifade edilirse, binalar yıkılırken, objelerin üzerine düşen tavan ağırlığı veya içerideki mobilyalar bu nesnelere çarparken yanlarında bir yer, boşluk bırakırlar. Bu boşluk benim ‘hayat üçgeni’ dediğim alandır. Nesne ne kadar büyük ve ne kadar dayanıklı olursa daha az ezilecektir. Nesneler ne kadar az ezilirse boşluk ve bu boşluğu kullanan kişinin yaralanmama olasılığı o kadar artar. Bir dahaki sefere televizyonda yıkılan bina izlerken gördüğün üçgenleri say. Heryerdeler. Yıkılan bir binada göreceğiniz en yaygın biçimdir.
1) ‘Binalar çökerken basitçe ‘çömelen ve korunan’ kişiler istisnasız her defasında ezilerek ölüyorlar. Masa, araba gibi nesnelerin altına giren kişiler her zaman ezilirler.
2) Kediler, köpekler ve bebekler’in hepsi doğal bir şekilde dizlerini ana rahmindeki gibi karınlarına doğru çekerek kıvrılırlar. Deprem anında sizde bu şekilde kıvrılmalısınız. Bu doğal bir güvenlik ve hayatta kalma içgüdüsüdür. Daha küçük bir boşlukta hayatta kalabilirsiniz. Hafifçe ezilecek ama yanında boşluk yaratacak bir kanepe, geniş büyük bir eşyanın yanında durun.
3) Ahşap evler deprem anındaki en güvenli yapılardır. Sebebi basittir; ahşap esnektir ve depremin zorlamasıyla hareket eder. Eğer ahşap bina çökerse geniş yaşam boşlukları oluşur. Ayrıca, ahşap binalar daha az yoğunlukta yıkılış ağırlığına sahiptir. Tuğla binalar ayrı tuğla parçalarına ayrılacaklardır. Tuğlalar bir çok yaralanmalara sebep olacaktır, ama (beton) bloklardan daha az ezilmiş vücutlar yaratırlar.
4) Eğer gece yataktayken deprem olursa, basitçe yuvarlanarak yataktan düşün. Yatağın çevresinde güvenli bir boşluk oluşacaktır. Oteller müşterilerine deprem anında yatakların yanında yere uzanmalarını salık veren bir uyarı notunu odalarda her kapının arkasına asarlarsa depremlerde çok büyük hayatta kalma oranlarını sağlayabilirler.
5) Televizyon izlerken deprem olursa ve kolayca kapıdan veya pencereden dışarı kaçmak mümkün değilse, kanepe veya büyük bir koltuğun/sandalyenin yanında cenin pozisyonunda kıvrılarak yere uzanın..
6) Bina çökerken Kapı kirişlerinin altına geçen herkes ölür…Nasıl mı? Eğer kapı kirişlerinin altına geçerseniz ve kapı kirişi öne veya arkaya doğru düşürse inen tavanın altında ezilirsiniz. Eğer kapı kirişi yana doğru yıkılırsa ikiye bölünürsünüz. Her iki durumda da ölürsünüz!
7) Hiçbir zaman merdivenlere gitmeyin/yönelmeyin. Merdivenler (ana binadan) farklı bir ‘frekans aralığına’ sahiptir; ana binadan bağımsız/ayrı olarak sarsılırlar. Merdivenler ve binanın geri kalanı devamlı olarak birbirlerine çarparlar, ta ki merdivenlerin yıkılışı gerçekleşene kadar. Merdivenlere ulaşan insanlar basamaklar yüzünden yaralanırlar. Korkunç şekilde sakatlanırlar. Bina yıkılmasa dahi, merdivenlerden uzak durun. Merdivenler binanın hasar görmesi en muhtemel kısmıdır.. Depremde yıkılmamış olsa dahi, merdivenler bağırarak kaçmaya çalışan insanların aşırı yüklenmesi ile çökebilir. Merdivenler binanın geri kalan kısmı zarar görmemiş olsa dahi her zaman güvenlik açısından kontrolden geçirilmelidir.
8) Binanın dış duvarlarına yakın yerlerde durun, mümkünse dışına çıkın. Binanın iç kısımlarındansa dış kısımlarına yakın yerlerde olmak çok daha iyidir. Binanın dış çevresinden ne kadar içeride olursanız, çıkış yolunuzun kapanma ihtimali o kadar artacaktır
9) Aynen Nimitz yolundaki katlar arasındaki (yıkılan) blokların meydana getirdiği gibi, deprem anında üst yolun yıkılmasıyla ezilen araçların içinde bulunan insanlar ezilirler. San Francisco depreminin kurbanlarının hepsi araçlarının içindeydiler. Hepsi öldü. Araçlarının dışına çıkıp,aracın yanına uzanıp veya oturarak kolaylıkla hayatta kalabilirlerdi. Ölen herkes eğer araçlarından çıkıp, araçlarının yanına oturabilseler veya uzanabilselerdi yaşıyor olabilirdi. Ezilen bütün araçların yanında-kolonların direkt olarak üzerine düştüğü araçlar hariç- 3 feet yükseklikte boşluklar oluşmuştu.
10) Enkaz halindeki gazete ofislerini ve çok miktarda kağıdın olduğu ofisleri dolaşırken kağıdın sıkışmadığını /ezilmediğini keşfettim. Kağıt yığınlarının/kümelerinin etrafında geniş boşluklar bulunur/oluşur.
Bu mesajı mümkün olduğu kadar çok kişiye iletmeniz önemle rica olunur
Fiyat Mı ? Değer Mi ?