Aslında bu soruların cevabından çok, elmanın diğer yarısının olduğunu düşünmemize neden olan temele bakmamız gerekir. Bu durumda karşımıza Sigmund Freud çıkar!
Freud’a göre; ana rahminin ilk dönemlerinde hem kadın, hem erkek organına sahip oluruz. Zaman geçtikçe bir cinsiyete doğru daha fazla yöneliriz. Kişinin kendini tamam, bütün hissedebilmesi için, karşı cinsten kendince doğru bulduğu biriyle karşılaşması gerekir.
Freud’dan çıkıp Kabala inancına da dönersek, aynı detaylı bilgiye orada da inanıldığını görürüz. O inanca göre, kadın ve erkek aslında bir yaratılmışlardır. Kadın iç enerjiden, erkek dış enerjiden sorumludur. Ancak bu bütün olan varlık dünyaya ikiye ayrılarak geldiği andan itibaren, diğer yarısını aramak zorunda kalmıştır. Bu hissin altında kendimizi eksik hissetmemiz yatıyor.
Aslında bu konu eski dönemlerde de filozoflar tarafından benzer şekilde ele alınmıştır. Doğal olarak hepimizin içinde bir eksiklik duygusu var. O muhteşem kadın veya adamı arıyoruz.
Ancak bulduğumuzda ne olacağı sorusu benim aklımı daha fazla meşgul ediyor. Madem bir elmanın iki yarısıyız ve elma olduğumuzun farkındayız, neden benim aynım bir şeyle birleşmek isteyeyim ki?
Tadı, kokusu, dokusu aynı olanla birleşirsem, bu hayata gelme sebebime aykırı davranmaz mıyım? Nasıl öğrenip gelişeceğim?
Ben diğer yarımı aramamaya karar verdim. Okuyorsa o da beni aramasın lütfen. Bir tane daha bana tahammül etmek çok zor olabilir. Ben daha kendi çıkıntılarımı rendeleyememişken, onunla uğraşmaya hiç niyetli değilim.
Candan Ünal
Leave a Reply